Evet sevgili Fırat’ın,
katliamın boyutlarına ilişkin verdiği bilgiler çok doğrudur, hatta ben bunun çok daha fazla olduğunu birinci elden tanıklıklardan biliyorum. Atalarımızın bize anlatıklarına göre, ki bu konudaki belgeler eğer imha edilmemişse Genelkurmay arşivlerinde de mevcuttur ve açılmayı, incelenmeyi beklemektedir, bu konu Kürtlere yönelik sonraki katliamlar ile ilişkisi açısından da çok önemlidir. Çünkü kısaca ‘devlet’ diyebileceğimiz ve Mustafa Muğlalı ve yanındakilerin şahsında cisimleşen ölüm makinesi ilk olarak Xançuk’ta yağlanmış, denenmiş, bu katliam, dönemin bu pek iyi tanınan askerlerinin ilk staj yeri olmuştur. Şeyh Said’in askeri komutanlarından, Xançuk Eyalet Komutanı ve Botyan Aşireti’nin Lideri Ömerê Faro (Ömer Faruk) ve aşiretini ortadan kaldırmak için görevlendirilerek 1925 ile 1926 yılları arasında Bölge’ye gönderilen Ali Haydar ve Ali Barut adındaki iki komutanın Şelle Xrav ve Zengasor mıntıkalarında gerçekleşen iki büyük çatışmada başarısız olmaları ve canlarını kaçarak kurtarmalarının ardından, dönemin 7’nci Kolordu Komutanı olan Mürsel Paşa, 1927 yılında Elazığ’da görevli olan ve ‘ölüm makinesi’ diye adlandırılan yüzbaşı Mustafa Muğlalı’yı 50.000 askeri ile Xançuk bölgesine göndermiştir. Xançuk bölgesi Diyarbakır, Bingöl, Elazığ sınırları içinde yer alan Palu-Dicle-Hani-Lice-Kulp-Genç alanını kapsamaktadır. Ölüm makinesi Yüzbaşı Mustafa Muğlalı’nın bu alanlarda yaptığı katliamlar meşhurdur, malumdur ve Bölge halkı arasında hâlâ anlatılır. Muğlalı’nın, Botyan, Mıstan ve Murtazan aşiretlerine mensup başta çocuklar olmak üzere ihtiyar ve kadınlardan oluşan binlerce insanı yakarak katlettiği bilinir. Muğlalı, daha sonra bu alanlardaki “başarısını” Dersim bölgesine taşıyarak, 70.000 kişiyi öldürerek taçlandıracaktır. Yani kısacası devletin Kürtlere yönelimi Dersim ile sınırlı değildir ve orada başlamamıştır. Öncesi vardır ve çok da mühim ve acıdır. Dersim’den Bingöl’e, Diyarbakır’dan Muş’a, Ağrı’dan Kars’a, Van’dan Hakkari’ye, Mardin’den Şırnak’a ve hatta Urfa’dan Maraş’a kadar uzanan bu katliam ve soykırım her düzeyde 88 yıldır sürdürülmektedir. Dün Kutu Deresi, Ali Boğazı ne idiyse, bugün Kasaplar Deresi, Mutki toplu mezarları, Kazan Vadisi odur. Fark yoktur. Devlet, Kürtlerin makus talihlerinin ölüm olmasına karar vermiştir. Irkçı, şoven Devlet Bahçeli’nin bile teslim ettiği gibi dün Dersim’de ne yapıldaysa bugün de Kürt illerinde yapılan da odur. Şayet devlet gerçekten özür dileyecekse, bu çok daha kapsamlı ve temsil düzeyi yüksek olarak TBMM Genel Kurulu’nda yapılmalı ve TBMM başkanlık kürsüsünden seslendirilmelidir. Bu katliam ve soykırımların insanlık suçu olması hasebiyle zamanaşımına uğramaları söz konusu değildir. Acilen kurulması gereken Hakikat ve Adalet Komisyonları hem bu gerçekleri failleriyle gün yüzüne çıkaracak hem de bu katliamlara emir veren ve katılan devlet görevlilerini tarih önünde mahkum edecektir. Ha, bu arada şunu da söyleyeyim ki, dünkü Kürt artık yoktur, bugünkü Kürt ise bu düzenin böyle gitmesine asla müsaade etmeyecektir. Devlet ne yapar, bunu şimdiden kestirmek zor ama biz Kürtler artık bu kanlı tarihin unutulmaya bırakılmasına, üzerinin örtülmesine izin vermeyeceğiz. Ben kendi adıma hâlâ hayatta olan birinci dereceden akrabalarımı dinleyerek yaptığım sözlü tarih çalışmasını arşiv belgeleriyle destekleyerek bir kitaba dönüştürmekteyim. Bu katliamlarda dedelerini, amcalarını kaybetmiş biri olarak bu benim için hem kişisel hem toplumsal bir görevdir. 20’nci yüzyıldan 21’inci yüzyıla taşınmış bu büyük soykırımın aydınlanmasından hepimiz sorumluyuz. Bu yolda çalışan herkese kolay gelsin.
Özgür Gündem Gazetesi
İshak KARAKAŞ : 02.12.2011 08:18
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder