22 Ağustos 2018 Çarşamba

Kürdistan’da Üç Nesildir Yankılanıp Unutulmayan ‘Hawar’ Sesleri

Bu hawar sesi ve bu feryatlar, tarih boyunca masum ve mazlum Kürd kadınlarının düşman vahşetine karşı kullanabildikleri tek ve vazgeçilmez silahları olarak bilinmektedir.


Yıl 1931’in Ağustos ayı, yer büyük ve küçük Ağrı Dağlarının arasında ki derin ve kayalık bir vadi, olay Türkiye ve İran sömürgeci güçlerinin Ağrı Serhıldanını bastırmak/bitirmek üzere, her iki işgalci devletin ortaklaşa düzenledikleri operasyon ve katliamlar, konu Kürd yurtsever savaşçılarının çoluk çocuk ve kadınları kurtarmak üzere düşman çemberini yararak İran istikametine doğru kaçış eylemi.



İki dağın arasında ki vadinin her iki yanına önceden mevzilenmiş işgalci güçlerin top ve ağır makineli tüfeklerin kullanılarak, Kürd ailelerinin kaçışını engellemek üzere toplu katliam uygulamaları esnasında, bindiği atın vurulmasının peşinden şarapnel parçasıyla bacağı parçalanmış bir Kürd kadını, canının acısıyla çevrede ki insanlara feryat ediyor.

‘Lawo lawoo, zılamno, ez ne mırime, ez saxım ez brindarım, laşê min destê dıjmın da nehêlin, hawar hawar ez nemırime, ez brindar ım, min erdê nêhelin’


Evet ,aslında bu ve böylesi seslere Kürd halkının kulakları hiçte yabancı değil, tarih boyunca sömürgeci katillerin Kürdlere reva gördükleri vahşet ve toplu kıyımlarda böylesine feryat sesleri hep duyulmuş, ne yazık ki günümüzde de duyulmaktadır. Aslında bu acılı ses ve bu feryatlar, Kürdlere reva görülmüş vahşet dolu ve insanlık dışı lanetli kaderin değişmez sesi ve feryadı olarak bilinmekte ve belleklerimizde iz bırakmıştır.


Yukarıda Kürdistan tarihinde sadece örneklerden birisi olarak geçen olayın kadını ve sesin gerçek sahibi babam Hasan TAYSUN’un anası ve Türklerin saflarında Rus işgaline karşı koyan milis güçlerine komutanlık yapmış Xelikan Aşiretinin reisi Eyüp Ağa’nın kızı ve benim de nenem olan Cevahir Xanımdır. İşte bu hawar sesi ve bu feryatlar, tarih boyunca masum ve mazlum Kürd kadınlarının düşman vahşetine karşı kullanabildikleri tek ve vaz geçilmez silahları olarak bilinmektedir.

İşte bu ve benzeri düşmanın vahşet uygulamaları ve kulaklarımızdan eksilmeyen hawar acı ve feryatlar, bizleri Kürdistan’ın özgürlük ve bağımsızlık mücadelesinde birer çelik yürekli peşmerge, gerilla, militan ve ödün vermeyen siyasetçiler, olarak yerimizi almamızın ana sebebi olmuştur. Bütün bu sebeplerden dolayı biliyor ve inanıyoruz ki, Kürdistani mücadele zaferle sonuçlanmadan, Kürd Halkı özgürleşemeyecek ve bizlerde görevlerimizi layıkıyla ve onurlu bir biçimde yerine getirmiş sayılmayacağız. Ayrıca bu kutsal mücadelede zafere ulaşmadan Kürd analarının, Kürd çocuklarının, bir bütünen Kürdistanlıların acıları hiç bitmeyecek ve hawar sesleri nesilden nesile sürüp gidecektir.

Yukarıda özetle anlatmaya çalıştığım gerçek anlamda yaşanmış bu hikayeyi, rahmetli babam ve benim için büyük insan Hasan TAYSUN’dan defalarca ve onun acılı göz yaşlarını izleyerek dinlemiş ve onun yüreğinin nasıl sızladığına bizzat şahit olmuştum. Hasan TAYSUN, 1927 yılında Ağrı harekâtına katılan ve bu süreçte anası dâhil birçok yakınını kaybeden ve hareketin kırılmasından sonra, 16 yıllık İran’ın Kaşan vilayetinin sürgün yaşamından kaçarak, Mahabad Kürd Cumhuriyetinde ki mücadeleye katılmış ve 11 aylık Kürd Cumhuriyeti süresince önemli görevler üstlenmiş, Kürdistani mücadele konusunda oldukça fazla deneyimli ve birikimli birisi olarak, 1948 yılında aşiretimize mensup 386 aile ile birlikte İran’dan Türkiye’ye geçmiştir. Türkiye’ye geçtikten sonra, T.C. Devletinin uyguladığı 3 yıllık sürgün yaşamının ardından, kendi ata toprakları olan Kürdistan’ın Ağrı vilayetine yerleşerek, kalan ömrünü büyük bir cesaret örneğiyle tecrübelerini o dönemde siyaset yapan yurtsever Kürd gençleriyle paylaşarak ömrünü tamamlamıştır.


Burada hem babam Hasan TAYSUN’ dan hem de 3. Nesil Kürdistan devrimcisi olarak, 45 yıllık siyasi yaşamımda öğrendiğim ve yeni nesillere haddim olmayarak anlatmak istediğim şey, bir ulus olmanın tüm koşullarına sahip olan Kürdlerin en büyük eksiği sayılabilecek birlikteliklerini kurmadan ve birbirine tahammül etmeden alabilecekleri bir mesafeyi tahayyül bile edemiyorum. Yurtsever bir ailenin ömrünün son çeyreğine gelmiş ve kendi milletine aşık olan birisi olarak tüm Kürdlere nasihat ve vasiyet anlamında seslenmek istiyorum; Artık birilerinin tetikçisi olmayı bırakıp kendi aralarında tüm farklılıklarına rağmen, Kürdistani bir anlayışla kendi halkına ve kendi ülkesine hizmet etmeyi şiar edinerek, birbirlerini kucaklamalarıdır, aksi durum her birimizin başkalarının tetikçisi, maşası yada taşeronu olarak bu dünyadan göç etme sonucunu doğuracaktır. Bununda gerçek adı alçaklık, hiçlik ve kepazeliktir.


Saygılarımla,


M. Hüseyin Taysun - Ağrı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder