9 Ocak 2011 Pazar

Tarihe Kazinmis Belgeler; Soykirimlar

Irili ufakli bir cok soykirima dipnotlar düsen tarihi kaynaklarin, Kürtler'e yönelik sistemli ve kapsamli soykirimlari görmezden gelmesi elbetteki esef vericidir. Zira Kürtler'in son 200 yildir yasadiklari, diyebiliriz ki tarihte hicbir halkin yasadiklariyla kiyaslanamaz. Kürt Halkinin bu sürecte yasadiklarinin soykirim tanimina tamamiyla uydugunu, akil ve vicdan sahibi hicbir insan inkar edemez. Resmi tarihi kaynaklarin görmezden geldigi ve kaydetmedigi 'Kürtler'e yönelik bu soykirimlarin' belli basli olanlari sunlardir:



10/12/2010 - 12:14
I.BÖLÜM
Şu yeryüzü insanlık tarihinde bir çok acı manzaralara sahne oldu. Dünya savaşları, darbeler, provokasyonlar, komplolar, toplu kıyım, katliamlar, giyotinler ve Engizisyon Mahkemeleri, darağaçları ve İstiklal Mahkemeleri; toplama, çalışma ve temizleme kampları, ölüm tarlaları, ateş hendekleri, toplu mezarlar, gaz odaları ve fırınları, tabutluklar, senatoryumlar, zindanlar, işkence ve nihayetinde etnik temizlik; jenojistler,soykırımlar…

Soykırım; "Bir devlet yönetiminin aldığı karar sonucu bir gruba karşı devletin resmi kuvvetlerince uygulanan öldürme olayı" olarak tanımlanıyor.

Bu tanımın içine, "Grubun yaşam şartlarını zorlayan ve bu şekilde grubu dolaylı yoldan imha etme amacı güden tehcir, sürgün, göç, kısırlaştırma, açlığa ve sefalete mahkum etme gibi her türlü değişik yöntemler" de girer. Bu yönüyle denilebilir ki bir ulusun vatansızlaştırılması olarak görülen tehcir politikası gibi yöntemler, etnik yok etmenin en ağır biçimlerinden biridir.

İnsanlık tarihi Dehak,Şeddad, Firavun, Buhtunnasır, Haccac, Cengiz Han, Hülagu gibi soykı-rımcıları kaydetmiştir. Bunun yanında 20. yüzyıla gelininceye kadar insanlık, Haçlı Savaşları ve sömürgecilikle birlikte sistematik olarak başlayan birçok büyük soykırımlara tanıklık etti.

Bunlardan birkaçını ve yöntemlerini şu şekilde sıralayabiliriz; Hristiyan Batı alemi Haçlı Seferleri'nde Hristiyanlık adına yaptığı soykırımda Müslümanlarla birlikte Ortodoksları da toplu kıyımdan geçirmiştir. Bu seferler sonucu Endülüs'te, Sicilya'da milyonlarca Müslüman'ın canına kıyılmıştır. Bunun yanında kilisenin Engizisyon Mahkemeleri, Orta Çağ'da din adına yüz binlerce insanı yakarak büyük bir soykırıma girişmiştir.
Amerika'nın Kristof Kolomb tarafından 1492 yılında keşfiyle başlayan tarih, aynı şekilde İspanyol ve diğer Avrupalılar tarafından uygulanan dünyanın en büyük soykırımlarından birinin de başlangıcıdır. Amerika Kıtası'nın sahipleri olan Kızılderililer, kitleler halinde yok edilmiştir. Kristof Kolomb Amerika'ya ayak bastığında nüfusu 8 milyon olan Arawaks yerlilerinin sayısı 22 yıl içerisinde 28 bine düştü.

Aslında 'cehenneme gönderildikleri söylenen ve her yerli Kızılderili'nin kafa derisine gazete ilanlarıyla 200 dolar ödül biçilen' Amerika'da bu durum öyle şaşılacak bir sonuç değildi. ABD emperyalizminin duayeni sayılan Theodore Roosevelt Kızılderililere duyulan bu öfkeyi şu cümleleriyle kamuoyuna yansıtmıştır: “En iyi Kızılderili'nin, ölü Kızılderili olduğunu söyleyecek kadar ileri gitmeyeceğim. Ama onda dokuzunun ölü olması gerektiğine inanıyorum; üstelik onuncu vakayı da pek öyle derinlemesine soruşturmak niyetinde olmayacağımı belirtmeliyim.” Bu söz acı olduğu kadar önemli bir gerçeği de dile getirmiştir: "Güçlü olan sömürgecinin hiçbir asırda değişmeyen literatüründe sömürge halklara düşen tek hak(!), ölümdür!"

Sömürgeci Fransız, İngiliz, İspanyol, Portekiz ve Hollandalı köle tüccarlarının bedava işgücü için 1500'lü yıllarda zorla topraklarından koparttıkları, Afrika'dan gemilerle Avrupa'ya ya da Amerika'ya götürdükleri 10 milyonu aşkın, -bazı kaynaklara göre de 30 milyona varan kölelerin üçte biri getirilmek istendikleri ülkelere daha ulaşmadan yolda ölmüşlerdi.

Soykırımlarla insanlığa karşı suç işleyen ülkeler listesinde İsveç ve Norveç de bulunuyor. 16. yüzyılda Asya kökenli Samiileri asimile etmek için Norveç'te birçok çalışma yapılmıştır. Hristiyanlaştırılmak istenen Samiilerin çoğunlukta olduğu bölgelere Norveçliler yerleştirildi. Kültürlerini yaşayamayan Samiiler, bu uygulamaya karşı çıktıklarında da ayaklanmaları kanlı bir şekilde bastırılmış ve Samiiler ağır bir şekilde cezalandırılmışlardır. Bununla birlikte aynı dönemde Samiilere karşı asimilasyon hareketinin İsveç'te de gerçekleştiği, tarihi kaynaklarca sabittir.

İngilizler 18. yüzyıldan başlayarak 20. yüzyılın ilk yarısına kadar (1788-1938 tarihleri arasında) sömürge amacıyla gittikleri Avustralya'da kıtanın yerli halkı olan Aborjinleri sistematik şekilde yok ettiler. İngilizlerin aralarına salgın hastalık yaydığı, bununla da yetinmeyip yemeklerine zehir katarak yok etmeye çalıştığı 750 bin siyah derili Aborjin'den geriye sadece 31 bin kişi sağ kalabildi. Aborjinlere karşı soykırım ve tehcir uygulayan İngilizler, bunun yanında binlerce yerli çocuğu da ailelerinden kopararak ayrı bir insanlık dramı yaşattılar.

Danimarka'nın ABD ile yaptığı anlaşma gereği Grönland'ın Thule bölgesinde yaşayan Eskimoların, yapılacak bir hava üssü nedeniyle topraklarından koparılmaları da ayrı bir soykırım olarak tarihteki yerini almıştır. 19. yüzyılda yaşanan bu insanlık ayıbında, soğuk savaş nedeniyle ABD tarafından yaptırılan hava üssü için Eskimolar topraklarından koparılmış ve bu tehcir sırasında niceleri ölmüşlerdir.

Belçika'nın, 19. yüzyılda Kongo'da yaptığı soykırım da soykırımlar tarihinde yer edinmiştir. Kauçuk tarlalarında çalışmayı reddederek sömürgecilere karşı direndikleri için milyonlarca Kongolu öldürülmüştür. Suç dosyası kabarık olan ve tarihle hesaplaşması gereken devletlerin başında gelen Belçika, soykırıma uğrayan Kongoluların çoğunun hastalıklardan öldüğünü iddia etse de olayın bir soykırım olduğu noktasında bütün dünya hemfikir…

1891 yılında hammadde ve işgücü ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla Almanlar, Güney Batı Afrika (Namimba)'yı sömürgeleştirdiler. Bölgedeki çok zengin altın ve zümrüt madenlerini ele geçirme yolunu, bölgenin yerel halklarını yok etmekte gören Almanlar harekete geçti. Adanın yerlileri Herero ve Namalar üzerine taarruza geçen Alman askerleri; kadın, yaşlı, genç, çocuk dinlemeden herkesi soykırımdan geçirdiler. Soykırımdan kurtulanlar ise işkenceyle öldürüldü. Yaklaşık 132 bin yerliden geriye sadece 15 bini sağ kalabildi.

Bu anlatılanlar, 20. yüzyıla girmeden önce yaşanan soykırımlardan sadece bir kaçıydı. Bunun yanında 20. yüzyıl boyunca Kürdistan, Kamboçya, Ruanda, Yugoslavya, Çeçenistan, Filistin, Bosna-Hersek, Brundi, Güney Afrika, Ukrayna, Çin, Rusya, Vietnam, Kongo vs. ülkelerde yaşanan etnik, kültürel ve ideolojik soykırımlar ise şu anlattıklarımızı adeta gölgede bırakıyor. Savaş ve soykırımların ardından oluşan bilanço; 300 milyon ölü olarak tespit edilmiştir. Sakat kalanlar ve mülteci durumuna düşenler ise bu rakamın dışında. Yaşanan bu soykırımların bazılarını şu şekilde ortaya koyabiliriz;

Osmanlı Devleti, (Ermeni Tehciri; 1915-1917): Osmanlı'nın iktidardaki İttihad ve Terakki yönetimi tarafından "Turanist zihniyetle" uyguladığı Ermeni tehciri, başkent İstanbul'dan yönetilen planlı bir politika olup, bu politika sonucu sayıları tahminen 300 bin ile 1 milyonu bulan Ermeni öldürülmüştür. Bu tehcirde Ermenilerin yanında Süryaniler ve Rumlar da bu zulümden nasiplerini almışlardır.

Vladimir Ilich Lenin, (Rusya; 1917-1920): Lenin, Trotsky ve diğer Bolşeviklerin, 'insanı bir hayvan türü olarak gördüklerini ve insan hayatına herhangi bir değer vermediklerini, devrimin başarısı için, milyonlarca insanın kolayca feda edilebileceğini' söylediklerini tarihi kaynaklar kaydetmektedirler. Komünist Lenin'in köylülerin ellerindeki bütün mahsulü ve tohumlarını toplatarak, 1921-1922 yılları arasında 29 milyon insanı açlığa terk ettiğini ve bu insanların 5 milyonunun açlıktan kıvranarak öldüğünü yine aynı tarihi kaynaklar kaydetmektedirler. Lenin'in tüm mahsullerini topladığı köylülerin açlık nedeniyle ot, ağaç kabuğu, kemirgen yedikleri bilinen gerçeklerden. Lenin'in, köylülerin mahsullerini toplayarak, insanları bile bile kıtlığa sürüklemesinin asıl nedeni, insan psikolojisi üzerinde tahribat oluşturarak bu yolla insanların Allah'a olan inançlarını yok etmek ve dine karşı bir hareket başlatmaktı. Ama bu başkaldırı Allah'a ve dine değil, Bolşevik iktidarına karşı olmuştur... Bunun yanında Lenin en az 30.000 muhalifini de infaz eden biri olarak biliniyor.

B. Mussolini, (Etopya, Yugoslavya; 1936): "Faşizm özgürlük değil, zalimin hakimiyetidir. Milletin güvencesi değil, özel çıkarların savunmasıdır. Bunu herkes bilirdi..." diyerek faşizmin özünü ve niteliğini itiraf eden büyük faşist Mussolini, Etopya'da ve Yugoslavya'da 300 bin insanı katletmiştir. Benzerleri gibi o da toplama kamplarıyla tanınan Mussolini hem kendi halkına hem de işgal ettiği ülkelerin insanlarına büyük acılar yaşatmıştır. "Roma İmparatorluğunu diriltme" hayalleri içinde 1935 yılında Habeşistan'ı işgal etmiş ve bu ülkedeki 15 bin suçsuz Müslümanı da acımasızca katletmiştir. İşgale karşı direnmeye çalışan sivillerin tereddütsüz kurşuna dizilmesi emrini vermiş, dahası sivil halka karşı zehirli gaz kullanarak feci katliamlar yürütmüştür. Aynı şekilde "Temizleme Kampı"nda toplattığı 35 bin kişiden 18 binini de katlettirmiştir. Bunun dışında İtalya'da faşist iktidar boyunca öldürülen pek çok insan da vardır. 1943 yılında Mussolini devrilene kadar Afrika'daki katliamları ile tarihe geçmiştir. Mussolini Gladio'su, Avrupa'nın en kanlı devlet terörü örgütlerinden biri olmuştur. Bu örgüt, yüzlerce cinayete imza atmış, birçok ülkede Neo Nazi çetelerin kurulmasına yardım etmiştir.

Jozef Stalin, (Rusya; 1934-39): SSCB'de Stalin (Rusça'da “Demir Adam” manasında) döneminde Rusya, Ukrayna, Kırım ve Sibirya'da kollektifleştirme siyasasının yol açtığı kıtlık ve açlık, çoğunluğu Müslüman olmak üzere 25 ila 27 milyon kişinin ölümüne neden oldu. Stalin, bir milyon insanı sadece muhalif oldukları gerekçesiyle idam etti. En az 9,5 milyon insan ise ya sürgün edildiler ya da bir daha geri dönemedikleri ünlü "Gulag" gibi çalışma kamplarına gönderildiler. Stalin, Komünizm ideolojisini benimsemeyenleri, kafadan deli olarak kabul edip onları 'tedavi maksadıyla(!)' kurulan sanatoryumlara gönderiyordu. Bugün Rusya'nın dört bir yanını sarmış devasa sağlık kurumları, aslında Stalin döneminden kalma 'sağlıklı yaşam(!)' kampanyasının eserlerdir. Öyle ki kendisinden sonra iktidarı devralan Komünist Partisi Genel Sekreteri Nikita Kruşçev bile Stalin dönemini lanetlemekten kendini alamamıştı. 'Stalin döneminde nüfus sayımı yapılmış, 15 milyon eksik çıkmış(!)' esprisinin bugün bile Rusya'da yaygın olması, dönemin dehşetini ironik bir şekilde yansıtıyor.

Hideki Tojo, (Japonya; 1941-1944): 1940'da Fransa ve Hollanda, Alman işgaline girdikten sonra Japonlar bu ülkelerin sömürgelerine göz diktiler. 1941 yılında Fransız Hindiçini'sine girdiler ve önemli yerlere Japon garnizonları yerleştirdiler. Bu durum Pasifik'teki Japon yayılmasından rahatsız olan Amerikalıların tepkilerine yol açtı. Amerikan hükümeti 1940 yılının Aralık ayında Japonya'ya karşı çelik ve savaş malzemesi satışına ambargo getirmişti. 24 Temmuz 1941 tarihinde ise Roosevelt, Japon birliklerinin Hindiçini'den çekilmesini istedi ve bunu zorlamak için -iki gün sonra- bir yandan Amerika'daki Japon varlıklarını dondururken, petrolü de ambargo listesine dahil etti. O gün Japonya'nın elinde, savaş koşullarında sadece altı ay yetecek petrol stoku vardı. Bu bittikten sonra savaşması olanaksızdı. Ya boyun eğip 'imparatorluk' hülyalarına veda edecek ya da giderek yaklaştığı Java ve Sumatra petrollerini ele geçirip planlarına sahip çıkacaktı. Japonya'nın başına Ekim'de hırslı general Hideki Tojo geçince, tercih belli oldu ve Hideki Tojo riskli olan ikinci yolu seçti. Hideki Tojo ardında 5 milyon ölü ve kayıp insan bırakmıştır…
Adolf Hitler, (Almanya; 1933-1945): Adolf Hitler'in liderliğini yaptığı Nazi Almanyası, 1933-45 yılları arasında Büyük Alman İmparatorluğu'nu kurmak ve öjeni (bir insan ırkındaki hasta ve sakatların dışlanmaları) politikasıyla ari ırkını oluşturmak hedefiyle; diğer milletlerden veya etnik gruplardan 21 milyon insanı topluca kurşuna dizerek, toplama kamplarında fırınlarda yakarak, gaz odalarında zehirleyerek soykırıma uğrattı. Irkçı söylemlerle yapılan bu soykırım; Yahudileri, Çingeneleri, Slavları ve Komünistleri kapsadı.

Charles De Gaulle, (Cezayir; 1954-1962): Tarihin en kanlı soykırım mağdurlarının başında Cezayirliler geliyor. Fransızlar'ın Cezayirlilerin özgürlük hareketlerini işkence ve kanlı katliamlarla önlemeye çalışırken, bağımsızlık savaşı veren 2 milyonu aşkın Cezayirli'yi tehcir edip, bunlardan 1 milyon Cezayirli'yi de katlettikleri ve de bu rakama yakın insanı da kayıplara karıştırdıkları kaydedilmiştir. Fransızlar, Cezayir'de 1954 yılı ile 1962 yılları arasında 1 milyon Cezayirliyi öldürerek, Müslüman Cezayirlilere sistematik bir biçimde soykırım uygulamıştır. Cezayir halkı, ödediği bu ağır bedellerden sonra bağımsızlığına kavuşabilmiştir.

Mao Tze Dong, (Çin; 1966-1969): Çin'de 1949 yılında iktidara gelen Komünist Parti, Çin'i kısa sürede büyük bir korku rejimine dönüştürdü. İktidarını ancak şiddetle muhafaza edebilen ve Komünizm’in belki de en acımasız ve en vahşi uygulamasını yürürlüğe koyan Mao Tse-Tung, tüm Çin Halkı için tek tip bir yaşam ve düşünce tarzı belirledi. Bu dönem boyunca, Komünist iktidarın ilkelerine ve kurallarına uymayanlar (başta dinlerinin vecibelerini yerine getiren Doğu Türkistanlı Müslümanlar olmak üzere; 1949-1952 yılları arasında 2.800.000, 1952-1957 yılları arasında 3.509.000, 1958-1960 yılları arasında 6.700.000, 1961-1965 yılları arasında 13.300.000 Müslüman Uygur Türk) çeşitli yöntemlerle acımasızca yok edildi. Bunun sonucunda Mao, arkasında kültürel asimilasyon ve toplama kampları sonucu -sayısı net olarak bilinmemekle beraber- 60 milyonu aşkın ölü, kayıplara karışmış, işkence görmüş on milyonlarca insan ve acımasız bir toplum bırakmıştır. Mao ve onun takipçileri, birer hayvan sürüsü olarak gördükleri halkın, çektiği acılardan hiçbir şekilde etkilenmemiş, bunu doğanın makul ve normal bir işleyişi olarak görmüşlerdir. İdeolojik soykırım olarak bilinen bu soykırım, tarihteki yerini acı bir şekilde almıştır.

Francisco Franco, (İspanya; 1936-1975): Faşist General Francisco Franco, 1936'da bir darbeyle İspanya'nın başına geçti. Franco 40 yıl süren diktatörlüğü döneminde İspanya'yı üç yıl süren çok büyük bir iç savaşa sürükledi. Kardeşi kardeşe, babayı oğula düşürdü. Günde ortalama 500 kişinin öldüğü bu iç savaşta; şiddet olaylarının, vahşi katliamların, toplu işkencelerin ve insanlık dışı cinayetlerin ardı arkası kesilmemiştir. Ve nihayetinde bu iç savaş, arkasında yaklaşık 600.000 ölü bıraktı.. Franco, bunun dışında 30.000 muhalifini de "ölüm mangalarıyla" temizlemiş, 50-100 bin arasında kişiyi ise yalnızca idam ettirmiştir. Hitler ve Mussolini İspanya'yı tıpkı bir laboratuar gibi, silahları ve askerleri için bir deneme alanı olarak kullandılar. Bunun en çarpıcı örneği Franco'nun yardımlarına karşılık olarak Hitler'e hediye ettiği Guernica kasabası idi. 5 Mayıs 1937 sabahı, Guernica kasabasının halkı, Nazi teknolojisinin ürettiği dev bombardıman uçaklarıyla yerle bir edildi. Küçük kasaba, Franco tarafından Nazi uçaklarının deneyine terk edilmişti. General Franco 1975'te öldü.

Richard Nixon, (Vietnam; 1965-1975): Öldürülen milyonlarca insanıyla Vietnam, II. Dünya Savaşı'ndan bu yana bilinen en büyük soykırımların yaşandığı ülkedir. Vietnam'da Amerika, askerlerine: "hareket eden her şeyi vur" talimatı vermişti. Amerika bu savaşta, İkinci Dünya Savaşı'nda sarfettiğinin iki katı, yani 4 milyon ton bomba ve Napalm kullanmış, bunun yanında 23 bin 607 dönüm alan üzerine Agent Orange (kimyasal silah) püskürtmüştür. Üzerinden 34 yıl geçmesine rağmen Amerika'nın Vietnam Savaşı'nda kullandığı "Agent Orange" adlı kimyasal maddenin etkisi hâlâ sürüyor... Bu yüzden olacak ki savaşın bilançosu da gayet büyüktü. Kennedy, Johnson ve Nixon dönemlerinde gerçekleşen bu savaşta milyonlarca insan köylere sürülmüş, yüz binlerce insan sakat bırakılmıştı. Milyonlarca insan işkencelerden geçirilmiş ve toplam 5 milyon insan öldürülmüştü. ABD ise, 1975'te Vietnam'dan kovulmuş ve ABD Başkanı Richard Nixon istifa etmişti. Vietnam'da yaşananlar Kamboçya'da da tekrarlandı. 1970-75 yılları arasında Kamboçya ve Laos'ta da 1 milyon insan ABD tarafından katledilmiştir. Bugün hâlâ ABD'nin bu ülkelerde döşediği mayınlardan dolayı her yıl binlerce insan ve hayvan ya ölüyor ya da sakat kalıyor.

II BÖLÜM
20. yüzyılda yaşanan ve birkaçı da içinde bulunduğumuz bu 21. yüzyılda halen devam bazı soykırımları yazımızın bu bölümünde ele alacağız.

Bu soykırımlardan biri, ABD'nin II. Dünya Savaşı sırasında, Japonya'nın Hiroşima ve Nagasaki şehirlerine atılan, toplam 36 bin tonluk TNT'nin patlayıcı gücüne eşdeğer, iki nükleer atom bombasıyla gerçekleştirdiği ve ilk anda 240 bin insanın yaşamını yitirmesine mal olan soykırımdır.

Yine ABD'nin 1962 ile 1966 yılları arasında Endonezya'da 1 milyon komünisti katletmesi ile İngilizlerin Hindistan'dan çekilirken 1 milyon Hindu ve Müslüman'ı öldürmeleri neticesinde 20. yüzyılda gerçekleşen iki büyük soykırım olarak tarihe geçmiştir.

Rusya'nın 1 milyon Kırım Tatarı'nı zorla yurdundan çıkararak tehcire zorlama ve bunun yanında 1944'te bütün Çeçenleri trenlere doldurup Sibirya ve Orta Asya'ya sürerek uyguladığı ve bugün de devam edegelen soykırım.

Norveçliler'in 1920-30'larda çıkardıkları yasalarla Nordik Irk'ın arılığını korumak için etnik grup Tater (Göçerler) kızlarını zorla kısırlaştırmak, onları toplama kamplarında izole etmek ya da insülin, elektroşok yöntemlerini uygulamaya koyarak Taterlere uyguladıkları soykırım.

Japonlar'ın 1920-1945 yılları arasında Çinli, Koreli, Filipinli, Vietnamlı, Endonezyalı ve Birmanyalılar'a karşı uyguladığı soykırım. Bu soykırımlardan yalnızca "Nanjing Katliamı" olarak bilinen ve 2 hafta süren soykırımda 300 bin kişi öldürülmüştür.

Amerikalılar ve İngilizler'in, Almanlar'ın İkinci Dünya Savaşı'nı kaybetmelerinin ardından, Dresden kentine sığınan savunmasız Alman göçmenlerin üzerine 3 gün süreyle havadan bomba yağdırarak çoğunluğu çocuk ve kadınların oluşturduğu 200 bin sivil insanı öldürdükleri soykırım.

Yine İkinci Dünya Savaşı'nın bitiminde Sovyet Ordusu'nun Alman topraklarına doğru ilerlemesinin ardından, kaçarak Danimarka'ya sığınan 250 bin Alman mültecinin tel örgülerle çevrili toplama kamplarına alınarak maruz kaldıkları soykırım. Mülteci kamplarında her türlü insanlık dışı ortamda yaşamaya zorlanan Almanlardan ölenlerin toplu mezarlara gömüldüğü de yıllar sonra ortaya çıkmıştır.

Ardında bıraktığı toplu mezarlarla tanınan General Efrain Rios Montt'un yönetimi döneminde; Guatemala'da nice insanlar kayıplara karışmış, 2 bin insan soykırımdan geçirilmiş ve 1960'lı yıllarda başlayan ve 36 yıl süren iç savaşta 200 bin kişi ölmüştür. Bunun yanında General Efrain Rios Montt, kendinden önce ülkeyi yöneten faşist diktatör General Romeo Lucas Garcia'yı aynı yoldan takip etmiş ve birlikte yüz binden fazla insanı öldürmüşlerdir. Askeri rejimin güvenlik kuvvetleri tarafından "gözleri oyulan, elleri ve kolları koparılan" ve daha nice işkencelerle öldürülen kurbanları ise bu soykırımda yaşanılan vahşeti gözler önüne seriyor.

General Yakubu Gowon'un Aralık 1969 sonu ile ocak 1970 başında Biafra'da, ardında 1 milyon ölü ve kayıp bırakarak gerçekleştirdiği soykırım.

ABD tarafından Haiti'nin başına geçirilen Papa Doc lakaplı ünlü François Duvalier'in, 1957-1971 yılları arasında muhaliflerini ele geçirip işkence eden ve katleden paramiliter bir grup olan Tontons Macoute'ler vasıtasıyla Haiti'de gerçekleştirdiği soykırım. Paramiliter bir yapı olan Tontons Macoute'ler, Duvalier'in kanlı iktidarı döneminde, yalnızca Haiti'de 100 bin kişiyi öldürmüşlerdir.

Afrika'nın, Ortadoğu kesiminde bulunan Burundi'de diktatör Michel Micombero döneminde 150 bin insan ölmüş ve kayıplara karışmıştır.

1974'te Etiyopya İmparatoru Haile Selasiye'yi deviren askeri yönetimin önde gelen ismi Mengisteu Haile Mariam döneminde, Etiyopya'da 1975-78 yıllarında meydana gelen Menghitsu olayı ile sadece 1.5 milyon kişi ölmüş ve ortalıktan kaybolmuştur.

Pol Pot kod adlı bir Maocu olan Saloth Sar önderliğinde Kızıl Khmerler'in iktidara geldikleri yıl olan 1975'den 1979'a kadar Kamboçya'da gerçekleştirdikleri soykırım. İktidara geldiklerinde 7 milyon nüfusa sahip olan Kamboçya'da, Ocak 1979'a gelindiğinde 3 milyon kişi ortadan yok olmuştu. Öldürülenler daha çok, ülkenin aydınları ve İslam Alimleri idi. Öyle ki; "gözlük takan herkesin öldürülmesi" emri dahi verilmişti. İnsanlık dışı cinayetlerin sonucunda yıllarca ortadan kaldırılamayan "ölüm tarlaları" oluştu. 1975-79 tarihleri arasında Kamboçya'daki etnik gruplar arasında en çok Müslümanlar ölüm tarlalarında soykırım kurbanı oldular. Bugün 10 milyon nüfusa sahip olduğu halde -Kızıl Khmerler tarafından yerleştirilen- 9 milyon mayının döşeli olduğu ülkede 700 bin Müslüman'dan 500 bininin korkunç bir soykırıma tâbi tutulduğu ortaya çıkmıştır. Kızıl Khmer subaylarının, katliamlarını meşrulaştırmak için kullandıkları mantık ise şu sözlerinde özetleniyordu: "Sizi yaşatmak hiçbir şey kazandırmaz. Kaybetmek ise bize hiçbir kayıp getirmez". Pol Pot'un katliamları nüfusa oranla düşünüldüğünde, Hitler ve Stalin'in katliamlarından çok daha büyüktür.

Diktatör Ferdinand Marcos'un, 1965-1986 yılları arasında askeri rejimle yönettiği Filipin'de insan beyni yiyen ve insan kanı içen özel eğitilmiş terör timleri olan Ilagay eliyle uyguladığı soykırım. Marcos, diktatörlüğü döneminde 26 bin insanı hapislere tıkarak işkenceler yaptırmıştır. Komünistler bir yana, 10 bini kadın ve çocuk olmak üzere yalnızca 50 bin Müslüman'ı katletmiştir.

Başkanlığını Leonid Brezhnev'in yaptığı SSCB'nin, İslam ülkesi Afganistan'ı işgali sırasında 1979-1982 yılları arasında çoğunluğu Müslüman 1,5 milyon insan yaşamını yitirmiş ve ortadan kaybolmuştur. Afgan çocuklarının oyuncak sanarak ellerine almalarını sağlamak için "oyuncak şekilli mayınlar" yapan SSCB, yakalanan mücahitlere korkunç işkenceler yaparak ve sivil halkın üzerine tereddütsüz bomba yağdırarak varolan bu bilançoyu artırmıştır. Zira 10 yıl süren Kızıl Ordu işgalinin sonunda, Afganistan'da ölen 1,5 milyon insanın yanında, bir o kadar da sakat insan geride kalmıştır. Bu yüzden bugün Afganistan, dünyanın en çok takma kol ve bacak imal eden ülke gerçekliğine sahiptir.

Yahyan Khan döneminde sadece 1971 yılında Pakistan'da ve 1990 yılında Bangladeş'te toplam 500 bin ölü ve kayıp insanın olduğu tahmin ediliyor.

Şili'nin eski askeri diktatörü General Augusto Pinochet'in darbeyle gelen 17 yıllık (1973 - 1990) iktidarı, Şili'yi kan gölüne çevirdi. Amerika'nın yardımıyla devlet başkanı Salvador Alende'ye karşı kanlı bir darbe düzenleyerek Şili'ye sadece kan ve ölüm getiren Pinochet rejimi; işkencelerle, kaybolan(!) insanlarla, cinayetlerle tarihe geçti. 1984 yılında 3 bin şüpheli(!), sorgulanmak üzere Santiago Stadyumu'na kapatıldı. Çoğu, sorgulama sonunda öldürülecekti. Bunun yanında askeri cuntanın ilk yılında binlerce kişi katledildi, 9 milyonluk Şili'de yaklaşık 90 bin kişi tutuklandı, büyük kısmı işkence gördü. Pinochet, faşizmi Şili halkına iyice tanıtmıştı. İşkencenin el kitabını yazarak…

Hissene Habre rejiminin, 1982-1990 yılları arasında muhalif hareketleri bastırmak, (-özellikle de Müslümanları sindirmek-) için Çad'da yaptığı katliamlar ise ardında 40 bin siyasi cinayet ve 200 bin işkence tezgahından geçirilen insan bırakmıştır. Bunun yanında kaybolan binlerce insan ve on binlerce mülteci…

Kuzey Kore'de, 46 yıl boyunca diktatör Kim II Sung'un katlettiği insan sayısının 2 milyon olduğu hesaplanmaktadır. Bunun yanında toplama kamplarıyla gelen yüz binlerce kayıp ve mülteci. Yüz binlerce insan ise Kuzey Kore'nin hapishanelerinde işkence görmüştür. İnsanların hayvan muamelesi gördüğü Kuzey Kore hapishanelerini gören birinden küçük bir alıntı; "Gaddarca katledilmiş kişilerin cesetlerini birçok kez kendi gözlerimle gördüm: Kadınlar çok rahat ölürdü. Kampta ölüm çok sıradan bir şeydi." Kuzey Kore diktatörü Kim II Sung'un topluma saçtığı korkuyu heykeli önünde secde eden Koreliler belgelemektedir.

Fransızlar ve Belçikalılar tarafından değişik şekillerde desteklen Hutular, 1994'te Ruanda'da ülke nüfusunun yarısı olan 800 bin Tutsi ile ılımlı Hutular'ı öldürdü. Öldürülenler, halatlar ve çivili sopalarla öldürülmüştü. Devlet Başkanı Juvenal Habyarimana'nın uçağının düşürüldüğü 7 Nisan 1994'te başlayan bu soykırım, 90 gün sonra Tutsiler'in iktidarı ele geçirmesiyle sona erdi. 'Nefret Soykırımı' olarak tanımlanan bu soykırımın baş sorumlusu Ruanda Başbakanı Jean Kambanda'ydı. Kambanda, Tutsiler'in iktidarı ele geçirmesinden sonra ülkeden kaçmış, 3 yıl sonra 6 üst düzey yetkili ile Kenya'nın başkenti Nairobi'de yakalanmış ve yargılanmaya tabi tutulmuştu.

Liberya'da 14 yıl süren ve 200 bini aşkın kişinin hayatını kaybettiği ve ortadan kaybolduğu iç savaşın en büyük müsebbibi olan ve sonradan sürgüne gönderilen devlet başkanı Charles Taylor'un uyguladığı soykırım.

CIA destekli, 32 yıl (1965-1997) süren iktidarına son verilene değin Zaire Devlet Başkanlığı yapan Mobutu, 500 bin ile 1 milyon arasında insanın ölümüne ve ortadan kaybolmasına, 200 bin insanın da mülteci olmasına sebep olmuştur. Afrika'nın en baskıcı diktatörü olan Mobutu, İsviçre'deki banka hesaplarında 5 milyar dolar bulundururken, "Kötü beslenme; Zaire nüfusunun 1/3'ünden fazlasının ölümüne sebep olmuş ve pek çok çocukta da kalıcı beyin zedelenmesine yol açmıştı. Zaire'nin yarısı çocuk olan 25-28 milyonluk nüfusu, çamur kulübelerinde açlıktan ölüme terkedilmişlerdi."

S. Miloseviç'in 1992 ile 1995 yıllarında Bosna'da işlediği vahşet ise unutulacak gibi değil. Avrupa'nın tam göbeğinde yaşanan savaş boyunca Sırplar tarafından öldürülen Bosnalı Müslümanların sayısı 250 bini aşmıştır. 2 milyon insan evlerinden sürülmüştür. Savaş bittikten sonra uzmanlar bütün Bosna'da 300'den fazla toplu mezar bulmuş ve buralardan yaklaşık 17 bin ceset çıkarmışlardı. 1995'te birden çark eden Miloseviç geri adım attı. Ekonomik olarak kendini toparlayan S. Miloseviç daha sonra Kosova'da benzer vahşet sahnelerini yaşattı. Temmuz 1997'de Srebrenica'da 8 bin kadar yetişkin ve çocuk yaştaki Müslüman erkeğin toptan infaz edildiği olay ise hafızalarda halen tazeliğini korumakta. Önce Yugoslavya'yı ardından da tüm Balkanları 13 yıl ateşe tutan, kan, gözyaşı ve çatışmayla Balkanları felakete sürükleyen Balkan diktatörü Kasap Slobodan Miloseviç'in ırkçı tutumu ve 1991-95 yılları arasında yaşanan iç savaş sonunda Yugoslavya dağılmıştır.

Kara Afrika ülkesi Sierra Leone'de askeri darbeyle 1997'de işbaşına geçen Binbaşı John Paul Koroma liderliğindeki cuntanın sebep olduğu olaylar, Sierra Leone'de 6 bin insanın yaşamını yitirmesine neden olmuştur. Bunun yanında İngilizler tarafından desteklenen Jemme kabilesi üyesi olan Foday Sankoh'un, Sierra Leone'da ortaya çıkardığı iç savaşta da 200 bin insan hayatını kaybetmiş ve kayıplara karışmıştı. 13 yıldan fazla bir süredir çatışmaların sürdüğü Sierra Leone'de on binlerce insan çatışmalar yüzünden yaşadıkları yerleri terk etti. Sierra Leone'deki iç savaştan kaçan 80 binin üstünde mülteci 3 milyon nüfuslu Batı Afrika ülkesi Gine'de ve BM'nin mülteci kamplarında ağırlanıyor.

ABD'nin işbirlikçisi olan General Suharto'nun başkanlığındaki Endonezya, 1976'da Doğu Timor'a girdi. ABD, Endonezya ordusuna muazzam bir destek sağladı. Bu destek, çok sayıda Doğu Timorlu'nun katledilmesi için kullanılacaktı. İşgal sonrası bilanço 600 bin ölü ve kayıp insandı. 1968'de devlet başkanlığına getirilen Suharto, bu arada çoğunluğu Müslüman 1 milyon kişiyi terörist oldukları gerekçesiyle katletti. Halkını fakirliğe mahkum ettiği halde, 15-35 milyar dolarla Suharto onlarca yıllık dikta ve yolsuzluk idaresinin ardından, Asya finansal krizi sırasında rejimi ciddi bir iç çalkantıya düştü ve istifa etti. Sonrasında ise Suharto yolsuzluktan yargılanmaya başlandı…

Bir Nusayri olan Hafız Esad'ın, 1970 yılında Fransızların desteğiyle gerçekleştirdiği darbeyle iktidara gelmesinin ardından Suriye Müslümanları açısından zor bir dönem de başlamış oldu. Müslümanları yıldırmak ve sindirmek için her türlü işkence yöntemlerini devreye sokan Baas Yönetimi, bu hedefinde büyük ölçüde başarılı olmuştur. Esad'ın, Hama şehrinde gerçekleştirdiği soykırım ise vahşetlerin en büyüğüydü. Esad, 25 bin kişilik modern silahlarla donatılmış askerlerle 2 Şubat 1982'de Hama'da soykırıma girişti. Saldırıya katılmak istemeyen askerlerin çoğu anında idam edildiler. 14 gün süren katliam sonunda yaklaşık 80 bin Müslüman vahşice katledildi. On binlerce insan ise yaralanmıştır. Şehir ise adeta bir harabeye dönmüştür. Ve Esad, henüz geç bir subayken, katliamdan tam otuz yıl önce radyo başında alenen "hepsini bir gün geberteceğim" diyerek ettiği yeminini yerine getirmişti. Esad 'ın 30 yıl süren diktatörlüğü döneminde bunun gibi daha pek çok katliam, soykırım ve vahşet yaşandı. Bugün hala Esad'ın katliamlarından kaçan çok sayıda Suriyeli Müslüman, mülteci olarak yaşamını sürdürmektedir. Sadece Suudi Arabistan'da bir milyon civarında Suriyeli Müslüman bulunmaktadır. Esad'ın Suriye'deki Kürtlere tanıdığı Mektumluk (Kimliksizlik) ise Esad'la uygulamaya konulan ve onun ölümünden sonra da hala devam eden bir başka soykırım şeklidir.

Önce sömürgeci Portekizlerle savaşan daha sonra da iktidara gelemeyince iktidar hevesi uğruna G. Afrika Cumhuriyeti ve ABD'den aldığı silah ve para desteğiyle en sonunda kendi ülkesi olan Angola'da iç savaş çıkaran UNITA örgütünün lideri Jonas Savimbi, 1 milyon kişinin yaşamına mal olan bir iç savaş çıkardı. Üç yıldır barış önerilerini sürekli rededen Savimbi yakın zamanda bir çatışmada öldürüldü…

Tüm bu soykırımların yanında 5 Temmuz 1977 yılında Pakistan'daki yönetime, gerçekleştirdiği askeri darbe ile el koyan General Ziya-ül Hak'ın yönetimde bulunduğu yıllar içerisinde Pakistan'da uyguladığı ve 1988 yılında tüm komuta kademesi ile birlikte ABD tarafından işine yaramadığı için sabotajla ortadan kaldırılana değin devam ettirdiği soykırım, İsrail'in 1948 yılından bu yana Müslüman Filistin halkına karşı Sabra ve Şatilla katliamları başta olmak üzere işlemekte olduğu ve hala devam ettirdiği soykırım, 1993-1998 yılları arasında Nijerya'da yaptığı darbeyle yönetimi ele geçiren General Sani Abacha'nın Nijerya'da uyguladığı soykırım, 1954-1989 yılları arasında General Alfredo Stroessner'ın 35 yıllık iktidarında Paraguay'da uyguladığı soykırım ve Orta Afrika Cumhuriyeti'nde Jean-Bedel Bokassa'nın, Nikaragua'da Antonio Guzman'ın-Somoza'nın, Peru'da Alberto Fujimori'nın, Mali'de Moussa Traeore'nın, Romanya'da Çavuşesku'nun, Arnavutluk'ta Enver Hoca'nın, Libya'da Kaddafi'nin, İran'da Rıza Pehlevi'nin, Doğu Almanya'da Eric Honecker'ın, Burma'da Ne Win'in, Panama'da Manuel Noriega'nın uyguladıkları ve buna benzer tarihi kaynakların kaydettikleri değişik zaman ve zeminde gerçekleşen yüzlerce soykırım…
Evet, sadece 20. yüzyılda dünya genelinde yaşanan soykırımlardan bazılarına çok kısa bir şekilde değinmeye çalıştık. Bu soykırımların bilançosu oldukça korkunç bir gerçeği tekrar gözler önüne seriyor: İnsanlık tarihinin en büyük katilleri, adeta 20. yüzyılda birbirlerini buldular ve bunlar 20. yüzyıl boyunca insanlığa "vahşet, kan ve acıdan" başka bir şey vermediler. Bu diktatörlerin en temel ortak yönleri ise, materyalist ve İslam düşmanı olmalarıdır. İslam'dan uzak oldukları için de bu diktatörler, "insanlık"tan da zerre kadar nasip alamamışlar ve "insanı" hiçe sayarak milyonlarcasını, kendi iktidarlarına kurban etmekten çekinmemişlerdir.

III BÖLÜM
Önceki yazılarımızda değişik zaman ve zeminde yaşayan bir çok halkın karşılaştığı kitlesel soykırımların bir çoğuna özetle değinmeye çalışmıştık. Bu yazımızda ise Ortadoğu'nun en kadim halkı olan Müslüman Kürtler'e ve onun güzel coğrafyası olan Kürdistan’a yönelik olarak tüm dünyanın gözü önünde uygulanan ve hâlâ uygulanmakta olan soykırımlara değineceğiz.
İrili ufaklı bir çok soykırıma dipnotlar düşen tarihi kaynakların, Kürtler'e yönelik sistemli ve kapsamlı soykırımları görmezden gelmesi elbetteki esef vericidir. Zira Kürtler'in son 200 yıldır yaşadıkları, diyebiliriz ki tarihte hiçbir halkın yaşadıklarıyla kıyaslanamaz. Kürt halkının bu süreçte yaşadıklarının soykırım tanımına tamamıyla uyduğunu, akıl ve vicdan sahibi hiçbir insan inkar edemez. Resmi tarihi kaynakların görmezden geldiği ve kaydetmediği 'Kürtler'e yönelik bu soykırımların' belli başlı olanları şunlardır:
Rusya ve Ermeniler (Kürt soykırımı; 1917): 1915-1917 yıllarında Osmanlılar tarafından soykırımdan geçirilen Ermeniler, intikam almak için bu soykırımdan Kürtler'i de sorumlu tutarlar. 1917 yılında Rus orduları Kürdistan sınırını geçip, yaklaşık 128 bin Kürd'ü katletmiştir. 1. Dünya Savaşı öncesinde de Ermeniler, Büyük Ermenistan Devleti hayalleri uğruna birçok Kürt şehrine saldırarak kadın, çocuk, yaşlı demeden binlerce Kürdü katliamdan geçirmişlerdir. İşin esef verici yanı, Ermeni soykırımını bu kadar dillendirenler, Kürtler'e yapılan bu saldırıları hiçbir şekilde ifade etmemiş olmalarıdır.

Osmanlı Devleti, (Kürt soykırımı; 1914-1918): Osmanlı Devleti 1. Dünya Savaşı'nda, "Ermeniler geliyor" söylemiyle Kürtler'i iskan değişikliğine zorlamış ve bu politikanın sonucunda 700 bin Kürt yollarda; açlıktan, soğuktan ve salgın hastalıklardan dolayı hayatını kaybetmiştir. Bunun yanında Kafkas (Sarıkamış) Cephesi’ne -ölüme - gönderilen ve çoğunluğu Kürtler'den oluşan ordu, açlığa ve soğuğa teslim olmuş, bu cephede 90 bin insan kirli bir politikanın ürünü olarak canından olmuştur. "İçerde bir Kürt tehdidi, dışardan gelebilecek bir Rus tehdidinden daha tehlikelidir" diyen Enver Paşa, bununla Kürtler'den kurtulmayı amaçlamıştır. Bunun yanında Yemen'e gönderilen Kürtler'den ise hiç bir haber alınamamıştır. Denilebilir ki Osmanlı'nın 1. Dünya Savaşı'na girme nedenlerinden biri de tehlike olarak gördüğü Kürt potansiyelini bitirmekti. Bu yüzden olacak ki, kimi Türk subayları savaş içinde şu sloganı dile getirmişlerdir: "Gelişte Zo'ları temizledik, dönüşte de Lo'ların icabına bakacağız!.." "Zo"larla kastedilen Ermeniler, "Lo"larla kastedilen ise Kürtler'dir. Kürtler I.Dünya Savaşı’nda 1,5 milyon kayıp vermişlerdir.

Türkiye; 1920-1938: Anadolu'yu ve Kürdistan'ı Türkleştirme ve bu nedenle Türk olmayan halkları yok etme düşüncesinin zeminini ilk kez İttihat ve Terakki hazırladı. İttihat ve Terakki'den beslenen Kemalistler ise, cumhuriyeti bu ideolojik temel üzerine kurmuşlardı. Ermeni tehcirinden sonra sıranın Kürtler'e geldiği belliydi. 1920 Koçgiri Ayaklanması'nda Kürtler'e reva görülenler, bunu doğrulamıştı. Koçgiri Ayaklanması'nı bastırmakla görevlendirilen Merkez Ordu Komutanı Sakallı Nurettin Paşa'nın "Türkiye'de Zo (Ermeniler) diyenleri temizledik. Lo (Kürtler) diyenlerin köklerini de ben temizleyeceğim" sözleri Kemalistlerin Kürtler'e yönelik politikasını özetliyordu. Nurettin Paşa komutasındaki Türk ordu birlikleri ve Topal Osman çetesi, tüm güçleriyle Koçgiri'de soykırıma giriştiler. Kürt çocuklarını ateşe atarak yakmak, köy yakmak ve evleri talan etmek, dar ağacı kurmak ve göçe zorlamak gibi kural dışı uygulamaları devreye sokan ordu birlikleri, tüm hünerlerini göstererek vahşette adeta birbirleriyle yarışmışlar ve arkalarında, küçük bebeklerin de içlerinde bulunduğu binlerce masum insan cesedi bırakmışlardı. Cumhuriyetin kuruluş arefesinde yaşanan bu vahşet, cumhuriyetin kuruluşuyla beraber Kürtler'e yönelik 80 yıldır uygulanacak olan jenositlerin ve soykırımların da adeta habercisi niteliğindeydi.

1925'ten itibaren Kürdistan'ın her tarafında katliamlar, zulümler, soykırımlar, bitmeyen tehcir yasaları ve sıkıyönetim vardı. 1925-38 yıllarında Kürdistan'da yaklaşık 800 bin ile 1 milyon insanın katledildiği ve bir milyon civarındaki Kürd'ün ise isyanlar bahanesiyle ülkesinden, Türkiye’nin batı illerine sürgün edildiği, kaynaklarda belirtilmektedir.

Cumhuriyetin kuruluşundan sonra Kürtler, imha politikalarının yanında büyük çaplı bir asimilasyona tabi tutularak “Türkleştirilmeye” çalışılmıştır. Kürtler ise bu politikalara kıyamlarıyla cevap verdiler. 1925 Şeyh Said Kıyamı, 1927-1929 ve 1930 Ağrı Ayaklanması ve 1937 Dersim Direnişi ile, bu kanlı politikalara karşı koyuş gerçekleşmiştir. Cumhuriyet döneminde kanla bastırılan en önemli Kürt ayaklanması olan 1925 Şeyh Said Kıyamı bu kirli politikalara gösterilen ilk tepkidir. Bu kıyam bastırılınca Şeyh Said ve 46 Müslüman Kürt önderi idam edilir. Ama katliam bununla sınırlı kalmaz. Ve esas olarak halka yönelik zulmün kitlesel boyutları köylerde, dağ başlarında, yol boylarında, dere kenarlarında katledilen on binlerce insana ulaşır. Binlerce kişi ele geçirildikleri yerde "anında ve yerinde infazlarla" katledilirler. Canlı tanıkların anlattıklarına göre, Bingöl`ün köylerinden Türklere teslim olan bütün köylüler, Bingöl`e doğru götürülürken yolda süngülenerek öldürüldüler. Şeyh Said'in torunu Muhammed Kasım Fırat, Şeyh Said kıyamında 80 bin insanın katledildiğini bildirmektedir. Ayrıca Kasım Fırat, eski ismi Darahini olan Genç ilçesinde Zıkti Aşireti'nin toplu mezarlarının da halen bulunduğunu belirtmektedir. Yaşayan canlı şahitler ise, Şeyh Said Kıyamı'nda evlere toplatılarak diri diri yakılan çocuk ve kadınlardan, dinamitlerle parçalanan suçsuz insanlardan, ağaçların arasında gizlenmeye çalışırken, üzerlerine benzin dökülerek, ateşe verilen insanlardan söz etmektedirler. Bütün bunların yanında ayrıca binlerce Kürt, İstiklal Mahkemeleri'nin kararlarıyla asılır.

1928-1930 yıllarında Ağrı Ayaklanması gerçekleşir. İran'ın da desteğiyle Ağrı Ayaklanması kanla bastırılır. AğrıAyaklanması'nın kanla bastırıldığı günlerde aynı zamanda Van'ın Erciş İlçesi'nin Zilan Deresi'nde büyük bir imha harekatı başlatılmıştır. Ağrı Dağı başkaldırısından sonra Zilan Vadisi'ne sığınan Kürtlere, Kolordu Kumandanı Salih Paşa tarafından yürütülen askeri harekatla tam bir soykırım uygulanmıştır. Türk uçakları tarafından Zilan Bölgesi bombalanmış, dağlar ve dereler ateş altına alınmıştır. Bölgenin giriş ve çıkışları tutulmuş, on binlerce asker tarafından kuşatılmış ve katliam başlamıştır. Katliam boyunca yer-gök insan feryatlarıyla dolmuştur. Yeni doğmuş bebekten, 90'lık ihtiyara kadar her yaş ve cinsiyetten insan; mitralyöze tutularak, süngülenerek, buğday başağı biçilircesine yok edilir. Devletin yarı resmi gazetesi durumunda olan Cumhuriyet Gazetesi, 16 Temmuz 1930 tarihindeki sayısında Zilan Vadisi'ndeki toplu katliamı şöyle veriyordu:

"Ağrı eteklerinde eşkıyaya katılan köyler yakılarak, ahalisi Erciş'e sevk ve orda iskan olunmuştur. Zilan harekatında imha edilen eşkıya miktarı, 15 binden fazladır. Yalnız, bir müfreze önünde düşüp ölenler 1000 kişi tahmin ediliyor. Zilan Deresi'ne sıvışan 5 şaki teslim olmuştur. Buradaki harp, pek müthiş bir tarzda cereyan etmiştir. Zilan Deresi, lebalep (tamamen) cesetlerle dolmuştur." (Ahmet Kahraman, Kürt İsyanları -Tedip ve Tenkil-)

Ağrı ve Zilan katliamlarından sonra onları izleyen Dersim Katliamında da dereler oluk oluk kan akar. Sadece Munzur Çay'ında 50 bin insanın öldürüldüğü kayda geçmiştir. Bunun yanında Dersim Katliamında resmi kaynaklara göre 70 binden fazla insan öldürülmüştür. Öyle ki bu rakamın 300 bin olduğu da söyleniyor. Zaten Celal Bayar'ın 29 Haziran 1938'de Millet Meclisi'nde "Dersim sorunu genel bir temizlik harekatıyla ortadan kaldırılmıştır" sözleri, yapılan soykırımın boyutunu yeterince açıklıyor.
Tüm bu yaşananların yanında bu son yirmi yıllık kirli savaş sürecinde faili meçhule(!) giden binlerce Kürt insanının, askeri cezaevlerinin işkence tezgahından geçen yüz binlerce insanın, yakılan ve yıkılan binlerce köy ve kasabanın ve büyük şehirlere göç ettirilen milyonlarca insanın tüm dünyanın gözü önünde yaşadığı zulümler de yine soykırımdan başka bir şeyle açıklanamaz.

İran, (Doğu Kürdistan, 1979-1989); 1979 İran Devrimi'nden sonra, "Biz devrimi Kürtlerle yaptık" diyebilecek kadar bu konuda Kürtlerin devrimdeki büyük rolünü dile getiren Ayetullah Humeyni, ne yazık ki devrimden kısa bir zaman sonra ise Kürtlerin haklı istemlerine kulak tıkamıştır. Bundan dolayı İran yönetimi, haklarını talep eden Kürtler’le savaştı ve 40 bin Kürt bu süreçte katledildi.

Irak, (Güney Kürdistan ve İran; 1980-1990): Güney Kürdistan'da, Kürtler'e yönelik soykırım 1961 yılında başlamış 1964'e kadar devam etmiş ve 3 bin Kürt öldürülmüştür. 1971-1975 yılları arasında ise 10 bin Kürt öldürülmüştür. 1980-1982 yılları arasında da Bağdat'ta aralarında profesörler, üniversite öğretim görevlileri, yazar, şair, sanatçı, aydın demokratların olduğu 13 bin Feyli Kürt, Saddam rejimi tarafından kaçırılarak hapsedildi ve kaybedildi. 300 bin kişi öldürülerek toplu mezarlara konuldu. Saddam rejiminin soykırım uygulamalarının simgesi haline gelen Halepçe ise insanlık tarihine kara bir sayfa olarak girmiştir.

Saddam Hüseyin yönetimi 16-18.03.1988 tarihlerinde Güney Kürdistan´ın Halepçe Kenti'nde, Amerika ve Avrupa’daki bazı ülkelerden edindiği kimyasal bombalarla, Kürtler'e soykırım uyguladı. Bunun neticesinde çoğunluğu kadın ve çocuklardan oluşan 5 bin sivil Kürt, kimyasal silahın yakıcı etkisiyle feci şekilde hemen can verdi. Bebeklerine sarılarak ölen anneler, yol ortasında cesetleri uzanan küçük çocuklar… 6 bin civarında Kürt de sakat kaldı. Yüz binlerce Kürt, Saddam'ın zulmünden kurtulmak için Türkiye ve İran'a sığınmak için yollara düştü ama birçok kişi açlık ve soğuk nedeniyle yolda hayatını kaybetti. Ne yazık ki, başta Avrupa ülkeleri olmak üzere bütün insanlık ailesi, bu insanlık dramı karşısında sessiz kaldılar. Kürtler kendi topraklarında bile, mülteci statüsünde kabul edilmediler, etrafı tellerle çevrili yarı açık cezaevlerine konuldular, aç kaldılar, susuz kaldılar, ilaçsız kaldılar ve (zehirlenerek) tekrar öldürüldüler.

Saddam'ın bu yaptıklarının yanında 1980'li yıllarda İran ve Irak arasında yaşanan kanlı savaşta yüz binlerce kişi öldü. Bu sayı farklı kaynaklara göre 400 bin ila 1 milyon arasında değişiyor. Yaklaşık 20 bin kişinin ölümüne Irak'ın kullandığı hardal gazı yada benzeri sinir gazlarının yol açtığı düşünülüyor.

20. yüzyılın en büyük diktatörlerinden biriolan Saddam'ın, Güney Kürdistan'da işlediği soykırımlar, toplu mezarlar, Kürtlere yönelik soykırım politikaları 1988'de İran Savaşı'ndan sonra daha bir kapsamlı olarak hayata geçti. Saddam Hüseyin ve yönetimindeki Baas Rejimi "Enfal Operasyonu"na başladı. Irak Hava Kuvvetleri'ne ait savaş uçakları, helikopterler, tanklar, buldozerler, askerler, cumhuriyet muhafızları, istihbarat elemanları Kürt kentlerine, kasaba ve köylerine saldırılar yaptı. Bu saldırılarda 5 bin köy kimyasal silahlarla, napalm bombaları ve ardından buldozerlerle haritalardan silindi. Sadece bu operasyonlar sırasında elli bin kadar Kürt topluca öldürülür, yaklaşık yüz seksen bin kişi kaybedilir. Onlarca yerleşim yerinde, sivil halka karşı kimyasal gaz kullanılır, binlerce kadın, çocuk ve yaşlı sudan sebeplerle hapsedilir.
Soykırıma girişenler yaptıklarının açığa çıkmayacağını ve unutulacağını sanarak hareket etmişlerdir. Oysa ki insanlar tarafından unutulan bu suçları, Kainatın Sahibi unutmuyor, açığa çıkartıyor ve soykırıma girişenlerin bir çoğuna soykırıma uğrayanların elleriyle dünyada hak ettikleri cezayı da veriyor.

1990'nın başlarında Gare dağının zirvesine bir saray inşa ettiren Saddam: "Ben Irak'ta Kürtleri önüme katıp süpüreceğim" diyordu fakat bugün Kürtler tarafından yargılanıyor.

Mussolini, halkı tarafından önce yargılandı sonra da öldürülüp kuzular gibi çıplak vaziyette ayaklarından asıldı ve cesedi sokaklarda gezdirilerek aleme ibret oldu.

1945 Nisan ayı sonunda Rus birlikleri Berlin Kapısı'na dayandığında; Hitler, intihar etmekten başka çaresi kalmadığını anlayınca bir sığınıkta intihar etti.

Lenin, önce felç geçirdi sonra da çıldırarak öldü.

Romanya'nın komünist diktatörü Nikolay Çavuşesku, halkı tarafından idam edildi. 1965-1989 yılları arasında gizli polis terörüyle yönettiği Romen halkını canından bezdiren Çavuşesku, eşi Elena Petresku ile birlikte kaçmaya çalışırken yakalandı ve idam edildi.

Sırp Kasabı Miloseviç ise önce paronayaklaştı ve bu hal üzere bir süre daha yaşadıktan sonra o da benzerleri gibi feci bir şekilde öldü.

Koçgiri'nin celladı Topal Osman, onu nice kirli işlerinde kullanan Kemalistler tarafından 'çok şey bildiği ve bu yüzden zararlı olabileceği!' gerekçesiyle önce öldürüldü sonra da cesedi meclis kapısına asıldı.

Ve daha niceleri bu ve buna benzer şekilde dünyada kısmi olarak hak ettikleri cezayla karşılaşmışlardır, kurtulanlar ise daha feci bir şekilde yargılanmak ve cezalandırılmak suretiyle ahirete sevk edilmişlerdir. Bu kural böyle işlemeye devam ediyor. Gerek Kürdistan halkına ve gerekse diğer mazlum halklara zulmü ve katliamları reva görüp onlara bu dünyada insanca bir yaşamı çok gören bütün diktatörler, yaptıklarının hesabını hem bu dünyada ve hem de ahirette vereceklerdir. Hz.Ali'nin dediği gibi "Mazlumun intikamı, zalimin zulmünden daha çetin olacaktır."

(Not: Sayın İsmail BEŞİKÇİ Hoca'nın "Tarihe Kazınmış Belgeler: Soykırımlar" başlıklı yazıma yönelik olarak “neden Kürt Soykırımları üzerinde durmadığım” noktasında eleştirileri var idi. Bu değerlendirmeleri ve değerlendirmelerle beraber yapılan eleştirileri, erken yapılmış eleştiriler olarak görüyorum. Zira, "Tarihe Kazınmış Belgeler: Soykırımlar" yazısı kapsamlı bir dosya şeklinde tarafımdan hazırlanmıştır. Bu dosya içinde dünya genelinde zalim güçler tarafından işlenmiş olan soykırım uygulamalarını belli bir sıralama içerisinde ele alınmıştır. Elbette ki Kürt Halkı üzerine, (-Kürdistan'ı işgal ve ilhak eden ırkçı/ şoven/ faşist devletler tarafından-), dünyada eşine az rastlanan soykırımlar -hem de defalarca- uygulanmıştır. Kürt Halkı üzerinde uygulanan bu soykırımlar, tarafımızdan çok önemsendiği için bilinçli olarak sona bırakılmıştır. Yoksa dünyadaki soykırımlara değinip de Kürt Halkı üzerinde uygulanan soykırımları görmemek veyahut yazmamak mümkün değildir. Sayın İsmail BEŞİKÇİ Hoca'ya, yine de yapmış olduğu bu değerlendirme ve eleştirileri için teşekkür ederim. Saygılarımla, İdris ERTAŞ)


Kaynaklar:
www.mizgin.net, www.niviskar.com, www.xoybun.com, www.radikal.com.tr, Bülent Çetiner-Soykırımlar Sözlüğünde Kürtler, Türkiye Cumhuriyeti ve Kürtler, M. Emin Zeki-Kürdistan Tarihi, Ali Çimen 22.12.2003 tarihli yazısı, Ahmet Varol-İslam Dünyası, Ali Haydar Koç- 19. yüzyıldan 21. yüzyıla devredilen Kürt Meselesi, Milliyet'in 13 Mayıs 2005 tarihli sayısından Dr. Erol Kürkçüoğlu ile yapılan söyleşi ve D. T. Makaleler…

mizgin.net

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder