Türk medyasının çok sevdiği bir haber türü var. Bu ülkeye sonradan gelip Kürtlere karşı devletin safında yer alan hatta eline silah alan muhacirlerin, göçmenlerin hikayelerini kahramanlaştırıp vermeyi çok seviyorlar. Aynı hikayeleri ısıtıp ısıtıp sürekli servis ediyorlar. Onlar üzerinden adeta Kürtlere ders ve gözdağı veriyorlar.
Sık sık özellikle internet medyasında yer alan "Van'ın çekik gözlü korucuları" o haberlerden sadece birisi.
Haber ilginç, fotoğraflar dikkat çekici, 'bir grup Kırgız, yıllar önce Afganistan'dan gelip Van'ın Erciş ilçesine yerleşmişler" bir süre sonra muhacir olarak geldikleri bu memleketin "korucusu" olma şerefine nail olmuşlar.
Haberde her şey var ancak bir şey özellikle göz ardı ediliyor. Kafalardaki bir soruya cevap verilemiyor.
Peki, ama bu Türkiye'ye gelip yerleşen dahası Kürtlere karşı silahlanan Kırgızlar neden öz yurtlarını terk etmişler? Yerleştikleri yerlerde daha önce kimler vardı?
İşte bu sorunun cevabı o haberde yok, çünkü onun cevabı Kürtlere yapılan katliamın ve devam eden haksızlığın itirafı olurdu. Şu anda kangrenleşen Kürt meselesinin neden ortaya çıktığının da iyi bir açıklaması olurdu.
Şimdi ben size o haberin ardındaki gerçeği, bir katliamın, anne karnındaki bebeklerin süngülendiği bir mezalimin, külleri üzerine yerleştirilen o "çekik gözlü korucular"ın gerçek hikayesini anlatacağım.
Cumhuriyetin elindeki balyozla Kürtlere acımasızca vurduğu yıllardır. Daha Dersim Katliamı'na 8 yıl vardı, Şeyh Sait ve arkadaşlarıysa çoktan Dağkapı'da darağaçlarında sallandırılmıştı.
Ergen cumhuriyet ayakta kalmak için en ufak bir kıpırdamayı dahi affetmiyordu, sadece savaşanlar değil savaşanların yakınları da hedefti ve 1930 yılında "Türk'ün demir kartalları" Zilan'da taş üstünde taş bırakmadı.
Köyler boşaltıldı, çoluk çocuk demeden binlerce insan öldürüldü, "Yerli Pravda" "şakiler temizlendi" diye zafer manşetleri atıyordu.
Katliamın adı Zilan'dır. 1930'da o topraklarda büyük bir kıyım yapılır, sağ kalanlarsa yerlerinden yurtlarından sökülüp atılır.
44 Köy yakılır, 1950'ye kadar bölge "yasak alan" ilan edilir. 12 Eylül cuntası 1982 yılında Zilan katliamına bir halka daha ekler.
12 Kürt köyünü Afganistan'dan getirilen Kırgızlara verir. İşte o Kırgızlar bugün korucu olup keleşlerle poz veren süvari birliğidir.
Peki, Kırgızlar neden Türkiye'ye getirildi? İşin o tarafı daha ilginç ve ibret verici. Afganistan'ın Pamir bölgesinde yaşayan Kırgızlar 1979 yılında Sovyetler Birliği'nin Afganistan işgalinden hemen sonra hiçbir mücadele güdüsü hissetmeden ve "tek kurşun atmadan" "vatan"larını terk edip Pakistan'a kaçarlar.
Ancak Pakistan'da rahat edemezler bunun üzerine Kenan Evren'e "bize sahip çıkın" mektubu gönderirler.
Evren Paşa tüm o yoğun "memleketi adam etme" işinin arasında Kırgızlar'ın "feryadı"nı duyar. Uçaklarla Türkiye getirip Malatya ve Van'ın "yeniden iskan edilmesi gereken" bölgelerine yerleştirir.
Kırgızlar 15 binden fazla kişinin öldürüldüğü Zilan'ın, gasp edilen, kanlı toprakları üzerinde inşa edilen konutlara yerleştirilir.
Öz yurtları için Sovyetlere karşı tek kurşun atmadan kaçıp gelen Kırgızlar, köyün Kürtçe ve sonrasında verilen Türkçe ismini de beğenmezler, köye Ulupamir adını verirler.
Sonra devlet o Kırgızlara, kendilerine olan diyet borcunu ödemesi için keleşler verdi, yerel milisler olarak orada güçlendirdi.
Düşünün, büyük bir kıyımdan sonra "yasak bölge" ilan edilip, elinizden alınan eviniz, köyünüz başka bir ülkeden getirilen insanlara veriliyor. Bu da yetmiyor bir de, size karşı eline keleş verip silahlandırıyorlar.
Bugün Kürt coğrafyasında böyle dışarıdan getirilen insanların yerleştirildiği çok sayıda köy var ve hemen hemen hepsi de korucu. Anlayacağınız bölgeye huzur gelmemesi için devlet elinden geleni ardına koymamış.
Gazetelerinin manşetine taşıdıkları "çekik gözlü Kırgız korucuları”nın bu kurmaca kahramanlık hikayeleri gibi birçok olayın ardında işte böyle büyük, katliamlar trajediler var.
Şimdi bu utancı paylaşmak, Kemalist rejimin bu katliamlarını göz ardı etmek, aynı şekilde yok saymak, günümüzün yeni muktedirleri İslamcılara kaldı. Ne de olsa devlette devamlılık esastır!
Hüseyin Aladağ - Nerina Azad
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder