11 Aralık 2011 Pazar

Servet Gün/ Irkçı Kemalist Öğretinin Bir İdeologu: M. E. Bozkurt


Kahraman yaratma ve bunu giderek farklı toplumsal figürlere dönüştürme motivasyonu, pek çok kaynaktan beslenebilmektedir. Mesela ‘ulusal kurtuluş savaş’larının genel olarak böyle bir doğası vardır. Çünkü savaş, beraberinde ikili politik değer geliştirir; kahraman ve hain yaratma süreci kolaylaşır ve/veya otomatikleşir. Ve bu nedenledir ki, gelinen aşamada kimse ‘hainin’ ya da ‘kahramanın’ kim olduğunu sorgulamaz/sorgulayamaz. Fanon’un dediği gibi, “kimlik edinme süreci otomatik hale gelir.” Ve artık Üst düzeyden alt düzeye kadar kahramanlar1 vardır/var edilmiştir.2


Sonuç itibariyle kahramana dönüştürülen lider hakkında üretilen efsaneler ve onun karizması, giderek geniş bir alanda birer birleştirici faktör ve hatta ideolojinin/resmi ideolojinin yerine geçebilmektedir.
Bir ideolojinin gücü, temsil ettiği kendi sosyal sınıfının gücünün ideolojik plana yansımasıysa, ki tartışmamızın nesnesi olan süreç emperyalizm çağıdır ve adı geçen bu sınıfların niteliği itibariyle ilerici rol oynamaları en azından olanaklı değildir ve Cumhuriyeti kuran kadroların bu niteliğini veri kabul edersek, ideolojik boşluğun resmi ideolojiyle doldurulması bir ‘zorunluluktu.’
Ve fakat böyle bir zorunluluğa dayanılarak yapılacak şeyler sınırlı olacaktı. Çalışmamıza temel oluşturması açısından bu sınırlılıkların birkaç yönü ön plana çıkarılacaktır:
— Bütün bir sürece pozitif değerler atfederek, oluşturulan bu değerlerin kişi kültü yaratılarak, liderin kişiliği etrafında toplanması,
— Tek parti dönemi inkılaplarının abartılarak kitleler üzerinde etki yaratılmasıdır.
— Ve asıl vurgulanması gereken ise, ihtiyaç duyulan resmi ideolojiyi oluşturacak aydınlardır.
Bu aydınların bir çoğu ittihatçıların devamı olan (ki M. E. Bozkurt da bu genellememizin içinde yer almaktadır.) cumhuriyet aydınlarıdır.
Cumhuriyet aydınları, resmi ideolojinin üretilmesi ve yayılması misyonuyla donatılmışlardı. Resmi ideolojiyi üretip yaymaya koşullanmış aydınların devletle olan ilişkileri ve devlet karşısındaki konumları, Osmanlı aydınlarında olduğu gibi görece bağımsız değildir. Ve durum böyle olunca düşünsel alan kısıtlanmış, bağnaz ve tek tip düşünün yerleşmesi zorunlu kılınmıştı.3 Buna paralel bir başka saptamayı da şu noktada yapabiliriz, o da, Ulus devletin inşası sürecinde mitsel/kutsallaştırıcı düşüncenin etkisine ihtiyaç duyulmuş.4 Ve resmi ideolojinin üretilmesi noktasında araçsallaştırılmıştır.
M. E. Bozkurt’un yapıp ettikleri üzerinden fikir yürütmeye, dönemi algılayışına ve buna paralel olarak da Kemalizm’e yönelik sistemleştirme çabalarına yönelik incelememizi yukarıdaki veriler ışığında irdelemeye çalışacağız.
Bugünkü İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinden; ancak o günün ismiyle Darülfünun Hukuk Fakültesinden mezun olan ve daha sonra da İsviçre’de Hukuk doktorası yapan M. E. Bozkurt, içinde yaşadığı dönemin teorize edilmesinde önemli işlev görmüştür. Bu işlevi şu sözüyle özetleyecektir : ‘Büyük şefim ihtilalin hukuk tarihini Türk gençliğine anlatmamı…’ istemişti. M. E. Bozkurt, Kemalizm’in önde gelen teorisyenlerinden biridir.
Adını her ne kadar Kemalizm5 olarak vaaz etmese de sistemin Kemalize edilmesinde ilk ciddi denemesi, 1924 yılında İzmir’de çıkan Sadayı Hak gazetesine ‘Türk İhtilalinin Düsturları’ başlığıyla on iki yazısıyladır.
M. E. Bozkurt, ‘kurtuluş savaşı’ yıllarında Hakimiyeti Milliye ve Anadolu’da Yeni Gün gazetelerinde yazılar yazmış ve kurulan yeni devleti ‘sol’dan okumaya çalışmış ve bu çerçeve de bu yeni devleti ‘halk devleti’ olarak tanımlamıştır.
M. E. Bozkurt’un sistemi Kemalize etme çabasının önemli durağı, Atatürk İhtilali kitabıdır. M. Kemal’in isteğiyle kaleme alınmış olması hasebiyle özellikle önemlidir.
M. E. Bozkurt, bir netlik olmasa da Türkiye’de sınıfsal bir yapının olduğunu kabul etmektedir. Bu yönüyle, tek parti dönemi ‘sınıfsız kaynaşmış ve imtiyazsız kitle’ anlayışından ayrılmaktadır (M.E. Bozkurt, kendisine ait olan bu görüşlerle çelişecektir. Çelişki, bu çalışmanın içinde verilmiştir)
M. E. Bozkurt’un bütün bu özelliklerini ve görüşlerini gölgeleyen, domine olan/öne çıkan asıl yanı, etnisist milliyetçilik anlayışıdır. Bozkurt’un milliyetçilik anlayışıyla Kemalist milliyetçi anlayış yer yer ters düşmektedir. Kemalist milliyetçiliğin temel tezi6, ‘ne mutlu Türküm diyene’ iken; Bozkurt’un temel tezi ‘ne mutlu Türküm diyebilene’dir.7
M. E. Bozkurt’un ‘sol milliyetçi’ olarak tanımlanması, kuşkusuz üzerine kafa yorulması gereken bir söyleme denk gelse de, bizce M. E. Bozkurt’un milliyetçiliği su götürmez bir gerçekliktir. Ve fakat ‘sol’culuğuna ilişkin ve hele ‘sol Milliyetçi’liğe ilişkin vurgu, bizi meraklandıran bir serüvendir.
O halde çalışmamız kuşkusuz ki Bozkurt’un milliyetçilik anlayışına odaklıdır; ama acaba diğer söylemleri milliyetçilik ana damarını besleyen kılcal damarlar mıdır? Çalışmamızın temel sorunsalıdır.

Mahmut Esat Bozkurt’un Fikriyatı
“Türkiye Türklerindir. Türkiye beynelmilel münesebatında bilakayd u şart hür ve müstakildir. Tanrı istemiş ki bütün eğilen başlar, solan tarihler içinde Türkün başı eğilmesin, tarihi solmasın…Milli devlet, halk hakimiyeti ancak böyle bir hareketin neticesi olabilirdi. Tarihin hiçbir safhası eğilmeyen, dönmeyen ve daima yüksek duran Türkün başı, bu badirede de yine yüksek ve vakur kaldı…İnsanlık vicdan, şeref ve haysiyet örneğini Türk denilen abideden alsın…Türk milleti yenilmeyen, ölmeyen, yenilmesi ve öldürülmesi mümkün olmayan bir millettir…”8 Yeni kurulan Türk devletinin9 alacağı şekil konusunda önemli ipuçları veren bu kısa alıntı, M. E. Bozkurt’un milliyetçilik anlayışına önemli referans oluştursa da, biz yine de onun milliyetçilik anlayışına bir alt başlık açıp ayrıntılandıralım.

Milliyetçilik Anlayışı
Türkiye’de yaşayan ve etnik olarak da Türk olmayan Türkiye vatandaşlarının bir çoğu, eğer biliyorlarsa M. E. Bozkurt’u, 17 Eylül 1930’da Ödemiş’te yaptığı şu meşhur konuşmasından biliyorlar ya da duymuşlardır: “Benim fikrim, kanaatim şudur ki, bu memleketin kendisi Türktür. Öztürk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır, o da hizmetçi olmaktır, köle olmaktır.”10 Bu cümlenin kurulduğu tarihi dikkate alacak olursak, 1930’dur ve Ağrı İsyanı’nın hemen ertesine denk gelmektedir. Aslında mesajın kime verilmek istendiği çok açık olsa da, Kürtler şahsında diğer uluslara ve etnisitelere de gerekli uyarıyı yapmıştır.
M. E. Bozkurt yazılarında, Türk ve Türklüğün her şeyin üzerinde olduğunu söyler: ” (…)bütün cihan bir yana milletim, milliyetim bir yana(…) o kadar ki bana bütün dünyayı verseler ve karşılığı olarak, ve karşılığında bir Türk gencinin burnun kanmasını isteseler, rıza vermem. Bence bütün bir dünya, bir Türk’ün burnunun kanamasına değmez.”11
Bozkurt’un Türk Milli Sosyalizmi olarak nitelendirdiği Kemalizm’in milliyetçilik anlayışı, ‘her şey Önce Türk milleti içindir. İslamlık, İnsanlık bundan sonra gelir’ şeklinde onun yazılarında tarifleniyor. Bozkurt’un yazılarında, genel olarak bu milliyetçi/faşizan hava görülmektedir. Mesela, ‘Türk’ün en kötüsü Türk olmayandan iyidir’, ’öz Türkler’, ‘Öz Türklerin Hakları’ ‘öz Türk köylüleri’12…vs
Türk milli sosyalizm’i olarak tariflediği Kemalizm’i, Hitler’in nasyonal sosyalizmi ile karşılaştırır ve şu tespiti yapar: “Türk ve Alman rejimleri her ikisi de milliyetçi olmakla beraber, aralarında küçük bir fark vardır. Alman rejimi, milliyetçilikte raciste, yani ırkçıdır.Türk rejimi ise ırkçı değildir. Daha çok kana değil kültüre ve dile önem verir. Bununla beraber, Atatürk büyük nutkunda ‘kanını taşıyandan başkasına inanma’ demiştir. Fakat bu tavsiye uygulamada kültür ve dil birliği olarak ortaya çıkmıştır.13 Görüldüğü gibi M. E. Bozkurt, Kemalist milliyetçilik ile Hitlerci/faşizan milliyetçilik arasıda çok ciddi fark bulmuyor. Ve Bozkurt, küçük fark olarak ortaya koyduğu argümanı ise, M. Kemal’in nutukta söylediklerini referans göstererek ortadan kaldırıyor. Yine vurgulanması gereken ikinci nokta, rejimlerden biri ırkçı ve öteki değilse bu iki farkın hiç de ‘küçük’ olmayacağıdır. Ve hatta ciddi bir nitelik farklılığından söz etmek gerekir.
Bir diğer önemli nokta ise, dil ve kültür vurgusuna ilişkindir. Dil ve kültür milliyetçiliğine yapılan vurgu, ırk prensibine yapılan vurguyla ikame edilmemiş; aksine tamamlayıcı bir işlev görmüştür.14
Kemalizm ile nasyonal sosyalizmin karşılaştırılmasına ve bu iki rejim arasında bir koşutluk olduğuna Oran’ın bakışı ise aynı/benzer minvaldedir. Ve Oran, yukarıda yaptığımız alıntıyı benzer yönleriyle aktardıktan sonra şu notu düşmektedir: “1930’larda Türk ocakları merkez binası açılırken verdiği söylevde Hamdullah Suphi Tanrıöver çok daha ileri gitmekte, ‘TBMM Reisi, Vekiller, Mebuslar, bütün Süfera (Büyükelçiler) ve sefaretler erkanı’ önünde Türk Devrimi ile faşizmin ne kadar benzeştiğini uzun uzun anlatmaktadır.”15
‘Hiç unutmam’ diye başladığı ve Bekir Sami’nin Ankara Hükümeti’nin görevlisi olarak gittiği Londra Konferansı’nı konu alan yazısında, Bekir Sami’nin (Çerkez Bekir Sami) konferanstaki girişimlerini gerekçe göstererek, Türk devleti işlerinin Türk’ten başkasına verilmemesi ve Türk devleti işlerinin başına öz Türk’ten başkasının geç(iril)memesi gerektiğinin altını çizer. Ve hemen arkasından ‘Atatürk ihtilalinin belirleyici yönü Türk milliyetçiliğidir, Türk olmaktır’ deyip; İhtilalin bütün yönleriyle bu prensibe dayandığını ve aksinin geriliğe dönüş ve hatta ölüm olduğunu söyler. Ve devamla neden milliyetçiyiz’ i anlatmak için M. Kemal’i referans alır, “milletimizin kavi, mesut yaşayabilmesi için devletin tamamen milli bir siyaset takip etmesi ve bu siyasetin, teşkilatı dahilimize tamamen mutabık ve müstenit olması lazımdır. Milli siyaset dediğimiz zaman kastettiğim mana ve medlul şudur: Hududu milliyemiz dahilinde her şeyden evvel kendi kuvvetimize müsteniden muhafazai mevcudiyet ederek millet ve memleketin hakiki saadet ve umeranına çalışmak…16 ve milliyetçi siyaset anlayışını billurlaştırmak için, Osmanlı Dönemi’nde Türk etnisitesinin ‘aşağılanmış’ halini pekiştireç olarak kullanır. “(Z)aman oldu ki, Türküm! demek ayıp sayıldı, çünkü Türk hakaret makamında ve bizzat Türkler tarafından bir birine kullanılır oldu.”17 Burada da milli duygunun düşürüldüğünü savlayarak Naima’nın tarih yazımını eleştirir: “Naima gibi devletin resmi tarihçisi bile, tarihin bir çok yerlerinde Türk’ten bahsederken, ‘idraksiz’ Türk (Etraki bi idrak) deyimini kullanır ve bunu kullanmakta bir sakınca görmez” diyerek devamla, “zaman oldu ki Rum’u, Ermenisi hatta Yahudisi Osmanlılığı benimsedi. Ne oldukları sorulduğu zaman; Rumum, Ermeniyim, Yahudiyim ve hatta Çingeneyim demekten çekinmediler. Fakat milletlerin en arı soylusu olan varlık, Türküm diyemiyor”18du. M. E. Bozkurt’un Türk Milliyetçiliği’ni kurgularken, geçmişe dönük acılar çektiğini teslim etmemiz gerekir. Çünkü Osmanlı’nın yetmiş iki buçuk milletinden buçuğunu oluşturan Çingeneler dahi buçuk halleriyle çekinmeden Çingeneyim diyebiliyordu!.
M. E. Bozkurt, Cumhuriyet Halk Fırkası (CHF)’nın Türk milliyetçiliğine dayanan siyasetini över ve vatanı ‘baştan yarattığını’ söyler19. Yaratılan bu vatanda ekonomik, sosyal ve siyasal egemenlik Türklerindir ve ‘giderek de yalnız Türk’ün olacaktır’ der.20 Aslında ‘Türk Devrimi’nin yeni bir Türk uygarlığı kurmayı amaçladığını vaaz eder. Çünkü M. E. Bozkurt, “Türk milletinin her milletten üstün bir geçmişi vardır. Bu üstün gelenekler ve bu zengin anekdotlar onu her vakit görgüce yüksek ve üstün tutmuştur”21 diyerek, bir şekilde Osmanlı Devlet yapısı içindeki Türk konumunu atlamıştır/atlamak istemiştir. Atatürk İhtilali’nin belirleyici yönünün Türk milliyetçiliği olması ve bu prensibin geçmişi temizlemesinde anlatılmak istenen tam da geçmişiyle yüzleşmeme/hesaplaşmama isteğinin bir sonucudur. M. E. Bozkurt, yakın tarihle hesaplaşmanın yerine uzak tarihin icat edilmesi kolaylığına kaçmıştı.22 Milliyetçilik bahsine ekleyebileceğimiz bir başka boyut da: Ülkede yaşayan ‘azınlık’larla ilgili olarak değerlendirmesidir. Yakın tarihiyle ilgili bu yönlü hesapları bitmemiştir. 1936’da azınlıklar üzerine yazdığı bir makalede, Osmanlı Meb’usan meclisinde, Rum Meb’usun, ‘Benim Türklüğüm Osmanlı Bankası Türklüğü kadardır’ söylemini ve buna benzer bazı olayları gerekçe göstererek23, ‘azınlıklar’ın Türk toplumuna entegre olamadıkları ya da daha doğru bir deyişle asimle olmadıkları için eleştirmekte ve hala kendi dillerini konuşan ‘azınlıklar’ın artık Türkçe konuşmaları ve soyadlarını Türkçeleştirmelerini/Türkçüleştirmelerini24 zorunlu görmektedir.

Dil Vurgusu 
Türkçe konuşup ve yazmanın ‘ulusal kurtuluşun esaslarından biri’ olduğunu savlayan Bozkurt’a göre, dili olmayan bir millet dünya karşısında varım diyemez. Bu çerçevede hukuk yerine hak kelimesini bilinçli kullandığını söyler ve “Devletler Arası Hak terimi kullanıyoruz. Çünkü Türkçedir. Ve Türkçe olmayan her terimden güzeldir.”25 Bu argümanını M. Kemal’de idealize ederek geliştirir: “ Atatürk’ün dilde yapmak istediği temizlik, onu tam anlamıyla mümkün olduğu kadar öz Türkçe haline koyma davasıdır26. Bu ise onun başardığı işlerin en büyüklerindendir hatta en büyüğüdür.”27 M. Kemal’in yalnız vatanı kurtarmakla kalmadığını ve fakat ona eski canlılığı ve çevikliği verecek çareleri de düşündüğünü va’z etmektedir. Dil meselesi çerçevesinde, Firdevsi’nin Fars ırkını ölümsüzleştirmesi gibi M. Kemal’in de Türk Irkını ölümsüzleştirdiğini örneklemektedir. Dilin önemini pekiştirmek adına, Alman Şairi Arnt’ın ‘dil bir milletin yarısıdır’ vurgusuna ‘bence dil bir milletin yarısı değil, fakat hepsidir…’28 katkısını yaparak; dilin önemini M. Kemal şahsında güçlendirmektedir. Devamla, Bozkurt’a göre, divan edebiyatı ve onu sürdürenler eliyle kaybolmaya yüz tutmuş Türk diline, büyük gayret sarf ederek büyük bir ivme kazandıran M. Kemal’dir. O, “sadece bugünkü Türkiye için değil; yarınki Türk dünyası, Türk birliği için de en radikal bir güvençtir”29 derken ‘Türk dünyası’ imgesiyle ya da Türk birliği klişesiyle ‘ittihatçı düşün’ün (Turancı ya da panTürkist) etkisinde olduğu gerçekliğinden kaçmamaktadır/kaçamamaktadır30.
M. E. Bozkurt’un Dil üzerindeki düşüncelerine dair analiz edebileceğimiz bir diğer vurgusu, ‘Redslob’un Mütalaası’ başlığıyla ve ondan yaptığı alıntıya ilişkindir: ”Reform zamanında halk dili ruhların hayatında derin kökler salar. Bu suretle milli dil yeniden ele geçen imanın dili olur…”31 ve dolaylı da olsa dile bu vesileyle aşkın bir anlam yükler. Bununla yetinmez ve Kuran’ı Türkçeleştirdiği için M. Kemal’i kutlar.
“(…)Yedi asırlık bir tahakküme, saray ve sultanlar ananesine hatime çekiliyordu. Türk tarihinde yeni bir dönüm günü , Türkiye halk devleti tarihi başlıyordu(…)”32 söylemi, yeni kurulan devletinin ‘halkçı niteliği’ne ilişkin bir retoriktir.
O halde M. E. Bozkurt’un halkçılıktan ve devletçilikten ne anladığına daha yakından bakmamız yerinde olur kanısındayım.
Halkçılık33 ve Devletçilik Anlayışı
M. E. Bozkurt’a göre, Türkiye aslında bir halk devleti, bir halk cumhuriyetidir. Çünkü İhtilalde Türk köylüsünün büyük payı vardır. Ve bu nedenle ihtilale ‘Türk Köylü İhtilali’ bile denebileceğini söyler.
Ona göre, diğer toplumsal kesimlere nazaran en ciddi katkıyı köylü yapmıştı. Bundan dolayıdır ki katkısı oranında pay alacaktı.34 Buradaki görüşlerini güçlendirebilmek için tarih(sizliğ)i referans alır. Ve “biz Türklere laiklik gibi halkçılık da yabancı bir kurum değildir. Demokratik Türklerin milli seciyelerinin bir sonucudur.”
Oysa bu cümlelerin kurulduğu döneme ve öncesine baktığımızda halkçılığın, rejim adına nasıl araçsallaştırıldığını tespit edebiliriz. Milli Mücadele olarak tariflenen dönemde halkçılık kavramı, özellikle ittihatçıların radikal kanadını ve hatta meclisteki muhalefeti etkisizleştirmek için kullanılıyordu. 1930’lu yıllara gelindiğinde ise halkçılık, kitleleri denetim altında tutabilmek ya da kitlelerin iktidardan kaçışını engellemek için gündemleştirilmiştir.
M. E. Bozkurt, mesleki temsil(sınıf yok meslek var prensibi) ile ilgili yoğun çaba harcamıştı. Mesleki temsil prensibi , 1918’de kaleme alınan Ziya Gökalp menşeyli bir yazıda şöyle tanımlanmıştı: “Bir cemiyette terzi kunduracısız, kunduracı terzisiz, fırıncı kasapsız, kasap fırıncısız, şair filozofsuz, filozof şairsiz, doktor avukatsız, avukat doktorsuz kalmayı hiçbir zaman istemez. Bütün içtimai meslekler birbirinin lazım ve melzümudur. O halde sınıflar kalkıp da onun yerine meslek zümreleri kuvvetli bir surette teşekkül edince, içtimai Darwinizm iflas ederek, cemiyet içinde dahili sulh hüküm sürmeye başlar.” Ziya Gökalp, uzlaşmaz çelişkilere sahip bir toplum yerine solidarist bir anlayışla; toplumu, birbirini tamamlayan ve birbirine gereksinim duyan mesleklerden oluşmuş sayıyor. Ve aslında mesleki temsilin özünü de bu anlayış oluşturuyor. Bu anlayışın halkçılık prensibinin hizmetine sunulmasının yanı sıra, yeri gelmişken söylenmeli, siyasi partilere de ihtiyaç duyulmaması için gerekçedir de. Öyle ki, aralarında uzlaşmaz çelişkiler bulunmayan, sınıfsız bir toplumda tek bir siyasi parti yeter35de artar! “Türk ulusunda ülkü, birlik varsa ve bu birlik içinde gayeye erişmek isteniyorsa zorla partiler ihdas etmek nasıl mümkün olur. Böyle mi olmak lazımdır. Yoksa sınıf ve zümreler yaratan partiler ihdas etmek mi lazımdır”36 şeklinde sarf edilen bu cümle M. E. Bozkurt’un tek partinin neden yeteceğine ve eğer ülkü ve birliğe halel getirecekse, sınıfları reddetmeye dair verdiği samimi! bir cevaptır.
Ve halkçılık bahsiyle ilgili son tahlilde şunu söyleyebiliriz; halktan yana olduğu düşünülen/iddia edilen halkçılık prensibi, halka yabancı bir kavram ve ideolojik bir manipülasyon olmaktan ileri gitmemiştir.
‘Bize uygun’ dediği ekonomik sistem; devletçilik ya da devlet sosyalistliğidir. Devlet sosyalistliğini neden uygun gördüğünü “Almanya bunun en büyük örneğidir. İç ve dış bakımdan ekonomik ve sosyal kalkınmasını eski sosyal demokrasisine ve şimdiki devlet sosyalistliğine borçludur” cümlesiyle açıklamıştır. Bozkurt’a göre, liberal ekonomiye geçildiği, Tanzimat’la beraber Osmanlı ekonomisi imparatorluğun çöküşünü hazırlamıştı. Bu nedenle ‘bize uyan’ sistem devletçiliktir, diyecektir. Ve devamla, devletçi sistem ile komünist sistemi karşılaştırır ve devletçiliğin komünizmden üstün olduğunu çünkü komünizmin gerçekleşmeyeceğini ama devletçiliğin her daim gerçekleşeceğini ve verimli olacağını vaaz eder.37 Devletçi sistemin haksızlıkları ve sömürüyü ortadan kaldıracağı yönünde de bir iddiası yoktur zaten.
Devletçilik olarak tanımlanan ekonomik felsefenin milliyetçilikle arasındaki ilişki, yerli sermayenin desteklenmesi şeklindedir. Ancak yabancı sermayeye karşı en azından düşmanca bir tutum içine girilmeyeceğine dair güvence verilmişti.38 Hem de M. Kemal tarafından: “Kanunlarımıza uymak şartıyla yabancı sermayeye gereken güvenliği sağlamaya her zaman hazırız” denmiştir. İzmir İktisat Kongresinin açış konuşmasından bir cümle olan bu konuşmadan hemen sonra, dönemin ekonomi bakanı olan M. E Bozkurt da: “…yeni Türkiye Ekonomi Okulu’nun39 yabancı sermayeye karşı bir düşmanlığı olduğu sanılmasın. Türklerle aynı kanunlara ve şartlara bağlı olunmak üzere yabancı sermayeye, hatta başka memleketlerden fazla, kolaylık göstermeye hazırız” demiştir. Aynı konuşmasının devamında, ”yeni Türkiye, bir Karma ekonomik sistem izlenmelidir. Ekonomik işler kısmen devlet kısmen özel teşebbüs tarafından yapılmalıdır. Mesela, büyük kredi müesseselerini, sanayi işlerini devlet idare edecektir. Çünkü memleketimizin ekonomik durumu bunu gerektiriyor. Bazı ekonomik konularda devletleştirme yoluna gideceğiz, bazı konuları özel teşebbüse bırakacağız.”40 diyerek devletçi ekonomikpolitik anlayışı sulandırmıştır. Ancak gerçek anlamda devletçilikten 1930’lardan sonra bahsetmemiz mümkündür. Devletçiliğin, hem ekonomik açıdan ve hem de siyasal açıdan ‘seçkin’lerin istemleriyle ortaya konan ve uygulanan bir politika olduğunu söylemek yanlış olmaz. Devletin resmi ideolojisinin kamu girişiminden değil fakat özel girişimden yana olduğunu, M. Kemal’in “(…)fertlerin inkişaflarına mani olmamak, onların her noktai nazardan olduğu gibi , bilhassa iktisadi sahadaki hürriyet ve teşebbüsleri önünde devlet kendi faaliyetleriyle bir mania vucuda getirmemek prensiplerin en mühim esasıdır.”41 cümlesinden anlıyoruz.
Son tahlilde, 1929 dünya ekonomik bunalımın ortaya çıkmış olması, o güne kadar dünya kapitalist sistemine eklemlenme gayreti içinde olan ve ‘ihracat ekonomisi’ne dayalı dengeyi de sarsmış ve Türkiye ekonomisini de ciddi bunalımın eşiğine getirmiştir. İşte, temelde sermaye birikimini sürdürmeye dönük, devletçilik olarak tanımlanan ekonomi politikasını koşullayan tarihsel pratik budur.

Resmi İdeolojiyi Kurgularken 
Tarih yazıcılığı ya da tarih yapıcılığı, ki bu resmi ideolojinin inşa sürecidir, resmi ideolojinin hizmetine sunulacak örnekler ve olaylarla biçimlendirilir. Buradaki amaç ‘milli bilinç’ oluşturmak ve aşılamaktır. Ve yine bu çerçevede yapılan başka bir şey, kişi kültü yaratmak ve ona tapınmaktır.
Tarihi kahramanların yaptığına inanan M. E. Bozkurt, “ihtilallerin genişliği ve kavrayışı şeflerin kafalarının dışa yansımasıdır. 1919 Türk ihtilali, Atatürk’ün kafasının fotoğrafisinden başka bir şey değildir”42 diyerek şefinin bilgeliğini kurgulamıştır.
M. E. Bozkurt, İhtilali önceden bilen M. Kemal’i yüceltirken, siyasal bazı rejimleri, düşünürleri ve kişileri kullanmıştır.

İdeolojileri Karşılaştırıyor
Karşılaştırmaya başlarken, Türk Rejiminin niteliği nedir? Acaba komünist miyiz? Milli sosyalist miyiz? Faşist miyiz? Yoksa klasik demokrat mıyız? gibi sorular sorduktan sonra, Türk ihtilali’nin verisinin bunlardan hiç birisi olmadığı ve hiç birisiyle ifade edilemeyeceğini saptar. M. E. Bozkurt’a göre, yeni rejim, altı ok (milliyetçilik, cumhuriyetçilik, laiklik, halkçılık, devletçilik, inkılapçılık) ile simgeselleşen Kemalizm’dir.
Kemalizm’i komünizmden, Kemalizm’i milliyetçi olması hasebiyle ayırır. Bozkurt , “her şey ve her şey önce Türk milleti içindir. İslamlık ve insanlık bundan sonra gelir” derken, komünizmi enternasyonal olduğu için beğenmez. Komünizmin enternasyonalist olan boyutuna, “Komünizm, bütün insanlığı bir rejim içine almak, komünist federasyon içinde yaşatma davası güder, emperyalizmin şekli değiştirilmiştir” der. Komünizmin proleterya diktatörlüğüne dayandığını; oysa Türk rejimi dediği Kemalizm’in ne şekilde olursa olsun diktatörlüğü reddettiğini! va’z eder.
Alman rejimi ya da milli sosyalizm dediği rejimle Kemalizm arasında birleşiklikler ve ayrıklıklar kurar. Bozkurt, ekonomik bakımdan bu iki rejim arasında fark görmez; her iki rejim de devlet sosyalistliğini benimsemiştir, mülkiyet hakkını ve ferdi tanır, der. Hitler diktatöryası olarak tanımladığı Alman rejiminden, Türk rejimini ulus egemenliği olarak ayırır, ferdi diktatörlüğü reddederek.
Geri ve orta çağ rejimi dediği faşizm ile Kemalizm arasında bağ kurmaz. Bozkurt’a göre, faşizm bir tür diktatörlük rejimidir, hükümdarlığı esas alır ve emperyalisttir; oysa Türk rejiminde, millet kendi kendini temsil eder ve rejim cumhuriyetçidir.43
Kemalizm’i dönemin yaygın ideolojileriyle karşılaştırdıktan sonra, yirminci yüzyılda sadece Türkiye’nin değil ve fakat dünyanın, ekonomik, sosyal ve siyasal sorunlarını çözeceği anahtarın Kemalizm olacağı: “Kemalist sistemi bocalayan dünyaya, tutunabileceği destekler vermeye namzet”44 cümlesinden ve “dünya Komünizm’de mi karar kılacak? Yoksa faşizmde mi? Bana öyle geliyor ki Kemalizm’de; çünkü Kemalizm yirminci asırdır.”45 şeklindeki ifadelerinden çıkarılabilmektedir.

M. Kemal’i Karşılaştırıyor
Fransız İllutrastion Gazetesinin bir haberine (Atatürk’ün ölümüyle ilgili bir haber) dikkat çekerek; ”Tarih çok büyükler gördü. İskenderleri, Napolyonları, Büyük Pedroları, Waşingtonları(…)fakat yirminci asırda büyüklük rekorunu Atatürk, bu Türk oğlu kırdı.”46 Atatürk ölebilir mi? diye soruyor. Ve devamla, Atatürk’ün yanında tarihin büyükleri sayılan şu birkaç ismin ufak tefek şeylerdir ve buna inanıyorum, siz de inanın demiştir. Ve eklemiş, “görüşlerim kişisel kalmasın diye örnekleyeceğim”47.
Büyük İskender’i ele almıştır. Bozkurt’a göre, B. İskender babası Flip’ten zamanının en güçlü ordusunu devralmıştı; oysa Atatürk ne bulmuştu? Bozkurt’a göre; düşmana batıracak bir iğne dahi bulamamıştı; hukuk bakımından bağımsızlığına sahip bir vatan bile(…) Vatanın Sevr ile bağımsızlığı yok edilmişti. Bozkurt, “iğne bile bulamadığı dediğim zaman, aşırı konuştuğum sanılmasın(…)Birinci İnönü savaşı48nda bir kısım askerimiz taşla dövüştü” der. Ona göre, Atatürk karşısında B. İskender’i karşılaştırmak sözkonusu dahi edilemez.
Hele Napolyon ile karşılaştırılmasına çok sinirlenir. Ve Atatürk’ü ‘bu Korsikalı’yla karşılaştıranlara şu eleştiriyi yapar: “ bence bu gibiler, tarihi bilgilerinden ziyade, dedikoduları yargı aracı olarak kullanmaktadırlar.” Napolyon şahsında Atatürk’ü şu cümleyle yüceltir: “Napolyon…Baltıktan Akdeniz’e kadar uzanan Fransız İmparatorluğu’nu Saint Helen adasıyla trampa etti. Atatürk ise yoğu var etti.”
Sezar’a gelince der, Roma’ya dışarıda hakim ancak içeride esir olması…Galler fatihinin başarısı budur işte! Ve “Atatürk, Türk’ü dış bakımdan bağımsızlığın, şeref ve haysiyetin ucuna yükseltti… İç bakımdan bütün otoritelerin üstüne çıkardı… Atatürk, hiçten demir bir Türk devleti kurdu” diyerek, bu kez de Sezar şahsında bir idealizasyona girişmiştir.
Zamanımıza daha yakın dediği ‘Washington’u hiç şüphelenmeden büyük adam olarak konumlandırmış fakat Atatürk çapında mı?’ diye de sormuştur. Cevabı ise, “bunu hiç ummayız” demiş ve bunu şu cümlesiyle temellendirmiştir: “Atatürk’ün öldüğü gün bıraktığı eserle, Vaşington’un öldüğü gün bıraktığı eseri bir mukayese ederseniz. Hakikat birden gözlerde belirir. Vaşington karşısında yalnız İngilizleri buldu. Atatürk karşısında bütün dünyayı buldu ve yendi…”
‘Birleşik Amerika Devletleri’nin Ankara eski büyükelçisinin ‘üç Adam’ adlı eserini referans gösterdiği AtatürkRoosweltMussolini ve Hitler karşılaştırmasında, tabii ki ‘Atatürk’ün bunlara üstün olduğunu’ belirtmektedir. Hitler için; “O, Atatürk’ten örnek aldığını her zaman söyledi” demiştir. Bir Alman tarihçisini alıntılayarak; “Zamanımızın bir Alman tarihçisi, gerek nasyonal sosyalizm ve gerek faşizmin Mustafa Kemal rejiminin az çok değiştirilmiş birer şeklinden başka bir şey olmadıklarını söylüyor. Çok doğrudur, çok doğru bir görüştür. Kemalizm otoriter bir demokrasidir ki kökleri halktadır. Türk milleti piramide benzer, tabanı halk, tepesi yine halktan gelen baştır ki bizde buna şef denir. Şef otoritesini yine halktan alır. Demokrasi de yine bunda başka bir şey değildir”49 diyerek, bu yaklaşımını kristalize etmeye çalışmıştır.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, sistemin teorize edilmesinde genel olarak milliyetçilik, ana damar olarak sistemin kurgulanmasında dikkate alınmıştı. Bu ise, kişi kültü yaratılarak ve diğer açılımlar şeklinde, hep bu damarı beslemek üzere kurgulanmıştır. Ya da en azından ‘devrim’ dersleri profesörü’nün yazdıklarından böyle bir çıkarım yapabiliyoruz. M. E. Bozkurt’un, diğer bazı incelemeleri de bahsettiğimiz bu düşünceye hizmet etmiştir. O halde Bozkurt’un bu serüvenine de eşlik edelim

Diğer Bazı İpuçları
‘Devrim’in teorisyeni M. E. Bozkurt’a göre, Yeni Türkiye’nin Osmanlı’dan farkı, bir ‘halk devleti’ olmasıdır. Bu bağlamda Atatürk İhtilali, Türk İhtilali deyimlerini kullanıyor. 1789 Fransız ihtilali, 1917 Sosyalist ihtilali ve 1919 Atatürk ihtilalini, kategorik olarak tam ve eksiksiz ihtilaller olarak ve aynı kategoride değerlendirmektedir. Ayrıca ulusların ihtilal yapıp yapmama konusunda hakları olup olmadığını, bazı düşünürlerin fikirlerine başvurarak netleştirmiştir.
Marks ve Engels’in ihtilal üzerine düşüncelerinin kısa analizini yaptıktan sonra, “şu ciheti de belirteyim ki ben komünist değilim . Türk milliyetçisiyim. Böyle doğdum, böyle öleceğim” demiş ve eklemiş, “itiraf etmem lazımdır ki, Marks’ın kritiklerinden demokrasi hesabına çok faydalandım.”
Lenin’in fikirleri üzerinden yürüttüğü İhtilal tartışmasında, Lenin’in Devlet ve İhtilal adlı çalışmasının “ Bu bölümü yazmaya vakit bulamadım, yaptım. Yapmak yazmaktan güzeldir. Son bölümü okumak isteyenler, Rusya’da yaratılan eseri gözden geçirsinler.” Kısmını referans almış ve “ Atatürk, Lenin’in de aksine yazmaktan değil yalnız yapmaktan hoşlanıyor. Büyük nutuk50 ve ona ilişik vesikalar kitabını, işler başarıldıktan sonra yazdı. O, yapmadan yazmıyor. Yapmadan laf yok.”51 diyerek, ‘anlamlı52 bir karşılaştırma yapmıştır.
Laiklik üzerine de kafa yoran M. E. Bozkurt’a göre, laik devlet anlayışı, ‘Türklere zaten yabancı bir devlet sistemi değildir.’ Çünkü laiklik, Turanlı bir kurumdur. Bunun reddine imkan yoktur; ki deliller ve uygulama da bunu göstermektedir.

Sonuç Yerine
Bozkurt, ‘Atatürk İhtilali’ adlı ve M. Kemal’in onayından geçmiş kitabında ne demişti? “Batı Medeniyeti ve herhangi bir medeniyet bir küldür; ayrıklık kabul etmez. Ya hep alınır, yahut alınmaz. Tıpkı dinler gibi.” Evet, ya hep almak! Neyin ‘ithal’ edileceğine nasıl karar verilecekti? Gerçi ‘Yeni Türkiye’de nasılsa sınıflar yoktu! Sınıflar olmayınca sendikaya, derneklere, birden fazla partiye de gerek yoktu! Hele İşçi haklarından bahsetmenin gereçi hiç yoktu. O halde, düzeltmek, düzenlemek konusunda karar vermek pek de zor değildi!.
Kemalist ideoloji, ulus devleti icat ederken toplumun homojen olmasını, hem etnik ve hem de sınıfsal açıdan, ‘devletin milletiyle bölünmez bir bütün’ olacak şekilde kurgulamıştır. Binanın su basmanı yanılsamalar üzerine bu şekilde kurulunca devam eden kısımları da benzer yanılsamalarla yükseltmek zorunluydu!.
Beşikçi’nin vurguladığı gibi, “Türkiye’de tarih, özellikle yakın tarih şüphesiz ki yeniden yazılacaktır…Kemalizm’in dünyadaki ulusal kurtuluş savaşlarına öncülük ettiği, şarkın köle, esir milletlerine ışık tuttuğu, onları kölelikten ve esirlikten kurtardığı söylenmiş, bunun propagandası yapılmıştır. Bu bilimsel bilgi diye sunulmuştur…işçi sınıfı ve öteki emekçi sınıflar ve tabakalar da resmi tarih bilgilerinin oluşturduğu düzenden rahatsızdırlar…Kemalizm’in burjuva niteliği ortaya çıksa da, sömürgeci ve ırkçı niteliği hala gizlenmek istenmektedir…”
Bir Afrika Atasözüyle bitirmek anlamlı olacaktır: “Aslanlar kendi tarihçilerine sahip olana kadar, avcılık öyküleri her zaman avcıyı yüceltecektir.”

Dipnotlar
1) Devletler Arası Hak ‘Hukuku Düvel’ adlı çalışmasında M. Esat, Türk tarihinin en büyük zaferlerinden biri olarak Lozan’ı tanımlarken; Lozan’a ‘asıl ergenekon çıkışını buradan seyredeceklerdir’ yakıştırmasını yapmıştır. Ve daha bu çalışmasının başında: Büyük İnönü’ye diye hitap eder ve … ‘Ulusal öcü siz aldınız’ diyerek onu da kahramanlar listesine yazar. Ayrıntılar için bakınız: Bozkurt, M. Esat,Devletler Arası Hak ‘Hukuku Düvel’, Ulusoğlu Basımevi, Ankara 1940.
2) G. Aksoy’un ‘Bir Lider Yaratmak ya da Kürtlerin Düşünsel Süreçlerini Kavramak Üzerine’ adlı makalesinden kurulan bir parelel çıkarımdır. Ayrınıtları için bakınız:www.rızgari.org
3) Başkaya Fikret, PARADİGMANIN İFLASI Resmi ideolojinin eleştirisine giriş, Özgür Üniversite Kitaplığı:32, 8.baskı 2002, ANKARA. S.10
4) Bora, Tanıl, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluş Döneminde Devlet Telakkisi, Birikim, Sayı:9394, s.136
5) Edindiğimiz bilgiye göre M. E. Bozkurt Kemalizm kavramsallaştırmasını çok sonraları kullanıyor. Akşin Sina, Türkiye’nin önünde Üç Model, Telos yayıncılık, 1997 İstanbul
6) Oysa genel olarak Lozan’la ancak özel olarak da Takriri Sükun ile ittihatçı reel politiğin İslamosmanlı araçsal doğrultusu terk edilerek ‘ırk Üzerine Müstenit bir Türk siyasi milliyeti’ni kurgulama programı, Kemalizm’in ulusdevlet anlayışının ana eksenidir. Bakınız: Yusuf Akçura, ‘Üç Tarzı Siyaset’ Türk Tarih Kurumu, Ankara. Aktaran: Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce Cilt I.,İletişim Yayınları, İstanbul 2001
7) Uyar, Hakkı,MODERN TÜRKİYE’DE SİYASİ DÜŞÜNCE KEMALİZM, Mahmut Esat Bozkurt Cilt2, İletişim Yayınları, 2.Baskı, 2002 İstanbul.s.214219
8) M. E. Bozkurt’un Sadayı Hak gazetesinde, 25 mayıs 1924’te ve 30 mayıs 1924’te yayınlanan Türk İhtilalinin Düsturları I ve 6’dan aktaran; Uyar Hakkı, Türk İhtilalinin Düsturları Ve Mahmut Esat Bozkurt, Tarih Ve Toplum, Mart 1992, Sayı:99
9) ‘Yeni Türk Devleti’ Cumhuriyet’in zorunlu bir sonucu olarak, şekilsel de olsa vatandaşlık kimliğine kuruculuk atfetmiştir. Yazıpçizdiklerinde çokça bu devletin kurucusu saydığı vatandaşı ‘organizmacı Görüş’ içinde ele alan M. E. Bozkurt: “Millet, devlet, hükümet ayrı şeyler değildir. Hapsi bir anlamdadır ve hepsi millettir. Milletten başka bir şey yoktur.” Diyerek aslında, vatandaşa nefes alacak alan bırakmaz. Bakınız: Bora, Tanıl, Türkiye Cumhuriyeti’nin…s.137
10) Uyar, Hakkı, TÜRK DEVRİMİ’Nİ TEORİLEŞTİRME ÇABALARI: Mahmut Esat Bozkurt Örneği I, TARİH ve TOPLUM 1993/Sayı 119. s.267
11) Aynı yer
12) Uyar Hakkı, TÜRK DEVRİMİ’Nİ TEORİLEŞTİRME ÇABALARI Mahmut Esat Bozkurt Örneği II, TARİH ve TOPLUM 1993/Sayı120. s. 335
13) Bozkurt, M. Esat, Atatürk İhtilali, Kaynak yayınları, 3. Basım 1995 İstanbul. S.228229
14) yaptığımız bu çıkarıma örnek olması açısından, devlet söyleminde sıkça kullanılan ‘ettırnak’ klişesi destekleyicidir.
15) Oran, Baskın, ATATÜRK MİLLİYETÇİLİçİ RESMİ İDEOLOJİ DIŞI BİR İNCELEME,Bilgi Yayınevi,4. Basım, 1997 İstanbul. S.4344
16) Bozkurt, M. Esat, Atatürk İhtilali, s.268269
17) a.g.e. s.249
18) a.g.e. s.250
19) dikkat edilirse parlamenter sistem içindeki bir parti misyonundan çok adeta ‘devletin aygıtı’ gibi tanımlanan CHF, devletparti özdeşliği klişesi içerisinde tanımlanmalıdır. O halde Türkiye’de partili sisteme geçişi Demokrat partiyle başlatmak yerinde olacaktır…
20) Uyar Hakkı, ‘Sol Milliyetçi’ Bir…s. 115
21) Bozkurt, M. Esat, Atatürk İhtilali., s.288
22) “Türkiye’de ırkçı milliyetçilik Türklük tinine(Türklük tini , Cumhuriyet mitosuyla özdeşleştirilir.çve] bu nedenle kurucu mitos sıfatı, bu tinin ‘yeniden doğuşunu vurgularcasına’ Atatürk’tür…)ilişkin jeneolojiyi sürdürmüş ve Türklük tininin tarihteki taşıyıcısı olarak 16 “Türk” devleti icat etmiştir. Zira Türklük tininin özünde yer alan ya da ona hayatiyet veren ilke, ‘cihana hakimiyet’ ve ‘dünya nizamı mefküreleri’dir…Ancak Büyük Türk milliyetçiliğini Kemalizm’in ilk kurgusundan ayıran nokta, bu soyçizgisine Osmanlı’yı da dahil etmesi ve ona büyük önem atfetmesi, hatta o uzakta kalmış ataların yanında, ‘ecdad’ payesini layık görmesidir.”Aydın, Suavi, Türkiye’de “Devlet Geleneği” Söylemi Üzerine, Birikim, Sayı:9394
23) Uyar, Hakkı, ‘Sol Milliyetçi’ Bir…s.117
24) “Türk ve Türkmen adını Neredeyse yalnızca Oğuz kökenli halklar kullanmaktadır…geç Orta Çağ’ın Orta Asya halklarında kendini Türk olarak adlandırma bakımından içinden çıkılması güç bir belirsizlik bulunduğu söylenebilir… bizim meselemiz, Türk adlandırmasına dayanan bir üst kimliğin belirlenmesinden doğan aşkın bir bilinçle belirli bir tarihsel (ama aslında tarihsiz) bir misyon yüklemenin imkanlarının tartışılması olduğundan…”Osmanlı halklarının kendisine bu adı verip vermediği bir araştırma konusuyken, ‘azınlıklar’ı Türkleştirme girişimini anlamak zorlaşıyor. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz: Aydın, Suavi, KİMLİK SORUNU, ULUSALLIK VE “TÜRK KİMLİ⁄İ” , ÖZGÜR ÜNİVERSİTE KİTAPLiğI:16, Öteki Yayınevi,1999 Ankara. S.96
25) Bozkurt, M. Esat, Devletler Arası Hak…,s. 8
26) Bu ‘davanın’ kurumsallaştırılması, kuşkusuz ki M. Kemal’in ‘Dil işlerini düzenlemenin zamanı gelmiştir’ emri; Dil Tetkik Cemiyeti ve arkasından da Türk Dil Kurumu’nun kurulmasını zorunlu hale getirmiştir. Oran’ın aktarımıyla, “Türk Tarih Tezinin etkisinde kalarak Türk dilinin diğer dillerin anası olduğu savının ileri sürülmesi eğilimi gösterilmiştir. Ve bu eğilim, ağustos 1936’da toplanan Üçüncü Türk Dil Kurultayı’nda GüneşDil Kuramının açıklanmasına kadar varacaktır.” Oran Baskın, s.202
27) Bozkurt, M. Esat, Atatürk İhtilali,…s.196
28) a.g.e., s.197
29) a.g.e.,s.197
30) bu analizimizi güçlendirecek şu “…Türk birliğinin bir gün hakikat olacağına inancım vardır. Ben görmesem bile dünyaya gözlerimi onun rüyaları içinde kapayacağım…” satırlar da M. E. Bozkurt’a aittir. A.g.e., s142
31) a.g.e.,s.199
32) Bozkurt, M. Esat, Türk ihtilalinin Düsturları,2 Aktaran:H. Uyar, TARİH ve TOPLUM, Mart1992/sayı:99,s.149
33) Halkçılık, en geniş anlamda, halkın dışındaki bir seçkinler gurubunun halk adına ve yararına bir şeyler yapmak istemesi olarak tanımlanabilir.Halk kitlelerinin kendi kaderlerini tayin kendileri tarafından değil ve fakat onlar adına seçkinler tarafından ‘üstlenilmesi’dir. Ayrıntılar için bakınız:Başkaya, Fikret, Paradigmanın İflası…,s.242
34) bu düşüncesinin bir uzantısı olarak, mesleki temsil hakkını savundu(Mesleki Temsil:Emekçi olanın temsil hakkı olmasıdır.seçim hakkı sendikalar aracılığıyla kullanılacaktı. Ve fakat, mesleki temsilin solidarizmi referans alması üzerinde aşağıda duracağız). Birinci mecliste mesleki temsil hakkı kabul edilmemekle birlikte İktisat Vekili olduğu İzmir İktisat Kongresinde de uygulatamadı. Ayrıntı için bakınız: Uyar, ‘Sol Milliyetçi’ bir…,s.118119
35) 1920’li yıllarda Türkiye’nin sınıfsız olduğunu söylemek bilim dışı olmanın yanında…”Türkiye’de sosyal sınıfların yok olduğunu öne sürmek, Türkiye’nin barbarlık çağında olduğunu söylemektir.” Hikmet Kıvılcımlı’dan aktaran: Başkaya Fikret, a.g.e.,s247
36) a.g.e., s256
37) Bozkurt, M. Esat, Atatürk İhtilali,s. 242243
38) Milliyetçi ideoloji yabancı sermaye karşısında yerel burjuvazinin desteklenmesi olarak tezahür edecektir.Ancak kurtuluş savaşı sürecinden başlanarak yabancı sermayeye asla karşı olunmamıştı. Oran, A.g.e., s.238
39) bu kavramla devletçilik kastedilmiştir
40) aktaran: Başkaya, a.g.e.s.202
41) aktaran: B. Oran, Atatürk Milliyetçiliği,s.253
42) Bozkurt, M. Esat, Atatürk İhtalali,s.174
43) Bozkurt, M. Esat, Atatürk İhtilali, s.226229
44) Aktaran:Uyar, Türk Devrimini…I,s.269
45) Aktaran: Uyar, Türk Devrimini…I, s.270
46) Aynı yerde
47) Aynı yerde
48) I. Ve II. İnönü Savaşları, Çerkez Ethem’e karşı, Kuvayi Milliye içerisinde, İnönü’nün itibarını arttırmak için, icat edilen iki savaştır aslında… Suavi Aydın’ın 21.11.2004’te, Özgür Üniversite’de Resmi Tarihin Efsaneleri başlığıyla verdiği konferanstan alınan nottur. Başkaya, alıntımızı doğrulayacak şekilde şu cümlesiyle ışık tutuyor: “ …gerçekte olmayan şey büyük bir zafer gibi gösteriliyor. Amaç, maddi bir güç haline gelen sol hareketi tasfiye etmek. O kadar ileri gidiliyor ki, ‘keşif hareketi’ sonucu kazanılan zaferle İsmet Bey’in sadece Yunan Ordusunu yenilgiye uğratmakla kalmadığı, ‘milletin makus talihini yendiçi’ efsanesi de yayılıyor.”Başkaya, a.g.e., s. 241.
49) Bozkurt, M. Esat, Atatürk İhtilali, s.101107.
50) Büyük demesinin sebebi! “ o eserdir ki, günün birinde, milletlerden birisi, istiklalini, hürriyetini, bütün varlığını kaybetmek tehlikesine maruz kalsa, hatta kaybetse bile bunların nasıl kurtarılacağını öğreten bir düstur, bir formüldür.” Bozkurt, a.g.e., s.145.
51) Bozkurt, M. Esat, a.g.e., s.141144.
52) Yatık bir şekilde anlamlıdır. Çünkü, “olaylara Makyevelist bir yaklaşımı olduğu; komitacı ve taktik yöntemlerle amaca ulaşmayı yeğlerdi. Ve hatta onun teoriysen ol(a)mayışı bir erdem sayılmıştır.

10 Aralık 2011 / Ji aliyê

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder