10 Aralık 2011 Cumartesi

Akbük"ün Kürt ninesi (Zilan Deresi Mağduru)

1930"da yaşanan "Zilan Deresi kıyımı"ndan sağ kurtulan, 1980"de 77 yaşında bir otobüsün çarpmasıyla hayata veda eden Akbük"ün "Kürt Ninesi" Nazi Kadın"ın anıları kaldı yadigâr


1930’da meydana gelen Ağrı İsyanı, devlet tarafından bastırılır. Bu isyandan kaçanlar Erciş’in Zilan Deresi’ne doğru gider. 1930 Temmuz’unda, Yüzbaşı Derviş Bey müfrezesi tarafından Zilan Deresi’nin çevresinde bulunan köylerdeki halk, isyancıların bu köylerde saklandıkları gerekçesiyle, toplu kıyımdan geçirilir. Bu kıyımdan sağ kurtulanlardan biri de Bekiri aşiretinin reisi Maruf Ağa’nın en büyük oğlu Şükrü’nün karısı “Nazi Kadın”dır. Askerler ateş etmeye başlayınca, ağa karısı olan “Nazi Kadın”ın çevresini, aşiretlerindeki kadınlar sarar. “Nazi Kadın” ilk çocuğu Salih’i burada kaybeder. “Nazi Kadın”ın çevresini saran kadınların da hepsi ölür, onların cesetleri “Nazi Kadın”ın üzerine yığılır. Üzerindeki cesetlerin fazlalığı onu ölümden kurtarır. “Nedir bu bizim başımıza gelen Allahım? İsyancılardan dolayı bunca suçsuz-günahsız insanı neden kıydılar? Biz Kurtuluş Savaşı’nda Ruslara ve Ermenilere karşı savaşmadık mı? Biz Kürt-Türk elele bu ülkeyi düşmanlardan kurtarmadık mı?” diye hayıflanır ve ağlar. “Nazi Kadın”, orada o cesetlerin altında, aklından/içinden geçen bu duygu ve düşünceleri, yıllar sonra, sanki o anı yaşıyormuş gibi, etrafındakilere böyle aktarıyordu.
1903 doğumlu olan “Nazi Kadın” bu olaylardan sonra iki çocuğuyla Isparta’da, ‘mecburi iskân’a tabi tutuldu. Eşi Şükrü ise tutuklu olarak Adana Cezaevi’ne gönderildi. Şükrü Ağa, İstiklal Mahkemeleri’nde yargılandı. Nazi Kadın, Isparta’ya, kızları Muhabbet ve Şöhret’le geldi. Onlar küçüktü daha. Devlet, halı dokuma atölyelerinde iş verdi ona. Bu işin yabancısı değildi. Erciş’teyken de halı dokurdu. Şükrü (Erol) Ağa cezaevinden çıktıktan sonra, Isparta’ya eşinin ve iki çocuğunun yanına geldi. Orada, Selahattin ve Bahattin dünyaya geldi. Eşi Şükrü, Isparta’da vefat etti. Nazi Erol, 4 çocuğuyla, 1942 yılında, Akbük’e akrabalarının yanına taşındı.
Akbük’e gelenler Van-Ercişli, Muradiyeli ve Bitlis-Adilcevazlıydı. (Akbük, 1990’a kadar Milas’a bağlı bir köydü. Daha sonra Didim’e bağlandı. Aynı zamanda 400-500 nüfuslu bir Rum köyüdür. Rumlar, 1924 mübadelesiyle buradan ayrıldı. Orada Rumlara ait bir kilise var. Bu kilise 1974’e kadar okul olarak kullanıldı. Belediye tarafından 2007’de restore ettirildi ve şimdi kütüphane olarak kullanılıyor.)
“Nazi Kadın”, geldiği yerleri hiçbir zaman unutamadı. Oraların özlemini çekti hep. Erciş’teki köylerini, oradaki yaşantılarını özlemle andı. Hani bülbülü altın kafese koymuşlar da, “Ah vatanım, vah vatanım” demiş ya... Onun durumu da öyleydi. Aşiretlerinin sahibi olduğu köylerin isimlerini şöyle sıralardı: Cergeşin, Babuşkin, İncesu, Harhuz (Yünören) ve Bitlis’e bağlı Adilcevaz’ın Akçıra köyü. 

Yoksulluğa geçiş
Nazi Erol, Doğuda varlıklı bir yaşam sürerken, buralara geldiklerinde yoksul bir yaşamın içine girdi. Geçimini sağlamak için pazarlara gitmeye başladı. Pazar eşyaları, eşek veya atlara yüklenerek götürülürdü. Ailenin bakımı ve geçimini o sağlıyordu. O zamanlar, aileden birinin eşi ölmüş, birinin eşi cezaevinde, birinin eşi kaçak... Yani ailenin erkekleri bir şekilde dağılmış. “Nazi Kadın”, aileden herkesin yetiştirdiği -sebze-meyve, süt-yoğurt-peynir, zeytin-yağ-sabun- ne varsa pazarda satılacak, herkesininkini ayrı eşeklere yükler, beş-altı eşeği birbirine bağlar, adeta bir eşek kervanıyla pazara giderdi. Onları pazarda ayrı ayrı ve yan yana dizer, herkesin nesi satıldıysa, onun parasını ayrı koyardı. Pazar dönüşünde de herkese, kuruşuna kadar, parasını teslim ederdi. 
Kızı Şöhret Şam, eşinin kardeşi Yusuf Keser’in oğlu Silo Şam’la evlendi. Silo Şam, onun damadıydı. (Sülaledeki ailelerin soy isimleri farklıdır. Aynı soyisimden olanları, devlet, o zaman birarada tutmuyormuş) Bir gün Silo Şam, Akbük’teki karakol komutanıyla kavga ediyor. İş, mahkemeye yansıyor. Silo Şam da kayınvalidesi Nazi Erol’u, kendi lehine ifade vereceğini düşünerek, şahit yazdırıyor. Mahkemede hâkim, “Nazi teyze, bildiğini, gördüğünü doğru söyleyeceğine dair yemin eder misin?” diye soruyor. “Ederim” diyor. “Anlat bakalım ne gördüysen, ne biliyorsan.” Nazi Erol başlıyor anlatmaya:  “Oğlum, Süleyman eline bir odun aldı, vurdi vurdi, odun kırıldı. Gitti başka bir odun daha aldı, onunla da vurmaya devam etti. Yalnız, komutan da ona vurdi” diyor. Hâkim, “Tamam nine” diyor. Hakim soruyor bu sefer, “Bu, senin neyin oluyor?”, “Damadım” diyor. Hakim: “Sen damadın için yalan söylemez misin?” “Hayır, söylemem!”, “Ama senin verdiğin ifadeden dolayı ceza alıp hapis yatabilir”, “Olsun, ben asla yalan söylemem” diyor. O zaman, hâkim, “Ben de senin bu dürüst davranışından dolayı damadını bağışlıyorum” diyor. 
Nazi Erol’un kendilerinden (1945’ten) sonra buraya gelen Kazıklılı vatandaşlarla arası çok iyiydi. (Akbük, 1955’e kadar Milas-Kazıklı köyünün bir mahallesiydi.) Onlara yardımcı olurdu. Yol gösterirdi. O, Akbük’te herkes tarafından saygı gösterilen bir kadındı. O, Akbük’ün “Kürt Nine”siydi. Eşlerin birbirlerine karşı anlayışlı-hoşgörülü olmalarını, aralarındaki sorunları büyütmemeleri gerektiğini söylerdi. Bu nedenle kendi çevresindeki kadınlara, kendi tecrübelerine dayanarak adeta bir yaşam dersi verirdi. O, 1980 yılında 77 yaşında öldü. “Zilan Deresi kıyımı”ndan sağ kurtulan, Akbük’ün “Kürt Ninesi”nin yaşamı, bu olaydan, 50 yıl sonra, cezaevindeki yakınlarını ziyaretten dönüşte, Söke-Didim-Milas yol kavşağında, Dalyan köprüsünün yakınında, bir otobüsün çarpması sonucu sona erdi. Çileli bir ömür bu şekilde son buldu.

NEVZAT ÇAĞLAR TÜFEKÇİ: Araştırmacı

Radikal Gazetesinden Alınmıştır...

1 yorum: