26 Haziran’da Nadir Bey mahiyetinde ki 80 kadar direnişçiyle Dedeli üzerinden, Patnos’a doğru yürür. Xırındas köyü civarında kendilerine 5. Seyyar Jandarma Alayı’nın 11. Bölüğü ve bir uçakla müdahalede bulunulur. Çıkan çatışmada uçak düşer ve iki subay ölür. Bu iki subayın cesetleri,bilahare Patnos’ta şimdiki Yıldırım Palas Oteli'nin karşısındaki arsaya defnedilerek, buraya bir abide yapılır. Bu abide 1950 yılında Patnos’tan Ağrı'ya nakledildi. şu an Ağrı'da bulunan abide o tarihte Patnos'tan Ağrı'ya nakledilmiştir.
Daha sonra Nadir Bey, güçleriyle birlikte Mozelan Köyü yakınlarında Tutak-Patnos yolunu tutar. Mehmet Bey ise Patnos Malazgirt arasında ki Şewranşeyh köyü yakınlarındadır.
”Böylelikle harekâtın sevk ve idaresini üzerine almış bulunan Genelkurmay Başkanlığı, durumun oldukça nezaket kespetmesi üzerine 28 Haziran 1930'da verdiği emirde:
Malazgirt ve Patnos bölgelerinin önem kespettiğine, duruma
9.Kolordunun süratle müdahalesi gerektiğine ve harekâta l Temmuzda başlamanın şayanı arzu olduğuna işaret ederek Erzurum, Kars ve Sarıkamış'tan hareket eden kıtaların fennî vasıtalardan faydalanarak nakilleri için vilâyetlere emir verilmesini 1. Genel Müfettişlikten istemiş, ayrıca 9. Kolordu Karargâhının hangi tarihte Karaköse'ye gelerek emir ve komutayı eline alacağını, tenkil harekâtına hangi kıtalarla başlanacağını ve kolordu harekat planına göre harekâta ne zaman başlamanın uygun olacağını... Kolordu Komutanından sormuştu.
Oysa 9. Kolordu, kendisine verilen bölgenin emir ve komutasını
26Haziran 1930 akşamından itibaren ele almış bulunuyordu. Ancak karargâh ileri komuta kademesi 28 Haziran akşamı Karaköse'de bulunabilecekti.
27 Haziran 1930 günü 9. Kolordu bölgesinde durum şöyle idi:
Zeylan bölgesindeki asiler 25 Haziran 1930 akşamı ikiye ayrılarak
bir kısmı ayaklananların ailelerini kaçırmak üzere Seyit Resul komutasında Aksorik istikametine gitmiş, Körhüseyin ve Emin Paşa Oğulları komutasındaki diğer kısım ise, Ağı Gediği - Sarısu bölgesine geçmişlerdi.
Asilerin hududu tecavüzlerine engel olmak için 17. Hudut
Taburundan Beyazıt Ağa'da toplanmış bulunan kısmın Aşigiran ve Gevrişamyan yollarını kapayarak eşkıyayı tenkil etmesi tabur komutanına, Beyazıt Hudut Taburunun da civardaki kısımları ile bu harekete yardım etmesi Beyazıt Takip Bölgesi Komutanlığına emredilmişti.
200 kadar avenesi ile Patnos güneyindeki tepeleri tutmakta olan Körhüseyinoğulları, 26 Haziranda Dedeli'den Patnos'a gelen 5. Seyyar Jandarma Alayının 2. Bölüğüne, teslim olmalarını teklif etmeleri üzerine Malazgirt'te 70 kadar piyadeden başka kuvvet bulunmadığı için bu baskı karşısında bölüğe evvelce vilâyetten verilen talimat gereğince Patnos'un güney sırtlanın işgal ederek Tutak istikametinde çekilmesi emredilmişti. Oysa bu bölük, Dedeli Bucak Müdürü ve mahiyetindeki 27 jandarma Patnos'ta savunmada kalmış ve bu kuvvete 27 Haziran 1930 saat 14.00 sıralarında Tutak'tan subay komutasında bir jandarma müfrezesi ile milislerden Mahmut Bey ve kardeşi îbrahim Ağa kuvvetleri de katılmışlardı. 27 Haziran günü ve gecesi Patnos civarında cereyan eden müsademede eşkıyadan altısı öldürüldü.
Alınan bilgilere göre Körhüseyin Paşa oğulları ile Seyit Resul idaresindeki asilerin gerçek miktarı 110 atlı olup bölgesindeki Zeylanlı-ların katılması ile bu miktar çoğalmıştı.”
Tutak’tan-Patnos'a Sipkili Milisler Mahmut ve ibrahim ağa adlı kardeşlerin rehberliğinde Patnos'a giden bir müfrezeyle çatışma çıkar. Çıkan çatışmada Nadir Bey güçleri müfrezeyi bozguna uğratır. Mahmut ve kardeşi Musa Bey'le birlikte iki yeni mezun doktor asteğmeni esir alırlar. Bu iki esir asteğmenin trajedisini Nadir Bey hayatı boyunca unutmadı. Olayı söyle anlatmaktaydı;
- ikisi de yeni mezun olmuş genç iki teğmendi. Kendilerni yanımdan ayırmıyordum. Çak endişeliydiler. Kanisipi köylülerinin anlattıklarına göre; Fırsat buldukça köylülere nasıl bîri olduğumu, kendilerini öldürüp öldürmeyeceğimi soruyorlarmış. Hatta Müslüman olup olmadığımı, Müslüman olduğum söylenince de, Müslümansa bizi öldürmez diyorlarmıs. Bizler Kayseri' den firar ettikten sonra 1928' de çıkan afla ağabeyim Abdullah Bey'in çocukları Hamza, Mehmet, Celal ile Abdullah bey'in Süphandağı’nda öldürülen oğlu Süleyman’ın çocukları Patnos'a geri dönmüşlerdi. Ben de Patnos'tan Süleyman'ın oğlu Maksudu görmek için yanıma çağırmıştım. Henüz 7-8 yasarında zeki ve sevimli bir çocuktu. Teğmenler yanımda iken,
- Amca, bunları öldürme yazıktır diyordu. Onlar olmayınca da,
- Amca onları öldür, onlar da babamı öldürdü diyordu.
Ben subaylara çok iyi. davranıyordum. Onların Haspel kader buralara geldiklerini, çok genç ve bekleyenlerininin olduğunu biliyor ve kesinlikle kendilerine zarar vermeyi düşünmüyordum. onları Patnos kuşatmasından önce Seyit Resul'a gönderdim. Kendi-erine iyi davranılması ve zarar verilmemesini de özellikle bildirdim. Fakat Seyit Resul ne yazık ki ikisini de öldürmüş-tü. Olayı duyduğumda kahroldum. Onları nasıl oldu da başkalarına teslim ettiğime ve bizleri savaşmak zorunda bırakanlara hayaım boyunca lanet okudum diyordu.
Patnos-Tutak yolunda ki bu çatışmadan sonra Nadir bey Patnos'un kuzeyinde Kanice köyüne, Mehmet Bey'de Patnos'un güneyinde ki Kırekom Köyüne gelirler. Patnos'u 30 Haziran 1930'da kuzeyden ve güneyden kuşatmak için.
Mehmet Bey daha önce açıklanan hatayı yapar. Bu olayı ve
kuşatmayı yeğenleri Şeyh Ali Ataseven söyle aktarmaktadır.
“- Mehmet bey yüz atlıyla Kırekom köyüne Ado’yé Mele'nin evine gelir. Ado'dan köy hocasını çağırmasını söyler. Köy hocası Mele Usıb'a, Patnos bölük komutanı Mahir Bey'e verilmek üzere; bir pusula verir. Pusulada; Mahir Bey'den teslim olmasını aksi halde kendisi ile askerlerini öldürecekleri yazılıdır.
O gece sabaha karşı kapımız çalındı. Babam kalkıp kapıyı
açtı gelen Mele Usıb idi. Mele Usıb, babam Şeyh Brahim’e, Mehmet bey'in yazdığı pusulayı verdi. Henüz sabah ezanı okunmamıştı ikisi birlikte sabah namazını kıldılar. Daha sonrada gün ışımasıyla birlikte Bölük Komutanı Mahir Bey’e gittiler. Mahir bey pusulayı okuyunca;
Kaynak: Bydigi Forum http://www.bydigi.net/tarih/10668-kitlesel-partilesmeye-donus.html#post69519
-Sen bu adamı tut, bırakma köyüne gitsin Hüseyin Paşa’nın burada elli nüfusu var. Birimizin burnu kanarsa biz de onların hepsini öldürürüz. Der
Kaynak: Bydigi Forum http://www.bydigi.net/showthread.php?p=69519
-O günlerde de Konya’dan Hüseyin Paşa’nın oğlu Haydar bey ile torunları (Abdullah beyin çocukları) Mustafa, Hazma, Mehmet, Celal ve aileleri Patnos’a gelmiş Osmanı Usıbın evinde kalmaktaydılar. Mahir Bey onları kastetmekteydi.
Mahir Bey hiç vakit kaybetmeden mezarlıkların içine ve onların geliş istikametine göre birkaç yere mevziler kazdırdı. Bu mevzilere asker yerleştirdi. O sıralar karakol eski caminin yanındaydı. Caminin minaresine bir makineli tüfekle Bahri Çavuş’u yerleştirdi. Söz konusu aileleri de rehine olarak caminin içine koydular. Hazır mevzilerde direnişçilerin gelmelerini beklediler. 30 Haziran 1930 günü artık bizler dahi saldırının olacağını biliyorduk.
Mehmet beyin gönderdiği pusuladan ve alınan önlemlerden habersiz olan Nadir Bey, Kanice Köyü istikametinden dereyi izleyerek yanında Şeyhler Köyünden Sultan Ağa ve beraberlerindeki adamlarıyla Patnos’a doğru geldiler. Sütlüpınara yaklaştıklarında minareden ve mevzilerden yoğun bir ateşe tabi tutuldular. İlk atışla yanındaki ve sağ kolu olan Sultan Ağa öldü. Nadir Bey Sütlüpınarda, şimdiki Ağrı-Van yolunun alt kısmında bir kayanın arkasına geçti ve onlar da ateş etmeye başladırlar. Değişik yerlerdeki mevzilerden ateş açılmaktaydı. Bir müddet sonra mevzileri tespit edip oralara ateş etmeye başladılar. Beklemedikleri bir durumdu.
Güneyden Mehmet Bey ve adamları da Kırekom tarafından Patnos’a girdiler. İlk gelen Akıf’e Delo’ydu. Akif mezarlıktaki mevzilerden açılan ateşle ayağından yaralanıp saf dışı kaldı. Hesene Ali Küpe’de gelen ikinci adamdı. O da kırekom yolunda yaralandı. Patnos yolunda Nezir’in değirmen arkının üzerinde de Mıhemede Seçarik vurularak öldü. Ben de çocukluk aklımla gidip ilimi cebine koydum ve cebindeki sarı bir tütün tabakasını çıkarıp getirdim. Çatışma akşama kadar sürdü. Pek çok yaralı asker Sılo’ye Kolozi’nin evine getirildi. Yaralıların feryat ve figanları ortalığı inletiyordu. Çoğu mevzideyken kurşunların parçaladığı taşlardan yaralanmışlardı.
Nadir bey’de arkasına mevzilendiği kayaya isabet eden bir kurşunun parçaladığı kayadan yüzen gelen kaya parçacıklarıyla yaralanmıştı. Sonraki yıllarda, sağ yanağına dokunulduğunda deri altında pek çok taş parçacıklarının olduğunu his etmek mümkündü. Fakat deride hiçbir iz de yoktu.
Akşam çatışmaların bitmesiyle, Nadir bey, mahiyetiyle birlikte Sultan’ın cesedini alıp gittiler.
Bu olaydan sonra, Osmane Usıbın evine sığınmış olan Haydar Bey ve Abdullah Bey’in çocukları ile aileleri pek çok eziyete maruz kaldılar. Zaten, son derece zor koşullarda yaşamaktaydılar. O dönemde Patnos halkı çok fakirdi. Ekmek bile herkeste bulunmazdı. Nispetten bizim durumumuz iyiydi. Babamın un değirmeni vardı. Bir defasında annem saman taşımada kullanılan bir sepette ekmek koyup, üzerini de görülmemesi için otla kapatıp götürürken, Bahri çavuş durumdan şüphelenip sepeti kontrol eder. Sepete el koyup Mahir Bey’e götürür. Mahir Bey babamı çağırıp;
-Bu yılanlara neden yiyecek veriyorsun?diye çıkışır.
Babam da;
- Bunlar benim akrabalarım, hanımım onlardan çocuklarım onların yeğeni, siz olsanız benim yerimde aç kalmalarına razı olur musunuz? Ekmek vermeye mecburuz der.
Kuşatmadan bir süre sonra, onları çoğu kadın ve çocuk yaklaşık otuz kişiyi üstü acık bir kamyona bindirip tekrar Konya’ya sürgüne gönderdiler. Yazın sıcağında üstü açık bir kamyonda günlerce süren çok eziyetli ve hakaret dolu bir yolculukla önce Diyarbakır’a, oradan da Konya’ya ve 18 yıl sürecek bir sürgün. “
“Düşman kuvvetlerinin merkezi Süphan köyündeydi. Yalnızca Nores'te 40 asker vardı. Bu köye saldırmak köy halkı için çok tehlikeli olacaktı. Çünkü, askerler köydeki, evlere yerleşmiş ve mevzilenmislerdi. Bu nedenle, onlara sabah erkenden Noreş karakollarına saldırmalarını, savaşçıların bir kısmının da, kendilerini Suphan köyü yolu üzerine gizlemelerini ve Süphan daki askerler Noreş Karako1una yardım için köyden çıktıklarında yollarını keserek geri dönmelerinin engellenmesini istedim. Davo' nün kuvvetleri verilen emri, tümüyle yerine getirdi. Şiddetli bir çarpışmadan sonra her iki karakolun askerleri esir a1ınarak, silahlarına el konuldu ve esirler Ağrı’ya getirildi. Esirlerin sayısı 120 kişiydi. Bunlar elden kaçırılmaması ve beslenmeleri için Ağrıda ki evler arasında paylaştırıldı.”
Bu çatışmalarda 25 er kaybolur veya öldürülür. 4 asker yaralanır bir hafif makinalı tüfekle, bir
telefon da direnişçilerin eline geçer.
Bölgede pek çok yerde eylemler sürdürülürken, İhsan Nuri;"Hesenilerin eski liderlerinden Fettulah Bey' in oğlu Sevdin Bey, birkaç: yiğit süvari ile Malazgirt ovasına giderek özgürlük ateşini buralara da sıçrattı." demektedir.
Sürbehan ve Norşin karakol baskınlarının Genel Kurmayı son derece rahatsız ettiği anlaşılmaktadır.
"Alınan bütün tedbir ve tertiplere rağmen büyük çapta olmasa da yer yer eşkıyalık olayları devam etmekte idi. 29 Haziran 1930 saat 02.45 sıralarında 200 atlı, 80 yaya olduğu tahmin edilen bir eşkıya grubu Sürbahan ve Norşin karakollanna baskın yapmışlar ve bu baskında biri ağır, üçü hafif olmak üzere dört yaralı verilmiş, 25 er de kaybolmuş, bir hafif makineli, iki sandık cephane, iki hayvan ve bir telefon cihazı asilerin eline geçmişti. Bu olaydan haberdar olan Genelkurmay Başkanlığı l Temmuz 1930'da verdiği emirde:
"Sürbahan ve Norşin baskınını ve sonucunu pek esef verici buldum. Bu durum, Kürtlerin askerlerimizi öldürmeyecekleri ve teslim olduklarında kendilerine silâh atılmaması hakkındaki propagandalarının semere verdiğine bir delil teşkil edeceği gibi cüzî bir mukavemet karşısında kalacak diğer kıtalar için de pek feci sonuçlar doğurabilir. Bu nedenle böyle adi birkaç eşkıya baskınına uğrayacak kıtaların son nefesine kadar silâhını terk etmeyerek savunmaya devam etmesini ve en küçük bir ihtimali görülenlerin çok şiddetli ve cezri bir surette cezalandırılmalarını ve bu emrinin bütün kıtalara tamimini ister ve 9. Kolordu Komutanlığından bu kıtanın baskına uğramamak için neden tertibat almadığının ve her ne pahasına olursa olsun baskına uğrayan karakollara niçin yardım edilmediğinin, baskına uğrayan karakollar erlerinin kamilen mi, yoksa kısmen mi kaybolduklarının ve müsebbiplerinin tahkiki ile isimlerinin bildirilmesini ve yapılacak takip harekâtında bazı köylerin geçen ayaklanmada olduğu gibi kıtalarımızın yan ve gerilerindeki sırtlan tutarak bağırıp çağırma ile ve ellerindeki birkaç silâhı da ara sıra kullanarak şaşkınlığa ve müessef olaylara sebep olmaları için kıtaların bu bakımdan da aydınlatılması ve yukarıda söylendiği üzere son nefese kadar eşkıya üzerine saldırmak fikrinin her Türk askeri için bir gaye olması hususunun sağlanmasını rica ederim" demekte idi.
Bu olaydan sonra Nadir Bey;
Bir yıl önce şehit edilen Yusuf, Afit, Süleyman ve Gefo’nun saklandıkları yeri ihbar edip, kendiside saldırıya katılan Milis Mıhemede Haci Ali'nin Aktepe köyünde olduğu haberini alır.Nadir bey" in üstünde bir subay elbisesi vardır. Kendisini yüzbaşı olarak tanıtıp, Mehmet é Haci Eli'nin bulunduğu evin kapısında kendisine seslenerek dışarı çıkmasını söyler. Yüzbaşının kapısına gelmesinin heyecanıyla dışarı fırlayan Milis’i öldürmek için silahlarına Davranan yanındakilere müdahale eden Nadir bey, onunla hesabı olan benim kimse karışmasın diyip müdahale eder. Tüfeği milisin ağzında dayayıp ateş eder. Silah sesinden ürken at Nadir Beyle birlikte kışlık buğdayların muhafazası için açılan kuyuya düşer. Daha sonra kuyudan güçlükle çıkan Nadir Bey, Milisin öldüğünü sanıp yola devam eder. Oysa milisin ağzına sıkılan kurşun yanağından çıkmış ve sadece yaralanmıştır. Sağ olduğu sürece yama1ı yanağı ihanetinin kanıtı olarak kaldı.
9. Kolordu Genel Kurmay Başkanlığından aldığı emir ve direktiflere uygun olarak 2 Temmuz 1930 da harekat emrini verdi.
Patnos bölgesinde:
Eşkıya Körhüseyin ve Eminpaşaoğullan idaresinde 350-400 kişi olup Sofu Mustafa-Kâni-Yukan zomik-Çakjrbey-Gürgüre-Haçlı-Koru-Harabe-Kürk-Çavuş köyleri ile çevrili olan saha dahilinde bulunmaktadır. Bu köyler ve bu saha dahilindeki bütün köyler eşkıyaya katılmışlardır.
Zeylan Bölgesinde:
Eşkıya, Seyit Resul idaresinde 400 kişi kadar tahmin edilmekte olup Zeylan deresi içinde Şurik-Su Souk-Kadir Asker-Münevver-Sivik-Ağı-Dedeli-Şeytan Ava köyleri ile çevrili olan saha dahilinde bulunmaktadır. Bu köyler ve saha dahilindeki diğer bütün köylü eşkıya ile beraberdirler.
Çaldıran Bölgesinde:
iran'dan hududumuz dahiline giren Yusuf Abdal idaresinde miktarı henüz anlaşılamayan bir eşkıya grubu da Aşağı Çilli-Şeyh Rumi-Alikelle-Haçan-Kaymaz-Şeyh Sucu köyleri ile çevrili olan sahada bulunmaktadır. Bu bölgenin kuzeyinde ve hudutla Tendürük arasındaki sahada Halikânlı Halit ve Melikânlı Tozu'nun bulunduğu anlaşılmıştır. Bu şakilerin, Zeylan ve Patnos civarındaki eşkıyayı gereğinde himaye maksadı ile hududumuz dahiline girmiş olmaları kuvvetle muhtemeldir.”
Direnişçilerin durumu bu şekilde verildikten, ilgili kıtaların ne şekilde hareket edecekleri geniş bir şekilde ifade edildikten sonra;
^ Güvenlik tedbirlerine dikkat edilerek baskınlardan korunulması ve son nefese kadar eşkıya üzerine saldırmak fikrinin her Türk askeri için bir gaye olduğunun herkesçe bilinmesi ve en küçük bir başarısızlığa kesin olarak meydan verilmemesi, gaflet ve tedbirsizlik yüzünden vaki olacak darbelerin büyük sorumluluğu hatırdan çıkanlmayarak bütün ilgililerin son derece dikkatli davranmaları Genelkurmay Başkanı Paşa hazretlerinin özel emirleri olup arkadaşlara önemle bildiririm.
Eşkıya çok uzak mesafelerden ateş ederek kaçmaktadır. En ilkel bir harp değerinden yoksundur. Yalnız gafil kıtaları yan ve gerilerinden pusu ve baskınlara uğratarak bir şey elde etmek ga-yesindedir. Dikkatli en küçük bir kıtamızın karşısında sürülerle eşkıyanın bozguna uğradığı denenmiştir. Ayaklanma sahasındaki köylerden, ayaklananlara katılmış olanların tamamı yakılacaktır. Ele diri eşkıya geçirmek, özellikle reislerini yakalamak son derece önemlidir ve Mareşal Hazretleri diri eşkıya yakalanmasını irade buyurmuşlardır.
/Askerin yağma ve talandan kesinlikle men edilmesini ve buna karşı gösterilecek gevşekliğin büyük tehlike ve sorumluluğunu bütün ilgililere hatırlatırım.”
9. Kolordu hazırladığı harekat planını pek çok komutanlık ve genel kurmaya bildirir.
“Genelkurmay Başkanlığı aynı gün (2 Temmuz 1930) 9. Kolorduya verdiği cevabî emrinde:
"Kolordunun 4 Temmuzda yapacağı imha hareketinin yapılış tarzı «/hakkındaki düşüncelerine katılırım.
Yaşar Bey Müfrezesinin takdire değer olan hareketi ve hava kıtlalarımızın parlak başarıları komutanız altında yapılacak harekâtın çok yüksek semerelere ve fırsat bekleyen düşmanlanmıza Türk süngüsünün her an ezici bir kuvvet olduğu,hissini vereceğinden şüphem yoktur.
Bir daha tekrarlanmayacak biçimde yapılacağına şüphe etmediğim harekâtınızda başarılar diler, bütün arkadaşlann gözlerinden öperim" demekte idi.”
Evet genelkurmay “Türk süngüsünün ezici bir kuvvet olduğu hissini verin “ demekteydi. Bunun ne anlama geldiği birkaç gün içinde ortaya çıktı. 50 ye yakın köyün 15.000 in üzerinde insanı katledildi.
“9. Kolordu bir yandan 4 Temmuzda başlaması kararlaştırılan harekâtın hazırlıklan ile uğraşmakta, bir yandan da yer yer vaki olaylar dolayısıyla bölgesinde tenkil ve takip hareketlerini devam ettirmekte idi.
2 Temmuz 1930'da, Kolordu bölgesinde şu hareket ve faaliyetler olmakta idi:
"Kaymaz, Haçan, Kölesor, Çilli ve Osmanlı köyleri havadan bombalanmış;
Kaynak: Bydigi Forum http://www.bydigi.net/tarih/10668-kitlesel-partilesmeye-donus.html#post69520
Patnos bölgesinde ayaklananlara katılan köyler bomba ve makineli tüfek ateşi altına alınmış;
Beyazıt Ağa'nın 4 km. güneyinde 2190 rakımlı tepe ve bunun 8 km. güneyindeki 2280 rakımlı tepeler, cepheleri Beyazıt Ağa'ya dönük olmak üzere 100 kadar asi tarafından tutulmuş;
Muradiye'nin 10 km. doğusunda 3020 rakımlı tepe batı yamaçlarında takriben 200 kadar atlı ve yaya asi kuvvet Muradiye'deki süvari kıtalarımızla müsademe etmekte olup Muradiye'deki batarya asiler üzerine ateş etmekte;
Henüz Ernis'e gelmiş bulunan 62. Alayın 2. Taburundan iki piyade bölüğü ile bir makineli tüfek takımının 40. Süvari Alayını takviye etmek üzere Muradiye'ye gönderilmesi ve Ernis ile Erciş'in eldeki kuvvetlerle karış karış savunulması, 40. Süvari Alayının her halde Muradiye'yi savunması ve Ernis'ten gönderilen takviye kıtaları geldikten sonra karşısındaki asilere taarruz etmek üzere hazırlanması, 7. Kolordu aracılığı ile bu birliklere emredilmiş;
Kaynak: Bydigi Forum http://www.bydigi.net/showthread.php?p=69520
Erciş'in kuzeyindeki Zurnake tepesi ile Erciş'in batısındaki sırtları işgal eden yaklaşık olarak 250 kadar asi ile Erciş'teki kıtalarımız arasında müsademe devam etmekte.”
Buradan Süphandağı eteklerine geçen direnişçilerin üzerine çok sayıda Asker sevk edilir. Suphandağı’nda kuşatılırlar. Kuşatma daraldıkça dağın tepesine çekilen direnişçilerle askerler arasında pek çok çatışma olur. Pek çok asker öldürülür. Yıllar sonra Nadir bey bu çatışmalarda öldürülen iki askerin katili olmakla Kayseri’de yargılanıp, 5 yıl hapis yatacaktır. Süphandağ’ın da mahsur kalan direnişçiler bir gece yoğun gelmişlerdir.çatışmalardan sonra kuşatmayı yarıp Aladağa oradan da İran’ın yekmal köyüne geçerler. Bu arada Mehmet bey ve beraberindekiler de daha önceden buraya geçmişlerdi.
Erciş kuşatmasından sonra Zilan mıntıkasına geçen Seyit Resul ve mahiyetindekiler Zilan deresinden iran'a geçerler Ve savaştan çekilirler. Emin Pasanın çocukları Ebubekir, Osman ve ibrahim'de aileleriyle birlikte Zilan deresinden Ağrıdağı’ na geçmek isterlerken yolda Keskoi Asireti’nin saldırısına uğrarlar. Keskoiler erkekleri öldürür. Kadın ve çocukların üstünde ne varsa alıp son derece perişan bir şekilde bırakırlar. Keskoilerin baskınında öldürülen Osman’ın iki küçük çocuğu da öldürülür. Karadesleri Burhan, Ömer ve öldürülen Osman'ının eşi (Emin Paşa'nın kardeşi Abdullah Bey'in kızı.) Vahide ve diğer kadınlar perişan bir şekilde îran'ın Yekmal köyüne geçerler.
Katliamda herkesin hedef alınması direnişçilerin eş ve çocukları ile götürebildikleri kadar eşya ve hay-vanlarını da yanlarına alıp kaçırmaya mecbur bıraktı. Çünkü askerler bölgede kim varsa öldürüyor, onlara ait ne varsa yakıp yıkıyor ya da el koyuyorlardı. Ailele-riyle birlikte dağlara çekilen direnişçilere, Keskoiler askerlerin önüne düşerek baskın düzenliyor, Yakaladık-larını öldürüyor. Mallarını talan ediyorlardı. Bu nedenle direnişçilerin Ağrı’ya ulaşmaları zor olduğundan Iran sınırına doğru gidip iran'da ki Celali yaylalarına sığınıyorlardı. Bunlardan biri de evi Erciş'te olan Seyit Resulun amcasının oğlu seyit Abdulvehap Berzenci idi. O da çoluk çocuğunu keskoi ve askerlerin önünden kaçırarak İran'a geçti.
ZİLAN DERESİ
Genel Kurmay belgelerinde Bölgede ki olaylara ilişkin aşğıdaki bilgiler verilmektedir.
“25 Temmuzda:
Erciş bölgesinde öteye beriye gizlenen perakende eşkıya gruplarını takip etmekte olan Derviş Bey Müfrezesi, bunlardan bir kısmını daha yakalamış ve kaçmaya teşebbüs edenleri imha etmişti. Bu temizleme ameliyesi sırasında ayrıca asilere ait 11 mckkâri daha ganimet alınmak suretiyle toplanan 200 kadar hayvan Erciş'teki komisyona teslim edildi.”
“29 Temmuzda:
Zeylan bölgesinde temizleme işi ile görevli olan Derviş Bey Müfrezesi, Zeylan ayaklanmasının birinci derecede amillerinden olan Pabuşkin köyü imamı ile dört asiyi müsademe sonucu ölü olarak ele geçirdi ve ayrıca 9 tüfek, 700 kadar hayvan toplandı.”
“2 Ağustosta:
Derviş Bey Müfrezesi Koç Köprü, Gürgür Baba, Partaç dağı bölgesinde yaptığı araştırmada mağaralarda gizlenmiş olan asilerden Haso ile kimliği tespit edilemeyen arkadaşlarını ölü olarak ele geçirmiş ve bunlardan başka mağaralarda gizlenmiş olan kadınları toplayarak bu köylere yerleştirmişti. Karamelik. Zoraya köylerinin araştırılmasında da biri ölü, biri yaralı ve 15'i diri olmak üzere 17 asiyi yakalamış ve bunlara yataklık eden Karamelik köyünü tahrip etmişti .”
“ Zeylan bölgesindeki temizlemenin hâlâ sonu alınamamıştı. Derviş Bey Müfrezesi, 10 Ağustosta Pani yaylası civarında ünlü asilerden Sultan,Yusuf, Hamza, Kasım, Tahir, Körhüseyin'in amcazadesi Kasım ve Muhittin adlarındaki şahıslan yakalamaya muvaffak olmuş, bunları saklayan Şerefli ve Maral köylerini yaktırmış ve bu arada 30 kadar silâh ele geçirebilmişti.”
Oysa gerçekte yapılanlar bunlarla sınırlı değil tam bir vahşetti.
Kaynak: Bydigi Forum http://www.bydigi.net/tarih/10668-kitlesel-partilesmeye-donus.html#post69522
Erciş kuşatmasından sonra yöreye sevk edilen Askeri güçler bölgede büyük bir kıyıma girişirler.
Zilan deresindeki 44 köy yakılır. Hayvanlarına ve diğer mallarına el konur ve bu köylerlerde yaşayanlardan ele geçen tüm insanlar katledilir. Söz konusu köyler şunlardır:
Hasanabdal, Aks, Şahbazar, Doğanci, Tendurek, Çakırbey, Yilanlık, Harhus, Babazeng, Kömür, Şor, Şorik, Mürşit, Mescitli, Karakilis, Kündük, Zorava, Aryutin, Hallacköy, Koşköprü, Kuruçem, Mülk, Yekmal, Kilise, Gosk, A.Partaş, Y.Partaş, Binesi, Bunizi, Pelexlu, Kerx, Sögütlü, Mığare, Kardoğan, Kelle, Hostekar, Süvarköy, Kızılkılise, Ziyaret, Hiraşen, komik, Şeytanava, Birhan, Y.Koşköprü.
Zilan deresi iki koldan oluşur; Zilan deresi ve Hacideri deresi. Zilan deresindeki köyler; Komır, Zorava, Kaşesor, Eqıs, Ba- bazeng, Xarxus, İlani , Hacikaş, Çakırbey, Hesenabdal, Qerekilis köyleri halkı yörede Ceme Gürceme olarak anılan vadide(Adağeybé), grup, grup, topluca birbirlerine bağlanarak makineli tüfeklerle taranıp öldürülürler. Burada öldürülenler ağırlıklı olarak Bekıri ve Hemoyi aşiretindendirler.
Kaynak: Bydigi Forum http://www.bydigi.net/showthread.php?p=69522
Hacıderi deresi Boynızlı köyü yakınında yine aynı şekilde, Hacıderi Aşiretinden, Bonızli, Kondu k, Sicali, Oardoğan, Mığare, Soqıtli, Kerğ, köylüleri çoluk, çocuk,, genç, yaslı ayırımı yapılmadan katledilirler. Bütün köyler ateşe verilir. Zilan deresinde katledilenlerin sayısı o günkü basında 15,000 kişi olarak verilmiş olmasına rağmen bazı kaynaklar bu sayıyı 47,000 kişi olarak vermektedirler. Mele Haydar Varlı zilan katliamında kadledilenlerin 15.170 kişi olduğunu söylemekteydi.
Katliamın boyutunu o günün basınından da öğrenmek mümkün.
Vakit Gazetesi13 Temmuz 1930
“Asiler 5 günde yok edildi. Zeylan deresindekiler tamamen yok edildi. Bunlardan bir kişi dahi kurtulamamıştır. Ağrı’da harekat devam ediyor. Dünden beri harekat sahasında eşkıya kalmamıştır. Büyük kuvvetlerimiz yüksek sarp dağlara iltica edenleri de mahv etmiştir. Zeylan deresi yüzlerce cesetle doludur.”
16 Temmuz Cumhuriyet imha edilenler ara başlığı ile şu haberi vermektedir;
“ Ağrı eteklerinde eşkiyaya iltica eden köyler tamamen yakılarak ahalisi Erciş’e sevk ve orada iskan olunmuştur. Zilan harekatında imha edilen eşkıya miktarı 15.000’ den fazladır. Yalnız bir müfreze önünde düşüp ölenler 1.000 kişi olarak tahmin ediliyor. Zilan deresinden sıvışan 5 şaki de teslim olmuştur. Buradaki harp pek müthiş bir tarzda cereyan etmiş, Zilan deresi lepalep cesetle dolmıştu...”
Bu sayının içinde çok az sayıda direnişçi vardır, öldürü-lenlerin çoğu direnişçilere yardım ve yataklık ettikleri gerek-çesiyle katliama maruz kalan köylülerdir.Hatta pek çoğu direniş-çilere katılabilir veya yardım edebilir endişesiyle katledilmişlerdir.
Zilan deresi katliamında direnişçi olan Reşo’ye Meme'nın kızı Keser Şah anlatıyor:
- Annem ünlü Milis Sıdıqe Hesen Keçele’ nın bacısıdır. 1926 yılında babam Reşo sürgüne gönderilmek istenince dağa çıkmış. Zilan kat1iamın da Derviş ve Yaşar bey adlı komutanlar Babama haber yollayıp silahıyla teslim olması durumunda kendisine bir şey yapmayacaklarını dayım Sidiq vasıtasıyla kendisine iletmişler. Babam teslim olmayınca da, annemi iki çocuğuyla birlikte tutuklamışlar. O sıra da annem bana hamileymiş. Annemin tutuklanmasını kendisine yediremeyen babam gelip teslim olur. Teslim olduğu köy Girqusda, nerelerde barındığını, kimlerin kendisine yardım ettiğini söylemesi için Annemin ve köylülerin gözü önünde çırılçıplak soyarak, vücudunda cepler yaparak zorla ellerini sokarlar. Babam kimsenin kendilerine isteyerek yardım edip barındırmadığını kendilerinin silah zoruyla beslenme ihtiyaçlarını temin ettiklerini söyler. Bunun üzerine babamı kurşunlayarak öldürürler, îki kardeşimi de annemin gözü önünde ö1dürürler.
Hevırzong köyünden Ahmet'e Xalıt. katliamla ilgili olarak şunları anlatıyor;
"•••• Hemoyi aşiretinden Hasanabdal köyü halkından Şükrü ağa ve amcasının çocukları Mehmet, Reşit, Ahmet, Hamza adlı şahıslar Zilan katliamından önce Batı Anadolu'ya sürgüne gönderilmek istenmiş, onlarda pek çok kişi gibi sürgün dayatmasına karşı, dağa çıkmışlardı. Ağrı direnişçilerinin bölgeye gelmeleri ile onlarda direnişçilerle birlikte, Cakırbey karakolu baskınına katıldılar. Karakol baskınında karakolda bulunan askerlerin hepsi öldürülür ve silahlarına el konur. Direnişçiler bu baskından sonra Erciş ilcesine yönelirler. Direnişçilerin Zilan vadi-sinden çekilmelerinden sonra bölgeye Diyarbakır'da dahil tüm çevre illerden sayıları onbinlerle ifade edilebilecek çok büyük bir askeri sevkiyat yapılır.
Askerlerin bölgeye gelmesi halk arasında büyük bir korkuya neden olur. Bazıları katliam korkusundan köylerini terk edip dağlara çıkarlar. Bazıları ise, masum olduklarını düşünüp köylerini terk etmezler. Hatta askerlere hoş görünmek amacıyla yemek ikram edenler de olur. Bunlardan birisi de Hemoyi Aşiretinden Qulixan’ın yeğeni Ömer’dir. Ömer, kazanlarla yemek yapıp askerlere ikram eder. Askerler kendilerine ikram edilen yemekleri yedikten sonra Ömer ve beraberindekileri öldürerek mükafatlandırırlar!
Hemoyi aşireti mensuplarının yaşadığı, o dönemde oldukça kalabalık sayıla bilecek Şorık v e Mürşit köyleri halkını, çoluk çocuk, kadın erkek ayırımı yapmadan herkesi öldürüp, tüm insan ve hayvan barınaklarını ateşe verirler.
Doğaci, Yekmale, Şore, Kilise, Sarbazar (şeyhlerin köyü) Zo- rava ve Hasanevdal köylülerini ise, Hasanevdal köyünün altında o dönemde cebeli denilen, daha sonra yöre halkının kayıplar adası anlamına gelen Adageybé olarak adlandırdığı bir tarafında tepe bir tarafından da Hasanabdal çayı geçmekte olan bir cayırda toplayıp topluca ateş altına alırlar. Aynı bölgede bulunan ve celali aşireti mensuplarının yaşadığı aks köyünü ise, devlet yanlısı olan köy imamı Mele Haşem askeri yetkililerle görüşüp köyü, köy sakinlerine yaktırıp katliamdan kurtulmalarını sağlamış-tır.
Bu olayların hala hayatta olan tanıkları vardır. Bunlar, makineli tüfeklerle taranıp öldürülen insan cesetlerinin altında sağ yada yaralı olarak kurtulanlardır. Bunlardan birisi Eco ağanın kızı Reyhan dır. Halen Karakilis te evli,süngü darbesiyle kalçasından aldığı yaradan dolayı sakattır.
Bir diğeri ise, Hasanabdal köyünden Reşité Méhemet’tir. O da kurtulan pek çok kişi gibi cesetlerin altında ölü takliti ya-parak kurtulabilmiştir.
Hacıderi deresinde ise, İsıki aşiretinin yerleşik olduğu Mılk, Kundık, Gomık köyleri ile Heciderilerin yaşadığı köyler Kerğ, Mığare, Sogıtli, Bonızli, Hostekar ve Kardogan ile Bekırilerin köyleri olan Cakırbey, Komir, Xarxus, Hacikaş, Mezre köyleri de aynı şekilde katliama maruz kalırlar.
Yörede pek çok trajik olay yaşanmıştır. Bu olaylardan halk arasında anlatılanlardan birisi de Malazgirtli Zazo adındaki Kürt kökenli bir askerin yaptıkları ya da ona yaptırılanlardır. Katliam sahasında komutanın gavur zazo vur emriyle pohpohla-dıgı Zazo, böbürlenerek hamile kadınların karnını süngüleyip, çocuklarını çıkartmıştır.
--------------------------------------------------------------------------------
Mirza Efendi'nin oğlu Hüseyin, Ziyaret köyünde yasayan yaşlı bir kişiydi. Katliama ilişkin bir anısını bana su şekilde aktardı;
- Zilan Katliamında ben Diyarbakır’da askerdim. Diyarbakır’dan bölgeye sevk edilen askeri, birliklerin içinde bende vardım. Bölgeye intikal ettiğimizde katliam yeni yapılmıştı. Bizler firar edenler yada, katliamdan kurtulup gizlenenlerin bulunması ile görevliydik. Yak1an Cakırbey köyünde bu amaçla arama tarama yapıyor-duk, daha önce katledilen ve yakılan köyün yıkıntıları arasın-da sağ kalan insan arıyorduk. Aramalar neticesinde iki kişi bulundu. Her ikisini de alıp komutanın yanına getirdiler. Bizler de arama faaliyetini tamamlayıp orada toplandık. Yakalananlardan biri 80 lik ihtiyar bir adamdı. Diğeri ise, halinden doğumunun çok yakın olduğu belli olan hamile bir kadındı.
Komutan, yaşlı adama bir, iki tekme atıp;
-Bu adam zaten gebermiş, iki kişi kadının kollarından tutsun dedi.
îki asker daha önce gördüğü dehşetinde etkisiyle tir tir titreyen zavalı kadının kollarından tuttu.
Komutan;
-içinizde bu kadının karnını deşip piçini çıkaracak bir gönüllü biri çıksın diye bağırdı. Bir kaç kez seslendi, askerlerden bir ses çıkmadı.
Bunun üzerine, bu isi gerçekleştirecek kişiye 40 gün mükafat izni var dedi. Bir asker gönüllü olarak çıktı. iki kolundan kıskıvrak tutulmuş zavallı kadının karnını süngüyle yardı. Kadıncağız hemen öldü. Çocuk yaşıyordu.
Komutan;
- Bakın bakalım piç,erkek mi kız mı diye sordu. Asker erkek diye cevapladı, Komutan;
- -O piçin erkek olduğunu tahmin etmiştim dedi.
Asker çocuğu da süngüleyip öldürdü.
Nuri'ye Heso'nun eşi Emine, iki çocuğu ve. 7-8 yakınıyla katliamdan kaçıyorlardı. Hasanabdal yakınlarında ki, îna pışika (kedilerin ini) adlı mağaraya sığınmak için Hasan-abdal Çayının kenarından yürüyorlardı. Çocukların ağ1amalarının kendi-lerini ele vereceğinden korkan beraberindekiler Emine'ye;
- Ya çocukları çaya at, ya da biz öldüreceğiz, derler.
Kadıncağız çaresizlik içinde iki yavrusunu da çaya atar. mağaraya gidip, orada gizlenirler.
Bizim evimiz o tarihte Hevırzong köyündeydi. Hasanabdal kö- yündeki akrabalarımızın çoğu kat1 edilmişti. Amcalarım, dedem de dahil. Fakat, bizim köye karışmadılar. Babam, akrabalarımızın imdadına koşmak , en azından ölüleri gömmek için, gece kat1iamın yap1dığı Cebeliye gider. Anlattığına göre; Köpekler insan etine alıştıklarından kendilerine de saldırıyorlarmıs. O sahaya zor bela girebilmiş-ler. Sahaya girdiklerinde köpeklerce yiyilmiş, büyük bîr kısmı tanınmaz halde olan yüzlerce cesetle karşılaşmışlar. Katledilenler ancak gece kimse görmeden gizlice ve topluca toprağa verilmiş. O yörede aradan geçen seksen yıllık süreye rağmen hala insan kemiklerine raslamak mümkündür. "
Zilan katliamında destanlaşanlardan biri de Reşo"yâ Sılo dur.
-Reşa, karısı Zeyno'ya deli gibi asıktır. Zeyno’ da Reşo’ya Reşa. Zilan kuşatmasında O da direnişçilere katılır. Reşo ile Zeyno Zilan' da ki takibat ve katliam nedeniyle 7 günden beri Güllü çimen'de bir mağarada saklanmaktadırlar. Bir sabah uyandıklar da kuşatıldıklarını görürler. Askerler soğuktan parmakları donan Reşo'nun kafasını keserler. Gözlerinin önünde kocasının kafası kesilen Zeyno’da Feryat figanla Reşo’ nun cesedine kapanıp ağlar. O’ nun da kafasını keserler. Bekıri Aşiretin’ den olan Reşo ve Zeyno’nun kesik kafalarını köy, köy gezdirip,, teşhir ederler. Bu olayı konu alan bir ağıt yörede hala söylenmektedir. Türkçesi;
"Reşo' sen diyordun benim üzerime daha yiğit çıkmış değildir, Tut tüfeğinin ortasından ve silkin yiğitçe—"
Zilan katliamından kurtulan pek çok kişi hala hayatta dır. Ercisin Oerekılis'te Hacı Nadir. Akcıra köyünden Hacı Şebab'ın annesi Perişan, Tevladere de Hacı T a hır, Gırqus köyünde Mecit ve daha pek çok kişi katliam esnasında cesetlerin a1tında kalmış sanılmaları nedeniyle katliamdan sağ kurtulmuşlardır.
Kaynak: Bydigi Forum http://www.bydigi.net/tarih/10668-kitlesel-partilesmeye-donus.html#post69523
Katliamdan kurtulan 2 kardeşten bir olan Zıfo nine bizim köyde evliydi. Zılfo Nine ile kardeşi Tosun katliamda cesetlerin altında kalarak büyük bir şans eseri ölü sanılıp, kurtulmuşlardır.
Tosun Adağeybe'den Bulanık İlçesinin Şeyh Yaküp Köyü’ne kadar yüzlerce kilometre yolu akarsu yatağını izleyerek gitmiş, orada akrabalarının olduğu, Muhtarlığını da akrabası Acem'é Meleoğlu'nun yaptığı köye sığınmıştır. Bu köyde daha sonra çobanlık yapan Tosun’u devlet güçleri izleyerek yakalamışlardır. Büyük katliamın tanığı Tosun araya giren Muhtarın verdiği rüşvetle adının Tosun değil, Mehmet Tosun olduğu söylenerek aranan kişi olmadığı gerekçesiyle kurtulabilmiştir.
Katliamdan sonra, kat1iam artığı kişi1er saklandıkları yerlerden toplatılarak Erciş'in İrşad köyünde birbirlerine bağlı bir şekilde kurşuna dizilmek üzere bekletilirken, uzaktan bir atlı elinde ki bir kağıdı sa11ayarak durun, durun diye bağırarak gelmiş. Bunun üzerine askerler atlının gelmesini beklemişler gelen ünlü Milis Sıdık’é Hesen keçelé;
- Durun bunların af kararını getirdim, diyerek elindeki kağıdı komutana uzatmış. Belgeyi okuyan Komutan, af edildiklerini söyleyip, serbest bırakmış. Bu olayın aynısı Dersim katliamından sonra da yapılmıştır. "Mustafa Kemal’den emir geldi öldürmeyin diye" Daha sonraları da yörede katliamların M. Kemal’den habersiz yapıldığı M. Kemal'in olayı duyduktan sonra Yüzbaşı Derviş beyi idam ettirdiği haberi yaydırılmıştır. Şüphesiz bu taktikler katliamdan sonra yöre halkı içinde sorumluluğu birilerine yükleyip, devletin imajını kurtarmayı amaçlayan kısmen de tutan taktiklerdir. İşin aslı Genelkurmay belgelerinde mevcut, Derviş beyin faaliyet-lerinden duyulan memnuniyet taktir edilmektedir.
Zilan katliamı insan oğlunun yaşadığı en barbar katliamlardan biridir. Çoluk-Çocuk,, Genc-Yaslı, Kadın-Erkek ayırımı yapılmadan ele geçen herkes kurşuna dizilmiş. Bütün köyler ateşe verilmiş-tir. Katliam esnasında ve sonrasında tam bir can pazarı kurulmuştur.
Milisler Sıdikâ Hesen Keçele ve Cevher efendi ile diğerleri, rüşvet, vermeyenleri öldürtmüş, verenler kurtulmuştur. Pek Çok insan ancak kendisi için yeterli, rüşveti verebildiğinden kendisini kurtarmış, yakınlarını kurtaramamıştır.
Katledilen köylülerin mallarını Keskoi Aşireti ile Milisler ve komutanlar yağmalamışlardır. Patnos'ta dahi Şeyh Ali Ataseven'in anlattığına göre, Ezet ile Efendi ( Eski Ağrı Millet vekili Kerem Şahin’ in babası) ve bölük komutanı Mahir Bey bu talandan 200 er 300 er küçük ve büyük baş hayvan edindiler.
Katliamdan kurtulanların bir kısmı dağlara çıktılar, bir bir kısmı da Fılıstanda ki, (Adilcevaz) Erciş'te ki köylere gi-dip sığındılar. Fakat katliam mağdurları buralarda da rahat bırakılmadılar.Bir kısmı takip edilip yakalandı, diğerlerinin başına bu defa milisler bela oldu. Seydki’li Şerif’é Fela , éliye évdi (çiloyi), Şeyh Taho, Meme Hemzé ve diğer milisler bu katliamzedelere ait ne varsa talan ettiler.
Zilan deresinde Katledilenlerin köylerinde ki gayri-menkuller uzun yıllar Erciş ilcesine reislik yapan Cevher Efendi ve oğulları Süleyman'la îdris'in eline geçti. Hacıderi deresindekiler de, Sıdiqé Hesenkecelé'nin. Bu iki milis aile, katliamın olduğu 1930’dan, l950’ye kadar bu köyleri ekip biç-ti, Kocköprü'de iki derenin birleştiği yerde, bir karakol inşa edîdilerek söz konusu köylere yerleşim engellendi. Bütün bu köyler, 20 yılı aşkın bir süre bu iki ailenin tasarrufunda kaldı.
Kaynak: Bydigi Forum http://www.bydigi.net/showthread.php?p=69523
Göç ettirildikleri köylerinin hasretiyle yirmi yıl bekleyen zilanlılar her yemeğe oturuşlarında (Hude Zedeke, geli avake) Allah ziyade etsin, Zilan deresini inşa etsin diye dua etiler., 1950 de Zilan deresi yerleşime açıldı. Büyük bir kısmı da 1980’e kadar devlet üretme Çiftliği olarak ku11a nı1an Hasanabdal köyüne, l980'de Afgan göçmenleri yerleştirildi.
GAZETE HABERLERİ
Resimli Uyanış'ın l0 Temmuz tarihli nüshasında şöyle yazılıyordu:
"Şarkta, bir takım asılları ne olduğu belirsiz çapulcuların hudutlarımıza tecavüze yeltendikleri ve hükümetin buna karşı ,şiddetli tedbirler aldığı bilinmektedir. Maalesef son vaziyet karşısında ,sakilerin İranlılar tarafından silahlandırıldıkları ve harici bazı kuvvetlerin bu hareketleri teşvik ettikleri kanati hasıl olmuştur. Bu münasebetle Türkiye ve İran hükümetleri arasında notalar teati olunmuştu.
Her türlü hazırlık bittiğinden harekat başlamıştır. Dağdaki asilerin kaçmalarına mani olacak tedbirler alınmıştır. Hepsi de dağda imha edilecektir. Çevirme harekatı tamam olmuştur. Tayyarelerimiz, hududu geçerek dağın çevrilmemiş bulunan kısmını havadan abluka etmiş, kıtaatımız çevirme harekatını muvaffakiyetle yapmıştır. "
10 Temmuz tarihli Cumhuriyet'ten:
"Şakiler yer yer imha ediliyor/ Eşkiyanın kısmı külliyesi ihata edilmiş bir vaziyettedir/ Tenkil harekatının bir hafta kadar devam edeceği anlaşılmaktadır- Süvarimizin bir baskını...l
Ankara, 9 (Telefonla)- Dün gece Sarktan tamlayıcı bilgi gelmiştir. Bunlara göre,şiddetli çarpışmalar devam ediyor ve müthiş bir ateş çemberi içinde kalan şakiler firar ediyor. Süvarimiz Ağrı'ya siddetli bir baskın yapmış, eşkiyanın birçoğunu öldürmüş, geri kalanlarını kaçırmıştır.
Son dakikada gelen malumata göre yer yer imha ediliyor. Sahada tenkil ve temizleme harekatının bir hafta süreceği tahmin ediliyor. Bir dereye sıkıştırılan eşkiyanın kısmı küllisinin bir kaç güne kadar icabına bakılacaktır.
Ağrı Dağı'nda patlayan Şark hadisesinin tenkil kuvvetlerimiz tarafından tamamen bastırılmak üzere olduğunu görüyoruz. Hükümetin çevirmeli bir programla takip ettiği harekat çok çabuk inkişaf etmiştir.Evvelki gün başlayan ilk büyük çarpışma şakilerin büyük kısmını imhaya kafi gelmiştir. Evvelce endişe ettiğimiz cihet boş kalacağı zannedilen İran hududundan ,şakilerin tekrar kaçabileceği idi. '
Kaynak: Bydigi Forum http://www.bydigi.net/tarih/10668-kitlesel-partilesmeye-donus.html#post69527
Halbuki vaziyet hududun askerlerimiz tarafından muhafaza altına alındığını göstermiştir. Binaenalyh eşkıyanın tam bir demir ve ateş çemberi içinde kaldığına şüphe yoktur. Son iki günlük muharebede ,şakiler çok telefat vermiş, sergerdelerden bir kısmı ölüler arasında bulunmuştur.
Karargahı bu mıntıkada bulunan süvari fırkamı zın mızraklı alaylarından biri eşkiyaya karşı büyük muvaffakiyetler kazanmaktadır. Aşiret eşkıyaları mızraktan çok korkmaktadırlar. Alayın Ağrı ya yaptığı ani bir baskın onlara çok telefat verdirmiştir.
Ağrı havalisinde son vaziyet şöyledir: Askerlerimiz şakileri bu sarp dağda öyle sıkıştırmış kii, kısmı külliyesinin 7 ve 8 Temmuz tarihlerinde isleri bitirilmistir. Mukavemet etmekte ısrar edeni veya yüksek tepelere saklanmak isteyen eşkiya kesif tayyare bombardıman filomuzdan kaçmak isterken diri diri yakalanmışlardır.
Evvelce yazdığımız gibi Ağrı: Türk-İran-Rusya hududu üzerinde ve üçgen bir müselles (çok
büyük) teşkil eden dağdır ve Beyazıt vilayetinin kuzeyindedir.
Eşkiya diğer taraftan kendilerine tam bir dayanak olan İran'da Maku'yu adeta hareket üssü kabul ederek buradan ayrı bir kolla Van hududuna tecavüz etmiş ve Van gölünün şimalinde bulunan Erciş dağı havalisine saklanmıştır.
Maku'dan Erciş'e kadar uzunca bir dağ mıntıkasını aşarak Erciş kasabasını işgale yeltenen şakileri büyük kuvvetlerimiz derhal karşılamış vearalıksız bir çarpışmada perişan ederek Sübhan dağlarına sürmüşrtür. Sübhan dağı haritamızda görüldüğü üzere Erciş'in güney batısında bulunmaktadır ve 4434 metre yüksekliğindedir. Burada eşkiyanın bir kısım kuvveti de Erciş'in hemen batısında, Zeylan deresi ile Hacıdiri deresi arasında sıkıştırılıp püskürtülmüştür.
Büyük zayiat veren ,sakilerden ,şaşkın bakiyyetüssüyuf (kuşatılmıştır) da kılıçartıkları edilmiştir. Kıtaatımız Ahlat üzerinden sıkı bir tarama yürüyüş ile şark ve şimal mıntıkalarına doğru geniş bir hat üzerinde ilerlemektedir.
Hadisede maalesef çok ağır mesuliyeti olan İran'ın vaziyetine gelince: Komşuluk hukukuna fazla yer veren bir millet olmak itibar ile: Tahran hükümeti bu hadiselerin mürettibidir (öğretmeni) demeyelim fakat müşevviki (teşvik eden) ve hele koruyanı olduğunu biliyoruz.. Vak'aların tezahüründe artık açıklığa kavuşma veya teşhis emareleri aramaya hacet yoktur. 10-II Haziran'da başlayan ilk çete tecavüzlerinden sonra hakikat tamamen açıklığa kavuşmuştur. Belki her gün İran içinden kalkıp gelen aşiretler hep hududumuza dört- beş kilometre yakınlarda toplanıyorlar. Eğer İran tam bir acz içinde olduğunu iddia edecekse bunu kabul etmek safdillik olur.
Çünkü vaktile maruf sergerde Simko, Rumiye'de ve Şeyh Haz'al Muhammere'de Kolonel Mehmet Taki Han, Horosan'da birer hükümet teşkil edecek kadar kuvvetli isyanlar ve ihtilaller çıkarmışlardı. Bunlar hep insafsızca ezilmiş, mahvedilmiştir.
Evvelce Maku'da aslı Türk olan bir hanlık vardı: Emir Leşker burayı bir kan ummanı haline getirdi. Azerbaycan'da Şeyh Servenler ismindeki Türk aşiretini de gene Emir Leşker baştan aşağı kılıçtan geçirdi. Bunlar İran'ın aşiretlere hakim olduğunu ve düzenli bir halde tutabildiğini gösterir çok canlı hakikatlerdir. oldukça baş belası olan Bahtiyarilerin isyanının bastırılmasının henüz bir sene olduğunu da ilave edersek, İran'ın toprağında sözü geçen bir hükümet olduğu anlaşılır. Bunları gördükten sonra Acem hükümetinin mes'uliyetten ayrı tutulması hiçbir sebep tasavvur bile edilemez.
Binaenaleyh aşiretleri kastı mahsusla donatarak hudutlarımıza saldırtmakta olduğu muhakkaktır. Hareketi açıkça himaye ve idare ediyor.
Halep'te müteşekkil bir 'Hoybun' cemiyeti vardır. Yöneticiliğini, vaktile İstanbul'da bir kabine açan Kürt Teali Cemiyeti'nde çalışıp mütarekede hudut haricine kaçan hainlerden Dr. Şükrü Mehmet almıştır. Katibi Umumisi de, iki sene evvel Fransızlar tarafından Antakya Lisesi'ne muallim tayin edilen Salim Mahmut isminde bir Kürttür. Salim Mahmut; cemiyetin toplanma günle-
rinde Halep'e giderek toplanmalara iştirak etmektedir. Cemiyet her hafta muntazam içtimalarla geleceği tartışıyor ve hariçle, bilhassa Şark vilayetlerimizle alaka ve irtibat tesisine Çalışıyor.
Muhakemeleri Ankara'da görülmekte olan Şeyh Sait''in oğlu Selahattin'in alakası da mahkeme celselerindeki itirafat ile belli oluyor.
Diğer taraftan Çerkes Ethem'in Irak hudutların da dolaşmakta olduğu muhakkaktır. Irak'ın Musul'a kadar uzanan şimal kısmında külliyetli bir Kürt nü- fusu vardır.
Maruf İngiliz casusu Lawrens'in geçen sene İran ve Irak hudutları üzerinde görüldüğü yazılmıştı. Şimdiki hadiseler bu şeytan ruhlu adamın hakikaten oralarda gezdiğini ispat ediyor. Lawrens'in boşuna dolaşmayacağı, Hicaz'ı ve Afganistan'ı alt-üst eden bu casusun bir harekat hazırlamaya çalışacağı onu bilenlerce malumdur. Buna karşı biz her hangi bir hadise karşısında hükümet ve ordumuzun çok uyanık bulunduğunu ehemmiyetle kaydetmekle yeterli buluyoruz.
Kaynak: Bydigi Forum http://www.bydigi.net/showthread.php?p=69527
Zabıta evvelki akşam Bakırköy'de bazı şüpheli evlerde taharriyat yapmıştır. Aranılan evler Ermeni evleridir. "
Ayrıca İran'a verilen nota ile ilgili olarak, Ankara'daki İran Konsolosluğu ile yapılan görüşme veriliyor:
"İran'ın Ankara Maslahatgüzarı, dün Tevfık Rüştü Bey'i ziyaret etti/
Ankara 9 (telefonla)- Bugün İran Maslahatgüzarı (Elçisi), Hariciye Vekili Tevfik Rüştü Bey'i ziyaret ederek bir müddet görüşmüştür. Bu mülakatta, Mas- lahatgüzar'ın hükümetimizin geçenlerde verdiği notaya İran hükümetinin vereceği cevabın biraz daha gecikeceğini söylediği tahmin edilmektedir.
18 Temmuz tarihli Cumhufiyet'ten: "Ağrı Dağı Hadisatı'na dair şimdiye kadar alınan haberler, eşkıyanın nerelerden ve nasıl faaliyete geçtiği, bu harekatın muhtelif safhaları ve bugünkü vaziyet hakkında oldukça açık bir fikir edinmeye müsait bulunuyor. okuyucularımızı gerekli şekilde aydınlatarak, vaziyeti takip edebilmeleri için, o havali ve aşiretleri hakkında biraz malumat vermeyi faydalı buluyoruz.
Ağrı Dağı, Türkiye-İran hududunda olup, 5 bin 156 metre yüksekliğindedir. Bu dağın 350 metreden yukarısı bilindiği günden beri karlarla örtülüdür. Dağın ayrılmış hattı taksimi, Türkiye-İran hududunu ayırmaktadır.
Süphan Dağı, Erciş kasabasının batısına rastlamaktadır. Sipsivri bir küllah şeklinde bulunan Süphan Dağı bütün o civar vilayetlerden Bitlis, Muş ve Van'dan görünebilmektedir. Bu dağlarda hiçbir köy olmadığı gibi su ve ot da yoktur.
Bugün kıtaatımızın demir ve ateş çemberi arasın da gittikçe perişan bir hale giren şakiler, işte bu dağda mahsur vaziyettedirler.
Şakilerin ele geçirmek istedikleri Erciş kasaba ahalisi kamilen Türktür ve Türkçe konuşurlar. Erciş'in 13, Adilcevaz'ın dört köyü oturanları da Türktür. Diğer köyler vaktiyle Ermeni köyü iken, şimdi Haydaranlı aşiretine mensup beşer, onar haneyi ihtiva etmektedir. Bu itibarla Erciş ve Adilcevaz arasındaki Nurşin köyü de, maktul Kör Hüseyin Paşa tarafından sahiplendi. Kör Hüseyin Paşa'nın mensup olduğu bu Haydaranlı aşireti takriben bin Çadır kadardır. Buı aşirete mensup olup silah tedarik eden bazıı eşkıya öteden beri ya aşiretler arasında hala mevcut kan davaları veya soygunculuk sebebiyle sükunu ihlal eder ve kanun pençesine düşeceklerini hissedince Süphan Dağı'na iltica eylerdi.
Bunun gibi Ağrı Dağı tarafındaki Celali aşireti de kısmen bizim tarafta, kısmen de İran'da yaşmaktadır. Bunlar esasen sarkıntılık yapar ve takip edilen şakilerin ilticagahlarını teşkil ederler ve çok sıkışınca hududun öte tarafına kapağı atarlar.
Son olaylar, Celali eşkıyası tarafından tamı bir ay iki gün evvel 9 Haziran'da Ağrı Dağı'nda baş göstermiştir. Eskiden ermeni köylerine akın yapan, o köyler tarafından kendilerine hediyeler verilerek ağırlanan ve son zamanlarda soygunculuklarını hududumuzun içlerine kadar genişletmeye istidat gösteren celali eşkiyasının çapulculuklarına nihayet vermek için hükümetimiz havalar düzelince bazı tetbirler almaya başlamıştır. Harici bazı teşvik ve kışkırtmaların da tesiriyle bu sırada şakiler ağrı mıntıkasında hududumuzu geçmişler, tayarelerimizin bombardımanı jandarmalarımızın takibi ile karşılaşmışlar, dahildeki aşiretleri ihfal hususundaki çalışmaları da boşa çıkararak gerisin geriye firara mecbur kalmışlardı.
Bununla uslanmayan şakiler gördükleri yardım ve teşvikata kapılarak birkaç gün sonra aynı mıntıkada, tekrar topraklarımıza girmişlerdir.
Bu vaziyet karşısında hükümetimiz tarafından sevk edilen kıtaat Ağrı Dağı'na doğru yayılırken, son zamanlarda Ağrı'ya iltica eden Kör Hüseyin Paşa'nın bazı akrabası Mako'ya inmişler ve orada başlarına geçtikleri ,şakilerle Kızıldize'den Beyazıt Ovası'na geçmek istemişler. Fakat, muvaffak olamamışlardır. Bunlar, kıtaatımızın Ağrı'ya doğru yayıldıklarını haber alınca Vân ve Erzurum ile harekat sahası ulaşımını kesmek ümidiyle ve orada asker bulunmadığı zanıyle Erciş'e doğru ilerlemişlerdir. Fakat bu zan ve tahminlerinde çok aldandıklarını karşılarında kıtaatımızı görünce pek çabuk anlamışlardır.
Şakilerin Erciş mıntıkasına kadar Maku- Çuşamya yolunu geçmiş oldukları tahmin edilmektedir. Çünkü oradaki Tendürek dağları aşılmaz bir halde olup, ancak güneyinden ve doğusıından geçilebilmektedir.
Şakilerin bu şekilde devam eden faaliyetine karşı, Temmuz başlangıcında kıtaatımızın tenkil harekatı başlamış ve 4 Temmuz'dan itibaren Çapulculara ağır darbeler indirilmiştir.
Tenkil programının tatbiki 18 Temmuz'da kat'i surette eşkiyanın imhası tamamıyla sonuçlanmak üzere, asilerin atlı kısımları harp görmemiş atlar üzerinde mühim telefat vermiştir.
Bunlardan Erciş mıntıkasındakiler, Zilan ve Hacıderi deresinde sıkıştırılarak, müthiş bir hezime te uğratılmış ve Süphan Dağı'na atılmışlardır. Bu surette Van-Erzurum yolunu kapatamayan şakiler, susuz, otsuz ve köysüz bulunan Süphan dağlarında ihata kuşatılmış bir vaziyettedirler.
Kıtaatımız tarama yaparak, eşkiyanın bıı mıntıkadaki arta kalanlarını bertaraf etmek üzere ihata Çemberini gittikçe daraltmaktadır.
Süphan Dağı'ndaki , şakiler bu şekilde mukadder (önceden belli) akıbetlerine yaklaşırken, Ağrı Dağı'nda da vaziyet önceden kararlaştırılan tenkil programımız dairesinde uygulanmıştır. Bu mıntıkada da büyük çarpışmalar başlamış, ,şakilerin mukavemeti karadan ve tayyarelerimizin bombardımanı ile havadan kırılmıştır. Bu şiddet karşısında her zaman olduğu gibi İran hududuna iltica etmek isteyen eşkıya, bu sefer hududun kıtaatımız tarafından kapatılmış olduğunu görerek, büyük bir korku ve telaşa düşmüştür. Şimdi bu mıntıkada dâhi tamamen hududumuz dahilinde Ağrı Dağı'nın sarplıklarına iltica etmiş bulunan şakileri kuşatan çemberimizde gittikçe daralmaktadır. Ne İran’a ilticaya, ne de her türlü mukavemette vaziyetleri nıüsait olmayan Celalilerin de Süphan Dağı'ndakiler gibi Ağrı Dağı'nda gittikçe yaklaşan cezalarını beklemekten başka yapabilecek hiçbir hareketleri kalmamıştır.
Kendileri de bu vaziyeti görmüşler ve karşılarındaki kıtaatımız kumandanlarına kandırıldıklarını takip edilmezlerse teşvik edenlerin üzerine hücum edeceklerini bildirmişlerdir. Her zaman aynı hileyi tekrar eden eşkıyaya şartsız olmaktan başka çare olmadığı cevabı verilmiştir.
Kaynak: Bydigi Forum http://www.bydigi.net/tarih/10668-kitlesel-partilesmeye-donus-2.html#post69528
Hududumuz dahiline girmeye cür'et eden ,şakilerin hali bu merkezde olmakla beraber, hariçteki fesatçılar hala boş durmamakta ve son çarelere baş vurmaktadırlar.
Bu cümleden olarak İraniler'in serbest bıraktıkları Mehmet Mustafa hudut karakollarımızı tazyike yeltenmektedir. Kör Hüseyin'in tekrar İran'a geçmeye muvaffak olan damadı Yusuf Abdal, Kızıldize karşısında Çadır kurmuştur. Bunların Kızıldize’yi zorlamayarak Ağrı tarikini durdurmak istedikleri anlaşılmaktadır. Bütün bu hareketlerin de nihayet hükümetimizin kat'i tedbirlerine Çarparak kırılacağı muhakkaktır.
Diğer taraftan İran hükümeti notamıza henüz cevap vermemiştir. Artık İran hükümetinin eşkıyayı koruyacak halde bulunmadığı aşikardır. Herhalde bu müzmin eşkıyalık mes'elesi kat'i surette halledilirken İran'la aramızda aynı derecede müzmin bir maziye malik olan tashih-i hudut (sınır düzenlemesi) mes'elesini de hudutlarımızın emniyet ve selametini temin edecek neticeye bağlanacağını bekleyebiliriz. "
12 Temmuz Cumhuriyet'ten: "Urfa, 10- Buraya gelen malumata (bilgiye) göre eşkıya, kıtaatımızın demir Çemberi içinde şaşkın vaziyette firar çareleri aramaktadır. Eşkiya reislerinden Emin Paşa oğlu İbrahim ile diğer arkadaşı maktul (esir) düşmüş. Kör Hüseyin Paşazade Nadir de yaralanmıştır.
Hususi (özel) kıyafet ve alametlerine nazaran maktullerden (suçlulardan) beşinin İran'dan gel bazı aşiret adamı oldukları anlaşılmıştır.
Trabzon-Erzurum tarikile (yoluyla) buraya gelen haberlere göre, bir hafta kadar evvel cüretkarane (cesaretle) bazı teşebbüslerde bulunan ve Erciş kasabasına kadar inmek isteyeni şakiler, kuvvetlerimizin karşısında ağır zaiyat vererek kaçmağa mecbur olmuşlardı. Eşkıya yedikleri bu müthiş darbe ile artık kımıldanamayacak hale gelmiştir. Halk köylerine geri geliyor.
Ağrı Dağı hadisatını çıkaran şakilerin tenkil harekatı muvaffakiyetle devam etmektedir. Son gelen bilgilere göre, Ağrı mıntıkasında dağlardan inerek bazı köylere tecavüz eden eşkiya, kuvvetlerimiz tarafından ağır kayıp vermişler ve takip edilmişlerdir. Şakiler büyük bir korku ve telaş içinde İran'a kaçmak istemişlerse de bu taraftan da kıtaatımızın ateşleri karşısında kalmışlar, açlığa mahkum ve perişan bir halde dağlara düşmüşlerdir.
Kaynak: Bydigi Forum http://www.bydigi.net/showthread.php?p=69528
Diğer taraftan Zeylan deresine sıkıştırılan eşkiyanın tenkil ameliyesi(işleri) de bitmek üzeredir. Şakilerin kılıç artıkları aç ve susuz bir halde Sübhan dağlarında mukadder akıbetlerini beklemektedir. Eşkıyanın ilk tecavüzlerinden korkarak köylerinden uzaklaşanlar artık tehlike kalmadığını görerek yurtlarına geri dönmektedirler.
çarpışmaların vuku bulduğu mahallerde eşkıya, pek çok maktul bırakmışlardır. Aralarında bazı sergerdelerin cesetleri de teşhis edilen maktüllerden bazılarının kelleleri, Şakiler tarafından vücutlarından ayrılarak götürülmüştür. Maktul Kör Hüseyin'in, Maku aşiretine mensup ,şakileri idare eden oğulunun cesedinin de kellesi götürülmüş ceşetler meyanında bulunduğu anlaşılmaktadır. "
Aslında baş kesenler, kendileriydi. Ağrı Tümen Komutanlığının çevresindeki tel örgü kazıklarına yirmiye yakın direnişçinin kellesinin çakılıp günlerce teşhir edildiği bilinmektedir.
Ayrıca, Kör Hüseyin Paşa’nın direnişte öldürülen oğlu da yoktur.
Vakit gazetesinde ise haberler şöyle:
"13 Temmuz- Asiler 5 günde yok edildi. Zeylan deresindekiler tamamen yok edildi. Bunlardan bir kişii dahi kurtulmamıştır. Ağrı'da harekat devam ediyor. Dünden beri harekat sahasında eşkiya kalmamıştır. Büyük kuvvetlerimiz yüksek sarp dağlara iltica edenleri de mahv etmiştir. Zeylan deresi yüzlerce ölüyle doludur. "
OLAYLARA İLİŞKİN ÇOK SAYIDA GAZETE HABERİ VAR ANCAK BİZ BURAYA BİR KAÇINI ALMAKLA YETİNDİK
ÇARPIŞMALAR AĞRIDAĞINA KAYIYOR
ÇARÇAPIŞMALAR AĞRIDAĞINA KAYIYOR.
ZiLan ve Supha n dağın da ki direnişçiler çekilip İran'a doğru giderlerken, Ağrı dağı’ nda çatışmalar ve askeri yığınak devam etmekteydi.,Ağrı Dağında direnişçiler sayıca az olmalarına karşı çok sayıda ki T.C. kuvvetlerine karşı geniş bir alanda mücadele sürdürüyorlardı. Sayıca az olmaları birkaç yere birden saldırmalarına engel oluyordu. Burna Sor tepesine yerleştirilen top gidiş gelişleri için tehlikeliydi. Burna Sor’daki topu ele geçirip, namlusunu askeri güçlerin üzerine çevirmek için, Akşamdan burna Sor ve Buruna Reşe saldırıyı planladılar.” Sabah her iki tepeye saldırı başladı. Hava henüz iyice aydınlanmamıstı, Buruna reş tepesinden silah sesleri yükseldiği zaman, Bunesor’da ki kumandan, Beyazıt'a telefon ederek rapor verdi. Telefonda Burna reş'te çatışmanın başladığını söylüyordu. Fakat Kürtlerin kendilerinin de etrafını sardığını ve telefondaki konuşmaları duyabilecek kadar yaklaştığından haberi yoktu.
Hava aydınlandığı zaman Burnesor tepesinden de silah sesleri yükseldi .
Karara göre, Ferdende, geceden bir süvari takımı ile Qotıs tepesine çıkacak ve Burneresten silah sesleri duyulduğu zaman o da aşağıyı, Beyaz ıt’ı kurşun yağmuruna tutacaktı. Fakat, geç kalmış ve henüz yarı yolda iken, Burneres'te çatışma başlamıştı. Bu sırada Iran sınırında bulunan Türk süvari destesi, Burnereş'e yardıma gelmek isteyince, Ferzende bey , yollarını keser. Süvariler geri çekilirler. Bunun üzerine Ferzende bey de artık dağa çıkmaz, dönüp, Burneres'te düşmana saldırır ve yaralanır. Bu birliğin kumandasını Musa Berki'nin yiğit oğlu Nuro alır. Fakat o da öldürülür,
“...Türkler Burına Sor da çok sağlam siperler kazmışlardı. Ayrıca Kürtler"e yardım gelecek yolu da unutmamışlardı.”
Savaşçılar birinci atakta top ve subay çadırlarının bulunduğu yeri ele geçirmişlerdi. Çadırların içinde kimse yoktu,Top, Kürtlerin eline geçmişti,, Topçular toptan uzaklaştırılmış. Subay ve askerler sığınaklara geçmişlerdi. Sığınaktan Subay’ın kendiside Mitralyözle ateş ediyordu. Askerlerin bulunduğu yer ile Kürtler arasında 15 metre yoktu. Kürtlerde ateşe karşılık veriyorlardı.”
İhsan Nuri, savaşın uzayacağını bu durumda da askeri güçlere yardımın ulaşabileceğini his edince, Fetoyé Şemki’ye bir küçük Mitralyoz ve bir kaç savaşçı vererek, yardım kuvvetlerinin önünü kesmesi için, Beyazıt yoluna gönderir. Feto ve yanında ki az sayıda direnişçi Beyazıt demiryolu üzerinde küçük bir kulübede gizlenerek yolu tutacaklardı.
Yardım kuvvetlerinin engellenmesi direnişçiler için hayati önem taşıyordu. Yardım kuvvetlerinin gelmesiyle direnişçiler geri çekilmek zorunda kalacaktı. Geri çekilme yolu çok uzak ve düzdü. Oysa askerlerin bulunduğu yer yüksekti. ve Ta Ağrı sınırına kadar yollar dümdüzdü. Bu tehlikeyi gören İhsan Nuri.;
“ Bıro'ya "Ben savaşçıların yanına gidiyorum»" dedim,. Bıro'da "Ben de geliyorum," deyince,, Vahan, çok tehlikelidir. Düşman ateşi altında bu düzlükten geçmek mümkün değildir." dedi. Fakat ben "Gitmem gerekiyor, Allah yardımcımız olsun!" dedim. Ardından Bıro ve ben tepeden inerek, savaşın gürültüsü içinde Şexla Köprüsü'nü geçtik. Düzlükten geçerek, çatışmanın devam ettiği tepeye vardık. Gerçi, düşman üstümüzden kurşun yağmurunu eksik etmemişti. Fakat, allah bizi korudu. Eğer düşman bu iki süvariden birinin ben, diğerinin de Bro Heski olduğumuzu bilseydi, ne pahasına olursa olsun bizi sağ bırakmazdı.
Kaynak: Bydigi Forum http://www.bydigi.net/tarih/10668-kitlesel-partilesmeye-donus-2.html#post69531
Kaynak: Bydigi Forum http://www.bydigi.net/showthread.php?p=69531
Ben topun yanına yetişince askerlere bağırarak: "Askerler! Ben İhsan Nuri'yim. Fazla kayıp vermemeniz için geldim. Bizden henüz kimse öldürülmeden, teslim olun!Silahlarınız yere atarak siperden çıkın! Dedim. Askerler de, silahlarını yere atarak siperlerinden çıkıp teslim oldular ve savaş bitti. Askerler çok kayıp vermişlerdi. Subayları teslim olmadan önce öldürülmüştü. Türklerin sonuncu kurşunu benim yanımdaki temiz kalpli ve yiğit Edo’ye Emo’ye Hessesori'nin göğsüne saplanmış. Ben, vurulduğunun farkına varmamıştım. Edo, gerçek bir insan ve yiğit bir Kürttü. Onun ölümü bu zaferimizi açılaştırmıştı.
Topun ağzını, esir düşmüş topçuların yardımları ile-başka çareleri yoktu- Türkler'e doğru çevirerek, onları top ateşine tuttuk. Ne yazık ki, topun yalnızca 27 güllesi vardı."
Bu arada ;.
“Ağrı'da esir edilen askerler.beslenmeleri için, Kürt evleri arasında dağıtıldı.
Bu savaştan sonra Türkler, askeri karakollarını, Ağrı önlerinden kaldırarak, Ağrı'nın karşısındaki dağların tepelerine kurdular. Savaş başladığı zaman, Türkler Burna-sor'a yardıma gidecek kuvvetlerini Bayezit önündeki kayalıkların arkasına yığmışlardı. Feto'nun mitralyöz ateşi karşısında yerlerinden kımıldamaya cesaret edememişlerdi."
TAŞBURUN VE BAŞKENT ÇATIŞMALARI:
Burna Sor ve Buruna reş’teki savaşlardan iki gün sonra direnişçiler, Ağrı'nın kuzey-doğusuna ve İğdır ovasının doğusuna düşen, Aralık bölgesinde ve Sovyet sınırına çok yakın olan BAŞKEND şehrine girip burayı işgal ederler. Nahiyede bulunan askerler şehri terk edip, kaçmaya başlarlar peşlerine düşen direniş güçleri 150 kişiyi esir alırlar. Çatışmalarda çok sayıda asker de yaşamını yitirir. Geri kalanlar ise, Aras nehrini geçerek Ruslara sığınırlar. Ruslar, askerlerin peşle-rinden gelen direniş güçlerine ateş açarak askerlere yaklaşmalarını engellerler, iki gün sonra da silahları ile birlikte Markat köprüsünden geçirerek Iğdır’a ulaştırırlar. Nahiye halkı Türkçe konuştukları halde direnişçileri sevinçle karşılar. Burada hükümet konağına asılı Türk Bayrağı indirilerek yerine Kürt Bayrağı asılır ve altın da kurban kesilir..
Bu arada Başkente yardım gelmesini engellemek için, Emeré Besé ile Van’dan gelip Kelturilerin içine yerleşen Mele Hüseyin, Iğdır-Başkent yolunu kapatır, başkentte sekiz saat süren çatışmalarda yaralanan askerlerin çoğunun tedavisini bizzat ihsan Nuri yapar.
Başkent savaşlarında Aslen İran’lı olan fakat daha sonra İran’a küserek gelip Ağrı Dağı’nın batısına yerleşen kızılbaşoğlu aşireti reisi Abdullah Xelef direnişçilere destek olur. Ömere Bese'nin ile birlikte direnişçilerin Başkentle uğraşmaları esnasında Türk askeri güçlerince ele geçirilen taşburun karakoluna saldırırlar.
İhsan Nuri Anlatoyor;“ Türkler burada çok miktarda asker bırakmışlardı. Ben ve Bro Heski de o tarafa gitmiştik. Ömere Beşe Türklerin üzerine kahramanca saldırarak, onları çadırlarından çıkardı. Fakat ne yazık ki, bu çatışmanın töz dumanı içinde.bir kurşun bu kahramanın göğsüne değerek, onu Kürtlerin özgürlük şehitlerinin arasına kattı. Kürt savaşçıları savaştan çekilmeyerek, Türklerin elinden birkaç tepeyi aldılar. Daha sonra, İğdır'dan yük arabaları ile gelen Türk yardım kuvvetleri yetişince savaşçılarımız mecburen geri çekildi. Bizim kaybımız çok azdı.”
Ağrı’da Çatışmalar sürerken;
Türkiye, İran'la yaptığı görüşmelerden sonuç almış, İran'da Kürtlere karşı tutumunu değiştirmişti. Kalleşlik ve kaypaklığı geleneksel politika olarak sürdüren İran daha önce Topraklarına kabul ettiği Usıbe Abdal Ağa’yı tutuklamak için pek çok komploya baş vurmuş fakat başaramamıştı, Usıb Ağa'ya karşı bu girişimleri sonuçsuz kalınca, bu sefer akrabası ve Hoybun Üyesi Burhan'e Emin Paşa ile ilişkiye geçip yardım için görüşme vaadiyle Usıb Ağa‘yı ele geçirmeyi denedi .,
Burhan Bey, tüm Ağrı direnişçileri ve Xoybun gibi, İran'ın dost olduğuna inanıyordu. Usıbe Avdal Ağa'yı ısrarla iranlı yetkililerle görüşmeye ikna etti. Usıb bey istemeyerek, İran yetkilileriyle görüşmeye gitti. Çünkü, daha bir kaç yıl önce İran Şeyh Said İsyanından kaçan dire-nişçilerin çoğunu öldürmüş, geriye kalanları da tutuklamıştı. Bu nedenle İran'a güvenilemezdi. Fakat, gerek Hoybun gerekse Bur han Bey İran'ın dost olduğuna, Kürtlerin ariyan ailesinin bir ferdi olması ve Türkiye'nin Azerbaycan'la ilgili hesapları nedeniyle iran'ın direnişe destek verdiğini düşünüyorlardı. Fakat İran onları günlerdir süren pazarlıklar sonucunda satmıştı. Usıb Ağa direnişin en önemli şahsiyetlerindendi. Tutuklanmasıyla direniş çok büyük darbe yedi. Tutuklanması için T.C. yetkililerinden ve basından İran’ a büyük baskı yapıldı. Bu çabalar Tutuklanmasını sağladı.
Usıb Bey Qeleni'de görüşmeye gitti ve tutuklandı. Daha sonra Qeleni'den Tebriz hapishanesine gönderilen Usıb Bey burada Kıskulu bir şekilde öldü.
"Eşkiya reislerinden Kör Hüseyin'in(paşa) damadı Yusuf Abdal, alınan inanılır habere göre., tekrar İran'a geçmiştir. Emir Leşker, Yusuf Abdal'ı ve Hal it Ağa'yi Tebriz'e götürmek istemiştir. Kızıldize karsısında çadır kuran Tozon'un adamlarıyla, Halit Ağa arasında çelişki çıkmış ve taraflar birbirlerini öldürmeye başlamıslarsa da İran'ın hudut subayı aralarına girerek barıştırmıştır. Bunların maksadı Kızıld izeyi zorlayarak Ağrı tarikini durdurmakmış.
“İl bölgesinde Hul hula civarında, halen bize düşman olmayan Halikanlı Halit aşiretinin 800 kadar çadırı bulunmaktadır. "
Trabzon, (Hususi Muhabirimizden)
“Halikanlı aşireti aslen Türktür. Ve diğer aşiretlere nisbeten çok kalabalıktır. Bu aşirete mensup ikinci kafile de hayvanlarla birlikte Trabzon civarına gelmiştir. Kafile Trabzon ile Maçka arasında vapur beklemektedir.
Halikan Aşireti efradı uyanık, gürbüz çalışkandırlar. İskan edildikleri yere faideli bir unsur olacakları şüphesizdir.”
Görüldüğü gibi, daha birkaç gün önce düşman bildikleri Halikanlılar birden bire Türkleşiyor. Çalışkan ve gürbüzleşi-veriyorlar. İskan edilecekleri yerlere de faydalı olacaklarına kuşku duyulmuyor.
Usıb Bey’ in tutuklanmasıyla İran güçleri Kürt. dirnişçilerinin sığındığı köylere saldırıya geçti. Bu saldırılarla direnişçiler aileleriyle Ağrı Dağı'na sığındılar. Bu arada Usıb Bey daha tutuklanmadan Nadir Bey onun yiğeni Zerif Hatun'la evlenmişti. Zilan' dan çekilirken Keskoi'ler tarafından öldürülen Emin Paşa’nın oğlu Osman'ın dul eşi Vahide Hatunla da Mehmet bey nikahlanmıştı.
Zilan direnişçilerinin Ağrı'ya sığınmalarıyla dağda çok büyük sıkıntılar yaşandı. Çünkü direnişçiler beraberlerinde katliamdan kurtardıkları ailelerinide getirmişlerdi, İhsan Nuri o günleri şu şekilde anlatıyor.
"Zilan1ılar Ağrı'ya geldikten sonra, Ağrı, kadın ve çocuklarla doldu. Bu nedenle, yiyecek bakımından çok sıkıntıya düştük."
Bu durum ayrıca direnişçilerin manevra kabiliyetlerini de etkiliyordu.
Garo Sosoni bu durumu şöyle anlatıyor;
"Genel Taarruza rağmen Eylülün 2 sinden 15 ine kadar Türk Ordusu çok zor bir cephe harbi vermeye mecbur oldu.
Ararat Cesurane bir şekilde Eylül 25’e kadar direndi. Her türlü irtibattan yoksun olan Ararat liderleri,, savaşa devam etmek için zorulu olarak iki ayrı sorunu düşünmeye başladılar. İlki her türlü erzak ve yiyecek darlığı idi. Çünkü askerlerden başka çok sayıda ki, sivil halkı da beslemek imkansız bir duruma gelmişti, ikincisi ise cephane ve teçhizat darlığı idi.
Ararat liderleri önce sivil halkı kurtarma ve sonra da oradaki güçleri başk a dağlık bölgelere nakl edip , savaşı oralarda devam ettirme çarelerini aramaya başladılar.
İhsan Nuri ve bir kısım liderler bu planı uygulama taraftarı iken, en büyük lider ve Araratlı Bıro'ye Heske Telli buna karşı çıktı. Heske Telli şu teklifi sunuyordu. Bütün kadınlar , güçsüz ihtiyarlar ve çocuklar kılıçtan geçirilsin ki , arkasında ki bütün köprüleri yakmış olan devrimci güçler son neferinin , son nefesine kadar savaşsınlar. Ve bir devrimci gadarlığı içinde Heske Telli bu planı ilk önce kendi aile ve akrabalarına uygulayarak, Ararat tepelerinde bir trajedinin manzarasını ortaya serdi,, Bütün nüfuslu liderler ve Şeyh'l er yaşlı gözlerle, Ararat aslanından bu ümitsiz kırıma son vermesini rica ediyorlardı. Heske Teli'y i yumuşatmaya muvaffak olduklarında zaten 10 kadar günahsız Kürt, bağımsızlık ocağının alevlerine kurban gitmişti,, Bu gaddar plan uygulanamadı."
O günlerdeki uçak saldırılarını ihsan Nuri şöyle anlatıyor:
“Düşman uçakları sık sık Ağrı semalarında uçuyor ve Ağrı'lılara bomba yağdırıyorlardı.Bazen savaşçılarımız, bazılarını düşülüyorlardı. Türkler uçağın düştüğü yere artık uğranıyorlardı. Bunlardan bir tanesi uçaksavarlarımızdan kurtulmak için fazla yükseldi. Ağrı'nın üst noktasına kadar yükselmişti. Ağrı'nın buna tahammül etmesi mümkün değildi! Çünkü bugüne kadar Ağrı, zirvesini insanoğlundan saklamıştı. Bu nedenle uçağın bu kadar yükselmesi onun zoruna gidiyordu. Ağrı, çocuklarının düşmanının bu kadar cesur olması ve 'yüksekten uçarak zirvesini görmesini kabul edemezdi! Ağrı (bir hava boşluğu) uçağı Aralık bölgesinde yere düşürdü.
Kaynak: Bydigi Forum http://www.bydigi.net/tarih/10668-kitlesel-partilesmeye-donus-2.html#post69532
Artık yayladan inmenin zamanı gelmişti.'Yayladakilerden bazıları aşağı indiler. Hüseyin Paşanın oğlu Nadir kendi süvarileri ile Ağrı'dan çıkarak yiyeyecek temin etmeye gitti. Burada şunu belirtmeyi gerekli gördüm: HÜSEYİN PAŞA’NIN ÇOCUKLARI BABALARININ OLUMSUZLUKLARINI, KÜRTLERİN BAĞIMSIZLIĞI UĞRUNA BÜYÜK FEDEKARLIKLAR YAPARAK TELAFİ ETTİLER. TÜM ULUSUN İÇİNDE İTİBARLARI ARTTI VE SEVİLDİLER.. AYRICA HÜSEYİN PAŞANIN TÜM HATALARAINA RAĞMEN KÜRT PEŞMERGELERİNE KATILMAK İSTERKEN İSTERKEN, HACI MUSA BEYİN YURTSEVER BABASININ ADINA LAYIK OLMAYAN OĞLU MEDENİ TARAFINDAN KALLEŞÇE ÖLDÜRÜLMESİ, BÜTÜNYURTSEVERLERİ MÜTEESSİR KILMIŞTI.ı. “
Ayaklanmanın son günleri;
"Saldırıya başlayan Türk ordusu ilerliyordu. Biz arka tarafımızdan. Iran sınırından emin idik. Kadın çocukları, davarlarımızı güvenilir bildiğimiz bu bölgeye, Iran sınırına doğru gönderdik. Ve peşmergeler, Türklerin saldırısına karşı durdular. Ben daha önceki yıllarda olduğu gibi, düşmanı yavaş yavaş Ağrı'nın içlerine çekerek yormak, kayalıkların ve derin vadilerin içinde darmadağın etmek istiyordum.
Türk uçakları Ağrı semalarında uçuyor, kadın ve çocukların üzerine bomba yağdırı-yordu. Bir grup uçak gidiyor, bir grup uçak görünüyordu.
. Bro, üç oğlu ve dört Hesesori savaşçısı ile Batıdaki tepeleri tutmuştu. Düşman çok şiddetli saldırılarına rağmen,Bro'yu yerinden oynata-mamıştı.Ancak ve ancak ecel Bro'nun tüfeğini susturabilirdi.”.
Direnişçiler, büyük fedakarlıklarla sürdürdükleri savaşta en büyük güvenceleri Ağrı Dağının İran tarafının açık olmasıydı. Fakat savaşın üçüncü günü İran sınır karakolunun bulunduğu Ayıbey yönünden önce top sonrada tüfek sesleri gelmekteydi. Bir yanlışlık olduğunu düşündüler. Zira dost ve ırktaş İran tarafından kendilerine saldırı olamazdı. İhsan Nuri;
“Ben, bu durumun bir yanlış anlama sonucu meydana geldiğini düşünerek, meseleyi halletmek için, o yöne doğru gittim. Oraya vardığımda, Türk kuvvetlerinin Iran tarafından Ağrı'ya arkadan saldırıya başlamış olduklarını kendi gözlerimle gördüm."
Türkiye ile anlaşan İran, ayaklanmacıların ardındaki lojistik desteğin tümünü çekmişti. Ağrının Arkasındaki toprakları alan Türkiye, Ağrı’nın etrafınıi 40 bin kişilik askerle sarmış ve her gün Beyazıt’tan kalkan uçaklarla direnişçilerin üzerine ateş yağdırmaktaydı.
“Durum değişmiş, Kürtlerin savaştaki durumları daha da kötüleşmişti. Çok genişlemiş olan cepheyi doldurmak, peşmergeler için mümkün değildi. Bu nedenle zorunlu olarak Ağrı'nın yükseklerine çekildiler.Ve akşam karanlığı çöktü. Dördüncü gün, Kürt savaşçıları kendi topraklarının her karışını, son savaşçının kızıl kanı ile sulamadan, bırakmıyorlardı. Hatta bazan saldırıya geçiyor, düşmanı uzaklaştırıyorlardı. Esir aldıkları askerlerin tüfek ve kurşunlarını alıp onları serbest bırakıyorlardı. Kürt savaşçılarının son şiddetli saldırısı, Kolordu Komutanı Salih Paşa'yı, Kemalettin Sami Paşa'dan yardım istemek zorunda bıraktı.”
Ağrı’ya her yerden yardım kuvvetleri akıyordu. Esir düşen askerlerin bazıları Başkale bölgesinden yola çıktıklarını ve gece, gündüz durmadan yol alıp Ağrı'ya geldiklerini söylüyorlardı.
Oysa direnişçiler hiçbir yerden yardım alamıyorlardı.. Hiçbir yerden yardım umut etmiyorlardı. Tüfek ve kurşunlarını da savaşta esir düşen askerlerden temin ediyorlardı Öte yandan, Sovyetler de Aras nehri boyunca büyük bir askeri yığınak yapmıştı. Mehmet Bey anılarında askeri yığınağı anlatırken, Ağrı’dan bakılırken kurulan askeri çadırlar pamuk tarlalarını andırıyordu.Demektedir. İhsan Nuri ise;
“Fakat, bu da artık bizim için önemli değildi. Biz artık bu küçük kuvvetlerimiz ile, özgür Kürt savaşçılarını ortadan kaldırmak amacıyla. Iran ve Sovyet devletlerinin de yardım ettiği Türkiye Devleti'nin bu büyük kuvvetleri karşısında fazla dayanamayacağı-mızı anlamıştık.
Türkiye, ihsan Nuri'nin İngilizler ile ilişkisinin olduğunu ve onların emrinde çalıştığını tebliği ediyordu. Sovyetler'e bunu kanıtlamak için de, Kürtlerle Taşnak Ermenileri'nin birliğini ve Taşnak temsilcisinin benim yanımda oluşunu gösteriyordu. Zaten, M. Kemal Paşa, Yoldaş Lenin birbirlerinin dostu idiler.”.
“Ruslar, Türkiye'ye yardım ediyordu. Küvetlerini Culfara'ya yığmıştı. Iran Devleti bugünkü gibi, güçlü değildi. Tarihinin en büyük ihtilalinin yılı idi. Serferd Fethullah Han'ın raporları ve Türkiye ile Sovyetlerin korkutması, İran'ı Ağn'nın arka kısmındaki kendi topraklarını Türk kuvvetlerinin denetimine vermeye zorladı.”
“Biz Ağrı liderleri bir toplantı gerçekleştirdik: Bu toplantında, sonuna kadar savaştan çekilmeme, savaşı uzatma kararı aldık. Son kurşun bittikten sonra da, hançer ve süngülerle devam edilecek ve onların karnını deşecektik”
Devlet güçlerinin eline geçmiş Kol dağına şiddetli bir saldırıda bulunup tekrar ele geçirdiler. Devlet güçleri; Kabaktepe’ye geri çekildi.yönüne geri çekildi. Bir yandan Ağrı Zinyasına , bir yandan da mıxtepeye saldırılar düzenlediler.”Fakat hesapsız sayıdaki düşmanın karşısında esirlerin ellerinden silahlarını alarak yerimize geri dönüyorduk.
Elimizde bir bölge kalmıştı. Yakacak yoktu. Su
azdı. Açlık başlamıştı. Kaç gündür hiçbir şey yemeden savaş sürdürülüyordu Türk uçakları, Türkiye Kürtleri ve Iran Kürtlerini hiç bir ayrım gözetmeden bombalıyordu. Ayıdağı'nda, Iran sınır karakolunun yanındaki Musa ibrahim'in Zomasının çadırlarını bombalıyarak bir kaç kişiyi öldürdüler. Bağrı yanık kadın ve çocuklar kurşunlardan ve uçakların bombalarındın bir o yana bir bu yana kaçışıyorlardı. Bu durum erkeklerin yüreklerini parçalıyordu. Kadınlar kendileri ve çocukları düşmanın eline düşmemek için kendi erkeklerinin eliyle öldürülmeyi istiyorlardı.".
Mehmet Bey Anlatıyor ;
İran' in Türkiye ile anlaşarak, Usıbe Avdal Ağa’yı tutuklaması ve İhsan Nuri'yi de kandırarak utuklamaya çalışıp başaramamasından sonra, Hudutlarına asker yığarak direnişçilere karşı Türkiye'den yana açık tavır aldı. Ve o ana kadar Ağrı Dağı'nın İran'a bakan cephesi İran Toprağıyken yapılan yeni bir sınır düzenlemesiyle burayı Türkiye'ye verdi. böylelikle Türkiye'nin direnişçilerin barındığı Ağrı Dağı’nı çepeçevre kuşatmasına imkan sağlayarak Türkiye'ye büyük destek vermiş oldu.
Öte yandan Sovyetler Birliği’de Aralık tarafına Aras Nehri boyunca asker yığıp, sınırlarını direnişçilere kapattı.Türkiye sınırları güvenceye aldıktan ve Ağrı'yı çepe çevre kuşattıktan sonra direnişçiler manevra kabiliyetlerini yitirmekle birlikte ,açlık ve susuzlukla da karşı karsıya kaldılar. Direnişçiler, yalnız kendilerini değil, Ağrı'ya sığınmış 2OOO kişiye yakın kadın, çocuk ve ihtiyarın da bu ihtiyaçlarını karşılamak zorundaydılar. Ağrı'da açlık ve susuzlukla birlikte, cephanede bitmek üzereydi. Dünya ile irtibatları kesilmiş Ağrı'nın zirvelerinde taşın toprağın içinde yaşam mücadelesi vermekteydiler. Yüzlerce çocuk açlıktan, susuzluktan öldü. insanlar yemek ihtiyaçlarını atları keserek, su ihtiyaçlarını hayvan sağarak sütle gidermeye çalışıyorlardı.Bu şartlarda Türkiye, Salih Paşa Komutasında 60.OOO kişilik bir ordu ve Beyazıt'tan kalkan 14 uçakla büyük bir Taarruza geçmişti. 14 gün gece gündüz direnişçilerin üzerine ateş yağdırıldı. Her gün Beyazıt'tan kalkan 4 uçak akşama kadar direnişçilerin üzerine bomba yağdırmak-taydı, öte yandan, top ve makineli tüfekler 14 gün gece gündüz susma-dı. Bu cehenemin on dördüncü günü akşamı, Zenyan deresinden kuşatmayı yarıp kurtulmaya karar verdik.Ağrı’dan çıkış yalnızca Zenyan deresinden mümkündü. Zenyan geçidindinin, her iki yanında 20-30 metre yükseklikte uçurumlar olan çok dar bir yodan geçmek gerekiyordu. Uçurumlardan aşağıya inmek, çıkmak mümkün değildi, insan, Hayvan, eşya ne düşerse geri alınamazdı.
işte bu geçitten bir gece yola çıktılar. Askerler, her taraflarını sarmıştı. Fakat kuşatmayı yarıp çıkma amacında olduklarını bilmiyor-lardı. Kendilerine saldıracaklarını düşünüyorlardı. Bu nedenle de kaçış yolunu kapatmamışlardı. Daha sonra yapılanın saldırı değil, kaçış olduğunu, çoluk çocuk herkesin hareket halinde olmalarından anla-dılar.Geçidin üstündeki tepelere, kayaların arkasına mevzilenmişlerdi. Havaya bir ışık bombası attılar. Ortalık aydınlandı. Direnişçileri yoğun bir ateş altına aldılar, onlar yukarıda ki tepelerde mevzilerinde, direnişçiler ise açıkta yürüyorlardı. Pek çok insan öldü. Dar geçitten pek çok insan uçurumlardan aşağıya düştü. Kadınlar, kucaklarındaki çocukları uçurumlardan aşağı atıyorlardı. Ortalık ana baba gününe dönmüştü. Direnişçiler kahramanca çatıştı. Bir direnişçi o sırada şu sözleri haykırıyordu;
Hılbe Agri, Hılbe Agri
Agır bere tu buyi
iro Agır Nav'â te bu
Hüseyin Pasa çı kır !
hestiye me kurda text çekır
lıber hevzek çe kır
Tiji hevze xuna me kır.
Hılbe Agri, Hılbe Agri
Bu ateş çemberinden pek çak ölü ve kayıpla kuşatmayı yarıp çıktılar. Yoğun ateş altında herkes bir tarafa doğru kaçıştı. Birbirlerini kaybettiler.
Nadir, Mehmet ve eşleri ile Abdulbari'ye Gülçin’e ve bir kaç Hayderanlı aile, bu cehennemden kurtulup Aras Nehri kıyısına ulaştılar. Aras Nehri, Rus-Türk hududunu çizen ve hudut boyunca uzayıp giden ve delice akan bir nehir. Nehirden karşsıya geçmek imkansız, Nehirden karşıya geçmek için saatlerce yürüdüler. Fakat Nehirden geçebilecek bir geçit bulamadılar. Bir atlı gördüler, atlıdan karşıya nasıl geçebileceklerini sordular. Atlı: Vahide Hanım'ın elindeki tüfeği işaret edip, kendisine verilmesini istedi. Mehmet Bey"in eşi Vahide, Nadir Bey'in müdahalesine rağmen elindeki silahı verdi. Atlı tüfeği aldığı gibi atını tokmalayarak uzaklaştı.Ellerinde ki silahlarda mermi bulunmadığı için, atlının arkasından çaresiz bir şekilde bakakaldılar. Yürümeye devam edip, artık yorgunluk ve susuzluktan dizlerinin bağı çözülmek üzereyken kendilerini bir İran Köyü'ne atabildiler. Köylülerce iyi karşılanırlar, tek istedikleri su olur. Köylüler Direnişçilere su ve yiyecek verirler. Daha sonra İran Askerleri onları alıp Kelaxoy'e götürürler.Kelaxoy'de, İran Kürtleri kendilerine çok büyük ilgi gösterirler. Qeleni'de akrabaları Haydaranlı TahırXan'in oğlu Haydar Han kazanlarla yemekler yaptırarak ağırlar onları.
İhsan Nuri ve yanındakiler de, İran'ın sığınma istemlerini daha önce reddetmesinden dolayı, zorla İrana girerler. H.Hişyar bu olayı şu şekilde aktarıyor;
"Silahlı bir grup ile İran sınırından girmeye karar verdik. Ve bu silahlı grup sınırdaki Iran askerlerini vura vura yanlarındaki yaşlı, kadın ve çocukların sınırı geçmesine yol açtı. Yalnız sınırdan geçer-ken saldırılar sonucu bir çok insan yollarda telef oldu ve bir çoğu yollarda ölülerini bile gömmeden İran'a geçmek zorunda kaldılar. Zaten bu insan seline kimse engel olamadığı gibi, önlerine gelen her şeyi silindir gibi ezip geçtiler, İran Kürdistanı topraklarına geçtikten sonra bu tarihi bir buluşma ve tarihi bir kucaklaşma oldu. Ve bu insanlarımız korkunç bir cömertlik gösterdiler. Böyle bir dayanışma örneğini görmek mümkün değil. Bütün kap ve kacaklarını su, ekmek, yemek, sıcak değil, soğuk et, aklınıza gelen her şeyi sokaklarda hazır bir şekilde Türkiye'den gelen Kürt Mülteci kardeşlerine sunmuşlardı.Bütün bu olayların üzerinden bir gün geçmişti ki, askeri bir Jeep'te bir kaç İran askeri yanımıza gelerek, Kürt'ler arasında görüşmek istedikleri bir sorumlu aradıklarını söyleyince ben de onları alıp, direk İhsan Nuri' nin yanına götürdüm. İran İyetkilileri , Kürtler’den silahlarını yetkili makamlarına teslim etmelerini istediler.İhsan Nuri, yetkili makamlara aşağıdaki yazılı açıklamayı verdi;
"Sizden istediğimiz siyasi sığınma talebi reddedildi. Yarım Milyon insanın açlıkla mücadele ettiğini biliyordunuz. Bu insanların açlıktan öleceğini ve sınırda Türk Askerlerinin beklediğini ve hepimizi katle-deceklerini bildiğiniz halde bizden silahlarımızı alarak Türkiye sınırına sürmek istiyorsunuz. Siz Zilan Vadisi katliamlarını biliyorsunuz. O katliamda ki gibi herkesi imha ederler. Eğer bizlere yol verip, bizlerin Maku, Kelaxwey,, Rizaiye ya da Mahabat gibi şehirlere gitmemize izin verirseniz o takdirde silahlarımızı sizlere teslim edebiliriz."
Yazı verildikten sonra İran yetkilileri geri döndüler. Ertesi gün baktık ki her yer İran Askerleri ile sarılmış. Bizlere seslenerek; Silahlarımızı teslim etmemizi istediler, onlara verdiğimiz cevabı tekrarladık. Ardından da silahlı çatışma çıktı. Bizleri ve İran Kürdistanı köylülerini hiç bir hedef ve ayırım gözetmeksizin ağır silahlarla ve toplarla ateşe tuttular ve bizim yüzümüzden köylerine konuk olduğumuz köylüler de bizimle birlikte ölmeye başladılar. Her taraf insan cesetleriyle çoluk, çocuk, yaşlı demeksizin dolup taşmıştı. Artık oraları yavaş yavaş terk edip her birimiz değişik yerlere dağıldık ve bizler üç gün üç gece yürüyerek Van'a vardık, bazıları yine dağlara çıktılar. Bazıları teslim olup, hapishanelere düştüler."
Mehmet Bey'in dediği gibi; namussuz ve Bebext İran, Şeyh Said İsyanın’ dan İran’a sığınan Kürtler’in çoğunu öldüren İîran, bu seferde Ağrı’dan sığınanları katletti.
İhsan Nuri, Şeyh Abdulkadir, Emin Paşa'nın oğlu Burhan Bey, Hüseyin Paşa'nın çocukları Mehmet Bey, Nadir Bey, Bro'yâ Heski Telli'nin kardeşi Eyüp Ağa ve pek çok kişiye siyasi siyasi sığınma hakkı verildi. Nadir Bey'i ve eşini Tebriz'e, Mehmet Bey, Burhan Bey, Eyüp ağa, Şeyh Abdulkadir ve İhsan Nuri'yi de Tahran'a sürdüler. Daha sonra da Nadir Beyi de müracaatı üzerine Tahran'a gönderdiler.
İHSAN NURİ’NİN YENİLGİYE İLİŞKİN SON SÖZLERİ
- İHSAN NURİ’NİN YENİLGİYE İLİŞKİN SON SÖZLERİ
İhsan Nuri Yenilgi konusunda şunları söylüyor;
“Daha önce de söylediğim gibi, başladığı Ağrı
bölgesinin ismi ile anılan Kürt ulusunun özgürlüğü uğruna isyanı bir ara ta Irak ve Suriye sınırlarına kadar uzanmıştı. Fakat Kürdistan'ın tümünde esaslı bir teşkilat yoktu. O zaman bölgeler arasında esaslı bir irtibat oluşmamıştı. Yalnızca Ağrı'daki az bir kuvvet bölgeyi işgal etmiş, özgür Kürt idaresini kurmuş, üç renkli Kürdistan bağımsızlık bayrağını çekmişti. Diğer bölgelerde de fedai desteleri, kendi bölgelerinde çalışıyorlar ve Türklere kayıplar verdiriyorlardı. Ağrı'nın yenilgisinden sonra da, bazı gruplar çatışmalarını devam ettiriyorlardı. Türkiye devletinin kuvvetlerinin fazlalığı, silah ve cephane üstünlüğü ve örgütlü yapısı sayesinde, önlem olarak Ağrı'ya saldırdığında, Kürtlerin yardıma gelmelerini önleyebildi. Fakat Sason dağları ve Dersim bölgesinde mücadele, Dr. Kamuran Ali Bedirxan'ın Fransız gazetesi Le Jour"a verdiği demeçte Kürdistan adlı makalesinde dediğigibi,ta 1938 yılına kadar sürdü."
İhsan Nurinin son sözleri:
' "Ağrı yenilgisi, Türkiyenin yöneticilerinin dillerine ve yazarlarının kalemine taze can verdi. Türkiye Adliye Bakanı Mahmut Esad Bozkurt (Muhemed Esed) Milliyet Gazetesinin 19 Eylül 1930'da yayınladığı ödemiş'te verdiği demecinde "-Dost ve düşman bilmelidir ki, bu memleketin efendisi Türklerdir! Türkiye içerisinde yaşayıp damarlarında temiz Türk kanı olmayanların bir tek hakkı vardır: “Uşaklık ve esirlik!..." Mahmut Esat'ın içinde milyonlarca Kürt, Laz ve Çerkez'in yaşadığı Türkiye Devleti'nin bir bakanı sıfatıyla ırkçılığını göstermişti. Kürt ulusu Türkiye'nin bu siyasetini anlamıştı. Boynunu esarete ve köleliğe eğemez-di. Bilinçli bir destesi ile red cevabını vermek ve diğer ırkların Kürtlerle birlikte ayaklanması için başkaldırdı. Bu yolda binlerce kurban verildi.
Bugün, de, özgürlüğe aşık ulusların önünde, kadın ve çocukların, ihtiyar ve gençlerin kanıyla yazılan ve kendi haklarını temsilcileri eliyle korumasının belgesini sunmuştur.
Milliyet gazetesi, Türkiye Devleti'nin İran ve Sovyetler'in
sayesinde, o da beş yıl boyunca yenilgiye uğrayarak elde ettiği
başarıyı. Büyük ve Küçük Ağrı Dağları üzerine çizdiği bir
mezar resmi ve mezar taşına da-."Bağımsız Kürdistan Buraya
Gömüldü" şeklinde yazmış.
Mehmet Bey Anlatıyor ;
İran' in Türkiye ile anlaşarak, Usıbe Avdal Ağa’yı tutuklaması ve İhsan Nuri'yi de kandırarak utuklamaya çalışıp başaramamasından sonra, Hudutlarına asker yığarak direnişçilere karşı Türkiye'den yana açık tavır aldı. Ve o ana kadar Ağrı Dağı'nın İran'a bakan cephesi İran Toprağıyken yapılan yeni bir sınır düzenlemesiyle burayı Türkiye'ye verdi. böylelikle Türkiye'nin direnişçilerin barındığı Ağrı Dağı’nı çepeçevre kuşatmasına imkan sağlayarak Türkiye'ye büyük destek vermiş oldu.
Öte yandan Sovyetler Birliği’de Aralık tarafına Aras Nehri boyunca asker yığıp, sınırlarını direnişçilere kapattı.Türkiye sınırları güvenceye aldıktan ve Ağrı'yı çepe çevre kuşattıktan sonra direnişçiler manevra kabiliyetlerini yitirmekle birlikte ,açlık ve susuzlukla da karşı karsıya kaldılar. Direnişçiler, yalnız kendilerini değil, Ağrı'ya sığınmış 2OOO kişiye yakın kadın, çocuk ve ihtiyarın da bu ihtiyaçlarını karşılamak zorundaydılar. Ağrı'da açlık ve susuzlukla birlikte, cephanede bitmek üzereydi. Dünya ile irtibatları kesilmiş Ağrı'nın zirvelerinde taşın toprağın içinde yaşam mücadelesi vermekteydiler. Yüzlerce çocuk açlıktan, susuzluktan öldü. insanlar yemek ihtiyaçlarını atları keserek, su ihtiyaçlarını hayvan sağarak sütle gidermeye çalışıyorlardı.Bu şartlarda Türkiye, Salih Paşa Komutasında 60.OOO kişilik bir ordu ve Beyazıt'tan kalkan 14 uçakla büyük bir Taarruza geçmişti. 14 gün gece gündüz direnişçilerin üzerine ateş yağdırıldı. Her gün Beyazıt'tan kalkan 4 uçak akşama kadar direnişçilerin üzerine bomba yağdırmak-taydı, öte yandan, top ve makineli tüfekler 14 gün gece gündüz susma-dı. Bu cehenemin on dördüncü günü akşamı, Zenyan deresinden kuşatmayı yarıp kurtulmaya karar verdik.Ağrı’dan çıkış yalnızca Zenyan deresinden mümkündü. Zenyan geçidindinin, her iki yanında 20-30 metre yükseklikte uçurumlar olan çok dar bir yodan geçmek gerekiyordu. Uçurumlardan aşağıya inmek, çıkmak mümkün değildi, insan, Hayvan, eşya ne düşerse geri alınamazdı.
işte bu geçitten bir gece yola çıktılar. Askerler, her taraflarını sarmıştı. Fakat kuşatmayı yarıp çıkma amacında olduklarını bilmiyor-lardı. Kendilerine saldıracaklarını düşünüyorlardı. Bu nedenle de kaçış yolunu kapatmamışlardı. Daha sonra yapılanın saldırı değil, kaçış olduğunu, çoluk çocuk herkesin hareket halinde olmalarından anla-dılar.Geçidin üstündeki tepelere, kayaların arkasına mevzilenmişlerdi. Havaya bir ışık bombası attılar. Ortalık aydınlandı. Direnişçileri yoğun bir ateş altına aldılar, onlar yukarıda ki tepelerde mevzilerinde, direnişçiler ise açıkta yürüyorlardı. Pek çok insan öldü. Dar geçitten pek çok insan uçurumlardan aşağıya düştü. Kadınlar, kucaklarındaki çocukları uçurumlardan aşağı atıyorlardı. Ortalık ana baba gününe dönmüştü. Direnişçiler kahramanca çatıştı. Bir direnişçi o sırada şu sözleri haykırıyordu;
Hılbe Agri, Hılbe Agri
Agır bere tu buyi
iro Agır Nav'â te bu
Hüseyin Pasa çı kır !
hestiye me kurda text çekır
lıber hevzek çe kır
Tiji hevze xuna me kır.
Hılbe Agri, Hılbe Agri
Bu ateş çemberinden pek çak ölü ve kayıpla kuşatmayı yarıp çıktılar. Yoğun ateş altında herkes bir tarafa doğru kaçıştı. Birbirlerini kaybettiler.
Kaynak: Bydigi Forum http://www.bydigi.net/showthread.php?p=69533
Nadir, Mehmet ve eşleri ile Abdulbari'ye Gülçin’e ve bir kaç Hayderanlı aile, bu cehennemden kurtulup Aras Nehri kıyısına ulaştılar. Aras Nehri, Rus-Türk hududunu çizen ve hudut boyunca uzayıp giden ve delice akan bir nehir. Nehirden karşsıya geçmek imkansız, Nehirden karşıya geçmek için saatlerce yürüdüler. Fakat Nehirden geçebilecek bir geçit bulamadılar. Bir atlı gördüler, atlıdan karşıya nasıl geçebileceklerini sordular. Atlı: Vahide Hanım'ın elindeki tüfeği işaret edip, kendisine verilmesini istedi. Mehmet Bey"in eşi Vahide, Nadir Bey'in müdahalesine rağmen elindeki silahı verdi. Atlı tüfeği aldığı gibi atını tokmalayarak uzaklaştı.Ellerinde ki silahlarda mermi bulunmadığı için, atlının arkasından çaresiz bir şekilde bakakaldılar. Yürümeye devam edip, artık yorgunluk ve susuzluktan dizlerinin bağı çözülmek üzereyken kendilerini bir İran Köyü'ne atabildiler. Köylülerce iyi karşılanırlar, tek istedikleri su olur. Köylüler Direnişçilere su ve yiyecek verirler. Daha sonra İran Askerleri onları alıp Kela-xoy'e götürürler.Kela-xoy'de, İran Kürtleri kendilerine çok büyük ilgi gösterirler. Qeleni'de akrabaları Haydaranlı TahırXan'in oğlu Haydar Han kazanlarla yemekler yaptırarak ağırlar onları.
İhsan Nuri ve yanındakiler de, İran'ın sığınma istemlerini daha önce reddetmesinden dolayı, zorla İrana girerler. H.Hişyar bu olayı şu şekilde aktarıyor;
"Silahlı bir grup ile İran sınırından girmeye karar verdik. Ve bu silahlı grup sınırdaki Iran askerlerini vura vura yanlarındaki yaşlı, kadın ve çocukların sınırı geçmesine yol açtı. Yalnız sınırdan geçer-ken saldırılar sonucu bir çok insan yollarda telef oldu ve bir çoğu yollarda ölülerini bile gömmeden İran'a geçmek zorunda kaldılar. Zaten bu insan seline kimse engel olamadığı gibi, önlerine gelen her şeyi silindir gibi ezip geçtiler, İran Kürdistanı topraklarına geçtikten sonra bu tarihi bir buluşma ve tarihi bir kucaklaşma oldu. Ve bu insanlarımız korkunç bir cömertlik gösterdiler. Böyle bir dayanışma örneğini görmek mümkün değil. Bütün kap ve kacaklarını su, ekmek, yemek, sıcak değil, soğuk et, aklınıza gelen her şeyi sokaklarda hazır bir şekilde Türkiye'den gelen Kürt Mülteci kardeşlerine sunmuşlardı.Bütün bu olayların üzerinden bir gün geçmişti ki, askeri bir Jeep'te bir kaç İran askeri yanımıza gelerek, Kürt'ler arasında görüşmek istedikleri bir sorumlu aradıklarını söyleyince ben de onları alıp, direk İhsan Nuri' nin yanına götürdüm. İran İyetkilileri , Kürtler’den silahlarını yetkili makamlarına teslim etmelerini istediler.İhsan Nuri, yetkili makamlara aşağıdaki yazılı açıklamayı verdi;
"Sizden istediğimiz siyasi sığınma talebi reddedildi. Yarım Milyon insanın açlıkla mücadele ettiğini biliyordunuz. Bu insanların açlıktan öleceğini ve sınırda Türk Askerlerinin beklediğini ve hepimizi katle-deceklerini bildiğiniz halde bizden silahlarımızı alarak Türkiye sınırına sürmek istiyorsunuz. Siz Zilan Vadisi katliamlarını biliyorsunuz. O katliamda ki gibi herkesi imha ederler. Eğer bizlere yol verip, bizlerin Maku, Kelaxwey,, Rizaiye ya da Mahabat gibi şehirlere gitmemize izin verirseniz o takdirde silahlarımızı sizlere teslim edebiliriz."
Yazı verildikten sonra İran yetkilileri geri döndüler. Ertesi gün baktık ki her yer İran Askerleri ile sarılmış. Bizlere seslenerek; Silahlarımızı teslim etmemizi istediler, onlara verdiğimiz cevabı tekrarladık. Ardından da silahlı çatışma çıktı. Bizleri ve İran Kürdistanı köylülerini hiç bir hedef ve ayırım gözetmeksizin ağır silahlarla ve toplarla ateşe tuttular ve bizim yüzümüzden köylerine konuk olduğumuz köylüler de bizimle birlikte ölmeye başladılar. Her taraf insan cesetleriyle çoluk, çocuk, yaşlı demeksizin dolup taşmıştı. Artık oraları yavaş yavaş terk edip her birimiz değişik yerlere dağıldık ve bizler üç gün üç gece yürüyerek Van'a vardık, bazıları yine dağlara çıktılar. Bazıları teslim olup, hapishanelere düştüler."
Mehmet Bey'in dediği gibi; namussuz ve Bebext İran, Şeyh Said İsyanın’ dan İran’a sığınan Kürtler’in çoğunu öldüren İran, bu seferde Ağrı’dan sığınanları katletti.
İhsan Nuri, Şeyh Abdulkadir, Emin Paşa'nın oğlu Burhan Bey, Hüseyin Paşa'nın çocukları Mehmet Bey, Nadir Bey, Bro'yâ Heski Telli'nin kardeşi Eyüp Ağa ve pek çok kişiye siyasi sığınma hakkı verildi. Nadir Bey'i ve eşini Tebriz'e, Mehmet Bey, Burhan Bey, Eyüp ağa, Şeyh Abdulkadir ve İhsan Nuri'yi de Tahran'a sürdüler. Daha sonra da Nadir Beyi de müracaatı üzerine Tahran'a gönderdiler.
MÜCEDELEYİ SÜRDÜRENLER
MÜCEDELEYİ SÜRDÜRENLER BIRO’YE HESKE TELLİYE
Bro'ye Heske Telli’ye, ne Türkiye'ye teslim oldu, nede İran'a sığındı.O Türk-İran sınırında gerilla türü eylemlerini devam ettirdi. Gerek Türkiye, gerekse îran Bro'yla baş edemiyorlardı. İran, defalarca üzerine asker göndermesine rağmen Bro'yu ölü yada, diri ele geçiremeyince çareyi Sımko'ya karşı kullandığı Kürt haini Emerxan'da buldu. Emerxan'la birkaç kez çatışmaya giren Bro, bir kaç adamını öldürür. Neticede, yaralı olarak yakalanır. Kendisini yaralı yakalayan Kürt'lere Bro; “ey vah gıli dax bê xayi ma”diyerek
- Ben hiç bir devlete sağ teslim olmayacağıma Allah'a yemin ettim. Beni öldürün, teslim etmeyin diye yalvarıp kendisini zorla Emerxan'a öldürtür. Diyor Mehmet bey
REŞOYE SİLO (BEKIRI AŞİRETİNDEN İSMET ERİŞEN ANLATTI)
Bekıran aşiretine mensup Reşoye Silo, Zilan’daki Çakırbey karakol baskınına katılan direnişçilerden biriydi. Yöredeki pek çok çatışmalarda Nadir Beyin yanında yer Reşo, Ağrıdağında ki direniş merkezinin dağılmasıyla birlikte sınırdaki dağlarda faaliyetlerini sürdürdü. Etrafında seksen kadar direnişçi vardı. Bu kadar insanın birlikte olması pek çok sorun yaratıyordu. Disiplin sağlanamıyordu. Yiyecek ve giyecek ihtiyaçların temini çevredeki köyleri fazlasıyla mağdur edecek boyutlardaydı. Bu nedenle bazen bu ihtiyaçlarını talan sayılabilecek yöntemlerle karşılıyorlardı. Bir defasında Reşo’nun yanındaki şahıslardan oluşan bir grubun ihtiyaçlarının temini için gittikleri değirmende(aşe gera)değirmendeki tüm unlara el koyup getirirler. Bu durum çevrede hoş karşılanmaz. Reşo, bu kadar direnişçinin bir arada olmasının zorunlu olarak sorun yaratacağını belirterek, 4-5 kişilik bir grupla ayrılır. Reşo’nun grubunda Mıhemede Xalit, Emere Xalit adlarındaki iki kardeş ile eşi Zeyno ve Zeyno’nun Kalki Aşiretine mensup bir akrabası vardır.
Reşo’nun Muradiye-Erciş sınırındaki Devetaş mıntıkasında bir mağarada yaşadığını haber alan güvenlik güçleri, Yüzbaşı İbrahim komutasındaki çok sayıda asker ile Milis sidiqe Hesen Keçele’nin kardeşi Mıstefayı ve Reşo’nun akrabası olan Feto’ye Bekıri ve pek çok milis, mağaranın yanındaki köyü basarlar. Bu geşimelerden habersiz olan Reşo, Emerle, Mıhemet kardeşleri yiyecek temini için köye gönderir. O anda köyde bulunan güvenlik güçlerinin kurdukları pusuya düşen iki kardeş çıkan çatışmada öldürülür.
Köye gönderilen arkadaşlarının gelmemesi üzerine durumdan şüphelenen Reşo, akşamüzeri tüfeğini ve kamuflaj için kullandığı beyaz çarşafını da alarak köye gider. Reşo’nun arkadaşlarının akıbetleri için köye geleceğini düşünen askerler köy yakınlarında pusuda beklemektedirler. Reşo kendilerine yaklaşınca ateş ederler. Reşo da kendini yere atıp ateşe karşılık verir. Bu arada karda görünmemek için beyaz çarşafını da üstüne örterek gizlenir. Sayıca çok olan askerler Reşo’yu çembere alırlar. Açılan ateşlere Reşo’nun karşılık vermediğini gören yüzbaşı İbrahim bey Feto’ya
-sen akrabasısın, sana bir şey yapmaz git bak bakalım durumu ne? Yaşıyormu? Yaşıyorsa teslim olmasını söyle”der.ve Feto’yu Reşo’nun yanına gönderir.
Reşo, yanına gelen Feto’ya yalvararak,
-tüfeklerimiz aynı, benim tüfeğimin namlusunda mermi sıkıştı. Tüfekleri değiştirelim. Der
Feto,
- Çevren 200 askerle kuşatılmış kurtuluşun imkansız, gel teslim ol ne kendi kanına, nede askerin kanına gir der.
- Reşo çaresiz teslim olur.Reşo’yu o gece köyde tutan askerler, ertesi gün Zeyno’yu yakalamak için Reşo’yla birlikte mağaraya giderler. Zeyno direnir. Ateş eder, teslim olmaz, Reşo’ya
- -Reşo, hani sen “Emer ailesinin yiğidiyim, ölürümde teslim olmam diyordun. Diye seslenir.
- Reşo,
- - Zeyno, benteslim olmadım, kaderim beni teslim etti tüfek tutukluluk yaptı. Kaderimiz buraya kadarmış gel teslim ol. Der
- kocasının çağrısına uyan Zeyno dateslim olur. Her ikisinide orada öldürerek, Reşo’nun kafasını keserler. Gözlerinin önünde kocasının kafası kesilen Zeyno da feryat figanla Reşo’nun cesedine kapanıp ağlar. Onun da kafasını keserler. Reşo ve Zeyno’nun kafaların köy köy gezdirip teşhir ederler. Klamın Türkçesinden birkaç söz.
-“…reşo, sen diyordun benim üzerime daha yiğit çıkmış değil,
-tut tüfeğinin ortasından ve silkin yiğitçe…….
ŞEYH ZAHİR
1930 Temmuz’undaki Ağrıdağı ve çevresindeki eylemleriyle , GenelKurmay belgeleri ile gazetelerde kendisinden çokça söz edilen direnişçilerden biride Şeyh Zahir’dir.
“ 28 Temmuzda:
Şeyh Zahir ve Ali Beşko idaresinde miktarı saptanamayan bir eşkıya grubu, Pernavut köprüsü güneyindeki Osman köyünün hemen kuzeyine geldiği sırada, Tuzluca'daki 2. Jandarma Estersüvar Bölüğü bunların üzerine sevkedilmiş ve saat 20.00'de başlayan müsademede eşkıyaya bir hayli ölü ve yaralı verdirilmiş, bölükten de Bölük Komutanı göğsünden yaralanmış, iki er de şehit olmuştu.”
“l Ağustosta:
Şeyh Zahir komutasında 200 kişilik bir eşkıya grubu Tuzluca'nın 8.5 km. doğusunda Pirli karakolunu basarak üç jandarma ile hudut taburundan dört erin silâh ve eşyalarım alıp bunları serbest bırakmışlar ve karakol binasını yakmışlardı. Şeyh Zahir burada bıraktığı bir tezkerede de; Tuzluca merkezini ve bunun güneyindeki Akarak köyünü yakacağını bildirmekte idi. Bu çeteyi takip etmekte olan Tuzluca'daki 2. Seyyar Estersüvar Bölüğünden başka İğdır'daki süvari bölüğü de Gevgeve istikametine gönderildi.”
“Genelkurmay Baş- kanlığı 3 Ağustos 1930'da yayınladığı emirde:
"Ağrı harekâtı başlamadan önce dahilde eşkıyalık yapan çetelerin yeter kuvvetlerle yapılacak sıkı ve şiddetli bir takiple imhaları suretiyle fırsat bekleyenlerin ümit ve güvenlerinin kırılmasına kesin zorunluk vardır. Şeyh Zahir çetesinin bir daha Ağn'ya dönmeyecek surette ve daha fazla kuvvetler tahsisi ile imhasını 9. Kolordudan, Yukarı Sirik yaylasında jandarma müfrezelerimizle müsademe ettiği ve Kernuslu Halit olması muhtemel çetenin imhasını da 7. Kolordudan önemle rica ederim.”
Şeyh Zahir Iğdırın Karahanlı köyündendir. 1925 lerde tuzluca da tuz müdürüydü.
Bazı kaynaklara göre bir kız kaçırma hadisesinden dağa çıktığı ve daha sonra Ağrı direnişine katıldığı ifade edilmektedir. Ailesinden verilen bilgilerde ise Şeyh Zahir’in Ağrı dağı çevresindeki hemen hemen tüm eylemlere, Başkend; Burnasor, Buruna Reş, vb. kattıldığı ifade edilmekte ve bunların dışında da faaliyetleriyle ilgili şunlar söylenmetedir;
1925 Şeyh Said Ayaklanmasına sempati duyuyordu. Bu nedenle bazı devlet yanlılarının şikayetiyle görevinden alındı. Bunun üzerine, kardeşleri Yusuf, Abdurrahman, Tahir, Habib , yengesi Hedé ve Amcasının oğlu Abdulbari , émeré besé, Saide mamé , Şemikan Aşiretinden Feto, Çalğa, Timur , Celil, Bro Rındo, Dırbaz adlı ünlü direnişçilerle Ağrı direnişine katılılan bu gurup, 1927 yılında ilk eylemlerini Tuzluca nahiyesine bağlı söğütlü köyü yakınlarında ki şiştepe mıntıkasında bulunan, Tuzluca, Iğdır ve kağızmandan gelen askeri güçlere baskınla gerçekleştirdiler. Bu baskında askerler Mameğan çeşmesine kadar geri çekilmek zorunda kaldılar. Bu çatışmada Celil hayatını kaybetti,ve Salih adlı direnişçide yaralandı. Celilin kafası askerlerce kesilip götürüldü. Kemal yüzbaşı komutasında ki askerler bu baskından sonra , Şemikanlılara ait, Tuzlucaya bağlı, söğütlü, Güllüce ve Abasgöl köyü halkından 28 kişiyi direnişçilere destek verdikleri gerekçesiyle Balıkgölüne götürüp orda kurşuna dizip cesetlerini de balık göle attılar. Bu olay direnişçilere katılımı hızlandırdı.
Pernavut’ta han sahibi Cimşit adında bir Kürt milisin rehberliğinde Gevgeve mıntıkasında kuşatılan söz konusu gurupla Askeri birlikler arasında şidetli çatışmalar olur. Gün boyu süren çatışmada pek çok asker öldürülür. Bu çatışmada şemsettin adında bir direnişçide öldürülür. Daha sora şeyh Zahir destesi, pernavut’taki karakolu basıp imha ederler. Bu baskında karakoldaki 8 asker öldürülür.
Taşburun savaşından sonra kışın saklandıkları Iğdır’ın Tecirli köyü kemal yüzbaşı komutasındaki askeri güçlerce kuşatılır, Şeyh Zahir Kuşatmayı yarıp kaçmayı başarır. Askerler, Şeyh Zahir’i barındıran Abdulbariyé Mıhemet adlı köylüyü öldürerek evini ateşe verir.
Daha sonra gerçekleştirilen Aralık baskınına Şeyh Zahir ve beraberindekiler de katılır. Çatışmada kardeşi Yusuf yaralanır ve esir düştü. Şeyh Yusuf götürüldüğü Iğdır’da yargılanmadan asılarak öldürülür. Bu çatışmada Şemikanlı Feto’da hayatını kaybeder. Çatışmada askerlerde pek çok kayıp verirler. Buraya çok sayıda askeri birliğin sevk edilmesiyle, direnişçiler Ağrı Dağının Tez harabe köyü sınırları ve Ağora köyünden geçerek Korhan yaylasına sığınırlar. Burada ki çatışmada yaralanan şeyh Zahirin kardeşi Habip’ta esir düşer. Askerlerce Tez Harabe köyüne götürülüp işkenceyle öldürülür.
Ağrı direnişinin kırılmasıyla Şeyh Zahir destesi Tendürek dağına geçer. Bu mıntıkada da askeri güçlerle pek çok çatışma olur. Çaldıranın Tikme köyüne sığınırlar burada şeyh Zahirin kardeşi Tahir hastalanır. Tahir’i bu köyde bırakırlar . bir ihbar üzerine, Tikme köyünü kuşatan İbrahim yüzbaşı komutasındaki güçlerle hasta haliyle çatışan Tahir burada öldürülür. Çatışmayı haber alan Şeyh Zahir ve arkadaşları da buraya gelip askerlerle çatışırlar Askerler bu çatışmada Çaldıran’a kadar çekilmek zorun da kalırlar. Çatışmalarda 6 asker öldürülür. Grubun üzerlerine daha çok asker sevk edilince, Özalp üzeri , Başkale’ye oradan da Van’ın Erçek Nahiyesine Oradan da İran hududundak Navur Gölü çevresine geçerler. Burada askerlerle aralarında çıkan çatışmada Şeyh Zahir yaralanır. Şemikanlı Çelğa ölür. Buradan Geliyé Géja’ya geçen direnişçilerin etrafı milis ve askerlerce çevrilir. Buradaki çatışmada direnşçilerden 14 kişi öldürülür. Hédé yaralanır. 5 milis, 8 askerde öldürülür. Buradan Gevıre Buk Zava ya gelen direnişçilerin etrafı askerlerce çevrilir. Çıkan çatışmada Şeyh zahir öldürülür. Bu çatışmada 9 askerde öldürülür.
Şeyh Zahir’den sonra kardeşi Şeyh Abdurrahman arkadaşlarıyla 9 ay mücadeleyi sürdürür. Bu süre sonunda Salih Paşa’ya af vaddiyle teslim olurlar. Şeyh Abdurrahman ve 65 arkadaşı Adana’da idamla yargılanır. Mersinde 9 yıl hapis yattıktan sonra Aydın söke’de mecburi iskana tabi tutulurlar.
SEYÎTHAN VE AL1CAN
Seyitki aşiretinden Muş'lu Seyithan, bilinmeyen bir ne-
Bilinmeyen bir nedenle karısını boşar. Boşadığı karısının kimseyle evlenmesini de istemez. Kim, onunla evlenirse bu işi ölüm temizler der. Kendi aşiretinden cuidi denilen aileye mensup birisi Seyithan'in bosadığı karısıyla evlenir. Seyithan'ın hesap soracağını düşündüklerinden. Halit Begé Hasani'ye, Seyithan'la barıştırılmaları için giderlerken, Bostankent köyünde, yolları Seyithan tarafından kesilir. Seyithan boşadığı karısıyla evlenen kişi ile ve beraberinde ki üç kişiyi öldürür. Aradan bir iki aylık bir süre geçtikten sonra, bu defa Seyithan, Halit Bey'e giderek, karşı tarafla barıştırılmalarını ister. Karşı tarafın barış için yanına giderlerken öldürülmelerine içerlenen Halıt Bey, karşı tarafın barışmak istemediklerini söyler. Bu olay nedeniyle, bir süre kaçak yasayan Seyithan, firarken ailesini topluca alıp, Bulanığa getirip onbeş gün boyunca karakolda tutup eziyet ederler. Bu bu durum civarda hoş olmayan söylentilere neden olur. Sonunda yakalanıp, Erzurum cezaevine konur. Burada tutuklu olan Berazi aşiretinden Karayazı'lı Alican'la tanışır. Her ikisîde aynı dertten müzdariptir; Milis ve jandarma.
Alican tutuklu iken, ailesi jandarma ve milis baskılarına maruz kalır, özellikle Sipki aşiretinden milis Mahmut ve Musa kardeşlerin baskılarını duyarlar. Hatta Mahmut'un tazisine Alican'ın akrabası olan îpek adındaki bir kadının ismini taktığını duyar. Tutuklu olmaları nedeniyle, aileleri milislerin, baskı ve haksızlıklarına maruz kalan, Alican ile Seyithan, cezaevinde birbirlerine yemin ederek, çıktıklarında hedeflerinin yalnızca milisler ve jandarmalar olacağı konusunda sözleşip adamlarıyla beraber cezaevinden firar ederler.
O dönemde Devlet direnişe karsı milisliği örgütlemekte, devletin himayesinde ki milislerde halka her türlü haksızlığı yapabilme imtiyazıyla korkunç bir terör estirmekteydiler. Aslında yalnızca o dönemde değil, tüm direnişlerde devletin ihaneti örgütlediğini görmek mümkün. Bölgede Deli Kemal olarak bilinen bir komutan ve örgütlediği milisler ordusu, halka adeta cehennem hayatı yaşatmıştır. Bölgede pek çok masum insan suçsuz yere işkencelere maruz kalmış, pek çok kişi de firarda olan yakınlarına karşılık öldürülmüştür. Bu nedenle öldürülenlerden biriside Malazgirt 'in Kutka köyünden Hemze Uso'dır. Hemze'nin kardeşi Çeçé, Seyithan'la bereberdir. Milisler Deli Kemal'e Çeçé'nin yüzbaşıyı öldürüp ciğerini çiğ çiğ yediğini söylerler. Deli Kemal, Hemze'yi sorguya alıp kardeşinin yerini söylemesini ister. Oysa, kardeşinin dağda olduğu ve Hemze'nin onu teslim edemeyeceği apaçık ortadadır. Köyün ortasında korkunç bir şekilde işkence edilen Hemze'yi, Deli Kemal beraberinde götürüp Esmer köyünde öldürür. Yıllar önce Uğur Mumcu, Kürt tarihinin, aynı zamanda ihanetler tarihi olduğunu konu alan bir makale yazmıştı. Bu makale, Bedırxani'1erden Hüseyin Pasa 'ya, Hüseyin Pasa 'dan Barzani ve Talabani'ye. Onlardan da PKK'ye kadar ki tüm ihanet ve çekişmeleri konu almaktaydı. Tespit doğru olmakla bereber eksikti, îhanet ve çatışmaları Osmanlılardan beri Devletin örgütlediği belirtilmemekteydi.
Hapisten kaçtıktan sonra Seyithan'la Alican'ın etrafında çoğu o dönem firar olan 50-60 kişilik bir güç oluştu. Karasu Nehrinin kenarında kendilerini takip eden askerlerle arala- larında çıkan çatışmada 12 asker öldü. Bu olaydan sonra, yakalanmaları için bölgeye çok sayıda asker gönderildi. Fakat bütün gayretlere rağmen bölgede uzun bir süre faaliyetlerine devam ettiler. Daha çok milisleri hedef alan eylemlerde bulundular. Halka çok çektiren milislere çok geniş bir alanda yönelmeleri hem ünlerine ün kattı, hem de kendilerine büyük bir sempatinin duyulmasına neden oldu.
Direnişçiler, Karayazı'nın Saçlık köyünden ünlü milis Xıdo'yu dağda yakalayıp kafasını keserler. Xıdo'nun suçu ise, yaptığı pekçok haksızlıkla birlikte. Hamit adında birisini öldürmektir.
Yine ünlü bir milis olan Aliköleka köyünden Qölo adlı milis için köye baskın yaparlar, Qölo, su arkına girip gizlenir. Bütün aramalara rağmen Qölo'yu bulamayan direnişçiler, köyden çekilip köy yakının da gizlenip gelişmeleri gözetlerler. Direnişçilerin köyden gittiğini sanan köy halkı arasında Qölo'nün arkta saklanarak kurtulduğu konuşulur. Bunu duyan direnişçiler Qölo'yu yakalayıp öldürürler.
Bir kışı Tutak ilçesi civarında geçiren Seyithan, ilkbahar da Halis Bey'in kardeşi Zeki Bey'in köyü_Karaağaca gider. Oradan da Mele Hasan köyüne Halis Bey'in yanına giderlerken, Murat Nehri kenarındaki Rese köyünden kendilerine ateş açılır. Seyithan ateşe karşılık verilmesini engeller. Mele Hasan'daki Halis Bey'e, gidip kendisiyle görüşürler. Musa ve Mahmut adlı milis kardeşlerin. Cemalverdi köyünde, olduklarını öğrenen Seyithan, beraberindekilerle Cemalverdi köyünü basar. Cemalverdide çıkan çatışmada, Mahmut ve Musa kardeşler ve akrabaları olan, Sıddıkı Hacı Mustafa adında milis olmayan biri daha öldürülür.
Bu infazdan sonra, Qertevin dağlarına çekilirler. Daha sonra oradanda Muş ovasına geçerler. Muş ovasında askeri güçlerle arasında çıkan bir çatışmada, Anzut köyünde Alican öldürülür. Seyithan ve beraberindekilerin Alican'ın ölümünden haberleri yoktur. Daha sonra çatışmada sağ yakaladıkları bir askerin elinde Alican'ın tüfeğini görürler. Alican'ın ölümünü bu vesileyle öğrenirler.
Ağrı direnişinin kırılmasıyla, soluklanan askeri güçlerin, artık temel hedefleri Seyithan'dır. Bu nedenle bölgeye büyük bir askeri yığınak yapılır. Bölgede barınma koşulları kalmayan Seyithan ve beraberindekiler, aileleriyle birlikte Suriye'ye gitmek için uzun bir yolculuğa koyulurlar. Pek çok çatışma ve kayıptan sonra, Bismil'e ulaşırlar. Oradan da Savur 'un Zoğ köyüne gelip, mola verirler. Artık Suriye'ye geçmeye çok az bir mesafe kalmışken, üç jandarmanın kendilerine doğru geldiklerini görürler. Aslında başka bir görev için oradan geçmekte olan jandarmaları kendilerini izleyen müfreze sanarak ateş ederler, jandarmaların ikisi ölür. Sağ kalan gidip,karakola haber verir. Bunun üzerine, çok sayıda asker peşlerine düşer. Askerlerle çatışa, çatışa yollarına devam ederler.Bu çatışmada Seyithan ölür. Çatışmadan sağ kurtulanlar Suriye'ye geçmeyi başarırlar.
Suriye'ye geçtikten bir süre sonra Seyithan'ın kardeşi Tefik, tekrar Türkiye'ye döner. Silvan'da Xiya'ların bir köyünde Emere Mıhé'nin evine misafir olur. Tefik'in orada olduğunu haber alan jandarma, evi basar, o sıra'da sofrada yemek yiyen Tevfik'î öldürürler.
Daha sonra Seyithan'in oğlu Selahattin, Palolu Şeyhlerden Abdurrahim, Şeyh Şemsettin, Şeyh ismet 'in de aralarında bulunduğu onbeş kişilik grupla Türkiye'ye geçer. Muhbirlerin ihbarıyla Suriye'den Bismil'e kadar takip edilen grup, Bismil'de Deşta Perxané'da bir tarlada mola verip, kendilerine yiyecek getirmesi için içlerinden birisini köye gönderirler. Köy Muhtarı gelen kişiyi yakalatarak janadarmaya verir. Grubun yerini öğrenen jandarma, tarlaya baskın yaparak onbeş kişinin hepsini öldürür.
Yıllar sonra, Seyithan ve Alican'ın Suriye'deki akrabaları Türkiye'ye dönerler
ZER1F HATUN, DİRENİŞÇİLERİN İRANDAKİ YAŞAMINI ANLATIYOR
Nadir ve beni Tebrize gönderdiler. Mehmet Bey'i Şeyh Abdulkadir'i ve ihsan Nuri'yi de Tahran'a gönderdiler. Daha sonra benle Nadir'i de Tahran'a gönderdiler. Emin Paşa’nın oğlu Burhan ile eşi (Vahide'nin bacısı) Zahide, (Evdulbariye Gülçin'é ile karısı Dılşa (Tahran'a gidip gitmediği bilinmiyor)
Tahran'da Xıyamane Nasıriye'de (Nasıriye Caddesinde) ikamete tabi tutulduk. Şeyh Abdulkadîr 4 tane ev kiralamıştı. Nadir, tutukluyken benim evimin kirasını da Şeyh Abdulkadir ödüyordu.
İhsan Nuri bey'de karısı Yasar hanımla çok güzel bir evde yaşıyordu. Kendisine 60 tümen maaş veriliyordu. Evinde çok değerli Kermanşah Halıları seriliydi. Hepsi ipekten, kaşık ve çatalların hepsi gümüştü. Yaşar Hanım Tüberkülaz hastasıydı. Tek yediği yoğurttu.
Ferzende bey, Navor’da (İran-Türkiye hududunda bir köyde) iken, İran Askeri güçleri köyü kuşatır. Ferzende Bey, İran bizi teslim etmeyeceğine ve tutuklamayacıgına dair güvence vermezse teslim olmam der. Bunun üzerine İran askerleriyle çatışmaya girer. Pek çok adamı öldürülür, çatışma da 7 yasında ki bir oğlu da ölür. Kendisi ağır yaralanır. Yaralı ve bitap bir şekilde yakalanır. Sedye ile Kelaxoye getirilir. Daha sonra elleri ve ayakları zincirli olarak Tahran'a Qesri Qencer hapishanesi'ne getirildi. Eşi Besra'da yanımıza getirildi. Nadir Bey'de daha sonra anlatacağımız olaydan dolayı, aynı hapishane'de tutukluydu. Benle, Besra onların ziyaretine gidiyorduk. Ferzende bey'in ziyaretinde çok müşkülat çıkarıyorlardı. Ferzende Bey bizimle görüştüğünde babası Süleyman bey'in başıyla yemin edip, kendisini daha da ayaklarından zincirli gibi hissettiğini söylüyordu. Bir süre sonra Ferzende Bey öldü. Iran hükümeti gözleri çıkarılmışı olarak cesedini eşi Besra'ya teslim ettiler. Besra, iki mezar taşı satın alıp, üzerine kocası yiğitler yiğidi Ferzende Bey'in adını yazdırdı. Tahran'da defnettik. Besra'la, Nadir cezaevinden çıkana kadar yaklaşık dört yıl birlikte kaldık. 1939'da biz, Türkiye'ye döndükten sonra Besra kaynı Kazım ile evlenir. Daha sonra O'da Kayseri'ye döndü. Bunca yaşananların ağır pisikolojik yükünü daha fazla kaldıramayıp, delirdi. Her gün bohçasını alıp, hamama giderdi. Besra Ağrı Direnişinde savaşan yiğit bir kürt kadınıydı.
Emin Paşa'nın oğlu Burhan'da, 60 Tümen maaş alıyordu. Onlarda Tahran'da komşularımızdı. Eşi Zayide, kızı Hicret Tahran- 'da okuyordu. Oğulları Hasan ve Hüseyin olmak üzere üç çocuğu vardı. Zayide İran'da hep memleket hasretiyle sürekli Allah'a yalvarıp, Ya rabbi bana Ercişi tekrar, bir kere olsun görmeyi nasip et. Erciş'in havasını bir kez olsun soluyayım ondan sonra istersen canımı al derdi. Biz Türkiye'ye döndükten sonra, Burhan bey, İran'da vefat etmiş o da çocuklarını alıp Erciş'e gelmiş, geldikten kısa bir süre sonra da vefat etmiş. Kürtçe ve Türkçe bilmeyen Hicret’i de Patnos'un Kubik köyün'de birisiyle evledirirler. O da yokluk ve bakımsızlık içinde çok sefil bir yaşamdan sonra ölür.
Şeyh Abdulkadir, Bro'ye Hesk-é Telli'yé, öldükten sonra eşi Rabiya ile evlendi, ilk eşi Hamide hanımın evi Eher'de bir Fars köyündeydi. Rabiya ise Tahran 'da oturmaktaydı. Şeyh Abdulkadir"in oğlu Hasan ile Brahim Ağa'nın kardeşi, Eyüp Ağa-nın oğlu da Tahran'da okula gidiyorlardı. Şeyh Abdulkadir Türkiye'ye dönmedi. Sovyetler İran'ı işgal ettiklerinde O'nu Kürt bölgesi sorumlusu yaptılar. Daha sonra orada vefat etti.
Edo’yé Azizi'de yiğit bir direnişçiydi. Gülçin ve Zeytin adında iki karısı vardı. Ağrı 'da Ferzende Bey'le aralarında ki bir ihtilaftan Ferzende bey, tarafından kendisi ve oğlu öldürül-dü. Eşi Gülçin sonraları Patnos'ta çok sefil bir yaşam sürdürdü. Edo, sürgün öncesi Hüseyin Paşa'nın, önemli bir adamıydı. Aşi-ret alayları döneminde Paşa'nın süvarisiydi. Paşa sürgüne gön-derildiğinde dağa çıkmış Ağrı Direnişine katılmıştı. Kendi destesiyle büyük eylemler gerçekleştirmişti.
Burada, İran'da ki direnişçilerin yaşamına ara verip Nadir’in İran’dan kaçış girişimine değinmek istiyorum.
İran'da bize geniş çok odalı bir kamu binası tahsis etmişlerdi. Maliye binasıydı. Göz hapsindeydik. Sürekli bir Polis bizi gözetliyordu. Nereye gitsek, o’da bizlerle geliyordu. Orada bir kızımız oldu adını Perihan Huma koyduk. Perihan henüz kırk günlük iken, bir aksam Nadir, çok neşeli bir şekilde eve geldi. Kısa bir süre evde kaldıktan sonra, çizmelerini giydi, nereye gideceğini de söylemeden çıktı gitti. Bende, bu gidişiniin, normal bir ziyaret yada gezinti olabileceğini düşünüp, nedenini sormadım. O gece gelmedi. Sabahleyin Polisler gelip beni karakola götürdüler. Nadir'in kaçtığını söylediler. Nereye gittiği neden firar ettiğini konusunda ifademi aldılar. Tabi ben nereye gittiğini, neden gittiğini bilmiyordum. Beş gün beni burada tuttular.
Besinci gün karakolda müthiş bir gürültü koptu. Alkışlar sevinç çığlıkları duydum. Nadir'in yakalanmasının sevinç gösterileriydi, bunlar. Nadir getirildi. Emniyet müdürü büyük bir hiddetle üzerine yürüdü. Küfürlü,
~ Biz sizi açmı bıraktık, açıktamı bıraktık diyerek, küfür etti. Nadir,
- Siz beni haps edebilirsiniz, idam edebilirsiniz. Ama küfür edemezsiniz diyip. Müdürün suratına bir yumruk patlattı. Bunun üzerine, gözümün önünde Nadir'i linç edercesine dövdüler. Kollarından ve ayaklarından tutmuş kaldırıp,kaldırıp yere çakıyorlardı. Ağzı, burnu kan içinde kendinden geçip bayılıncaya kadar bu durum devam etti.
Bende,
- Şah'a ve oradakilere, bu yaptıklarından dolayı küfür ediyordum. Elimden başkada bir şey gelmiyordu. Daha sonra Nadir'i Qesr-i Qecer cezaevine hapsettiler. Nadir yaklaşık 6 yıl bu hapishanede tutuklu kaldı.
Nadir bey bu olayı su şekilde anlatıyordu.
- Bizim Ağrı'dan çıkarılışımızı bir türlü hazmedemiyordum. Bu kadar bedel, bu kadar vahşet ve imhaya karşılık, burada eli kolu bağlı bir şekilde yaşamamızı gururuma yediremiyordum. Burada rahat oluşumuz beni memnun etmek şöyle dursun, aksine çok rahatsız ediyordu. Zilan'da binlerce masum insanın katli, Ağrı'da aç, susuz ve acı dolu yaşamımız, gözlerimizin önünde açlıktan, susuzluktan ölen insanlar, kuşatmayı yarıp, Ağrıda-ğın'dan çıktığımız geceki vahşet, anaların çaresizlik içinde, küçük çocuklarını dahi uçurumlardan aşağı atmaya mecbur kalış-ları, hep gözümün önündeydi, öte yandan suçsuz bir şekilde memleketimizden Kayseri'ye sürülüşümüz orada kimsesiz ve ne halde olduklarını bilmediğimiz eşlerimiz, küçük çocuklarımız, yaşlı analarımız ve en önemlisi ideallerimiz, bütün bunlar beynimi kemiriyordu. Tekrar yeni bir organizasyon, yeniden ve daha deneyimli kadrolarla, her şeye bastan başlamak düşüncesi beynimde her gün biraz daha pekişiyordu. Evet, en sonunda kararımı verdim. Buradan kaçıp Rusya 'ya geçecektim. Oradan tekrar Ağrı'ya geçip, yeniden bir direniş örgütleyecektim. Bu düşüncemi yanımdaki Témur adında Celalili O'da benim gibi mülteci olan eski bir direnişçiye açtım. Témur'da kabul etti.
Bir aksam, Tâmur'la beraber, bizi izlemekle görevli Polis'i yemeğe götürdük. Son derece, neşeli ve eğlenceli bir aksam yemeğinden sonra Polisle dışarı çıkıp dolaştık. Sehir'den uzaklaştık ıssız bir yerde, Polise kendisine zarar verme niyetinde olmadığımı anlattım. Polis çok endişelendi. Kendisine zarar vermememiz için çok yalvardı. Esasen benimde böyle bir amacım yoktu.
Polis
- Ağaya Nadırxan beni öldürmeyin, çocuklarım var diye ağlıyordu. Bende,
- Seninle bir davamız yok, bizler buralardan uzaklaşın-caya kadar senin bir yerlere ulaşamamam gerekir. Onun içinde senin ellerini ayaklarını bağlayıp, kaçacağız, dedim.
Polisin ellerini, ayaklarını bağladık onu bir kayanın dibine bırakıp kaçtık. Fakat çok büyük bir hata yapıp yanımıza yiyecek almamıştık. O gece dağda sabaha kadar yürüdük. Ertesi gün bir ormanda uyuduk, kalktığımızda ikimizde çok acıkmıştık. Tekrar yürümeye koyulduk o gecede akşamın geç saatlerine kadar yürüdükten sonra, tekrar sabaha kadar uyuduk, îki gündür açtık, açlıktan yürüyecek halimiz kalmadı. Sabah zar zor yürüyüp, bir köye ulaştık. Harman zamanıydı. Harmanlarıyla uğraşan bir köylü gördük. Yanına gittik, yarım yamalak farsçamızla aç olduğumuzu ifade etmeye çalıştık.
Köylü,
- İşaretle, burada bekleyin, dedi ve gitti,
Temur'la oturduk köylünün gelmesini bekledik. Köylü gecikince ayağa kalkıp çevreye baktım, tüm etrafımızı ellerinde yabalarla, küreklerle, sopalarla ve av tüfekleriyle köylülerin sardığını gördüm. Kaçma imkanı yoktu, bizi yakaladılar. Elle-rinde resimlerimiz vardı. Meğer, Hükümet tüm civar köylere resimlerimizi dağıtmış.
İki at getirdiler, benle, Témuru atlara bindirdiler onlarda yaya bizi teslim etmeye götürüyorlardı.
Enteresan bir durumdu, bizler atlı bizi yakalayıp, teslim etmeye götürenler yayaydı. Bir ara yorulan bir köylü benim atıma binmek istedi, ittim bırakmadım, ilginçtir adam sesini çıkarmadı. Oysa at onların atı, bizi yakalayan onlardı.Ben müsaade etmeyince aynı kişi, bu kez, Témur'un terkisine bindi. Témur'a, onu indir diye mırıldandım. Témur anlamadı yada cesaret edemedi. Bir süre sonra ben Temur'a yaklaştım. Adamın, ensesinden tutup attan aşağı attım. Temur'a topukla diye seslendim. At-larımızı topuklayıp hızla uzaklaştık. Onlar arkamızdan koştular fakat nafile atlara ulaşmaları mümkün değil. Dağa doğru atları-mızı sürüp gittik. Atlar yoruldu, aslında, dağda atla yolcu-luk için çok elverişsizdi. Atlardan indik, yaya yürümeye başladık.
Bir süre sonra, dağda, ormanların içinde askerlerce kuşatıldık. Bizi tam olarak çembere almışlardı, kaçışımız imkansızdı. Üzerimizi otla örtüp bir çukurda gizlendik. Askerler ormana dağılmış köylülerle birlikte bizi arıyorlardı. Bir köpek kokumuzu almış olacak, bizim olduğumuz yere doğru havlayıp geldi. Témur'a, fısıltıyla köpeği yakalayıp, susturmamız gerektiğini söyledim. Yakalamaya çalıştık fakat beceremedik, köpek bizi ele verdi. Askerler, gelip bizi kıskıvrak yakalayıp, Tahran 'a götürdüler.
Tahran'da önce 6 ay bir hücrede kaldım. Hücre'de bunalıma girdim, intiharı düşündüm, bir gün gardiyanı çağırıp tırnaklarımın çok uzadığını, bir jilet getirmesini istedim. Durumdan şüphelenen gardiyan durumu, orada tutuklu olan bir Sovyet istihbaratçısına iletmiş, niyetimin iyi olmadığını sezen bu siyasî tutuklu gelip benle sohbet etti.
- Büyük davaların insanları böyle şeyler düşünmemelidirler. Senin düşündüğün korkaklıktır. Cesur olmalısın, her türlü zor koşullarda direnmelisin dedi.
Bu sohbet bana büyük bir moral verdi. Hücre yaşamımızın 6. ayında bir gün benle Témur'u alıp bir askeri araca bindirip götürdüler. Nereye götürüldüğümüzü bilmiyorduk. Camdan baktığımızda askeri bir bölgede olduğumuz anlaşılıyordu. Oradan geçerken asılı olan ipleri gören Témur,
- Herhalde bizi asmaya götürüyorlar dedi.
Bende baktım, içimden öyle bir hisse bende kapıldım. Soluklarımızı tutup o mıntıkadan geçtik. Bizi Qasr-ı Qecer yarı açık cezaevine getirip indirdiler, içinden geçtiğimiz askeri alanda ki iplerde askerlerin eğitimde tırmandıkları iplermiş.
Qasrı Qecer'de Ferzende bey'de vardı. Cezaevinde birlik-teydik. Ferzende, bu zor koşullarda hastalanıp öldü. Belki de zehirleyip öldürdüler, öldüğüne inanmayıp. ölüp ölmediğini anlamak için gözlerini oyup çıkardılar. Bir efsane'de burada hayata veda etti.
Hapishanede yaklaşık 6 yıl kaldım. Bu süre içinde Fransızca ve Farsçayı çok iyi, Arapçayı da orta derecede öğrendim. Bütün zamanımı okumakla geçirdim. O sıralarda yayında olan pek çok klasiği orjinallerinden okudum. Fars Edebiyatını, Sadi'yi, Ömer-é Hayamı ve daha pek çok yazarı burada okudum. 1937 yılında hapishaneden çıktım. Bu süre zarfında esim Zarife’nin büyük desteğini gördüm. 1938 yılında bir oğlum oldu. Ona vahip adını koyduk. Göz hapsimiz devam etmekteydi. Gazete almamız bile yasaktı. Bir gün eşimi bakkaldan başka bir şey alma bahane-siyle, gazete almaya gönderdim. Gazeteyi getirdi. Gazetede Atatürk'ün ölüm haberi verilmekteydi.
1938'da Hatay meselesinden dolayı, Fransa ile Türkiye arasında varılan anlaşmayla yüz elliliklere af çıkarıldı. Bizi de af kapsamına aldılar. Çıkan bu aftan yararlanarak, Türkiye'ye dönmeyi talep ettik, talebimiz olumlu görüldü. 1939 Kışında Türkiye’ye dönüş için yola koyulduk.
YOL HÎKAYESİNİ, ZARİFE HANIM SÖYLE ANLATIYOR,
Tahran'dan memlekete Ben, Nadir, Mehmet Bey, Vahide ve
çocuklarımızla birlikte yola çıktık. Gürbulak sınır kapısına
yaklaşırken soğuğunda etkisi gittikçe artmaktaydı. Kızakla iki asker refakatinde gidiyorduk. Kar yağıyordu. Fırtına, tipi soğuktan donmamak için kızaktan inip yürüyorduk. Yorulunca tekrar kızağa binip devam ediyorduk. Vahip daha kundaktaydı. Vahip’i Nadir, Perihan’ı da bir asker almış yürüyerek gidiyorlardı. Etraftan kurt ulamaları geliyordu.
Bir taraftan da Nadir’in dişi ağrıyordu. Bu şekilde büyük güçlüklere karşın sonunda Gürbulak’a ulaştık. Askerler bizi Gürbulak’taki yetkililere teslim edip döndüler. O gece gürbulak’ta kaldık. Nadir’in diş ağrısı devam ediyordu. Sabaha kadar uyuyamadı. Ertesi gün tekrar iki jandarma refakatinde Doğu Beyazıt’a doğru kızakla yola koyulduk. Akşam Doğu Beyazıt’a vardık. O gece Kaymakama misafir olduk. Kaymakam Nadir’e diş ağrısı için ilaç verdi. İlaç iyi geldi ve o gece uyuya bildi. Ertesi gün Doğu beyazıt’tan başka jandarmalar refakatinde Ağrı’ya doğru yola koyulduk. Oradan Erzurum’a kadar her ilçede bizi ayrı karakoldan askerler refakatinde götürdüler. Erzurum’da 15 gün bekletildik. Daha sonra oradan Kayseri’ye aynı şekilde götürüldük. Kayseri’de ben Nadir Beyin önceki eşi Mürşide Hanım’ın, Vahide Hanım’da Mehmet Bey’in direniş öncesi eşi Hatun Hanıma misafir olduk. Kocalarımızın bizden önceki eşleriyle ilk defa görüşüyorduk. Hiçde hoş olmayan bir manzaraydı. Üstelikte hem kumam Mürşide Hanımla hemde Nadir Beyle akrabaydık.
MÜRŞİDE HANIM BU ANI ŞÖYLE ANLATIYOR
-Nadirle ben 1924’de evlendik. Adıl ve Ahmet adlarında 2 çocuğumuz oldu. Kayseri’ye sürülürken Sürgün esnasında Adıl adındaki ilk oğlum 6 aylıkken öldü. Kayseri’de Nadir firar etmeden 1928 yılında Ahmet dünyaya geldi. Aradan 12 yıl geçtikten sonra Nadir yanında bir kadın ve iki çocuk Mehmet Beyde aynı şekilde bir kadın ve çocuklarıyla dönüp gelmişti. Bu kadar ayrılığın yokluk ve hasretin bedeli ne yazık ki benim için çok acı olmuştu. Nerdeyse hoş geldin demeyecektim. Ama Hatun Mehmet Beyin elini öpünce bende Nadir’in elini öpüp hoş geldin dedim. Bir süre aynı evde kaldık. Daha sonra Hükümet Zerife’ye de bir ev ve bir dükkan verdi. 1940’da oğlum Faruk, 1941’de de kızım Leyla dünyaya geldi.
İran’da Perihan doğduktan hemen sonra tutuklanan Nadir bey Kayseri’de de 2. kızı leyla doğduktan az bir süre sonra tuklanır.
Tutuklanmanın gerekçesi, Ağrı İsyanın da Süphandağın’da ki bir çatışmada 2 askerin Nadir Bey tarafından öldürüldüğüdür.
Savcı iddianamede söz konusu iki askerin Nadir Bey tarafından öldürüldüğünü iddia etmektedir. Affa rağmen Nadir Bey idamla yargılanır. Mahkemede şöyle konuşur;
- Benim Ağrı İsyanına katıldığım ve pek çok çatışmada
herkesin malumudur. Ama bu olayların hiç birinde de ben tek başıma değildim. Şüphesiz pek çok çatışmada, pek çok direnişçi ve asker öldürüldü. Öldürülenlerin kimlerin silahından çıkan kurşunla öldüğünü ne ben nede bir başkası bile bilir.
Daha sonra bu davadan ceza alan Nadir Bey Bitlis, İstanbul ve Kayseri’de 5 yıla yakın bir süre tutuklu kaldıktan sonra ceza evinden çıkar. Tutuklu kaldığı süre içinde Zarife hanım, evini
ve dükkanını kiraya verip, Mürşide Hanımla aynı evde kalır. Ve askeri dikimevinde çalışarak, Nadir Bey'e de cezaevinde maddi yardımda bulunarak geçimlerini sağlarlar.
1947 yılında çıkarılan bir aftan faydalanılıp 1948'de Tüm aile memleketleri olan Patnos'a dönerler. Döndüklerinde bütün arazileri başkalarına verilmiş, pek çok arazileri başkalarına Zilyet gerekçesiyle tapulanmış olarak bulurlar. Kendi mülkiyetlerinin bir kısmını geri alırlar. Bir kısmı içinde ele geçirmiş olanlarla uzlaşırlar. Nadir Bey, önce Zirekli Köyü'ne daha sonrada Patnos'un Zomik köyüne yerleşir. Memet Bey'de Abdullah Bey'in çocukları ile birlikte yukarı Zomik ve Tetik'a köyüne yerleşir. Haydar Bey, AdilCevaz'ın Koçeri, Usuf Bey'in oğlu Cemil'de Piromer köyüne yerleşirler.
Yaklaşık 22 yıl memleketlerinden uzaklarda yaşayan bu aile fertlerinin önemli bir kısmı iskan edildikleri yerlerin kültürü ve yaşam alışkanlıklarıyla dönmüşlerdi memleketlerine. Bu durum onlarla Patnos halkı arasında önemli doku uyuşmazlıklarına yol açtı. Memleketlerinin örf ve adetlerine yabancılaşmışlardı. Kürtçe de bilmiyorlardı. Onlardan farklı bir yaşam tarzları vardı. Hatta Patnosluları hor ve hakir görenleri de vardı. Bazıları bu memlekete tamamen yabancı kişilerle evlilikler yapmıştı. Eşleri, Patnos’taki yaşama bir türlü adapte olamadılar. Bazıları bu nedenle tekrar iskan edildikleri yerlere döndüler. Kalanlar içinse, dilerini bilmedikleri kültürlerine yabancı oldukları Patnos’ta yaşam çok zor geçti. Hayatları boyunca Patnos’ta, hep Patnos’la yabancı yaşadılar.Patnos halkı onlar döner dönmez, Hüseyin Paşa’nın oğlu Salih Bey’i belediye başkanı yaptı. Hüseyin Paşa ailesine çok büyük değer verdi.
Halkın en çok sevdiği kişiler ise, Nadir Bey ile yeğeni Ali Bey oldu. Halk nazarında, Nadir Bey’in her zaman müstesna bir yeri olmasına karşın, Ali Bey, Bürükrasi ile iyi ilişkiler kurmasıyla halkın tüm bürokratik sorunlarında baş vurduğu kişi oldu. Öyle bir an geldiki hemen hemen tüm sorunları O, çözüyordu. Patnos’a atanmış devlet memurları, arkasında ki büyük halk desteği nedeniyle istediği her şeyi yapmak zorunda kalıyorlardı. Bu konumu adeta devleti işlevsiz kılıyordu. 1971 28 şubatın da, iki yüzbaşıyla yemeğe gittikleri Adilcevaz’da tek başına kendini zar zor attığı otel odasında bir cümle konuşabildi; Haydaranlı kimse yok mu? bunlar beni öldürdü ! Cenazesi o ana kadar görülmemiş bir kitleyle Patnos’a defn edildi. Söz konusu subayları da bir daha kimse Patnos’ta görmedi. Nadir Bey;
- hayatım da yalnızca, Ali için ağladım diyordu.
Nadir Bey hayatı boyunca haktan, hukuktan ve adaletten ayrılmadı. Dürüstlüğü ve adaletiyle tüm halkın büyük sevgi ve saygısını kazandı. Memleketinde ki aşiretler arasındaki pek çok ihtilafı, kan davasını sona erdirdi. Hiç bir çatışma ve ihtilafa taraf olmadı. Feodal anlayışa ve hurafelige her zaman karşı oldu. Her yerde bilimî, doğruyu ve doğru bildiğini söyledi.
O günün koşullarında çocuk okutmanın çok zor olduğu şartlara rağmen bütün çocuklarını okuttu. Kürt halkının en önemli probleminin cehalet ve onun sonucu olarak aşiretçilik olduğunu düşünüp, yaşamı boyunca cehalete ve aşiretçiliğe karşı mücadele etti. Çok kültürlüydü, Fransızca ve Farsçayı çok iyi biliyordu. Kürt tarihinin adeta canlı bir tanığıydı. Ne yazıkki 12 Eylül müdahalesinden sonra tüm anıları ve kitapları yok oldu.
Günlük yaşamında son derece disiplinli, dinamik bir insandı. Tam bir asker gibi yaşıyordu. Hep bir şeyler yapacakmış gibi atik, tetik ve hep hareketliydi. Tembelliğe, pısırıklığa ve cehalete düşmandı. 1965 te kurulan Türkiye Kürdistanı Demokrat Partisi'ne üye oluğunu ben oğlu olduğum halde ölümünden sonra rahmetli Mele Haydar Varlı'dan öğrendim. Mele Haydar ;
-Nadir Bey, Parti üyesiydi ve üyelik aidatıda 2.5 liraydı. Her ay sonun da dolmuşla bizzat kendisi Erciş'e gelir aidatını öder, giderdi. Aidatını hiç aksatmadı. Diyordu.
1985 Kasım'ında Patnos'ta vefat etti.
DİRENİŞİ DESTEKLEYENLER VE KARŞI ÇIKANLAR
DİRENİŞİ DESTEKLEYENLER
400 yıllık İngiliz sömürgeciliğine karşı çıkan, Hindistan'ın önderlerinden Nehru, Dünya Tarihinden Görüşler adlı yapıtında şöyle yazıyor:
"M. Kemal Paşa teşkil ettiği hususi istiklal muhakemeleri ile binlerce Kürdü merhametsizce mahvetti. Ş. Sait, Dr. Fuat ve diğer rüesayı idam ettirdi, bu kahramanlar Kürdistan'ın istiklale kavuşma emelini bir lahza gözlerinden ayırmayarak can verdiler. Son zamanlarda kendi hürriyetleri için çarpışan Türkler görüyoruz ki, kendi hürriyetlerini müdafaa eden Kürtleri çiğnemekte zalim davranmaktadırlar... Kendi vatanının hürriyetini müdafaa eden bir kavmin başka bir kavmin hürriyetini vahşiyane bir surette çiğnemesi acaip değil midir? 1929 senesinde Kürtler ikinci defa olarak yine isyan ettiler. Ve lakin, malesef velev muvakkat bir zaman için olsun harekatları .bastırıldı, böyle bir milli harekat ilelebet nasıl durdurulabilir? Madem ki, Kürtler hürriyetlerinin bedelini kanları ile ödemekte ve darağaçlarında Yaşasın Kürdistan demekte tereddüt etmemektedirler"*
.
Gerçek devrimcilerce, komünistlerde birçok konuda eleştirilen II. Enternasyonalciler, Kürtler'e destek çıktı. Her ne kadar bu destek pratiğe yansımadı ve teoride kaldıysa da yine de olumlu bir yaklaşımdı. 30 Ağustos 1930'da Zürih'te şöyle karar alınır:
"Uluslararası Sosyalist Örgütünün Yürütme Kurulu, dünyanın dikkatini, Türk Hükümeti 'nin sadece özgürlükleri için savaşan Kürtlerin direnmesini kırmak için değil, fakat aynı zamanda isyana katılmayan Kürt ahaliyi de imha etmek için giriştiği katliamlara çeker. Türk Hükümeti böylelikle Kürt halkını Ermeniler'in akıbetine uğratmaya çalışmakta, kapitalist ulusların kamuoyları bu kanlı vahşeti protesto bile etmemektedirler. "**
• Aktaran, Z. Silopi s. 134-135)
** Sosyalist Enternasyonal Kararları, Cilt VII No. 407
TÜRKİYE 'KOMÜNİST' PARTİSİ MUHALİFLERİNDEN HİKMET KIVILCIM'LININ AĞRI İSYANINI DEĞERLENDİRMESİ
"Vasıtaca: Şeyh Sait isyanında eline bir mavzer veya yatağan kapan 'Şeyh Sait'in askeriyim' diyebilirdi. Teslim olan bölüklerin makinah tüfek ve mit-ralyözleri asiler tarafından muzır (zararlı) birer hayvan gibi mahvedilirdi, kullanılacak yerde kırılıp atılırdı. Onlar biraz da seyyidlerin kuvvetine dayanmış görünüyorlardı. Halbuki Ağrı isyancıları en modern silahlarla işe giriştiler ve kullandıkları vasıtalar pek çeşitli idi: 'Fikre gelen şüpheler sırası ile teeyüt etti (gerçekleşti). İran hudutları bize karşı bir açık ordugâh halindedir. Hoybun Cemiyeti fesat to-
kumları hazırlamaktan fariğ (vazgeçmiş) değildir. Lavrens, 'Hacı Mehmet' namı altında Bağdat'ta bulunuyor.
Gaye: Şeyh Sait isyanında; isyanın hedefinin, herkesin kendince, her sınıf ve zümrenin kendi men-featince anladığı müphem bir manası var veya yok idi: Şeriatı kurmak! Halbuki bu aynı kelimeden Şeyh Sait'in anladığı, bir nevi Kürdistan papalığı kurmak ağaların anladığı bütün Kemalist usullerin yerine tam ortaçağ derebeyliğini geçirmek; şehir burjuvalarının umduğu, Türk burjuvazisinden bağımsız Kürt burjuvazisinin Kürdistan halkını rakipsiz sömürü nizamına getirmek; şehir küçük burjuvalarının bekledikleri meşhur olduğu kadar meçhul olan adalet; bütün mülksüzler ve fakir köylülerin peşinde koştuğu ilahi bir refaha kavuşmak idi. isyan bir muzdu, onu yiyenin niyetine göre koku veriyordu. Ağrı isyanı öyle olmadı. Onda muhalif Kürt ağalığı ile muhalif Kürt burjuvazisi kendi sınıfsal ve kombinezonlaştı-rılmış hedeflerini her şeye hakim tutmayı bilerek, bu hedeflere elle tutulur şekiller bile vermişlerdi.
Ağrı İsyanı patlak verdiği zaman bütün burjuva matbuat; 'Son irtica unsurları', 'yeni bir irtica yapmak hırsıyla' tarzında tarihi bir tekerrür saymağa alışkın ruhlarınca, Şark hadiselerine bir daha basma-kalıp 'irtica' damgasını vurmuşlardı. Önce yavaş yavaş, nihayet tam iki sene sonra bir meclis münakaşasında, gazeteye gelen Dahiliye Vekili'nin resmi beyanatı ile bu 'irticai' vasfı tekzip edildi: "Sonraki hareketleri kastediyorlarsa" diyordu Dahiliye Vekili, "Onlar irticadan ziyade siyasi idiler! .İftiraki (ayrıcalıkçı) hareketlerdi. ‘’(Şükrü Kaya, Meclis Beyanatı, 26.06.1932) Bu kayıtlardan anlaşıldığına göre, Kemalizm için iki türlü isyan var:
1-‘İrticai’: Bunun manası sırf derebeyi ağa isyanı (Şeyh Sait isyanı gibi)
2-‘İftiraki’: Yani ‘milli’ denen burjuva isyanları... Kemalizm’e göre Ağrı Dağı İsyanı, ‘irticai’ olmaktan ziyade, ‘iftiraki’ dır.Kemalizm dini siyasetten ayırdığı için irticaı siyasetten saymıyor. Onda böyle saçmalar yoktur, kusuruna bakılmaz.
Yalnız bizce önemli bir noktayı tekrar edelim.
Herhangi bir sosyal hareket, bugün milli mikyasta sınıf mahiyetince ölçülü olduğu gibi, milletler arası mikyasta, ancak dünyanın bulunduğu devrim ve irtica cephelerinde tuttuğu mevkie göre yer alır. İşte Kürdistan’ın başından geçen Şeyh Sait ve Ağrı İsyanlarını bu bakımdan tetkik edersek şu neticelere varırız:
1-Şeyh Sait İsyanı:
a-Memleket içinde ağaların sermayedarlığa taarruzu olduğu için irticai idi.
b-Dünya içinde emperyalizmden medet umduğu için yine irticai idi. Şu halde, Şeyh Sait İsyanı gerek milli, gerek milletler arası mikyasta irticai idi.
2- Ağrı Dağı İsyanı:
a- Bir memleket içinde, bir millet olarak ezilen Kürtlüğün, ezen Türk burjuvasine karşı isyanı olmak istedi. Bu kapitalist zulmüne karşı çıkan milli kurtuluş hareketi, bu harekette çalışkan aşağı sınıflarında kurtuluşu temsil edildiği nispette, bir memleket içinde olsun, ileri ve devrimci bir hareket sayılabilir.
b- Dünya içinde Ağrı isyancıları Lawrens’li emperyalizme dayandı. Emperyalizm demek dünya irticai demektir. Şu halde Ağrı isyanı, dünyaya nisbetle irticai bir harekettir. Fakat bugün gerek irtica, gerekse devrim cepheleri dünya çapında birer sistemdirler ve sistem olarak karşılaşırlar. Şu halde dünya içinde bir hareketin irtica cephesinde mi, devrim cephesinde mi bulunduğu, dahil olduğu sisteme göre belirir. Herhangi sosyal bir hareket dünya içindeki iki hareket sisteminden birinin parçası olmaya mecburdur. O zaman ise, parçası olarak içine girdiği sisteme göre gerici veya devrimci olur.
iki Şark isyanı arasındaki fark, dünya içindeki mevkilerinden çok, bir memleket içindeki özellikleri bakımındandır. Şeyh Sait İsyanı, din kisvesi, ağalığın açıkça maziye doğru kıyametli bir koşusu idi. Ağrı Dağı isyanı, daha çok Kürdistan'daki Kemalizmle uzlaşmayan (burjuva+âğa) unsurların, fakat daha modem olan burjuva şiarlarını yani milliyetçilik prensiplerini fikriyat edinerek harekete geçmesi ve halkın hoşnutsuzluğundan istifadeye girişmesi idi. Nitekim Kemalist basında yayımlanan Ağrı Dağı bildirileri, açıkça Kürt milliyetini öne sürüyordu:
'En büyük bir millet olmaya layık Kürt kardeşler! Bütün milletlerin istiklallerini kurtardıkları bugün Türk idaresinde kavrulan aziz Kürt milletinin hâlâ esaret halinde yaşamasına tahammül edecek misiniz? ve ilh..."*
Hikmet Kıvılcımlı devamla şöyle yazıyor:
"l- Ağrı Dağı İsyanı 'nda Kürdistan halkı, isyanı manen ve maddeten tuttu.
2- İsyancılar halkı tutmadı, yahut tutmayı bilemedi. Çünkü bir halkı isyanda tutmak demek:
O halka isyanın ne vereceğini bir gaye olarak vermek;
b) O gaye uğruna halk kitlelerini hazırlandırarak teşkilatlandırmak lazımdır.
Ağrı Dağı İsyanı'nı güdenler, halka yani bilhassa fakir Kürdistan köylülüğüne elle tutulur hemen hiçbir maddi hedef göstermemelerine rağmen bu halkın genel sempatisini kazanmışlardı. Fakat halk içinde değil, hâlâ aşiret ağaları ve yanar döner Kürt zenginleri arasında neticesiz ve kısır teşkilat teşebbüslerinden ileri geçemedikleri için hem isyanı kaybettiler, hem de eğer ebediyen değilse, epey uzunca bir süre için halkın güvenini de kaybettiler.
Acaba Kürt milliyetçiler sosyal ve siyasi davalarda kuru Bakunizmin söylediğini hiçbir zaman anlayamayacaklar mı?"
Kıvılcımlı'nın isyan döneminde yazdıktarı, ne yazık ki 1970'lerin ikinci yarısında yayımlandı. Zamanın da yayınlansaydı. Bu konuda önemli tartışmalara ve gelişmelere yol açıp, olaya farklı boyut getirebilirdi. Şeyh Said Hareketiyle ilgli söylediklerinde ise, Kemalistlerce yapılan İngiliz desteği propagandalardan Onun da etkilendiği görülüyor. Kıvılcımlı da olayı, haklı veya haksızlığından çok , Sovyetler Birliğini destekleyip desteklemediğiyle değerlendiriyor.
‘’TÜRKİYE KOMİNİST PARTİSİ’’ YİNE OLUMSUZ TAVIR İÇERİSİNDE
Ağrı ulusal kurtuluş mücadelesi sırasında TKP yasaklıydı. İstanbul İl Komitesi’nin Kızıl İstanbul adlı haftalık gazetesinde Ağrı direnişi değerlendiriliyordu. Günümüz Türkçe'siyle yazı şöyle:
‘’Şarktaki Köylü Hareketi
Çeşitli biçimlerde köylü hareketleri vardır. Örgütlü ve toplu olarak köylü hareketlerinin henüz başlamadığı bir devrede, mevcut tiplerden biri de eşkıya hareketleridir. Her yerde ve bizzat bizim de memleketlerimizde bütün eşkıyalar köylülerdir. Bunlar köylerinde, dere beylerin, yarı-dere beylerin, esaret ve soygunundan, büyük çiftlik sahibi, zengin ağa, murabahacı ve tüccarın amansız istismarına tabi olarak çiftini, çubuğunu kaybetmiş fakir köylülerdir.
Eşkıya hareketlerinin kuvvetlenmesi, köyde diferansiyasyon tesiriyle yoksulluğun artması, açlığın çoğalması ile birlikte yürür, umumiyetle memleket ve bilhassa köyde iktisadi güçlüklerin artığı zamanlarda çoğalır.
Harp zamanlarında ve harpten sonra eşkıyalığın çok olması da bunu gösterir. İşte, burjuvazinin isyan, eşkıya, bağı (dağ, bağ olması lazım b.n.) harekatı diye gösterdiği şeyler köylü hareketleridir.
Küçük burjuvazinin ve bilhassa köylünün iktisadi zorluk ve siyasi tazyik altında irticaın tesiri altına düşmesi ihtimali kuvvetlidir ve nitekim Türkiye’de insanlık umumiyetle böyle olmaktadır. Milli Kurtuluş Harbi zamanında muhtelif vilayetlerdeki isyanlar, 1925 senesindeki Kürt isyanı hep bunlara delildir.
İşçi sınıfı ve onun öncüsü Komünist partisini köylü hareketlerine rehberlik etmesi ve onu inkılap yolunda sevk etmesi lazım ve zaruridir. Onun için Kürdistan’daki pederşahi, ağır derebeylik ve yarı derebeylik ilişkilerinin milyonlarca köylüyü altında bulundurduğu esaret boyunduruğu ve bunun tazyiki yetmiyormuş gibi buradaki ağalarla kapitalistliğe yüz tutmuş derebeyliği ile kaynaşmaya başlayan ve el ele hareket eden Kemalist burjuvazi, Kürdistan’ı bir müstemleke halinde kullanmakta ve onun kanını emmekte. Milli azınlıklara karşı Kemalistlerin takip ettiği bugünkü baskıcı aksi inkılapçı siyaseti de buna bağlanınca Kürdistan köylerinin kaç katlı bir istismar altında bulunduğu meydana çıkar.
Doğu vilayetlerinin iktisaden geri kalışı ve sanayiinin hemen hemen olmayışı yüzünden Kürt fukarasının her zaman oradaki irticaın, hilafetçiliği ve emperyalizmin tesiri altında kalmış olduklarını biliyoruz. Bugün de, Kürt fukarası bizzat kendi menfaatinin aleyhine gericilerin maşası rolünü oynamaktadır.
Devlet kuvvetleriyle, ordu ve jandarmalarla esasen mevcut tazyik ne kadar artırılırsa artırılsın bu gibi harekata ne Kürdistan’da ne de başka yerlerde nihayet vermek Kemalist diktatoryası için mümkün değildir. Oradaki dere beylerin ve büyük arazi sahiplerinin zulüm ve istismarına nihayet vermek ve elindeki toprakları ve vesait-i istihsal iyeyi müsadere ederek fakir ve topraksız köylülere karşılıksız dağıtılmalıdır. Ondan başka burjuva demokratik inkılabının en mühim meselelerinden biri olan mili meselenin de halledilmesi icap eder.
Fakat bütün bunlar, emperyalizmin önünde buyun eğmeye ve şehirde mürteci büyük burjuvazi ile ve köyde ağalar ve dere beylerle kaynaşmaya başlayan Kemalist burjuvazinin bütün bu meseleleri halletmesine imkan yoktu. Ancak diğer birçok kişilerle birlikte bu iki mühim ve ana meseleyi de, Türkiye amale ve köylü hareketi halledecektir. İşte biz komünistler bu şiar altında köylüyü kendi tarafımıza çekmeye, inkılapçılaştırarak ettiği mücadelenin hakiki düşmanlarına karşı olmasını ve en muvafık şekilde idaresine gayret etmeliyiz.
10 Temmuz 1930 Ahmet
TKP her zaman Kürt sorununa şöven bir akış açısıyla yaklaştı . Bu tavrıyla, Türk burjuvazisinin yanında saf tutu. İngiliz Emperyalizminin oyunu diyerek işin içinden çıkmak yapılanları onaylamaktan başka bir anlam ifade etmiyor.
Mademki, İngiliz Emperyalizmine karşıydılar. İngilizlere karşı Berzenci ve Barzani’lerin verdiği mücadeleyi neden desteklemediler.
KOMÜNİST ENTERNASYONAL DE YANLIŞ YAPIYOR
Internationale Presse-Korrespondens adlı derginin 22 Temmuz 1930 tarihli nüshasında, V. Chottopadhya imzasıyla yayımlanan yorum şöyleydi:
"ingiliz emperyalizmi, işçi Partisi hükümeti aracılığıyla, Mısır ve Hindistan 'da da bu tür antlaşmalar yapmaya çalışıyor. Bu antlaşmalar, sömürgeler-deki mücadelenin milli burjuvazinin emperyalizmle uzlaştığı bugünkü durumunu yansıtmaktadır. Antlaşma, milli ve toplumsal özgürlük için emperyalizme karşı mücadelenin, bundan böyle emekçi kitleler tarafından kendi bayrakları altında ve kendi önderinin yönetiminde yürütüleceği yeni bir dönemin başlangıcını simgeliyor. İrak'taki kitlenin baskısı daha bugünden kendini hissettirmektedir. Antlaşmaya karşı olan gençlik ve solcu milliyetçiler Necefte toplanacak bir kongre düzenlemişlerdir. Bu kongrede, antlaşmanın onaylanmasını engellemek için, Dibaniye ve Amara illerindeki devrimci köylü hareketleri daha ciddi bir tehlikedir. Bu hareketler, hükümetin resmi telgraflarına göre, kanla bastırılmış bulunuyor. Ne var ki, iktisadi buhran, köylülüğün durumunu son derece kötüleştirmektedir ve daha iyi örgütlenmiş devrimci bir hareket beklenmektedir. Bu arada, İngiliz hükümetinin Kürtler arasında yürüttüğü entrikaları da en büyük bir uyanıklıkla izlemek gerekiyor. Kürtler; Türkler'e, îran'a ve İrak'a karşı ayaklanmaları için İngilizler tarafından silahlandırılmakta ve mali yardım gönderilmektedir.
Bununla amaçlanan, bu ülkelerin arasında, tamamen İngiliz nüfuzu altında ve İngiliz emperyalizminin savaşları için yeni bir askeri üs görevini yerine getirecek bir tampon devlet oluşturmaktır. "
Aynı derginin 5 Ağustos tarihli nüshasında, Londra'dan M.L. rumuzuyla yayımlanan yazı ise şöyleydi:
"Kürdistanda’ ki Olaylar İngiltere ile Irak arasında yeni imzalanan ve İngiliz emperyalizminin Sovyetler Birliği'ne karşı bir aracından başka bir şey olmayan antlaşmayla, İngiltere 'nin Ön Asya 'da ki savaş hazırlıkları hiçbir şekilde son bulmuş değildir. Aslında dikkatle, Kürtlerin yaşadığı ve basının haklarında isyan ve ayaklanma haberi verdiği bölgelere yönelmek gerekiyor.
Türkiye'de ve İran'da 'patlak veren ve Kuzey İrak'ta Musul bölgesinde bile 'Kürdistan'a Özgürlük' sloganı altında çıkma eğilimi gösteren bu ayaklanmalar, İngiltere tarafından kışkırtılmış, silahlandırılmış ve finanse edilmiştir. Amaç; Türkiye, İran, Irak ve Sovyetler Birliği'ne karşı askeri bir üs görevini yerine getiren tampon bir devlet kurulmasıdır.
Daha Ocak 1930 'da yani ortada henüz açıkça ayaklanma görülmediği sıralarda, 'La Depeche Co-loniale' (Sömürge Postası) gazetesi İngiliz casusu ve kışkırtıcı ajanı Albay Lawrens'in Türkiye, İran, Kuzey Irak ve Suriye'de genel bir ayaklanma çıkarabilmek için Kürdistan'da (Güney Kürdistan) bulunduğunu yazmıştı. Lawrens'in görevi, 'Kürt Teali Cemiyeti' ve 'Özgürlük Cemiyeti'ini canlandırmak ve silahlı ayaklanmaya sürüklemekti. Türk gazeteleri nihayet ayaklanan Kürtler hakkında savaş haberlerini vermeye başladılar. Bu arada, 'Republigue' (Cumhuriyet ) gazetesinin Bağdat muhabiri, Albay Lawrens'in Hacı Mehmet adı altında Bağdat'ta yaşadığını, evinin İngiliz diplomatik temsilciliğine çok yakın olduğunu ve Kürtler sınırından gelen yaralıların bakımıyla uğraştığını bildiriyordu. Bu haber ayaklanan Kürtler'in, önceleri bildirdiği gibi, sadece İran'dan harekete geçmiş olmadıklarını, İrak'tan da harekete geçerek ilerlediklerini kanıt-lamaktadır.
Herkesten önce özellikle Fransız emperyalistlerinin bu taraflarından büyük bir kaygıyla, söz etmesinin nedeni; 'Leş Tropes Colonailes' (Sömürge Askerleri) gazetesinin haberine göre, Fransız manda bölgesi olan Suriye ve Lübnan'daki Kürtlerin silahlandırılmış olmasıdır. Buralardaki Kürtler, Suriye ve Arap milliyetçilerine karşı yardımcı polis olarak kullanılmaktaydılar.
Kürtler, hem Türkiye'de hem de İran'da ezildikleri için, onları bu emperyalist oyunlara alet etmek mümkündür. Kuzey Irak dışında yaklaşık olarak 2,5 milyon Kürt yaşamaktadır, Kuzey İrak'ta yaşayanların sayısının ise 500 bin ile 600 bin arasında olduğu tahmin edilmektedir.
Irak'taki Kürtler, Musul petrol bölgesinde yaşamaktadır. Temkinli adamlar olan İngilizler, bu bölgeleri gerektiğinden fazla güçlük çıkmadan Irak'tan koparabilmek için, buralarda bir çeşit 'Kürt özerkliği' oluşturmuşlardır.
Amaç; Kuzey Irak'ın, yani bu 'özerk' Kürdistan'ın boyunduruk altındaki Kürtlerin özlemini çekecekleri ve İngiliz propaganda ve istihbarat servislerinin Türkiye, Suriye ve İran Kürtleri üzerinde çalışma yapabilecekleri bir merkez olmasıdır.
Eğer bugün İngiliz 'bilginleri', dünya tarihinde önce Kürtlere karşı
'adalet' sağlanması gerektiğinden ve 'gerçek Kürdistan'ın kurulmasına yardımın zorunlu olduğundan dem vuruyorlarsa, doğrusu bu "adalet"in fazlasıyla petrol ve kan koktuğunu söylemek gerekir. Türkiye'den gelen son heberlere göre isyancılar, göze çarpacak kadar iyi silahlanmış durumdadır. Türk ordusunun bültenleri, bazı kısmi zaferler kazanıldığını, örneğin isyancıların önderlerinden Selahattin'in yakalandığını bildirmektedir. Bu bültenlerden, isyanın bastırılması için kanlı bir seferin daha düzenlenmesi gerektiği anlamı çıkmaktadır. "
Eğer ingiliz emperyalistleri, aynen daha önce Dünya Savaşı'nda 'Araplar için yaptıkları gibi, bugün de Kürtler için 'Kürtler, bağımsızlığınızı kazanmak için İngiliz himayesinde (yani boyunduruğu altında) mücadele ediniz' şeklinde bir slogan ortaya atıyorlarsa, bu İngilizlerin Ön Asya'da Sovyetler Birliği'ne karşı bir savaş üssü kurmak, Musul petrol bölgesine tamamen hakim olabilmek ve Arapların hürriyet mücadelesine karşı Kürtleri kullanabilmek için başvurdukları bir oyundan başka bir şey değildir.
19 Ağustos'ta M.L. yine Londra'dan şu yorumu yapar:
"İngiliz Emperyalizminin Ökçesi Altında
İngilizler İrak'taki petrol bölgelerini emniyet altında tutmak için
Sovyetler'in etrafının çevrilmesi tarzındaki yaklaşımları, doğrudan kendi egemenlikleri altındaki ülkelerle sınırın olmamasına dikkat etmişler ve bir nevi tampon devletlerin oluşmasına çalışmışlardı.
Günlük basın, Türklerin, İran sınırından içeri giren Kürtleri
durdurabilmek için İran topraklarına girdiklerini bildiriyor. İran, Türk ordusunun bu hareketini Milletler Cemiyeti'nde protesto etmeye hazırlanmaktadır. Bu çatışmaların rejisörü olan İngiliz emperyalistleri de boş durmamışlardır ve hatta Kürdistan sorununu kendilerine göre 'çözmek' üzere belirleyici adımını atmış oldukları haberini de verebiliriz. Onların hedefi geçenlerde belirtmiş olduğumuz gibi Sovyetler Birliği’e karşı bir savaş üssü olarak hizmet etmek için İngiliz hakimiyeti altında bir 'Kürdistan devleti” kurmaktır.
Türkiye'deki ve İran'daki Kürtlerin ayaklanmasından sonra şimdi de Irak'taki Kürtler bu harekete katılmaktadır.
İngiliz manda yönetiminin desteğiyle bir komisyon kuruldu. Bu komisyon, ingilizlerin satın aldığı Kürt ajanlarından oluşuyordu. Bu komisyon, 26 Temmuz'da Cenevre'deki Milletler Cemiyeti sekreterine, Londra'daki Sömürgeler Bakanı'na, Bağdat'taki Yüksek Komiser ile Başbakan'a ve Süleymaniye'deki idari makamlara başvurarak geçenlerde 'Near East'te (Yakın Doğu) de yer alan şu yazıyı gönderdi:
Kaynak: Bydigi Forum http://www.bydigi.net/showthread.php?p=69545
'Kürtler, Araplar ve Kürtler arasında sürekli ve kalıcı bir kardeşliği sürdürebilmek için ve Iraklılar'la beraber yaşamayı kabul ettikleri günden bu yana, Milliyetler Cemiyeti bu hakları kabul etmesine rağmen, bunların hiçbirini uygulamamıştır. Yeni antlaşmaya bağlı olarak, Araplardan özerk bir rejim istedik. Ne yazık ki, Kürt bölgelerindeki çoğunlukla Arap olan yöneticiler ve memurların Kürtlere baskı yaptıkları ve sindirmeye çalıştıkları haberini aldık. Amaçları, böylelikle Kürtlerin yasal haklarını ortadan kaldırmaktı. Arap hükümetinin memurlarının yaptıklarına bakacak olursak henüz mandanın varlığını sürdürdüğü bir zamanda bunların olması, mandanın kalkmasından sonra yönetimin Türklerin bu yaptıkları düşmanlıklara ve Kürtlerin onlardan ebediyen kopmasına yol açmıştır. Yukarıda belirttiğimiz olgular karşısında Kürtlerin, kesin ve son kararı, Milletler Cemiyeti 'nin gözetimi altında bir Kürt hükümeti kurmaktır. Bizi desteklemenizi ve yasal ülkümüzün gerçekleşmesini dileriz.'
İmzalayanlar:
Azmi Bey Baban, Hamo Ağa, Abdurrahman Ağa, Şeyh Kadir Hafid, Remzi Efendi, İzzet Bey, Osman Paşa, Hamo Salih Bey, Faik Bey Baban, Abdurrahman Ağa, Ahmet Paşa, Mecit Efendi, Hacı Reşit Ağa, Tevfik Kazzaz."
İngilizler, Şeyh Mahmut Berzencinin isyanlarını hep ezdi, Fakat, kendine sosyalist diyenler, gözleri önünde ceryan eden katliamlara ses çıkarmadılar. Bütün İngiliz gizli belgeleri iddia edilenlerin aksine İngilizlerin bölgede bir Kürt oluşumuna karşı olduğunu gösteriyor. Zaten bölgedeki statüyü de onlar oluşturmuştu. Şimdi kendilerinin oluşturdukları statüyü kendileri neden bozsun. Bu şekildeki bir yaklaşım aslında yapılan uygulamaları onaylamaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder