“HAYALİ” KÜRDİSTAN NEREYE “GÖMÜLDÜ”?
19 Eylül 1930 tarihli Milliyet gazetesinde bir karikatür yayımlanır. Karikatürde bir dağ resmi onun üstüne de bir mezar taşı çizilmiştir. Mezar taşının üstündeki yazı ilgiye değerdir: ”Muhayyel Kürdistanburada meftundur!” Günümüz Türkçesi ile söylersek “Hayali Kürdistan burada yatmaktadır”. Karikatür Ağrı Dağı isyanının bastırılmasından hemen sonra çizilmiştir ve belki de T.C Devletinin Kürt Meselesi konusundaki paradigmasını da ortaya koymuştur: ”Kürdistan ve Kürtler Ağrı dağına gömülmüştür.” Peki tarih T.C Devleti’nin Kürtler ve Kürdistan konusundaki bu paradigmasını doğrulamış mıdır?
Resmi tarih genellikle Kürtler ve onların isyanları konusunda belli bir yargı oluşturmayı başarmıştır. Bu yargı Kürt isyanlarının ulusal niteliği olmadığı yönündedir. Tabii ki, T.C Devletini ve onun resmi tarih anlayışını bu konuda anlayabiliriz çünkü onlar için Kürtleri bir ulus olarak kabul edip çıkardıkları isyanları da ulusal nitelikte saymak tehlikelidir. Zira Kürt diye bir ulus yoktur ki bir de ulusal nitelikte bir isyan çıkarsın. Hâlbuki TC’nin kuruluş yıllarında aşağılama olsa da Kürt ulusunu inkâr yoktur.
İttifaktan inkara
T.C Devletinin Kürtler ile ilgili politikasının “inkâr” mantalitesine ulaşması evrimsel bir sürecin sonucudur. Kürtler bir anda yok sayılmamıştır. 1920 yıllarında T.C ‘yi kuracak kadrolar için Kürtler vardır hatta bir ittifak unsurudurlar. Mustafa Kemal cumhuriyet henüz ilan edilmemişken İzmit’ de gazeteciler ile yaptığı bir röportajda şunları söylemiştir: ”…o halde hangi livanın halkı Kürt ise, onlar kendi kendilerini özerk olarak ilan edeceklerdir.” “Türkiye Büyük Millet Meclisi hem Kürtlerin hem de Türklerin yetki sahibi vekillerinden oluşmuştur.” Kürtler cumhuriyet arifesinde başka belgelerde de ispatlanacağı gibi açık bir şekilde yeni cumhuriyetin “kurucu öğesidirler”. T.C kurulup, emeklemeye başladığı yıllarda ise kurucu öğe oldukları “unutulup” medenileştirilmesi gereken insanlar olarak adlandırılmışlardır. Nedeni açıktır ve belki de T.C açısından anlamlı ve niyetleri belli eden cevabı İsmet İnönü’nün onayı ile Kürdistan üzerine rapor hazırlayan Abdülhalik Renda vermiştir: ” Türkiye arazisinde iki milletin aynı kudret ve salahiyetle hâkim bulunması imkânı yoktur, bu neden ile Türk nüfusunu ve nüfuzunu hakim kılmak farzdır.” Genç cumhuriyet varlığını bildiği ve tanıdığı Kürt halkını Türkleştirmek için hızla çalışmalara başlar. Yatılı bölge kız okulları ve Kürdistan’da görevlilerin Kürtçeyi yok etmek için aldıkları bürokratik önlemler uygulamaya konulur.
İsyan
Kürt ulusu genç cumhuriyete ve onun asimilasyon çabalarına kayıtsız kalamamıştır. Şeyh Sait, Ağrı ve Dersim isyanları birbirini izlemiştir. Bu isyanların niteliklerini devlet ya gizlemiş ya da çarpıtmıştır. İsyanları ise çok büyük bir şiddetle bastıran genç T.C, dişleri yeni çıkmakta olan bir çocuğun dişlerinin keskinliğini tüylü bir şeftaliye sürterek keşfetmeye başlaması misali, emekleme aşamasındaki Türkiye Cumhuriyeti de yeni çıkan dişlerini Kürt halkının derisinde acımasızca keşfetmiştir.
Başlarken bir karikatür örneği ile başladım,”Hayali” Kürdistan’ın gömüldüğünü ifade eden bir karikatür ile. Bu karikatür Kürt-Kürdistan meselesini gömdüğünü ifade ediyordu. Peki, nereye gömdü? Gömemediğini hepimiz biliyoruz ama gömmeye çalıştı. Ağrı dağına, Dersim toprağına, Kürdistan köylerine, asit kuyularına gömmeye çalıştı.Başarılı olamadılar,bir ölü gömülebilirdi ancak.Oysa ki “Muhayyel” Kürdistan Kemal Pir’in,Komutan Agit’in,Musa Anter’in,Uğur’un,Ceylan’ın kalbinde yaşıyor ve inatla nefes almaya devam ediyordu.Maveraünnehir ile birlikte solgun halk çocuklarının kalbine akıyordu.
Değişen ne?
Esas soru T.C bunu sindirebilecek midir içine? Sindiremediği kesin, açılım bahanesi ile gözlerimizin önünde Kürt halkının örgütlü gücü tasfiye edilmeye çalışılmakta. Her ne kadar değiştiği imajını verse de aslında TC’nin Kürt meselesine bakış açısı hiç değişmedi. Ağrı isyanı sonrası Milli şef : ”Bu ülkede sadece Türk ulusu etnik ve ırksal hakları talep etme hakkına sahiptir. Başka hiç kimsenin böyle bir hakkı yoktur” demiştir. Şimdi de böyle söylenmese de fiilen bu söze paralel bir süreç yaşanıyor. Devlet eline her fırsat geçtiğinde Kürt halkının taleplerini baltalamış ve engellemiştir. Lakin şimdi yine bir geriye dönüş söz konusudur. Şöyle ki, özellikle T.C kuruluş yıllarında Kürt halkını tanımış, kurucu öğe olarak görmüştür zamanla aşağılamaya en sonunda da inkâr etmeye başlamıştır fakat görüldüğü üzere bugün korkarak da olsa Kürt realitesi kabul edilmiş, ya da Kürt hareketinin mücadelesi sonucunda kabul edilmek zorunda kalınmıştır). Gerçi inkâr tam olarak son bulmamıştır. Sonuçta PKK ve yürütme organları “sözde”dir devlet nazarında. Hatta PKK’nin önderi Abdullah Öcalan dahi “sözde” olabilmektedir T.C için. Sonuç olarak Devlet 20’lerde ki gibi biçimsel olarak Kürt realitesini tanısa da niteliksel olarak hala tanımamaktadır. Kürdistan devlet için “Güneydoğu”, PKK “sözde” iken ve henüz on iki yaşında öldürülen Uğur Kaymaz “terörist” iken, nasıl bir niteliksel ilerlemeden, açılımdan ya da türevlerinden bahsedebiliriz?
“Hayali” Kürdistan öldürelemedi ama öldürülmeye çalışıldı; solgun halk çocuklarının tam kalbinde. Fakat kabul etmedi yürekler onun öldürülmesini bu nedenle de yaşamaya devam ediyor “Muhayyel”Kürdistan, solgun halk çocuklarının kalbinde. Onurlu bir barış ve onurlu bir birliktelik gibi taleplerin yanında nefes almaya devam ediyor, Muhayyel Kürdistan. Belki lazım olur, gerçekleştirilebilir diye bekliyor onların yanında, T.C tarafından bir türlü öldürülüp,mezara konulamayan “Muhayyel(Hayali)” Kürdistan..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder