23 Aralık 2010 Perşembe

Zilan deresinden Haseki'ye bir Kürd'ün dramı


Türkçe bilmediği için Haseki Hastanesi’nde muayene edilmeyen 70 yaşındaki Ferzi Melek Turanlı’nın maruz kaldığı muameleyi ANF daha önce duyurmuştu. Ama Turanlı’nın Kürtçe hikayesi Haseki’den değil Zilan Katliamı’ndan başlıyor. Zilan Deresi'nde 1930 yılında meydana gelen ve adı tarihe ‘Zilan Katliamı’ olarak geçen olaylar sırasında 15 bin kişi yaşamını yitirdi.
Katliamın yaşandığı dönemde 45 köy ateşe verilerek yakıldı. Dönemin yarı resmi ‘devlet gazetesi’ olan Cumhuriyet Gazetesi, bu katliamı şu satırlarla duyurmuştu: 'Ağrı eteklerinde eşkıyaya katılan köyler yakılarak, ahalisi Erciş'e sevk ve orda iskan olunmuştur. Zilan harekatında imha edilen eşkıya miktarı, 15 binden fazladır. Buradaki harp, pek müthiş bir tarzda cereyan etmiştir. Zilan Deresi, lebalep cesetlerle dolmuştur.'‘Lebalep cesetlerle dolu’ olan Zilan deresinde, cesetlerin altında kalarak kurtulanlardan biri de Zayide Teker’di. Erciş’e bağlı Burhaniye köyünde oturan Teker, 1930 Temmuz’unda büyük bir katliama tanıklık edecekti.





KANLI BİR TEMMUZ SABAHI




Bir Temmuz sabahı köyü basan askerler çoluk çocuk demeden herkesi köy meydanına topladı ve ardından ‘Nüfus sayımı yapacağız’ diyerek Zilan Deresi’ne götürdü. Birliğin başında yakın geçmişten bildiğimiz Alparslan Türkeş’in babası Derviş Bey ve Cevat Bey vardı. Teker de diğer köylüler gibi, 5 çocuğuyla beraber Zilan Deresi’ne götürüldü. Nüfus sayımı bekliyorlardı ama derede yalnızca silahlar ve askerler vardı. Askerler silahları üzerlerine doğrultarak öğle namazından yatsı namazına kadar öylece beklettiler. Ve sonra kızıl kıyamet koptu. Uçaksavarların namlularından çıkan o korkunç ses ve arada bir gümleyen bombaların sesi.




HAMİLE KADINLARI SÜNGÜYLE ÖLDÜRDÜLER




Çığlıklar, bağırışlar ve çocukların ağlama sesi geliyordu. Ama bu çığlığı duyan hiçbir kimse yoktu. Cellatların kulakları tıkalıydı ve gözlerini kan bürümüştü. Hamile kadınlar süngülerle parçalanıyor ve üzerlerindeki altın yüzük ve bilezikleri alınıyordu. Devletin hazinesi boş kalmasın diye. Teker altı kurşun yarası almıştı bedeninden. 3 kurşun bacağına, ikisi göğsüne ve biri de koluna gelmişti. Ama hâlâ yaşıyordu. Gözleri çocukları arıyordu. Ceset yığınları arasında kolundan ve omzundan kurşun yarası almış kızını gördü. Ama bir şey yapamadı, yavaşça gözlerini yumdu. Askerlerin onların sağ kaldıklarını bilmemesi gerekiyordu. Sabahın ilk ışıkları bugün daha bir kızıldı. Ve geriye sağır eden bir sessizlik vardı.




CESETLERİN ALTINDA KALARAK KURTULDU


Askerler gider gitmez, Teker cesetler arasında çocuklarını aramaya koyuldu. Yaralıydılar ama 5 çocuğu da kurtulmuştu. Teker, 5 çocuğu ve katliamda cesetlerin altında kalarak sağ kurtulan diğerleri ile birlikte Muş Malazgirt’in yolunu tuttu. Bir Ermeni köyüne sığındılar. Ermeni bir hekim onları tedavi etti. Ama gidecekleri ne bir evleri ne de yurtları vardı. Teker’in eşi de katliamda ölmüştü ve artık tek tesellisi çocukları idi. Ama onlara bakacak halde değildi. Ve burada ikinci evliliğini yaptı. Teker, evlenir evlenmez, eşi ve çocukları ile birlikte boşaltılan Aynalıhoca isminde bir Ermeni köyüne yerleşti. Burada yeni çocuklar dünyaya getirdi. Ve bir süre sonra eşi ve kaynı askere götürülünce yoksulluk içinde 5 yıl yaşamak zorunda kaldı. 5 yıl sonra eşi askerden dönünce, katliamda boşaltılan köylerine gitmek istediler ama gittiklerinde topraklarının devletçe kamulaştırılıp Afganların yerleştirildiğini gördüler. Yapacakları bir şey kalmamıştı. Tekrar kaldıkları Ermeni köyüne geri döndüler. Ama askerler burada da kendilerini rahat bırakmadı. Her gün köye baskın düzenleniyor ve köyün erkekleri sıra dayağından geçiriliyordu. Çocuklar ise saklanarak kurtuluyorlardı.




TURANLI’NIN HİKAYESİ BÖYLE BAŞLAR


Ve Teker’in ikinci evliliğinden olan kızı Ferzi Melek Turanlı’nın hikayesi de böyle başlıyordu. Ermeni köyünde hayata gözlerini açan Turanlı daha 13 yaşında iken Berdel usulüyle Mevlüt Turanlı ile evlendirilir. Evlilik sonrası Muş’ta bulunan Hanoğlu köyüne yerleşen Turanlı da tıpkı ailesi gibi askerin zorunda kurtulamaz. Öyleki bir gün köye baskın düzenleyen askerler çocuklarını dövmeye kalkınca onları tandırın üzerindeki demir çubukla kovalar. Onca acıdan sonra ölüm korkusu artık kalmamıştır onda.




EŞİNİ KAYBEDER


Acı ve Keder Turanlı’nın da peşini bırakmaz. Bir süre sonra eşi suda boğularak can verir. Ama o bir daha evlenmeyi düşünmez. Ve 12 Eylül askeri darbesi yaşanır. Darbe ile birlikte baskılar daha da artar ve artık köyde hayat çekilmez olur. 1990’lı yıllara geldiğinde baskılar katmerleşir ama o dönem bir isyan da başlamıştır. Turhanlı’nın deyimiyle “Gençler daha çıkmaya başlayınca baskılar biraz da olsa hafifler.” Ama hiç bitmez.




VE YİNE BİR GÖÇ BAŞLAR


Bu kez koruculuk dayatılır köylere ve Turanlı’nın oğlu Maaz korucu olmak yerine İstanbul’un yolunu tutar. Oğlu Maaz’ın gidişinden kısa bir süre sonra diğer oğlu askerde hayatını kaybeder ve Turanlı artık dayanamaz ve ölen oğlumdan arda kalan torununu alarak o da İstanbul’un yolunu tutar. Ve günden beridir Turanlı ailesi İstanbul Sefaköy’de yüreğinde memleket hasreti ile yeni bir yaşam kurar. Turanlı’yı burada başka zorluklar beklemektedir. Çünkü geldiği bu şehirdeki insanların dilinden anlamaz, insanlar da ondan. Kürt olması ‘kabahat’ olduğu gibi dili de yasaktır. Dili yasak olunca gittiği hastanede derman bulamadığı gibi hakaretlere maruz kalır.




DERT ETMEZ TÜRKÇE DE ÖĞRENİRDİM


Artık dilinden ve kültüründen dolayı zulüm görmeyi istemediğini söyleyen Turanlı, “Benim çocuklarım nasıl ki onların dilini öğrendi, onlar da bir gün olsun bu baskıyı yapacaklarına bizim dilimizi öğrenmeye çalışsınlar. Ya da en azından saygılı olsunlar. Ben başka dil bilmiyorum, benim anadilim Kürtçedir. Bizim zamanımızda okul yoktu. Olsaydı Türkçeyi de öğrenirdim. Bunu sorun etmezdim. Onlar neden sorun ediyorlar ki?”




İNCİNDİM


Turanlı, gittiği Haseki Devlet Hastanesi’nde Türkçe bilmediği maruz kaldığı hakaretlerin kendisini incittiğini belirterek, “ Ben o doktorlardan şikayetçi olmayacağım ama ben incindim. Bizim işimizi halletmesi için ona resmen yalvardım. Ancak Kürtçe konuştuğum için sinirlendi. Hastayım, hem gözümden ameliyat olmuşum hem yürüyemiyorum. Bizi sabahtan itibaren çağırarak saatlerce bekletmeleri yetmemiş gibi, bir de sonra bize böyle davranmaları kabul edilebilecek bir durum değil’’dedi.




“BEN AFFETMİYORUM”




Annesi kadar yufka yürekli olamayacağını, bu keyfi ırkçılığa karşı sessiz kalmayacağını vurgulayan Maaz Turanlı ise,’’Ben bu doktor hakkında suç duyurusunda bulunacağım. Bir birey,bir insan olarak bu tavır bana öyle bir oturdu ki sinirden elimdeki tüm evrakları yırtmışım.Bunun adı hakarettir’’ dedi. Bu tahammülsüzlüğe karşı artık sabrının kalmadığını ifade eden Turanlı, “Biz senelerdir bu baskıyı çekiyoruz yeter artık. Ne demek yeminli tercüman istemek? Sen noter misin? Ne demek 70 yaşındaki annemi ‘Çık çık çık’ diye kapı dışarı etmek? Ne demek? Bu nasıl bir ahlak bu nasıl bir çarpık zihniyet? Kardeşlik bu mu?’’diye konuştu. Bir oğlu olduğunu ve onun anadilinde eğitim görmesini istediğini de aktaran Turanlı,’’Bir insanın kendi kültürünü yasaklamak bir kimliği yok etmek demektir. Ben dilimin yok olmasını istemiyorum ve çocuklarım da Kürtçe eğitim alsın istiyorum” dedi.




ANF NEWS AGENCY

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder