17 Haziran 2012 Pazar

'O topraklarda hala ot yeşermiyor' (NİHAD GÜLTEKİN)


"Bir teyzem vardı, bana su getir diyordu. Nasıl gideyim teyze diyordum. Annemin ayakkabısıyla gidip o kanların içinde su getirmemle teyzem vefat etti. Sabah uyandığımda yanımdaki iki kardeş ölmüştü. Yalnız yaşlı olan Miste ölmemişti. Bir de annesi ölen bir çocuk vardı, annesinin memesini emiyordu."


İnsanlık tarihi acı olaylarla dolu. Zîlan katliamı da Serhatlılar için böylesi bir anlam taşımaktadır. Zîlan deresi 20 yıl boyunca yasak bölge ilan edildi. Acıları hatırlamak ve hatırlatmak yıllarca yasak oldu. Katliam acıları hep yüreklerde taşındı, gizlice yaşandı. Ağıtlara, kilamlara konu oldu. Zîlan deresi devamlı olarak Serhatlıların yüreklerinde daima canlı olarak kaldı ve kanamaya devam etti.
Mayıs ayında on gün boyunca Van'ın Erçiş ilçesindeki Zîlan köylerini dolaşma imkanım oldu. Tarihi 1930'da başlatırsak 82 yıldır kanayan bir yaradır Zîlan
katliamı. Neredeyse üç nesil, anne ve babalarından dinledikleri Zîlan anılarıyla büyüdüler. Orada yaşayanlar için dere, katliamı, zulmü, barbarlığı, sürgünlüğü ve ölümü çağrıştırıyor. Gittiğimiz yerlerdeki köylülerin anlatımlarından, olayın hala sıcaklığını koruduğunu, acıların taze olduğu gerçeğini hissettim. İnsanlar katliamı sanki dün olmuş gibi anlattılar bize. Tanıklar katliama mekan köylerini, dağlarını, ovalarını, nehirlerini ve mağaralarını gösterirken, bazen ağlayarak, bazen iç çekerek, bazen de ağıtlar yakarak bir filmi anlatır gibiydiler. Sözlü tarihin bizim ve toplumumuz için önemi bir kez daha ortaya çıkmış oldu. Resmi tarih yazıcılarına karşın sözlü tarih anlatımları, tarihimiz için çok önemli bir kaynak olma özelliğini korumaktadır.

Hikayeler, sahipleriyle gömüldü
1930 yılının yazında Erciş'e bağlı Zîlan mıntıkasında, giriş ve çıkışları askerlerce tutulmuş 44 köy ateşe verilmiş, köylülerin hayvanlarına ve diğer malvarlıklarına el konulmuş, binlerce insan toplu bir şekilde makineli tüfeklerle taranıp öldürülmüş. Kurşuna dizilen köylüler, muhtarlar aracılığıyla toplanmış. Silah sesleri, insan sesleri ile birlikte kesilmiş. Cesetler arasında sağ kalanların olup olmadığına bakmışlar. Onlar süngü ile vurmuşlar. Bazıları, anne ve babalarının cesetleri altında kalarak kurtulmuş.
Cumhuriyet gazetesi, 16 Temmuz 1930 tarihli sayısında katliamı şu şekilde vermiş: "Ağrı eteklerinde eşkıyaya iltica eden köyler tamamen yakılarak ahalisi Erciş'e sevk edilir ve orada iskan olunmuştur. Zilan harekatında imha edilen eşkıya miktarı 15 binden fazladır. Yalnız bir müfreze önünde düşüp ölenler bin kişi olarak tahmin ediliyor. Zilan Deresi'nden sıvışan 5 şaki de teslim olmuştur. Buradaki harp pek müthiş bir tarzda cereyan etmiş, Zilan Deresi lebalep cesetle dolmuştu."
Belgesel ile ilgili bazı çalışmalar için Ağrı ve Zîlan'da bulunduğum sürede, burada hemen hemen herkesin çok ilginç bir hikayesi olduğunu hissederek gördüm. Konuya ilişkin yazımsal veya görsel çalışmaların azlığından ötürü bazı hikayeler, sahipleriyle birlikte toprağa gömülmüş. Bazı hikayeler ise yaşayıp da konuşmamayı yeğleyenler tarafından bir anlamda gömüldü. 85 yaşında olup da 'ben olayı hatırlamıyorum' diyenleri de, 'yaşım 60' diyenleri de anlamaya çalıştık. Bazıları ise yaşadıklarını en ince ayrıntısına kadar anlatma yolunu seçtiler.

'Kimsenin bir suçu yoktu'
Bunlardan biri, Heci Tahir Has. Yanına vardığımızda, daha önce de bazılarının gelip kendisiyle konuştuğunu anlattı. Bir köy evinin dar odasının bir köşesindeki yatağından doğrulayarak bizi memnuniyetle karşıladı. Milk katliamından iki ayağından yaralanarak kurtulan Heci Tahir Has'ın kendi anlatımıyla hikayesi:
"Ben Perexulî köyündenim. Adım Tahir Has. 94 yaşındayım. Ben o zaman küçüktüm. Babam beni iyi yetiştiriyordu. Ben çobanlık falan yapmıyordum. Ailemizin çobanları vardı.
Zîlan'da olaylar başladığında 11- 12 yaşlarındaydım. Ben bu katliamın içindeydim. O katliamda, birçok köyün insanlarını öldürdüler. Onların topladığı köylüler arasında ben de vardım. Katliamda iki yerden ayağımdan yaralandım. Ayağım şimdi iyileşti. (Ayağındaki mermi izlerini gösteriyor) Çok kişi keyfi öldürüldü. Kimsenin bir suçu yoktu. Millet arasında propaganda geliştirdiler. Çakırbey karakolunda 15 asker öldürüyorlar. Derviş bey kafirdi, domuzdu. Alay komutanıydı neydi ben bilmiyorum. Erçiş Türkleri de Kürtlerin düşmanıydılar. Ercişlilerin fesatlığı sonucu her şey oldu. Oysa halk işinde gücünde idi. Zîlan halkı zengindi. Hiçbir şeyden haberleri yoktu. Bu Erçiş Türklerinin politikasıydı. Cevahir Efendi ve milisleri kimi işaret etseler askerler onu tutuklardı. Hele Cevahir Efendi kime parmağını uzatsa, o artık yaşamazdı. Cevahir Efendi'yle Sidiqe Hese Keçele, hükümetin milisleri idiler. Onlara öyle diyorlardı. Kimi işaret etselerdi onlar ölürdü.

'Vesika vereceğiz dediler'
Köylerin muhtarlarını topladılar. Hepsini bir araya getirdiler. Kimse bir tarafa kaçmasın, Derviş bey gelecek. Köy muhtarları on askerle köye gelip milleti topluyordu. Aynen koyun sürüsü gibi topladılar bizi. Köylüleri ayrı ayrı yerlere bıraktıklarında ben de nenemin ellini tutmuştum. Köylüleri taradıklarında ben de oradaydım. O an bana dolu yağışını hatırlatıyordu. Aynen onun gibi. Hava sıcaktı, 7. aydı, ayın kaçıydı ben bilmiyorum. Askerler köylere girdi. Burhan köyünün muhtarını getirmişlerdi, öğle zamanı idi. Koyun sağanları, yemek yiyenleri, tarlalarında çalışanları topladılar. İşlerini yapanları, bütün çoluk çocukları, kadın ve ihtiyarları topladılar. Bizlere dediler ki isimlerinizi yazıp, vesika verip sizleri bırakacağız. Bizi çayın kenarındaki merkez karakolunda, Sarköy'de topladılar. Bütün köyleri böyle topladılar. Burhan köyünde bir evi ateşe vermişler. Bir delikanlı ile bir kız bacadan çıkmış, geldiler. Onların deyişleriyle, evle beraber içindeki insanlar da yanıyormuş. Onlar da bizlere katıldılar. Bizleri kumandanın yanına götürdüler. Kumandan bizleri köy köy ayırdı. Kumandan Derviş Bey, katır binicisi askerlerden, her defasında on askeri bir köy halkının etrafına dizerdi. Parmağı ile yaptığı işaretle, o askerler, orada toplananları ağır makineli tüfeklerle tarayarak onları orada öldürürlerdi. Her dereye bir köyü dolduruyordu. Öğleden sonra bu işe başladılar. Bu insanları öldürme işi, ikinci gün öğleye doğru sona erdi. Biz de gittik. Köylülerimizi de getirmişlerdi. Bizi aç susuz beklettiler. Aramızda olan birkaç erkeği ayırıp bir dereye koydular. Onları orada kurşunlayarak öldürdüler. Bizleri de toplayıp, Milk köyünün mezarlığına götürdüler. Etrafımız askerler ve ağır makineli tüfeklerle sarıldı. Açılan yaylım ateşi sonucunda, oradaki o çoluk çocuğun hepsi öldürüldü. O anı Allah hiçbir kuluna göstermesin. O insanların çığlıkları ve acı acı bağırmaları, ah vahlarını hiç kimse duymak istemez.

En güzel kıyafetleriyle geldiler
Hele o vahşet anını görmek insanı çıldırtır. Zaten sağ kurtulanlardan çoğu aklını kaybetmiştir. Bunlardan tek tük kurtulan oldu. Kadın, çoluk-çocuk, kız, meme emen bebeler, ihtiyarlar, yeni gelin olmuş gelinler ve ihtiyarları topladıkları; herkesi oracıkta katlettiler. Halkı toplarken onlara, herkes kendi yerel kıyafeti ile gelecek, en güzel elbiselerini giyecek, kadınlar bütün takılarını takarak gelecekler dediler. Tarayarak öldürdüklerinden sonra, cenazeleri ters çevirip ölüp ölmediklerini kontrol ediyorlardı. Sağ kalanları süngü ile ya da kurşunlayarak öldürüyorlardı. Ben de cenazelerin arasında, ayağımdan yaralı idim. Annemin beni eteklerinin arasına aldığını hatırlıyorum. Nenem de kendini üstüme attı. Dışarıda kalan ayaklarımın ikisi de kurşunla yaralandı. Aşağı çaya baktım, çay yanımızdan akıyordu. Yaralılar, kendilerini o çaya atıyorlardı. Su kanlı akıyordu. Cesetler suda gözüküyordu. Ölü ve yaralı olanları kontrol ediyorlardı. Sağ varsa süngülerle karınlarını deşiyorlardı. Hamile kadınların bile karınlarını deşiyorlardı. Kaçanların çoğu da suda boğuldular. Askerler durdukları yerlerde ateş edip kaçanları öldürüyorlardı.

Kanlı ayakkabı ile su taşıdı
Ateş ettiklerinde annem ve nenemin altında kaldım. Annem ve neneme baktıklarında benim de ölmüş olduğumu düşünmüşler ki bana dokunmadılar. Sağ olduğumu bilmiyorlardı. Askerler kadınların tüm takılarını alıp gittiklerinden sonra biz orada kaldık. Tümümüz kan içindeydik, ben de iki kurşunla ayağımdan yaralanmıştım. O çığlıkların içinde emekleyerek yürüyordum. Bir teyzem vardı, bana su getir diyordu. Nasıl gideyim teyze diyordum. Annemin ayakkabısıyla gidip o kanların içinde su getirmemle teyzem vefat etti. Sabah uyandığımda yanımdaki iki kardeş ölmüştü. Yalnız yaşlı olan Miste ölmemişti. Bir de annesi ölen bir çocuk vardı, annesinin memesini emiyordu. Biz oradan ayrıldıktan sonra ne oldu bilmiyorum. Babam iki gün bekledikten sonra üçüncü gün geldi. Kayaların oyuklarında yaşamaya başladık. Bizimle beraber yaşayan 50'ye yakın insan vardı.
Bizi orada öldürdüler. Biz üç gün o yaz güneşinin altında aç susuz kaldık. Aramızda gezen askerler, sağ ya da yaralı olanları süngü ile öldürdüler. Küçük çocukların ya da bebeklerin kafalarını potinlerin nalçaları ile eziyorlardı. Potinlerin ökçelerinde, başı iri çiviler vardı. Öylece bizleri öldürdüler. Onlarda merhamet yoktu. Derviş Bey kafirdi. Üç gün o cenazelerin arasında askerler gezdi. O dere ağızlarında sular hep kanlı akıyordu. Kimse kimsenin halini bilmezdi. Orada hepimizi öldürdüler. Nenemin kızı ölmüştü. On cenaze üstüme düşmüştü. Ben bu on cenazenin altındaydım. Beni çevirdiler, her tarafım kan idi. Yüzüm kandan görünmüyordu. Bu durumda beni ölmüş sandıklarından, tekrardan öldürmediler. Beni yuvarladılar, yerde de çiğnediler. Ben korkumdan ölü rolünü yaptım. Onlar da beni ölü sanarak benden vazgeçtiler. Öylece kurtuldum. Ben orada yaralı kaldım. Halen de yaşıyorum. Öldürmeyen Allah öldürmez. Ayağıma kurşun değdiği için ben emekleyerek cenazelerden ayrıldım. Halamın oğlu beni aldı, kardeşim ve bacım kurşunlarla taranmıştı.

'Toprak hala kıpkırmızı'
Yedinci aydı. Çok sıcaktı. O esirlerin hepsi öldürülürken, suya atlayanların çoğu suda boğuldu. Çünkü suyun yanındaydılar. Öldürme işi bitince gördüm. Elinde bir kağıt olan asker, diğer elinde beyaz bayrak sallayarak geldi cenazelerin üstüne. Ateşkes dedi. Askerler cenazelerin arasına girdi. Kadınların boyunlarındaki boncuklara varana kadar bütün takıları, kıymetli olan ne varsa hepsini aldılar. Zinetleri topladılar. Altınlar, mercanlar... Üç gün topladılar. Oradaki kumandan bindi atına, çekti gitti. Asker cenazelerin arasında kaldı. Sağ olanları da öldürdükten sonra çekilip Erciş'e gittiler. O köylerin hayvanlarını, Patnos ve Erciş'in milisleri götürüp aralarında paylaştılar. Yarısını hükümet aldı, yarısını da milisler yedi. O cenazeler yerlerde kaldı. Sahipleri olanlar, gelip cenazelerini alıp götürdüler. Zaten çoğunun sahibi yoktu. Hepsi orada güneşin altında sahipsiz kaldı. O dereler ta son yıllara kadar etleri çürüyenlerin kemikleri ile doluydu. İnsan kanının döküldüğü o yerlerde hala ot yeşermiyor. Toprağı halen kıpkırmızıdır.
Önce yakaladıklarını öldürdüler, öldüremediklerini yakalayıp hapse attılar. Onlar da yakaladıklarını cezaevlerine gönderdiler. Kocapınar'dan, Warkoz köyünden olanlar vardı. Daha aşağı köylerden olanlar vardı. Birçok insanı tutuklayıp gönderdiler. Tanımadıklarım çoktur. Köylerde ne kadar ileri gelen varsa hepsini toplayıp, Erciş ve Van cezaevlerinde yer kalmayınca, yakalananlardan ileri gelenleri Adana cezaevine gönderdiler. Babam da Adana cezaevinde 7 yıl kaldı. Ölmeyenlerin bir kısmı da cezaevinde çeşitli hastalıklardan öldü. 7 yıl orada tutuklu kaldılar, sonunda hepsini af ettiler. Çıkanlar çoluk çocukları ile birlikte sürgün oldukları yerlere gittiler. 1948 yılıydı. Af çıkana kadar oralarda yaşadılar.

'20 yıl kimse Z îlan'a girmedi'
Benim babamdan kalma yerlerimin tamamını hükümet zaptetti. Zaten ev barkımızı yaktı. Zaptettiği yerimizi de hara yaptı. Erciş'teki Türkler ve hükümetin Türkleri, yerlerimizi kullanıyorlar. Biz ise, şu anda zavallı ve esir olmuşuz. Ortalıkta perişanız. Ben şimdi Erciş'te oturuyorum. Zîlan'a yirmi yıl kimse girmedi. Yirmi yıldan sonra hara oldu. (Altındere Harası, Zîlan'ın yarısından fazlasını kaplar. Devlet haraları üretme çiftliği haline getirmeye çalışıyor. Köylülerin yerlerini başkalarına kiralıyor. Köylüler de kendi topraklarına dönmek için hukuksal mücadele veriyor.) Şimdi de haranın bir kısmını, en güzel yerini, Kırgız Türklerine verdiler. Gerisi de hara olarak kalıyor.
Babamla daha sonra şuan kaldığımız köye geldik. Kaçak yaşadık çünkü hala insanları arıyorlardı. Yaşı büyük olanları, Erçiş Türklerinin isimlerini verdiği tüm köylüleri arıyorlardı. Mağarada iken bir ara silah sesinden sonra mağaradan çıkmak zorunda kaldık. Çünkü yılanlar çok doluşuyordu. Babama bu olanları anlattım. Babam mağaraya duman bıraktı. 40 kişiye yakın aç kalıyorduk. Babam beni sırtına alıyordu. Ayağım kurşunlanmıştı. Daha sonra beni bir Kürt hekime götürdüler. Sonra Hamur ve Diyadin'e akrabalarımın yanına gittik. Hükümet orada babamı yakaladı. Artık öldürmüyorlardı, tutukluyorlardı. Van ve Erciş'te yer olmayınca Adana'ya gönderiyorlardı. O ara bazı kişileri de öldürüyorlardı. Pertax köyünde Hemo'ların 16 kişisini de öldürdüler. Öldürdükleri tüm insanları hepsini bir mezara koydular.
Daha sonra babam yakalanınca amcalarımın yanında kaldık. Pertax'a gelip yerleştik. Annemi, kız kardeşimi, pecekteki kardeşimi, nenemi, babamın kız kardeşini, babamın dayısını öldürdüler. Bu acılar üzerine kilamlar yapıldı. (Bir kilamın sözlerini okuyor.)"
Zîlan'da unutulmayan, unutturulamayan acı, bütün zamanların baskı ve yasaklarına rağmen kendini hatırlatıyor. Zîlan sadece Zîlanlıların değil, hepimizin acısıdır. Zîlan, toplumsal belleğimizdir. Dinlediklerimiz, gördüklerimiz ve söylediklerimiz, söyleyeceklerimiz, toplumsal belleğimizin dile gelmesidir...

Özgür Politika Gazetesi PolitikART eki



PolitikART'ın Zilan katliamı ve Ağrı İsyanları ile ilgili diğer yazıları:

OKUMAK İÇİN, YAZILARIN ÜSTÜNE TIKLAYIN.

Çocukluğumun Zîlan Deresi (GÜNAY ASLAN)




Özgür Politika Gazetesi PolitikART eki: Zilan Katliamı




Kanlı bir derenin hikayesi: Geliyê Zîlan (SEDAT ULUGANA)




Zîlan'da bir eşkıya fotoğrafı ve tarihin tekerrürü (SELAHEDDÎN BIYANÎ)




Zîlan kan, Zîlan süngüye asılı... (NECMETTİN SALAZ)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder