Zilan Van-Erciş’e bağlı Zilan çayı havzasının adıdır. Kürdler buraya Gelîyê Zilan derler. Muş ve Bingöl’ün doğusunda başlayarak, Erzurum’un güneyi ve Van’ın kuzeyinden, İran sınırına kadar uzanan bu bölgeye Kürdler Serhat olarak adlandırırlar.
Buralar Ermenistan topraklarıdır. Kürdler buraya, Müslüman Arap ordularından kaçarak gelmiş yerleşmişlerdir. Böylece islamı red eden Kürdler, Ermenilerin içerisine yerleşerek korunabilmişlerdir. Bu bölgeye yerleşen Kürdlerin önemli bir kesimini Yezidi Kürdler oluşturuyordu. Osmanlı tarihinde, Celali ayaklanmaları olarak bilinen ve 300 Yıl devam eden ayaklanmayı, Ağrı yöresinde Yezidi Kürd Celali aşiretleri başlatmışlardır. Bu ayaklanma aynı zamanda, Osmanlıların Anadoluda başlattığı ve 300 Yıl devam edecek olan, Kızılbaş ve Yezidi Kürdlere karşı katliamların başlangıcı olacaktır. Hamidiye Alayları dönemine kadar, bölgede Kürd nüfusun çoğunluğunu, Yezidi Kürdler oluşturuyordu. İşte bu nedenle bölge Osmanlının ve Cumhuriyeti kuran Osmanlı Paşalarının hep dikkatini çekmiştir.
Bölgeye karşı biriken kin ve nefret sonunda Zilan deresine kusuyor. Hamidiye Alay komutanı Kör Hüseyin Paşa’nın çocukları, Nadir, Ado ve Mamo Kemalist yönetime biat etmiyorlar. Bölgede çok sayıda Kürd de bunlara katılınca, dağda silahlı bir çete gurubu oluşturuyorlar. Bunlar Mart 1930’da Çakırbey Köyü Jandarma karakoluna saldırıyorlar. Bu provakatif bir saldırı da olabilir, çünkü Ağrı hareketi nedeniyle bölge asker kaynıyor. Karakolda bulunan 70 askeri esir alıyor ve hiç birinin burnu kanamadan, köylülere dağıtıyor bunlara iyi bakın bir süre sonra da bırakın herkes evine gitsin diyorlar. Kendileri de askerlerin silahlarını alarak kaçıp, İran’a geçiyorlar. Daha sonra olaylarda bunlardan hiç birisinin burnu bile kanamadı. Ağrı hareketinde zaferle dönen, General Abdullah Alpdoğan 30 Haziran 1930’da bölgeye saldırdı. Her ne kadar Alpdoğan komutan olsa, o da Derviş bey namında bir sivile karşı sorumlu idi. Köylüler bu Derviş bey denen zatın, Mustafa Kemalin adamı olduğunu söylüyorlar. Ayrıca bu Cemal beye, Dersim katliamında da Hüseyin Doğan (İzzettin Doğan’ın babası) ve Dersimli binbaşı Hıdır da danışmanlık yapmışlardı.
Şimdi olayları, o zaman orduda asker olan birisinin ağzından dinleyelim. 2Bu asker benim babamın amcasının oğlu, Abdullah Duvarcı amca. Her ne kadar soyadı tutmasa da aile soyadı kanunundan önce ayrılmış" Şimdi söz rahmete kavuşan Abdullah amcada.
"Ben 1926’da Diyarbakır’da birliğime teslim oldum. Aynı gün bizlere silah ve elbise dağıttılar. İkinci gün sabahleyin tabur yola koyuldu, elbette ki Kürdlere karşı savaşa. Ben dört yıl boyunca, Diyarbakır- Ağrı arasındaki bütün dağları ve köyleri dolaştım. Ben Taburun Nalbant’ı olduğum için hep taburun arkasında gidiyordum. Bu nedenle askerlerin geride bıraktıkları hasarı en iyi ben görüyordum. Bizim bölük komutanımız yüzbaşı Cemal Madanoğlu idi. Tabur komutanı General Abdullah Alpdoğan, birde hep sivil dolaşan, Cemal bey isminde bir şahıs vardı. Madanoğlu iyi bir insandı, Alpdoğan çok sert amma Cemal bey de ondan daha sertti. Her emri eksiksiz yerine getirilir, Alpdoğan onun karşısında selama dururdu. Biz hep bu sivili merak ederdik, askerler de Cemal beyi M. Kemal’in gönderdiğini söylerlerdi.
Ağrı’da Kürdler iyice sıkıştı ve İran sınırını geçerek Küçük Ağrı dağına sığındılar. Tabur sınırı geçemedi bu tarafta beklemek mecburiyetinde kaldı. Bir süre sonra, Ankara’dan haber geldi, İran ile anlaşmışlar sınırı değiştirmişler, Küçük Ağrı Türk topraklarına katılmış. Böylece de ordu Küçük Ağrıyı kuşattı. Ancak bundan bir süre önce, Tabura yardımcı olmak için, Rusya bir Kazak süvari birliği göndermişti. Bunların atları bakımlı ve çok iri idiler. Benim yanımda bulunan nallar bunların ayağına küçük geliyordu. Ben de bu atların ayak ölçülerini alarak, yeni nal ısmarlamıştım, bu nedenle Kazak askerleri yakından tanıdım. Kazak askerleri tecrübeli idiler, Dağ kuşatıldı ve beklemeye başladılar, Dağda yiyecek bulamayan Kürdler acıkınca dağdan inmeye başladılar. Hiç birini teslim alma diye bir düşünce yoktu, hepsini öldürdüler, kazılan çukurlara topluca gömüldüler.
Bu olaydan sonra, Tabur Zilan’a döndü, Zilan’da tam bir insan avı başladı, gördükleri her insanı imha ettiler. Bir gün Zilan vadisinde büyükçe bir Köy’ü çevirdiler, Köyde zaten erkek kalmamıştı, sadece 7 erkek vardı. Köydeki bütün kadın ve çocukları, büyük bir odaya doldurdular ve kapıyı üzerlerine kitlediler. Önce erkekleri kurşuna dizdiler, sora da içi insan dolu olan evi yaktılar. Ev yanarken Tabur yola koyuldu. Bu gün hala sanki o evin içinde yanan insanların feryatları kulağımda çınlıyor. Yine başka bir gün, bir Yüzbaşı’nın atının nalı düşmüştü. Ben, Yüzbaşı ve emir eri geride kaldık, ben atı nallayana kadar tabur uzaklaştı. Bizde Tabura yetişebilmek için, kese bir yoldan, yolumuza devam ettik. Sabah saatleriydi, biz yüksek bir dağın yamacında giderken, karşıdan bize karşı gelen 3-4 yaşlarında bir çocuk gördüm. Çocuk bizi görünce hemen yolun altına geçti, bir çalının altında gizlenmeye çalıştı. Ben kendi, kendime inşallah Yüzbaşı çocuğu görmemiştir, diye dua ediyorum. Tam çocuğun hizasına geldiğimizde, Yüzbaşı durdu, Emir erine in şuna bir süngü sapla da gebert dedi. Emir eri ben yapamam komutanım dedi. Ulan nalbant sen in dedi, ben de yapamam komutanım dedim. Kendisi atından indi, emir erinin silahını aldı süngüyü taktı, gitti çocuğun sıtına sapladı, kafasının üzerinden attı. Bize döndü, bakın bu çocuk Kürd’dür, bu bir yılandır, yılanın büyüğü küçüğü olmaz, yılan küçükken başını ezeceksin, dedi atına bindi yolumuza devam ettik. Başka bir gün dere boyu bütün Tabur yolumuza devam ediyorduk, geçtiğimiz yer sık bir meşe ormanı ile kaplı idi. Birkaç gün önce yine aynı yerden geçiyorduk, ormanın içi kadın ve çocuk cenazeleriyle doluydu. Orada bir yerde bir çukur kazılmış, cenazeler sürüklenerek bu çukura doldurulmuş ve üstü kapatılmış. Sürüklenen kadınların saçları meşelere dolanmış, hala meşelerin üzeri kadın saçlarıyla dolu idi. Biraz ileride, tam derenin kenarında gidiyorduk, birden ağlayan bir çocuk sesi duyuldu, herkes durdu sesiz kalıp dinlemeye başladı. Biraz sonra büyük bir kayanın alt tarafında, suyun üzerinde bir çocuk kundağı sürükleniyordu. Hemen emir verildi, bir manga asker karşı tarafa geçti, kayanın altında suyun içerisin gizlenmiş çok sayıda insanın olduğunu söylediler. Derhal ateş emri verildi, biraz sonra kanlı dere sayısız insan ölüleri sürüklüyordu. Daha sonra anladık ki buraya gizlenen insanlar asker geçerken, küçük çocuk ağlamış, çocuk durmayınca, yerleri belli olmasın diye, içlerindeki bir erkek, kundaktaki çocuğu boğmuş ve suya atmış."
Evet bunlar Abdullah amcanın askerlik hatıralarından birkaç tanesi. Zilan deresinde o zaman yakılan köylerden yedi tanesine iskan yapmak hala yasak. Abdullah amcanın anlattıklarına göre bu köylerde toplu mezar var. Yine kurtların, tilkilerin ve kartalların o sırada sadece insan eti ile beslendiklerini, gördüğünü anlatıyordu. Bu köylerden birisinin yanına, 400 hanelik bir Afgan köyü yerleştirildi.
Aslında Kürdlere karşı işlenmiş bu insanlık dışı soy kırımın aslı, bu köylerde yapılacak kazılardan sonra daha iyi anlaşılacaktır. Bu görev de TBMM’nin görevi, umarım Onur Öymen ve Kemal Kılıçtaroğlu bu görevi üstlenirler. Ortaya çıkacak toplu mezarları, Kürdlere tehtit aracı olarak gösterip bakın sizi yine böyle yaparız demezler. İşte CHP’nin marifeti bu derler, insanlık görevini yapmış olurlar. Haydı yiğitler göreyim sizi.
Aralık 2009
www.navkurd.eu adlı internet sitesinden alınmıştır
chp den neden bir beklenti içindesin anlamadım yapılan kadlıamları ancak bdp dile getirir onlarda ne soylerse chp mhp akp hepsi tek yürek olur anlayacagın dersim özürü gibi sadece özür olarak kalır...chp ye cok farklı bir misyon yükleme bence...
YanıtlaSil