Tarihe Kazınmış Belgeler; Kürt Soykırımları
Önceki yazılarımızda değişik zaman ve zeminde yaşayan bir çok halkın karşılaştığı kitlesel soykırımların bir çoğuna özetle değinmeye çalışmıştık. Bu yazımızda ise Ortadoğu'nun en kadim halkı olan Müslüman Kürtler'e ve onun güzel coğrafyası olan Kürdistan'a yönelik olarak tüm dünyanın gözü önünde uygulanan ve hâlâ uygulanmakta olan soykırımlara değineceğiz.
İrili ufaklı bir çok soykırıma dipnotlar düşen tarihi kaynakların, Kürtler'e yönelik sistemli ve kapsamlı soykırımları görmezden gelmesi elbetteki esef vericidir. Zira Kürtler'in son 200 yıldır yaşadıkları, diyebiliriz ki tarihte hiçbir halkın yaşadıklarıyla kıyaslanamaz. Kürt Halkının bu süreçte yaşadıklarının soykırım tanımına tamamıyla uyduğunu, akıl ve vicdan sahibi hiçbir insan inkar edemez. Resmi tarihi kaynakların görmezden geldiği ve kaydetmediği 'Kürtler'e yönelik bu soykırımların' belli başlı olanları şunlardır:
Rusya ve Ermeniler (Kürt Soykırımı; 1917):
1915-1917 yıllarında Osmanlılar tarafından soykırımdan geçirilen Ermeniler, intikam almak için bu soykırımdan Kürtler'i de sorumlu tutarlar. 1917 yılında Rus orduları Kürdistan sınırını geçip, yaklaşık 128 bin Kürd'ü katletmiştir. 1. Dünya Savaşı öncesinde de Ermeniler, Büyük Ermenistan Devleti hayalleri uğruna birçok Kürt şehrine saldırarak kadın, çocuk, yaşlı demeden binlerce Kürd'ü katliamdan geçirmişlerdir. İşin esef verici yanı, Ermeni soykırımını bu kadar dillendirenler, Kürtlere yapılan bu saldırıları hiçbir şekilde ifade etmemiş olmalarıdır.
Osmanlı Devleti, (Kürt Soykırımı; 1914-1918):
Orjinal Boyutunda Açmak İçin ( 700x474 ve 281KB ) Buraya TıklayınOsmanlı Devleti 1. Dünya Savaşı'nda, "Ermeniler geliyor" söylemiyle Kürtler'i iskan değişikliğine zorlamış ve bu politikanın sonucunda 700 bin Kürt, yollarda; açlıktan, soğuktan ve salgın hastalıklardan dolayı hayatını kaybetmiştir. Bunun yanında Kafkas (Sarıkamış) Cephesi'ne -ölüme- gönderilen ve çoğunluğu Kürtler'den oluşan ordu, açlığa ve soğuğa teslim olmuş, bu cephede 90 bin insan kirli bir politikanın ürünü olarak canından olmuştur. "İçerde bir Kürt tehdidi, dışardan gelebilecek bir Rus tehdidinden daha tehlikelidir" diyen Enver Paşa, bununla Kürtler'den kurtulmayı amaçlamıştır. Bunun yanında Yemen'e gönderilen Kürtler'den ise hiç bir haber alınamamıştır. Denilebilir ki, Osmanlı'nın 1. Dünya Savaşı'na girme nedenlerinden biri de tehlike olarak gördüğü Kürt potansiyelini bitirmekti. Bu yüzden olacak ki, kimi Türk subayları savaş içinde şu sloganı dile getirmişlerdir: "Gelişte Zo'ları temizledik, dönüşte de Lo'ların icabına bakacağız!.." "Zo"larla kastedilen Ermeniler, "Lo"larla kastedilen ise Kürtler'dir. Kürtler, I.Dünya Savaşı'nda 1,5 milyon kayıp vermişlerdir.
Türkiye; 1920-1938:
Anadolu'yu ve Kürdistan'ı Türkleştirme ve bu nedenle Türk olmayan halkları yok etme düşüncesinin zeminini ilk kez İttihat ve Terakki hazırladı. İttihat ve Terakki'den beslenen istler ise, Cumhuriyet'i bu ideolojik temel üzerine kurmuşlardı. Ermeni Tehciri'nden sonra sıranın Kürtler'e geldiği belliydi. 1920 Koçgiri Ayaklanması'nda Kürtler'e reva görülenler, bunu doğrulamıştı. Koçgiri Ayaklanması'nı bastırmakla görevlendirilen Merkez Ordu Komutanı Sakallı Nurettin Paşa'nın; "Türkiye'de Zo (Ermeniler) diyenleri temizledik. Lo (Kürtler) diyenlerin köklerini de ben temizleyeceğim" sözleri istlerin Kürtlere yönelik politikasını özetliyordu. Nurettin Paşa komutasındaki Türk ordu birlikleri ve Topal Osman çetesi, tüm güçleriyle Koçgiri'de soykırıma giriştiler. Kürt çocuklarını ateşe atarak yakmak, köy yakmak ve evleri talan etmek, dar ağacı kurmak ve göçe zorlamak gibi kural dışı uygulamaları devreye sokan ordu birlikleri, tüm hünerlerini göstererek vahşette adeta birbirleriyle yarışmışlar ve arkalarında, küçük bebeklerin de içlerinde bulunduğu binlerce masum insan cesedi bırakmışlardı. Cumhuriyetin kuruluş arefesinde yaşanan bu vahşet, Cumhuriyetin kuruluşuyla beraber Kürtler'e yönelik 80 yıldır uygulanacak olan jenositlerin ve soykırımların da adeta habercisi niteliğindeydi.
1925'ten itibaren Kürdistan'ın her tarafında katliamlar, zulümler, soykırımlar, bitmeyen tehcir yasaları ve sıkıyönetim vardı. 1925-38 yıllarında Kürdistan'da yaklaşık 800 bin ile 1 milyon insanın katledildiği ve bir milyon civarındaki Kürd'ün ise isyanlar bahanesiyle ülkesinden, Türkiye'nin batı illerine sürgün edildiği, kaynaklarda belirtilmektedir.
Cumhuriyetin kuruluşundan sonra Kürtler, imha politikalarının yanında büyük çaplı bir asimilasyona tabi tutularak "Türkleştirilmeye" çalışılmıştır. Kürtler ise bu politikalara kıyamlarıyla cevap verdiler. 1925 Şeyh Said Kıyamı, 1927-1929 ve 1930 Ağrı Ayaklanması ve 1937 Dersim Direnişi ile bu kanlı politikalara karşı koyuş gerçekleşmiştir. Cumhuriyet döneminde kanla bastırılan en önemli Kürt ayaklanması olan 1925 Şeyh Said Kıyamı, bu kirli politikalara gösterilen ilk tepkidir. Bu kıyam bastırılınca, Şeyh Said ve 46 Müslüman Kürt önderi idam edilir. Ama katliam bununla sınırlı kalmaz. Ve esas olarak halka yönelik zulmün kitlesel boyutları köylerde, dağ başlarında, yol boylarında, dere kenarlarında katledilen on binlerce insana ulaşır. Binlerce kişi ele geçirildikleri yerde "Anında ve yerinde infazlarla" katledilirler. Canlı tanıkların anlattıklarına göre, Bingöl`ün köylerinden Türklere teslim olan bütün köylüler, Bingöl`e doğru götürülürken yolda süngülenerek öldürüldüler. Şeyh Said'in torunu Muhammed Kasım Fırat, Şeyh Said kıyamında 80 bin insanın katledildiğini bildirmektedir. Ayrıca Kasım Fırat, eski ismi Darahini olan Genç İlçesi'nde Zıkti Aşireti'nin toplu mezarlarının da halen bulunduğunu belirtmektedir. Yaşayan canlı şahitler ise, Şeyh Said Kıyamı'nda evlere toplatılarak diri diri yakılan çocuk ve kadınlardan, dinamitlerle parçalanan suçsuz insanlardan, ağaçların arasında gizlenmeye çalışırken, üzerlerine benzin dökülerek, ateşe verilen insanlardan söz etmektedirler. Bütün bunların yanında, ayrıca binlerce Kürt, İstiklal Mahkemeleri'nin kararlarıyla asılır.
1927-1930 yıllarında Ağrı Ayaklanması gerçekleşir. İran'ın da desteğiyle Ağrı Ayaklanması kanla bastırılır. Ağrı Ayaklanması'nın kanla bastırıldığı günlerde aynı zamanda Van'ın Erciş İlçesi'nin Zilan Deresi'nde büyük bir imha harekatı başlatılmıştır. Ağrı Dağı Başkaldırısı'ndan sonra Zilan Vadisi'ne sığınan Kürtlere, Kolordu Kumandanı Salih Paşa tarafından yürütülen askeri harekatla tam bir soykırım uygulanmıştır. Türk uçakları tarafından Zilan Bölgesi bombalanmış, dağlar ve dereler ateş altına alınmıştır. Bölgenin giriş ve çıkışları tutulmuş, on binlerce asker tarafından kuşatılmış ve katliam başlamıştır. Katliam boyunca yer-gök insan feryatlarıyla dolmuştur. Yeni doğmuş bebekten, 90'lık ihtiyara kadar her yaş ve cinsiyetten insan; mitralyöze tutularak, süngülenerek, buğday başağı biçilircesine yok edilir. Devletin yarı resmi gazetesi durumunda olan Cumhuriyet Gazetesi, 16 Temmuz 1930 tarihindeki sayısında Zilan Vadisi'ndeki toplu katliamı şöyle veriyordu:
"Ağrı eteklerinde eşkıyaya katılan köyler yakılarak, ahalisi Erciş'e sevk ve orda iskan olunmuştur. Zilan Harekatı'nda imha edilen eşkıya miktarı, 15 binden fazladır. Yalnız, bir müfreze önünde düşüp ölenler 1000 kişi tahmin ediliyor. Zilan Deresi'ne sıvışan 5 şaki teslim olmuştur. Buradaki harp, pek müthiş bir tarzda cereyan etmiştir. Zilan Deresi, lebalep (tamamen) cesetlerle dolmuştur." (Ahmet Kahraman, Kürt İsyanları -Tedip ve Tenkil)
Ağrı ve Zilan Katliamları'ndan sonra onları izleyen Dersim Katliamı'nda da dereler oluk oluk kan akar. Sadece Munzur Çay'ında 50 bin insanın öldürüldüğü kayda geçmiştir. Bunun yanında Dersim Katliamı'nda resmi kaynaklara göre 70 binden fazla insan öldürülmüştür. Öyle ki bu rakamın 300 bin olduğu da söyleniyor. Zaten Celal Bayar'ın 29 Haziran 1938'de Millet Meclisi'nde "Dersim sorunu genel bir temizlik harekatıyla ortadan kaldırılmıştır" sözleri, yapılan soykırımın boyutunu yeterince açıklıyor.
Tüm bu yaşananların yanında bu son yirmi yıllık kirli savaş sürecinde faili meçhule(!) giden binlerce Kürt insanının, askeri cezaevlerinin işkence tezgahından geçen yüz binlerce insanın, yakılan ve yıkılan binlerce köy ve kasabanın ve büyük şehirlere göç ettirilen milyonlarca insanın tüm dünyanın gözü önünde yaşadığı zulümler de yine soykırımdan başka bir şeyle açıklanamaz.
İran, (Doğu Kürdistan, 1979-1989);
1979 İran Devrimi'nden sonra, "Biz devrimi Kürtlerle yaptık" diyebilecek kadar bu konuda Kürtlerin devrimdeki büyük rolünü dile getiren Ayetullah Humeyni, ne yazık ki devrimden kısa bir zaman sonra ise Kürtlerin haklı istemlerine kulak tıkamıştır. Bundan dolayı İran yönetimi, haklarını talep eden Kürtler'le savaştı ve 40 bin Kürt bu süreçte katledildi.
Irak, (Güney Kürdistan ve İran; 1980-1990):
Güney Kürdistan'da, Kürtler'e yönelik soykırım 1961 yılında başlamış 1964'e kadar devam etmiş ve 3 bin Kürt öldürülmüştür. 1971-1975 yılları arasında ise 10 bin Kürt öldürülmüştür. 1980-1982 yılları arasında da Bağdat'ta aralarında profesörler, üniversite öğretim görevlileri, yazar, şair, sanatçı, aydın demokratların olduğu 13 bin Feyli Kürt, Saddam Rejimi tarafından kaçırılarak hapsedildi ve kaybedildi. 300 bin kişi öldürülerek toplu mezarlara konuldu. Saddam Rejimi'nin soykırım uygulamalarının simgesi haline gelen Halepçe ise insanlık tarihine kara bir sayfa olarak girmiştir. Saddam Hüseyin yönetimi, 16-18.03.1988 tarihlerinde Güney Kürdistan´ın Halepçe Kenti'nde, Amerika ve Avrupa'daki bazı ülkelerden edindiği kimyasal bombalarla, Kürtler'e soykırım uyguladı. Bunun neticesinde çoğunluğu kadın ve çocuklardan oluşan 5 bin sivil Kürt, kimyasal silahın yakıcı etkisiyle feci şekilde hemen can verdi. Bebeklerine sarılarak ölen anneler, yol ortasında cesetleri uzanan küçük çocuklar… 6 bin civarında Kürt de sakat kaldı. Yüz binlerce Kürt, Saddam'ın zulmünden kurtulmak için Türkiye ve İran'a sığınmak için yollara düştü ama birçok kişi açlık ve soğuk nedeniyle yolda hayatını kaybetti. Ne yazık ki, başta Avrupa ülkeleri olmak üzere bütün insanlık ailesi, bu insanlık dramı karşısında sessiz kaldılar. Kürtler, kendi topraklarında bile, mülteci statüsünde kabul edilmediler, etrafı tellerle çevrili yarı açık cezaevlerine konuldular, aç kaldılar, susuz kaldılar, ilaçsız kaldılar ve zehirlenerek tekrar öldürüldüler.
Saddam'ın bu yaptıklarının yanında 1980'li yıllarda İran ve Irak arasında yaşanan kanlı savaşta yüz binlerce kişi öldü. Bu sayı farklı kaynaklara göre 400 bin ila 1 milyon arasında değişiyor. Yaklaşık 20 bin kişinin ölümüne Irak'ın kullandığı hardal gazı yada benzeri sinir gazlarının yol açtığı düşünülüyor.
20. yüzyılın en büyük diktatörlerinden biriolan Saddam'ın, Güney Kürdistan'da işlediği soykırımlar, toplu mezarlar, Kürtlere yönelik soykırım politikaları 1988'de İran Savaşı'ndan sonra daha bir kapsamlı olarak hayata geçti. Saddam Hüseyin ve yönetimindeki Baas Rejimi "Enfal Operasyonu"na başladı. Irak Hava Kuvvetleri'ne ait savaş uçakları, helikopterler, tanklar, buldozerler, askerler, cumhuriyet muhafızları, istihbarat elemanları Kürt kentlerine, kasaba ve köylerine saldırılar yaptı. Bu saldırılarda 5 bin köy kimyasal silahlarla, Napalm bombaları ve ardından buldozerlerle haritalardan silindi. Sadece bu operasyonlar sırasında elli bin kadar Kürt; topluca öldürülür, yaklaşık yüz en bin kişi kaybedilir. Onlarca yerleşim yerinde, sivil halka karşı kimyasal gaz kullanılır, binlerce kadın, çocuk ve yaşlı sudan sebeplerle hapsedilir.
Soykırıma girişenler yaptıklarının açığa çıkmayacağını ve unutulacağını sanarak hareket etmişlerdir. Oysa ki, insanlar tarafından unutulan bu suçları, Kainatın Sahibi unutmuyor, açığa çıkarıyor ve soykırıma girişenlerin bir çoğuna soykırıma uğrayanların elleriyle dünyada hak ettikleri cezayı da veriyor.
1990'nın başlarında Gare Dağı'nın zirvesine bir saray inşa ettiren Saddam: "Ben Irak'ta Kürtleri önüme katıp süpüreceğim" diyordu. Fakat bugün Kürtler tarafından yargılanıyor.
Mussolini, halkı tarafından önce yargılandı sonra da öldürülüp kuzular gibi çıplak vaziyette ayaklarından asıldı ve cesedi sokaklarda gezdirilerek aleme ibret oldu.
1945 Nisan ayı sonunda Rus birlikleri, Berlin Kapısı'na dayandığında; Hitler, intihar etmekten başka çaresi kalmadığını anlayınca bir sığınıkta intihar etti.
Lenin, önce felç geçirdi sonra da çıldırarak öldü.
Romanya'nın komünist diktatörü Nikolay Çavuşesku, halkı tarafından idam edildi. 1965-1989 yılları arasında gizli polis üyle yönettiği Romen Halkı'nı canından bezdiren Çavuşesku, eşi Elena Petresku ile birlikte kaçmaya çalışırken yakalandı ve idam edildi.
Sırp Kasabı Miloseviç ise önce paronayaklaştı ve bu hal üzere bir süre daha yaşadıktan sonra o da benzerleri gibi feci bir şekilde öldü.
Koçgiri'nin celladı Topal Osman, onu nice kirli işlerinde kullanan istler tarafından 'çok şey bildiği ve bu yüzden zararlı olabileceği!' gerekçesiyle önce öldürüldü sonra da cesedi meclis kapısına asıldı.
Ve daha niceleri bu ve buna benzer şekilde dünyada kısmi olarak hak ettikleri cezayla karşılaşmışlardır, kurtulanlar ise daha feci bir şekilde yargılanmak ve cezalandırılmak suretiyle ahirete sevk edilmişlerdir. Bu kural, böyle işlemeye devam ediyor. Gerek Kürdistan halkına ve gerekse diğer mazlum halklara zulmü ve katliamları reva görüp onlara bu dünyada insanca bir yaşamı çok gören bütün diktatörler, yaptıklarının hesabını hem bu dünyada ve hem de ahirette vereceklerdir. Hz.Ali'nin dediği gibi "Mazlumun intikamı, zalimin zulmünden daha çetin olacaktır."
Kaynaklar:
Bülent Çetiner-Soykırımlar Sözlüğünde Kürtler, Türkiye Cumhuriyeti ve Kürtler, M. Emin Zeki-Kürdistan Tarihi, Ali Çimen 22.12.2003 tarihli yazısı, Ahmet Varol-İslam Dünyası, Ali Haydar Koç- 19. yüzyıldan 21. yüzyıla devredilen Kürt Meselesi, Milliyet'in 13 Mayıs 2005 tarihli sayısından Dr. Erol Kürkçüoğlu ile yapılan söyleşi ve D. T. Makaleler…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder