Zilan Deresi kan ağlıyor...
Ahmet KAHRAMAN
Güncellenme : 04.02.2012 09:11
1925 baharında, karlar eriyip, yollar ve ırmaklar geçit verdiğinde, başlatılan taarruz, merkez tarafından ayrıntılarıyla planlanmış Kürdistan’ın fethiydi. Türk ordusunun bütün kara ve hava gücüyle katıldığı harekat, Sivas’tan başlamış, yayılarak doğu sınırlarına dayanmış, bu arada topyekün Türkleşmeye engel görülen herkes hedef haline gelmişti.
Savur, Oramar, Şemdinli, ColemÍrg’de de, daha düne kadar rejime hizmet eden, Celali Aşireti’nin önde gelen adamlarından Bazidli (Doğubeyazıt) Biro İbrahimÍ HussikÍ Telle gibi geçmişte, Rus işgaline karşı destanımsı kazanımlar elde etmiş kişiler de “tenkil”ine karar verilen kişilerdi.
Osmanlı yönetimini, bir darbeyle ele geçiren ırkçı İttihat Terakki örgütü, 1914 yılında Almanya saflarında Birinci Dünya Savaşı’nı başlatmış, bu arada Rusya’yı fethedip, “Kızıl Elma”ya erişerek, “Turan” dedikleri Türk imparatorluğunu kurma hayaliyle Sarıkamış’a 120 bin kişilik ordu yığmıştı. Ancak, beslenip kış şartlarına uygun gidirilemeyen ordu, durduğu yerde bit istilası, salgın hastalığa uğramış, buna rağmen 22 Aralık 1914 günü Rusya’ya hücum emri verilmişti. Fakat askerlerin 90 bini gece donarak ölmüş, böylece hücuma geçerken kendiliğinden imha olup, saf dışı kalan, yer yüzünün ilk ordusu olmuş, engelsiz kalan Rus ordusu da Kürdistan’ı işgale başlamıştı.
Komutan Biro’nun başına gelenlerAncak Kürtler, Rusları çiçek ve armağanlarla karşılamadılar. Ellerindeki imkanlarla örgütlenip, direndiler. Bu direniş sırasında, destanımsı bir üne kavuşan Zipkan Aşireti’nin önderi Mecit Bey, oğlu Halis Bey (Öztürk), öteki Bazid’de Celali aşiretinden BiroÍ HussıkÍ Telle’ydi. Halis Beyle Biro’nun yolu, daha sonra Türk ordusuna karşı, Ağrı (Agirî) direnişinde kesişecekti.
Türk ordusunun, her bahar aynı gün, çarpışa çarpışa Beyazıd’ı Rus işgalinden kurtarılması kutlanıyor. Ama gerçek öyle değildir. Ordu hiç görünmemiş, dolayısıyla çarpışmamış, olmayan çarpışmada Beyazd’ı da kurtarmamıştır. Varsa kurtarıcı Biro ve akrabası Gur Husen’dir.
İkili halkı örgütleyerek, Rusların Bazid’e girmesini engelliyor, daha sonraki bir çatışmada, Hussen hayatını kaybediyor, komutan Biro ise koruduğu şehri, yıllar sonra Osmanlı üniformalı askerlere teslim ediyor, ticaretle uğraşmaya başlıyordu.
Biro ve aşireti Celaliler, Şeyh Said’e arka çıkmadıkları gibi, İran’a geçen Şeyh’in oğlu Ali Rıza’ya da engel olmaya çalışmıştı.
Sonrasını, Ağrı Dağı direnişinin lideri İhsan Nuri (Paşa), anılarında anlatıyordu: “Türk devleti, Kürt önderleri aileleriyle birlikte, Batı Anadolu’ya sürgün etmeye başladı. Biro’nın dostları, kendisinin de listede olduğunu söylüyorlardı. O, söylenenlere kulak asmıyor, ‘devletin dostuyum, beni niçin sürsünler ki’ diyordu. Fakat düşünmüyordu ki, Türklerin gözünde Kürtler, ister hizmetkar ister asi olsun, yine de Kürt’tü.”
İhsan Nuri’nin anlattığına göre, Biro’nun biri köyde, biri de Bazid’de iki evi vardı. 1926 yılının ilk aylarında Biro köydeyken, Bazid’deki evi, bir askeri müfreze tarafından basılıyordu. Artık, kendisini neyin beklediğini biliyordu. Ölüm ya da sürgüne teslim olma yerine, dağı tercih ediyor, elde tüfek Ağrı’ya çıkıyordu.
Teslim olmayanlar
Çavuş Dursun Çakıroğlu, katıldığı bir katliamı anlatıyor: Komutanımız Deli Kemal Paşa. O askere, ‘çök’ emri verdi. Diz çöktük. Deli Kemal Paşa, ‘ateş serbest’ diye bağırdı. Rastgele verdik kurşunu. Feryat, figan, koşuşan vardı. Her şey çok kötüydü. Çok kanlı oldu. Çok kişi öldü. Dört saat taradık. Sonradan 600 ölü dediler. Bence daha çoktu. Bebekler, çocuklar, kadınlar, ihtiyarlar sıra sıra ölüydü. Yayladakilerin suçu neydi bilmiyorum. Kürt diyorlardı
İşlenen zulümler artık biliniyor, her yerde konuşuluyordu. Teslim olmak, ölüm ya da sürgüne razı olmaktı. İki seçeneğin ötesi dağa çıkmaktı. Karaköse (Ağrı), Beyazıt, Malazgirt, Bulanık ve bu yörelerin çevresinde sayısız kişi ve aile, korunma çaresi olarak dağlara çıkmıştı.
Dağlara çekilenler arasında en örgütlü olanlar ise daha önceki saldırılara direnip teslim olmayan Şeyh Abdülkadir ile Sipkan, Heyderan, Milan, Hesenan, Zirkan, Cibran aşiretleriydi. Bu aşiretlerden silahı olanlar, zaman zaman çatışmaya da giriyorlardı.
Xoybun
1925’de kırım ve sürgün başlayınca, pek çok tanınmış Kürt Irak, Suriye, İran, Ürdün ve Lübnan’a sığınmışlardı. Eski valilerden Memduh Selim, Şeyh Said’in oğlu Ali Rıza, Şükrü Sekban, eski yüzbaşı İhsan Nuri, Berazi aşiretinden Mustafa, Haco Ağa, Paris’te yaşayan eski elçilerden Şerif Paşa, Mısır’da bulunan Celadet ve Kamran Bedirxan kardeşler bunlardan bazılarıydı.
Bu kişilerden bazıları, 1926 yılında Kürdistan’ın geleceğini konuşmak üzere bir araya geliyor, katılımlar çoğalınca 5 Ekim 1927 tarihinde, Lübnan’ın Bihamdun kasabasında Kürdistan kongresini topluyordu. Kongrede Xoybun adıyla partileşme kararı alınıyor, başkanlığa da Celadet Bedirxan getiriliyordu. Bu arada Kürdistan’ın kurtarılması amacıyla ordulaşma kararı alınıyor, Yüzbaşı İhsan Nuri komutanlığa Paşa rütbesiyle baş komutan atanıyordu. İhsan Nuri, bir grupla birlikte dönüyor, Biro İbrahimÍ HussıkÍ Telle’nin üs tuttuğu Ağrı Dağı’na yerleşiyor. Biro, Halis Bey, Ferzende gibi aşiret önderleri, Hamidiye döneminin tanınmış kişilerinden, ama saf değiştrmelerle Kürtler nezdinde güvenilmez adam olan, TC’nin siparişiyle sonra öldürülen Kör Hüseyin Paşa’nın oğulları Nadir ve Memo’nun aralarında bulunduğu bir komuta heyeti kuruyordu.
Ankara harekete geçiyor
Ankara, 1927’de üslenmeyi haber alınca derhal harekete geçiyor, tedip ve tenkil harekatlarının en deneyimli komutanlarını, 19 bölgeye gönderiyordu. Daha sonra Genelkurmay Başkanı olacak General Salih Omurtak baş komutandı. 1920’deki kanlı Koçgiri olaylarından sonra, 1937 ve 1938’deki Dersim katliamıyla tarihin kaydettiği unutulmaz zalimlerden biri haline gelen General Abdullah Alpdoğan, bir başka zulümkar yüz olan Mustafa Muğlalı buradaydı. Arap İbrahim Tali Öngören de sivil komiser niteliğinde umumi müfettiş...Türk ordusu, Ağrı Dağı’nı karadan ve havadan bombalarken İbrahim Tali, köylülerden destek almak için Kürt kıyafeti içinde yöreyi dolaşıyor, daha sonra direnişçileri teslime ikna çabalarına giriyor, karşılıklı suçlama ve propaganda bildiri savaşları başlıyor, yer yer çatışmalar yaşanıyordu. Türk hükümeti, ertesi yıl barışçı görünüyor, İbrahim Tali, İhsan Nuri ile buluşup, direnişten vazgeçmeye karşılık para, paye ve rütbe teklif ediyordu. Ancak İhsan Nuri sunulanları reddediyordu.
Hükümet, bu arada Kürtlerin direnişçilere desteğini kırmak için yurtdışında olanları da kapsayan bir genel af ilan ediyor, ancak dönenlerden Kör Hüseyin Paşa öldürtülüyor, Şeyh Said’in oğlu Ali Rıza dahil, birçok kişi tutuklanıyor, Şeyh Said hareketinde öne çıkanlardan Bingöl’ün Karlıova ilçesine bağlı Sağnisli SaidÍ Telhe idam ediliyordu. Affın tuzak olduğu ortaya çıkıyordu.
İran’a toprak veriliyor
Türk hükümeti, 1929 yılında, bölgede yığınak yapmaya ağırlık veriyor, bir yandan da Emin Karaca’nın “Ağrı Eteklerindeki Ateş” adındaki kitabında ayrıntılarıyla yazdığı üzere, askeri destek için İran ve Rusya (dönemin Sovyetleri) ile görüşmelere başlıyordu. vuruyordu. Sovyet lideri Stalin Kürtlerin ezilmesinden yanaydı. İran’ı da ikna için çaba gösteriyor, tehdit ediyordu. Fakat İran, askeri desteğe karşılık, Ağrı Dağı’nın doğusundaki verimli ovaları istiyor, pazarlık İran’ın istediği biçimde yürüyüp sonuçlanıyordu.
Moskova, destek için Ermenistan sınırına askeri yığınak yapıyordu. Bu birlikler daha sonra Aras Nehri’ni geçip, doğrudan çatışmalara katılacak, İran da top atışlarıyla doğrudan saldıracaktı. Irak’ta yönetimi elde bulunduran Britanya, Suriye’deki Fransa da sınırları tutup, Kürtlerin irtibatını ve yardım yollarını kesecek, Türk ordusu 1930’da topyekün hücuma geçecekti. Yeri gelmişken, benzer ittifaklar 1990’larda da kurulacak, Amerika’nın öncülüğünde NATO ülkeleri ve onun dışındaki İsrail de TC’ye askeri yardım sunacaktı...
Sivil katliama rağmen
İlk çatışmalarda Kürtler üstünlük sağlıyordu. Ermeni asıllı Garo Sasoni, “Ulusal Kürt hareketleri ve Ermeni-Kürt İlişkileri” adındaki kitabında yazıyor:
“Türkler, temel güçlerini Zilan ve Erciş bölgelerinde topladılar. Savaş kızıştı. Kürtler, 7 Türk uçağını düşürdüler. Binlerce kurban verdirttiler. Fakat cephaneleri bitince Ağrı Dağı’na döndüler. Türkler, öçlerini silahsız sivil Kürtlerden aldılar. 5 bin kadar kadın, çocuk ve ihtiyarı katlettiler. 200 kadar köyü, talandan sonra yaktılar. Yüzlerce Kürdü toplayıp, Van Gölü’ne döktüler. Çarpışmalar bir yerde sönerken, bir başka yerde patlak veriyordu. Hükümet, erimiş birliklerini takviye için kısmi seferberlik ilan etti. Avrupa basını, 15 Temmuz 1930 tarihinde, Ağrı Dağı çevresindeki bölgede 60 bin kişilik ordu ve 100 uçağın toplandığını yazıyor. Türkler temmuz ayında Beyazıt, Iğdır ve İran sınırlarından taarruza geçtiler. Fakat, büyük kayıplar verip yenildiler. Kürtler, zaman zaman Iğdır’a hakim oluyor, Türk birliklerini Sovyet Ermenistanı’na sığınmaya mecbur ediyordu. Türkler çaresiz kaldılar. Çok sayıda uçak kaybettiler. Salih Paşa’nın birlikleri, Beyazıt yakınlarındaki bataklıkta kısmen yok edildi. Kısmen de esir alınarak büyük bir yenilgiye uğratıldı. Bunun dışında Van, Çatak, Hakkari, Hınıs ve Malazgirt bölgelerinde çarpışmalar sürüyordu. Şeyh Barzani (Mele Mustafa) sınırı geçerek, Hakkari çarpışmalarına hız verdi. Ankara-Moskova işbirliği uzun zaman gizli kalamadı. Kızılordu birlikleri Aras Nehri’ni geçip, Kürtleri boğmak üzere Türklere yardıma koştu. Moskova bununla da kalmadı. İran’ı, Türkiye ile işbirliğine zorladı ve ikna etti.”
Salih Paşa zaferini ilan ediyor
Garo Sasoni’nin yukarda anlattığı temmuz ayındaki manzarasına karşılık General Salih (Omurtak) yayımladığı bildiri ile zaferini ilan ediyordu. General 15 Temmuz 1930 tarihinde Türk kamuoyuna yayımladığı bildiride şöyle diyordu: “Eşkıya çeteleri, çok perişan ve münhezin (hazin) bir halde Zilan ve Hacıdırı derelerine sığınmışlarsa da; ordumuzun bu dereler etrafında tedricen sıkışan çemberi içinde, hiç kurtulmamak şartıyla yok edilmiştir.” Generalin “kurtulamayanlar” dediği, Sasoni’nin sözünü ettiği sivil katliam olmalı.
‘Zilan Deresi cesetle dolmuştur’
Moskova, İran ve TC ittifakı, eylül ayı başlarında, üç koldan Ağrı Dağı üssüne saldırıyordu. Biro İbrahim’in direniş liderlerine, unutulmayan “gözümüzün arkada kalmaması için kadınlarımızı vuralım, sonra hepimiz çarpışa çarpışa ölelim” önerisini bu sırada yaptığını yazıyor, İhsan Nuri Paşa. Fakat, bu öneri reddediliyor, çarpışa çarpışa dağdan çekiliniyor, bu yenilgi oluyordu. İhsan Nuri Paşa, daha sonra yayımlanan anılarında, Ağrı Dağı’nı 300 kişiyle savunup, direndiklerini yazıyor, “500 kişilik ek gücümüz olsaydı, Türk ordusuna yenilmezdik” diyor. Avrupa ve Amerikan basını Türk ordusunun 100 bin kişi ve 1400 uçakla saldırdığını yazıyor.
16 Temmuz 1930 tarihli Cumhuriyet gazetesi yazıyor: “Ağrı eteklerinde eşkıyaya katılan köyler yakılarak, ahalisi Erciş’e sevk ve orada iskan olunmuştur. Zilan harekatında imha edilen eşkıya miktarı, 15 binden fazladır. Yalnız bir müfreze önünde ölenler, bin kişi tahmin ediliyor. Zilan Deresi’ne sıvışan 5 şaki teslim olmuştur. Buradaki harp, çok müthiş bir tarzda devam etmiştir. Zilan Deresi lebalep, cesetlerle dolmuştur.”
Geli’de sivil katliam
Zilan söylendiği gibi bir dere değildir. Onlarca kilometre boyunca daralıp, genişleyerek uzanan, yer yer derinliği yüzlerce metreyi bulan, sarp bir Kanyon (Geli)’dur. Burası Osmanlı döneminden beri, saldırılarda binlerce kilometre karelik alanda yaşayan Kürtler için tabii sığınak, korugan ve savunma mevzii idi. Ağrı direnişinden sonra, tarafsız kalmışları, gençleri savaşa gidenleriyle sayısız köy korunup, saklanma düşüncesiyle Geli’ye sığınmıştı. Geli’ye akan insan sayısını kimse bilmiyor, ama çoklukla kadın, çocuk, savaşacak gücü olmayan yaşlılardı.
İran ve Rusya’nın yardımıyla 25 Eylül 1930 tarihinde (Türk Genelkurmayı 16 Eylül diye kaydediyor) başlayan ve Ağrı Dağı’nın düşmesiyle sonuçlanan taarruzdan sonra GeliyÍ Zilan açık hedef haline geldi. Geli havadan uçaklarla bombalandı. Karadan top atışına tutuldu. Girilebilen her yerdeki insanlar mitralyözlerle tarandı. Bu tarihteki en büyük sivil katliamlardan biriydi. Ama katledilen insan sayısı gerçeği meçhul kaldı. Sivil soykırım yalnız Geli’de yaşanmadı. Bütün direniş bölgesini kapsadı, kırım ile kann sesi. Muş, Malazgirt, Bulanık, Hınıs Van, Zilan, Erciş Karaköse, Iğdır yayla ve köylerini...
Bir karikatür ve Atatürk’ün kutlaması
Ağrı Dağı’nın düşmesinden sonra, dönemin yandaşlarından Cumhuriyet gazetesinde dağa işlenmiş bir mezarın taşına, “Kürdistan hayali burada yatıyor” cümlesi yazılmış, bu arada Cumhurbaşkanı Atatürk, Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak’a bir kutlama mesajı göndermişti.
Atatürk şöyle diyordu: “Doğu sınırlarımızda genel asayişi ve milli birliği bozmak işteyen şaki ve asileri imha edenleri takdir ve tebrik ederim. Harekatı, her zamanki yüksek vukuf ve liyakatla yürüten Genelkurmayımıza ve kuvvetlerin sevk ve idaresinde gösterdikleri başarıdan dolayı kolordu komutanından kurmay heyetine, harekata katılan komutanlarla subaylarına ve erlere teşekkürlerimin iblağını (bildirilmesini) rica ederim.”
O gün ve bugün
Atatürk de, bugünküler gibi “birlik” diyor ve “birliği bozmak isteyen şaki”lerden söz ediyor. Oysa o zaman da “birlik” yok, Kürtlerin ayrılıp kurtulma mücadelesi vardı. O dönem, “şaki” eşkıya diye tanımlanan Kürtler, günümüzde “terörist”ti. Ve Atatürk yetkilerini elinde bulunduran Başbakan Recep Erdoğan, hâlâ başarılı vuruşlar yapan generalleri kutluyordu.
Bir katliamcı anlatıyor
1906 yılında Trabzon’da doğmuş Dursun Çakıroğlu, askerliğini çavuş olarak yapmıştı. Zilan’da sivil katliama çıkmış bir birlikte askerdi. Onu, bir dostumun aracılığıyla, 1990 yılında Ankara’nın Söğütözü gecekondularında buldum. Mahalle camiin müdavimlerinden. Cami arkadaşı ihtiyarlar ona Laz Hoca diyorlardı. Katledilen kadın, çocuk ve bebeklerin de Müslüman olduklarını söylediğimde, “onlar günahsız, ama biz de emir kuluyduk” cevabını vermişti. Laz Hoca katliama çıktıkları yaylanın adını bilmiyor, ama, “Zilan Deresi’nin yukarı tepelerindeydi” diyordu.
Ve işte anlattıkları: “Büyük bir düzlük çadırlarla doluydu. Yüzden çok kara çadır vardı, sürüleri çoktu. Atları, eşekleri de çoktu. Onların hepsine el koyduk, sonra. Zaten koyun çoktu oralarda. Her taraf sahipsiz koyunla doluydu. Asker et yemekten bıkmıştı. Geceden sardık o yaylayı. Sabah erkenden yaylada bir hareketlilik başladı. Her nasılsa bizi fark etmişler. Göçe hazırlanıyorlar. Görünürlerde çok az erkek vardı. Kadınlar, çocuklar, ihtiyarlar vardı. Bizi karşılarında görünce bir feryattır başladı. Komutanımız Deli Kemal Paşa. O askere, ‘çök’ emri verdi. Diz çöktük. Deli Kemal Paşa, ‘ateş serbest’ diye bağırdı. Rastgele verdik kurşunu. Hiç karşılık veren olmadı. Feryat, figan, koşuşan vardı. Kötüydü. Her şey çok kötüydü. Çok kanlı oldu. Çok kişi öldü. Dört saat taradık. Sonradan 600 ölü dediler. Bence daha çoktu. Bebekler, çocuklar, kadınlar, ihtiyarlar sıra sıra ölüydü. Her yaştan insan. Hangi yaştan varsa işte. Yayladakilerin suçu neydi bilmiyorum. Kürt diyorlardı. Devlete isyan etmişlerdi. Çadırlara girdik ki, her taraf ölü. Bazıları birbirine sarılı. İyi değildi, tabii. Emir işte.”
Savur, Oramar, Şemdinli, ColemÍrg’de de, daha düne kadar rejime hizmet eden, Celali Aşireti’nin önde gelen adamlarından Bazidli (Doğubeyazıt) Biro İbrahimÍ HussikÍ Telle gibi geçmişte, Rus işgaline karşı destanımsı kazanımlar elde etmiş kişiler de “tenkil”ine karar verilen kişilerdi.
Osmanlı yönetimini, bir darbeyle ele geçiren ırkçı İttihat Terakki örgütü, 1914 yılında Almanya saflarında Birinci Dünya Savaşı’nı başlatmış, bu arada Rusya’yı fethedip, “Kızıl Elma”ya erişerek, “Turan” dedikleri Türk imparatorluğunu kurma hayaliyle Sarıkamış’a 120 bin kişilik ordu yığmıştı. Ancak, beslenip kış şartlarına uygun gidirilemeyen ordu, durduğu yerde bit istilası, salgın hastalığa uğramış, buna rağmen 22 Aralık 1914 günü Rusya’ya hücum emri verilmişti. Fakat askerlerin 90 bini gece donarak ölmüş, böylece hücuma geçerken kendiliğinden imha olup, saf dışı kalan, yer yüzünün ilk ordusu olmuş, engelsiz kalan Rus ordusu da Kürdistan’ı işgale başlamıştı.
Komutan Biro’nun başına gelenlerAncak Kürtler, Rusları çiçek ve armağanlarla karşılamadılar. Ellerindeki imkanlarla örgütlenip, direndiler. Bu direniş sırasında, destanımsı bir üne kavuşan Zipkan Aşireti’nin önderi Mecit Bey, oğlu Halis Bey (Öztürk), öteki Bazid’de Celali aşiretinden BiroÍ HussıkÍ Telle’ydi. Halis Beyle Biro’nun yolu, daha sonra Türk ordusuna karşı, Ağrı (Agirî) direnişinde kesişecekti.
Türk ordusunun, her bahar aynı gün, çarpışa çarpışa Beyazıd’ı Rus işgalinden kurtarılması kutlanıyor. Ama gerçek öyle değildir. Ordu hiç görünmemiş, dolayısıyla çarpışmamış, olmayan çarpışmada Beyazd’ı da kurtarmamıştır. Varsa kurtarıcı Biro ve akrabası Gur Husen’dir.
İkili halkı örgütleyerek, Rusların Bazid’e girmesini engelliyor, daha sonraki bir çatışmada, Hussen hayatını kaybediyor, komutan Biro ise koruduğu şehri, yıllar sonra Osmanlı üniformalı askerlere teslim ediyor, ticaretle uğraşmaya başlıyordu.
Biro ve aşireti Celaliler, Şeyh Said’e arka çıkmadıkları gibi, İran’a geçen Şeyh’in oğlu Ali Rıza’ya da engel olmaya çalışmıştı.
Sonrasını, Ağrı Dağı direnişinin lideri İhsan Nuri (Paşa), anılarında anlatıyordu: “Türk devleti, Kürt önderleri aileleriyle birlikte, Batı Anadolu’ya sürgün etmeye başladı. Biro’nın dostları, kendisinin de listede olduğunu söylüyorlardı. O, söylenenlere kulak asmıyor, ‘devletin dostuyum, beni niçin sürsünler ki’ diyordu. Fakat düşünmüyordu ki, Türklerin gözünde Kürtler, ister hizmetkar ister asi olsun, yine de Kürt’tü.”
İhsan Nuri’nin anlattığına göre, Biro’nun biri köyde, biri de Bazid’de iki evi vardı. 1926 yılının ilk aylarında Biro köydeyken, Bazid’deki evi, bir askeri müfreze tarafından basılıyordu. Artık, kendisini neyin beklediğini biliyordu. Ölüm ya da sürgüne teslim olma yerine, dağı tercih ediyor, elde tüfek Ağrı’ya çıkıyordu.
Teslim olmayanlar
Çavuş Dursun Çakıroğlu, katıldığı bir katliamı anlatıyor: Komutanımız Deli Kemal Paşa. O askere, ‘çök’ emri verdi. Diz çöktük. Deli Kemal Paşa, ‘ateş serbest’ diye bağırdı. Rastgele verdik kurşunu. Feryat, figan, koşuşan vardı. Her şey çok kötüydü. Çok kanlı oldu. Çok kişi öldü. Dört saat taradık. Sonradan 600 ölü dediler. Bence daha çoktu. Bebekler, çocuklar, kadınlar, ihtiyarlar sıra sıra ölüydü. Yayladakilerin suçu neydi bilmiyorum. Kürt diyorlardı
İşlenen zulümler artık biliniyor, her yerde konuşuluyordu. Teslim olmak, ölüm ya da sürgüne razı olmaktı. İki seçeneğin ötesi dağa çıkmaktı. Karaköse (Ağrı), Beyazıt, Malazgirt, Bulanık ve bu yörelerin çevresinde sayısız kişi ve aile, korunma çaresi olarak dağlara çıkmıştı.
Dağlara çekilenler arasında en örgütlü olanlar ise daha önceki saldırılara direnip teslim olmayan Şeyh Abdülkadir ile Sipkan, Heyderan, Milan, Hesenan, Zirkan, Cibran aşiretleriydi. Bu aşiretlerden silahı olanlar, zaman zaman çatışmaya da giriyorlardı.
Xoybun
1925’de kırım ve sürgün başlayınca, pek çok tanınmış Kürt Irak, Suriye, İran, Ürdün ve Lübnan’a sığınmışlardı. Eski valilerden Memduh Selim, Şeyh Said’in oğlu Ali Rıza, Şükrü Sekban, eski yüzbaşı İhsan Nuri, Berazi aşiretinden Mustafa, Haco Ağa, Paris’te yaşayan eski elçilerden Şerif Paşa, Mısır’da bulunan Celadet ve Kamran Bedirxan kardeşler bunlardan bazılarıydı.
Bu kişilerden bazıları, 1926 yılında Kürdistan’ın geleceğini konuşmak üzere bir araya geliyor, katılımlar çoğalınca 5 Ekim 1927 tarihinde, Lübnan’ın Bihamdun kasabasında Kürdistan kongresini topluyordu. Kongrede Xoybun adıyla partileşme kararı alınıyor, başkanlığa da Celadet Bedirxan getiriliyordu. Bu arada Kürdistan’ın kurtarılması amacıyla ordulaşma kararı alınıyor, Yüzbaşı İhsan Nuri komutanlığa Paşa rütbesiyle baş komutan atanıyordu. İhsan Nuri, bir grupla birlikte dönüyor, Biro İbrahimÍ HussıkÍ Telle’nin üs tuttuğu Ağrı Dağı’na yerleşiyor. Biro, Halis Bey, Ferzende gibi aşiret önderleri, Hamidiye döneminin tanınmış kişilerinden, ama saf değiştrmelerle Kürtler nezdinde güvenilmez adam olan, TC’nin siparişiyle sonra öldürülen Kör Hüseyin Paşa’nın oğulları Nadir ve Memo’nun aralarında bulunduğu bir komuta heyeti kuruyordu.
Ankara harekete geçiyor
Ankara, 1927’de üslenmeyi haber alınca derhal harekete geçiyor, tedip ve tenkil harekatlarının en deneyimli komutanlarını, 19 bölgeye gönderiyordu. Daha sonra Genelkurmay Başkanı olacak General Salih Omurtak baş komutandı. 1920’deki kanlı Koçgiri olaylarından sonra, 1937 ve 1938’deki Dersim katliamıyla tarihin kaydettiği unutulmaz zalimlerden biri haline gelen General Abdullah Alpdoğan, bir başka zulümkar yüz olan Mustafa Muğlalı buradaydı. Arap İbrahim Tali Öngören de sivil komiser niteliğinde umumi müfettiş...Türk ordusu, Ağrı Dağı’nı karadan ve havadan bombalarken İbrahim Tali, köylülerden destek almak için Kürt kıyafeti içinde yöreyi dolaşıyor, daha sonra direnişçileri teslime ikna çabalarına giriyor, karşılıklı suçlama ve propaganda bildiri savaşları başlıyor, yer yer çatışmalar yaşanıyordu. Türk hükümeti, ertesi yıl barışçı görünüyor, İbrahim Tali, İhsan Nuri ile buluşup, direnişten vazgeçmeye karşılık para, paye ve rütbe teklif ediyordu. Ancak İhsan Nuri sunulanları reddediyordu.
Hükümet, bu arada Kürtlerin direnişçilere desteğini kırmak için yurtdışında olanları da kapsayan bir genel af ilan ediyor, ancak dönenlerden Kör Hüseyin Paşa öldürtülüyor, Şeyh Said’in oğlu Ali Rıza dahil, birçok kişi tutuklanıyor, Şeyh Said hareketinde öne çıkanlardan Bingöl’ün Karlıova ilçesine bağlı Sağnisli SaidÍ Telhe idam ediliyordu. Affın tuzak olduğu ortaya çıkıyordu.
İran’a toprak veriliyor
Türk hükümeti, 1929 yılında, bölgede yığınak yapmaya ağırlık veriyor, bir yandan da Emin Karaca’nın “Ağrı Eteklerindeki Ateş” adındaki kitabında ayrıntılarıyla yazdığı üzere, askeri destek için İran ve Rusya (dönemin Sovyetleri) ile görüşmelere başlıyordu. vuruyordu. Sovyet lideri Stalin Kürtlerin ezilmesinden yanaydı. İran’ı da ikna için çaba gösteriyor, tehdit ediyordu. Fakat İran, askeri desteğe karşılık, Ağrı Dağı’nın doğusundaki verimli ovaları istiyor, pazarlık İran’ın istediği biçimde yürüyüp sonuçlanıyordu.
Moskova, destek için Ermenistan sınırına askeri yığınak yapıyordu. Bu birlikler daha sonra Aras Nehri’ni geçip, doğrudan çatışmalara katılacak, İran da top atışlarıyla doğrudan saldıracaktı. Irak’ta yönetimi elde bulunduran Britanya, Suriye’deki Fransa da sınırları tutup, Kürtlerin irtibatını ve yardım yollarını kesecek, Türk ordusu 1930’da topyekün hücuma geçecekti. Yeri gelmişken, benzer ittifaklar 1990’larda da kurulacak, Amerika’nın öncülüğünde NATO ülkeleri ve onun dışındaki İsrail de TC’ye askeri yardım sunacaktı...
Sivil katliama rağmen
İlk çatışmalarda Kürtler üstünlük sağlıyordu. Ermeni asıllı Garo Sasoni, “Ulusal Kürt hareketleri ve Ermeni-Kürt İlişkileri” adındaki kitabında yazıyor:
“Türkler, temel güçlerini Zilan ve Erciş bölgelerinde topladılar. Savaş kızıştı. Kürtler, 7 Türk uçağını düşürdüler. Binlerce kurban verdirttiler. Fakat cephaneleri bitince Ağrı Dağı’na döndüler. Türkler, öçlerini silahsız sivil Kürtlerden aldılar. 5 bin kadar kadın, çocuk ve ihtiyarı katlettiler. 200 kadar köyü, talandan sonra yaktılar. Yüzlerce Kürdü toplayıp, Van Gölü’ne döktüler. Çarpışmalar bir yerde sönerken, bir başka yerde patlak veriyordu. Hükümet, erimiş birliklerini takviye için kısmi seferberlik ilan etti. Avrupa basını, 15 Temmuz 1930 tarihinde, Ağrı Dağı çevresindeki bölgede 60 bin kişilik ordu ve 100 uçağın toplandığını yazıyor. Türkler temmuz ayında Beyazıt, Iğdır ve İran sınırlarından taarruza geçtiler. Fakat, büyük kayıplar verip yenildiler. Kürtler, zaman zaman Iğdır’a hakim oluyor, Türk birliklerini Sovyet Ermenistanı’na sığınmaya mecbur ediyordu. Türkler çaresiz kaldılar. Çok sayıda uçak kaybettiler. Salih Paşa’nın birlikleri, Beyazıt yakınlarındaki bataklıkta kısmen yok edildi. Kısmen de esir alınarak büyük bir yenilgiye uğratıldı. Bunun dışında Van, Çatak, Hakkari, Hınıs ve Malazgirt bölgelerinde çarpışmalar sürüyordu. Şeyh Barzani (Mele Mustafa) sınırı geçerek, Hakkari çarpışmalarına hız verdi. Ankara-Moskova işbirliği uzun zaman gizli kalamadı. Kızılordu birlikleri Aras Nehri’ni geçip, Kürtleri boğmak üzere Türklere yardıma koştu. Moskova bununla da kalmadı. İran’ı, Türkiye ile işbirliğine zorladı ve ikna etti.”
Salih Paşa zaferini ilan ediyor
Garo Sasoni’nin yukarda anlattığı temmuz ayındaki manzarasına karşılık General Salih (Omurtak) yayımladığı bildiri ile zaferini ilan ediyordu. General 15 Temmuz 1930 tarihinde Türk kamuoyuna yayımladığı bildiride şöyle diyordu: “Eşkıya çeteleri, çok perişan ve münhezin (hazin) bir halde Zilan ve Hacıdırı derelerine sığınmışlarsa da; ordumuzun bu dereler etrafında tedricen sıkışan çemberi içinde, hiç kurtulmamak şartıyla yok edilmiştir.” Generalin “kurtulamayanlar” dediği, Sasoni’nin sözünü ettiği sivil katliam olmalı.
‘Zilan Deresi cesetle dolmuştur’
Moskova, İran ve TC ittifakı, eylül ayı başlarında, üç koldan Ağrı Dağı üssüne saldırıyordu. Biro İbrahim’in direniş liderlerine, unutulmayan “gözümüzün arkada kalmaması için kadınlarımızı vuralım, sonra hepimiz çarpışa çarpışa ölelim” önerisini bu sırada yaptığını yazıyor, İhsan Nuri Paşa. Fakat, bu öneri reddediliyor, çarpışa çarpışa dağdan çekiliniyor, bu yenilgi oluyordu. İhsan Nuri Paşa, daha sonra yayımlanan anılarında, Ağrı Dağı’nı 300 kişiyle savunup, direndiklerini yazıyor, “500 kişilik ek gücümüz olsaydı, Türk ordusuna yenilmezdik” diyor. Avrupa ve Amerikan basını Türk ordusunun 100 bin kişi ve 1400 uçakla saldırdığını yazıyor.
16 Temmuz 1930 tarihli Cumhuriyet gazetesi yazıyor: “Ağrı eteklerinde eşkıyaya katılan köyler yakılarak, ahalisi Erciş’e sevk ve orada iskan olunmuştur. Zilan harekatında imha edilen eşkıya miktarı, 15 binden fazladır. Yalnız bir müfreze önünde ölenler, bin kişi tahmin ediliyor. Zilan Deresi’ne sıvışan 5 şaki teslim olmuştur. Buradaki harp, çok müthiş bir tarzda devam etmiştir. Zilan Deresi lebalep, cesetlerle dolmuştur.”
Geli’de sivil katliam
Zilan söylendiği gibi bir dere değildir. Onlarca kilometre boyunca daralıp, genişleyerek uzanan, yer yer derinliği yüzlerce metreyi bulan, sarp bir Kanyon (Geli)’dur. Burası Osmanlı döneminden beri, saldırılarda binlerce kilometre karelik alanda yaşayan Kürtler için tabii sığınak, korugan ve savunma mevzii idi. Ağrı direnişinden sonra, tarafsız kalmışları, gençleri savaşa gidenleriyle sayısız köy korunup, saklanma düşüncesiyle Geli’ye sığınmıştı. Geli’ye akan insan sayısını kimse bilmiyor, ama çoklukla kadın, çocuk, savaşacak gücü olmayan yaşlılardı.
İran ve Rusya’nın yardımıyla 25 Eylül 1930 tarihinde (Türk Genelkurmayı 16 Eylül diye kaydediyor) başlayan ve Ağrı Dağı’nın düşmesiyle sonuçlanan taarruzdan sonra GeliyÍ Zilan açık hedef haline geldi. Geli havadan uçaklarla bombalandı. Karadan top atışına tutuldu. Girilebilen her yerdeki insanlar mitralyözlerle tarandı. Bu tarihteki en büyük sivil katliamlardan biriydi. Ama katledilen insan sayısı gerçeği meçhul kaldı. Sivil soykırım yalnız Geli’de yaşanmadı. Bütün direniş bölgesini kapsadı, kırım ile kann sesi. Muş, Malazgirt, Bulanık, Hınıs Van, Zilan, Erciş Karaköse, Iğdır yayla ve köylerini...
Bir karikatür ve Atatürk’ün kutlaması
Ağrı Dağı’nın düşmesinden sonra, dönemin yandaşlarından Cumhuriyet gazetesinde dağa işlenmiş bir mezarın taşına, “Kürdistan hayali burada yatıyor” cümlesi yazılmış, bu arada Cumhurbaşkanı Atatürk, Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak’a bir kutlama mesajı göndermişti.
Atatürk şöyle diyordu: “Doğu sınırlarımızda genel asayişi ve milli birliği bozmak işteyen şaki ve asileri imha edenleri takdir ve tebrik ederim. Harekatı, her zamanki yüksek vukuf ve liyakatla yürüten Genelkurmayımıza ve kuvvetlerin sevk ve idaresinde gösterdikleri başarıdan dolayı kolordu komutanından kurmay heyetine, harekata katılan komutanlarla subaylarına ve erlere teşekkürlerimin iblağını (bildirilmesini) rica ederim.”
O gün ve bugün
Atatürk de, bugünküler gibi “birlik” diyor ve “birliği bozmak isteyen şaki”lerden söz ediyor. Oysa o zaman da “birlik” yok, Kürtlerin ayrılıp kurtulma mücadelesi vardı. O dönem, “şaki” eşkıya diye tanımlanan Kürtler, günümüzde “terörist”ti. Ve Atatürk yetkilerini elinde bulunduran Başbakan Recep Erdoğan, hâlâ başarılı vuruşlar yapan generalleri kutluyordu.
Bir katliamcı anlatıyor
1906 yılında Trabzon’da doğmuş Dursun Çakıroğlu, askerliğini çavuş olarak yapmıştı. Zilan’da sivil katliama çıkmış bir birlikte askerdi. Onu, bir dostumun aracılığıyla, 1990 yılında Ankara’nın Söğütözü gecekondularında buldum. Mahalle camiin müdavimlerinden. Cami arkadaşı ihtiyarlar ona Laz Hoca diyorlardı. Katledilen kadın, çocuk ve bebeklerin de Müslüman olduklarını söylediğimde, “onlar günahsız, ama biz de emir kuluyduk” cevabını vermişti. Laz Hoca katliama çıktıkları yaylanın adını bilmiyor, ama, “Zilan Deresi’nin yukarı tepelerindeydi” diyordu.
Ve işte anlattıkları: “Büyük bir düzlük çadırlarla doluydu. Yüzden çok kara çadır vardı, sürüleri çoktu. Atları, eşekleri de çoktu. Onların hepsine el koyduk, sonra. Zaten koyun çoktu oralarda. Her taraf sahipsiz koyunla doluydu. Asker et yemekten bıkmıştı. Geceden sardık o yaylayı. Sabah erkenden yaylada bir hareketlilik başladı. Her nasılsa bizi fark etmişler. Göçe hazırlanıyorlar. Görünürlerde çok az erkek vardı. Kadınlar, çocuklar, ihtiyarlar vardı. Bizi karşılarında görünce bir feryattır başladı. Komutanımız Deli Kemal Paşa. O askere, ‘çök’ emri verdi. Diz çöktük. Deli Kemal Paşa, ‘ateş serbest’ diye bağırdı. Rastgele verdik kurşunu. Hiç karşılık veren olmadı. Feryat, figan, koşuşan vardı. Kötüydü. Her şey çok kötüydü. Çok kanlı oldu. Çok kişi öldü. Dört saat taradık. Sonradan 600 ölü dediler. Bence daha çoktu. Bebekler, çocuklar, kadınlar, ihtiyarlar sıra sıra ölüydü. Her yaştan insan. Hangi yaştan varsa işte. Yayladakilerin suçu neydi bilmiyorum. Kürt diyorlardı. Devlete isyan etmişlerdi. Çadırlara girdik ki, her taraf ölü. Bazıları birbirine sarılı. İyi değildi, tabii. Emir işte.”
Yazının Devami için yandaki linki tıklayın: http://ararat-welat.blogspot.com/2012/02/hayali-isyanlar-golgesinde-kurt-kirimi.html#more
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder