29 Kasım 2011 Salı

Özgür Gündem Gazetesi: ‘200 bin Kürt öldürüldü’

Kürtlere yönelik katliam Dersim’le sınırlı değil. Sadece 1926-28 yılları arasında Muş’tan Osmaniye’ye kadarki hatta işlenen katliamlar bile insanın kanını donduruyor
» ‘SİSTEMATİK FİZİKİ KATLİAM’
Dersim Katliamı, 1925-1938 arasındaki “sistematik fiziki katliam” döneminin sadece bir parçası. Şeyh Said İsyanı sonrasında yürürlüğe konulan Şark Islahat Planı çerçevesinde Kürt coğrafyasında neredeyse katliamın yapılmadığı yer kalmadı. Genelkurmay belgeleri ve Ağrı
Dağı İsyanı’na katılan Kürt örgütü Xoybûn’un 1930’daki kayıtları da korkunç bilançoyu gözler önüne seriyor.

» KADIN-YAŞLI DEMEDEN...

Xoybûn’a göre, 1926-28 arasında Muş’tan Osmaniye’ye kadarki hatta işlenen katliamın bilançosu şöyle: “8 bin 758 ev yerle bir edildi. 15 bin 206 kadın, çocuk ve eli silah tutmayan yaşlı bu köylerin yıkıntılarında katledildi. Kıtlık, hastalıklar ve doğa şartları sonucunda hayatını kaybeden sürgünlerin sayısı, cellatlarının süngüleri altında ölenlerle birlikte 200 bini aşıyordu.”


‘200 bini aşkın Kürt öldürüldü’

Xoybûn’un 1930’daki kayıtlarına göre, 1926-28 arasında Muş’tan Osmaniye’ye kadarki hatta işlenen katliamın bilançosu Dersim Katliamı’nı aratmıyor: ‘8.758 ev (213 köy - Genelkurmay’a göre 280) yerle bir edildi ve 15 bin 206 kişi bu köylerin yıkıntılarında katledildi. Kıtlık, hastalıklar, kötü muamele ve zorunlu doğa şartları sonucunda hayatını kaybeden sürgünlerin sayısı, cellatlarının süngüleri altında ölenlerle birlikte 200 bini aşıyordu’

Dersim Katliamı ile ilgili tartışmalar sürüyor. Başbakan Erdoğan, yarım ağızla da olsa özür diledi. Bununla birlikte Dersimlilerin başka talepleri de var. Bunlardan en dikkat çekeni devletin bütün arşivlerinin açılması oluyor. Arşivlerin açılması durumunda Cumhuriyet’in kuruluşunda nelerin yaşandığı rahatlıkla görülebilecek.

Öte yandan Dersim tartışmasına bakıldığında bir hususun eksik kaldığı görülüyor. Bu da, katliamın bir dönem politikası mı, yoksa münferit mi olduğu yönünde. Arşivlerin açılması bu açıdan önemli olurken, ayırca açığa çıkan belgelere bakıldığında ise rahatlıkla şu durum tespiti yapılabilir: Dersim Katliamı, Şeyh Said İsyanı’nın bastırılmasından sonra yürürlüğe konulan Şark Islahat Planı kapsamında 1925-1938 tarihleri arasında gerçekleştirilen bir dizi fiziki katliamdan bir tanesidir! Bu dönem Kürtlere karşı “tedip, tenkit” harekatlarının bol bol yürürlüğe konulduğu ve onbinlerce kişinin öldürüldüğü, yüzbinlercesinin yerinden yurdundan sürüldüğü, binlerce köyün yakıldığı bir dönem oluyor. Dolayısıyla Dersim Katliamı’nı ele alırken, 1925-1938 tarihleri arasında Kürtlere karşı “sistematik fiziki katliam” sürecinin dayatıldığını görmekte yarar var.

Koçuşağı ile başladı

Ortaya çıkan belgeler, ortaya atılan bu iddiayı doğruluyor. Sadece iki örnekle ilgili bulgulara bakmak bile iddianın ciddiyetini ortaya koyuyor. Bunlardan ilki 6 Eylül - 27 Kasım 1926 tarihleri arasında Dersim’de Koçuşağı Aşireti’ne yönelik geliştirilen katliam oluyor. Bu katliam için Genelkurmay Yayınları tarafından çıkarılan ve daha sonra toplatılan “Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar” kitabı önemli veriler sunuyor.

1943’te Van Özalp’ta 33 Kürt köylüsünün öldürülmesi olayıyla hep gündeme gelen Mustafa Muğlalı, “öteden beri Dersim’in yenik olmayan aşireti ve milli kahramanları adını taşıyan Koçuşağı haydutları” dediği Koçuşağı Aşireti’ne yönelik imha harekatında görevlendirildi. O dönem Albay rütbesinde olan Muğlalı, Elazığ ve Havalisi Komutanı idi. Koçuşağı Aşireti’ne yönelik başlatılan ve uçakların da kullanıldığı harekat kapsamında çok sayıda köy bombalanmış ve yakılmış, çok sayıda kişi öldürülmüş ve çok sayıda mala el konulmuştu. Aşiretin toplam nüfusunun en fazla 5 bin civarında olduğu kaydediliyor. Bu harekat kapsamında aşirete yönelik ciddi bir zaiyat oluştuğu belirtilebilir. Net bir bilanço olmamakla birlikte, Muğlalı’nın 28 Kasım 1926’da yayınladığı emirde belirttiği gibi “her kaya arkasında, her meşe dibinde, her kaya kovuğunda, her mağara içinde” Koçuşağı Aşireti mensubu aranmış ve öldürülmüştü. Genelkurmay belgelerinde özellikle “Ali Boğazı’nda bulunan mağaralarda onlarca kişinin imha edildiği” belirtiliyor. †

Mülkiye Müffettişi Hamdi Bey’in Şark Islahat Planı kapsamında İçişleri Bakanlığı’na 2 Şubat 1926’da sunduğu raporda, “Dersim, Cumhuriyet hükümeti için bir çıbandır. Bu çıban üzerinde kesin bir ameliye yapmak memleket selameti bakımından mutlaka lazımdır...” denilmişti. 8 ay sonra gerçekleştirilen Koçuşağı Katliamı’nda uygulanan yöntemler ve güdülen amaç, 1937-38 yıllarında gerçekleşecek olan Dersim Katliamı’nı haber veriyordu. Nitekim Dersim Katliamı’nda da “her kaya kovuğunda, her mağarada, her meşe dibinde” insan aranmış ve imha edilmişti. Orada da uçaklar kullanılmış, köyler yakılmış ve insanlar yerlerinden sürülmüşlerdi.

Katliam hattı oluşturuldu

Dersim’in “sistematik fiziki katliam” sürecinin bir parçası olduğunu gösteren bir başka örnek de, Genelkurmay kayıtlarında “Bicar Tenkil Harekatı” olarak geçen ve Muş’un güney kısımlarını, Bingöl, Genç, Kulp, Lice, Silvan, Piran, Hani, Gökdere, Cirbir, Palu ve Osmaniye’ye kadar uzanan alanı kapsayan bölgede gerçekleştirilen katliam oluyor. Bu harekat, yine Şark Islahat Planı kapsamında 1925-1928 yılları†arasında gerçekleştirilen ve sonraki yıllarda, özellikle Ağrı İsyanı†ve Dersim Katliamı sonrasında sürdürülen “tedip ve tenkil” harekatlarının bir parçası†oluyor.

Uygulanan vahşetin düzeyi devlet arşivleri açıklandığında kuşkusuz daha iyi görülecek. Ancak ortaya çıkan iki belgeye bakmakta yarar var. Birincisi 1930 yılında Xoybûn Örgütü (Ağrı İsyanı’nı örgütleyen Kürt örgütü) adına yazılan “Kürt Sorunu - Kökeni ve Nedenleri” adlı belge oluyor. Bu belgede 1925-1928 yılları şu korkunç bilançoya yer veriliyor: “Yarım milyondan fazla Kürt 1925-1926, 1926-27, 1927-28 kışları boyunca Cumhuriyetin Batı vilayetlerine sürgün edildi. Türk hükümeti, zorlu kış şartlarının oluştuğundan emin olmak için Kürt sürgün topluluklarını kar yağışlarının başlamasından sonra harekete geçiriyordu. Yaz boyunca bu sürgün toplulukları Kürt vilayetlerinin merkez noktalarında kıtlığa, hastalıklara ve bütün kötü hava koşullarına maruz bırakılmış olarak kederli talihlerini bekliyorlardı. Bu yıllarda, 8.758 ev (213 köy) yerle bir edildi ve 15.206 kadın, genç kız, çocuk ve eli silah tutmayan yaşlı bu köylerin yıkıntılarında katledildi. Maruz kaldıkları kıtlık, hastalıklar, kötü muamele ve zorunlu doğa şartları sonucunda hayatını kaybeden sürgünlerin sayısı, cellatlarının süngüleri altında ölenlerle birlikte 200 bini aşıyordu. Tek bir Kürtçe kelime kullanmak, hal ve şartlara göre, kısa yoldan idama hüküm giydirebilen bir suçtu.”

Genelkurmay itirafları

Diğer belge ise yine Genelkurmay’ın “Türkiye Cumhuriyeti’nde Ayaklanmalar” kitabı oluyor. Xoybûn’un belgesinde yakılan köy sayısı 213 olarak verilirken, Genelkurmay bu sayının 280 olduğunu, yani daha yüksek olduğunu kaydediyor. Genelkurmay belgelerinde bazı vahşet örnekleri de gösteriliyor: “Bazı köylerin müfrezeler gelmeden boşaltıldığı görülmüş, bunun üzerine köye muhit olan arazi kısımlarının da dikkatle araştırılmasına zorunluluk hasıl olmuş, tarlalar, odun, ot, saman yığınları, ormandaki inler, mağaralar, komlar tamamen araştırılarak perakende bir surette buralara sığınan, çoğu erkek, kısmen de kadın ve çocuklardan ibaret kümeler toplattırılmıştı. Yakalanan bu şahıslar arasında kadınlar tecrit edilerek, silahı ile tutulan ve eşkıya ile ilişkisi olduğu anlaşılanlar hemen kurşuna dizilmişti. (...) (Botyan, Murtazan, Zengezor bölgesinde miktarı 22’ye yükselen köy) eşkıya ile tamamıyla birlik olduğu anlaşıldıktan sonra yakıldı... Kül haline gelen saman yığınları arasında mukadder akıbetine uğrayan birçok eşkıya avenesinin cesetleri teşhis edildiği gibi, takip müfrezeleri buraya yaklaştığı sırada elinden silahını atarak kendine masum hal ve tavrı veren birçok kimseler dahi yakalanarak hemen imha edildiler. Süpülük Dağı’nın taranması sırasında Ömer Faro çetesine mensup 49, Emin Miko çetesine mensup 6 silahlı ve 39 silahsız, Kançavare ormanlarında da yine Emin Miko’ya mensup 4 silahlı, 12 silahsız şaki tutularak öldürüldüler.” (Sayfa: 240)

Kadın çocuk ayrımı yok

Genelkurmay katliamda “kadınların tecrit edildiğinden” söze diyor. Ancak Xoybûn’un belgesinde yer alan şu örnekler durumun çok farklı olduğunu gösteriyor: “(Şexlat Köyü - Lice’ye bağlı) İdam mangasının Kumandanı Ankaralı Türk Çavuş Hasan Köşe tarafından üç tane gebe kadının karınları yarıldı ve iki bebek beşiklerinde boğazları sıkılarak öldürüldü. (Dayla Köyü - Lice’ye bağlı) Suvari sınıfının kaptanı Hıfzı Bey, köyün en güzel 12 genç†kızını† seçtikten sonra ikisine askerlerinin önünde tecavüz etti ve bu zavallıların  ırzlarına geçmesi için askerlerine teslim etti. Bu vahşi acının ardından hepsi öldürüldü.” (Xoybûn’a göre, Şexlat’ta 80 ev yakıldı, 398 kişi katledildi, geriye 25 kişi hayatta kaldı. Dayla’da ise 30 ev yakıldı, 147 kişi öldürüldü, sadece 13 kişi sağ bırakıldı.)

Xoybûn’un belgesinde yer verilen şu örnekler de çarpıcı: “(Şelê Köyü - Aşağı Turalı - Hani’ye bağlı) Köyde hayatta kalabilenlerden biri olan Kazo, köy halkından 5 kişinin köyün ortasından çıkan petrolden içirildikten sonra köy yolunda yürek parçalayan çığlıklar arasında canlı canlı ateşe verilerek öldürüldüklerine tanıklık etti.” (Xoybûn’a göre, Şelê’de 120 ev yakıldı, 585 kişi öldürüldü, sadece 15 kişi sağ bırakıldı. Bu köy 1990-1994 yılları arasında yine yakıldı ve köylüler Batı’ya göçertildi.)

Dengir Fırat: Kürtlerden toplu özür dilenmeli

AKP eski Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat, Kürt coğrafyasına 40’tan fazla harekât yapıldığını ve bunların bir kimliği bastırma amacıyla gerçekleştirildiğini söyledi. Başbakan’ın özrünü yetersiz bulan Fırat, devletin tüm arşivlerini açmasını ve Kürtlerden toplu özür dilemesini istedi. “Türkiye’de ikili sistem var, Türkler vatandaş, Kürtler tebaa olarak görülüyor. Vatandaşa haklarını verirken lütfetmezsiniz, ama tebaaya haklar verilirken lütfedersiniz” diyen Fırat, “TRT Şeş’i açtık diyorlar. Ama orada çocuklar uyurken masal anlatmak yasak. Türkiye demokratikleşecekse önce yalanlarıyla yüzleşecek. Devletin Kürt halkına özür borcu var. Bizden toplu halde özür dilemeli” dedi.

‘Meclis’in kollektif özrü gerekir’

Dersim Katliamı sırasında Başbakan olan Celal Bayar’ın 25 yıl avukatlığını yapan Hüsamettin Cindoruk, Bayar’ın Dersim’e ilişkin “Atatürk bize vurun dedi, vurduk. Tenkil ve tedip ederek Cumhuriyet topraklarına Tunceli’yi kattık” dediğini söyledi. Cindoruk, Başbakan’ın özrünün bir anlamı olmadığını belirterek, “Mühim olan Meclis’in kolektif özrü” dedi.

Nuri FIRAT  : 29.11.2011 08:42

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder