Fırat, Taraf gazetesinden Neşe Düzel'in sorularına cesur yanıtlar verdi...
Taraf gazetesinden Neşe Düzel'in Dengir Mir Mehmet Fırat ile söyleşisi şöyle:
“Herkesin sınırı var. Tayyip Bey de belki demokrasi ve özgürlüklerde sınıra geldi. Ne isteniyor benden? TRT Şeş’i verdim, daha ne istiyorsunuz, diyebilir ama bu kanalda çocuğa Kürtçe masal anlatamıyorsunuz.”
“Genelkurmay belgelerinde 40 küsur isyan var deniyor. Hayır, iki isyan var. Şeyh Sait ve Ağrı. Dersim dâhil diğerlerinin tamamı tenkil. Bunlar, devletin, bir kimliği bastırma ve yok etme harekâtları. Çok insan öldürüldü.”
“Dedem son sürgün edildiğinde 85-90 yaşındaydı. Demokrat Parti milletvekili olan torunu ve yeğeni Yassıada’da yatıyordu. Tünel kazıp Yassıada’dan onları kaçıracak diye devlete karşı isyanla yargılandı.”
***
NEDEN DENGİR MİR MEHMET FIRAT
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın son Dersim katliamı açıklaması ve Dersimlilerden özür dilemesi, Cumhuriyet tarihimiz için bir ilk oluyor. İlk kez bir başbakan, Cumhuriyet’in bir suçu için halktan özür diliyor. Son 150 yıllık tarihimizin, özellikle de Cumhuriyet dönemine ait geçmişimizin baskı, katliam ve yalanlarla dolu olduğu düşünülürse... Başbakan’ın Dersim katliamıyla yüzleşme cesareti, bu ülkede artık durdurulması mümkün olmayan yepyeni bir süreç başlattı demektir. AK Parti’nin kurucularından olan ve bir siyasetçi olarak her dönem Kürt kimliğini cesaretle taşıyan, uzun dönem Erdoğan’ın en yakın çevresinde yer alan AK Parti’nin eski Genel Başkan Yardımcı Dengir Mir Mehmet Fırat’la Başbakan’ın son Dersim açıklaması ve özrünün yaratacağı gelişmeleri ve sonuçları değerlendirdik. Tek Parti İktidarı’nın Dersim ve Şeyh Sait isyanları döneminde uyguladığı sürgünleri bütün zulmüyle yaşayan ve büyük acılara katlanan bir aileden gelen Dengir Fırat’a, hem o dönemi, hem de çok yakından tanıdığı Tayyip Erdoğan’ı konuştuk. Kürtler böyle bir özür konusunda ne düşündüler? Cumhuriyet tarihimizde Dersim gibi devletin özür borcunun bulunduğu başka hangi olaylar var? Kürt isyanları tam olarak neydi? Neler yaşandı? Şeyh Sait isyanıyla ilgili de böyle açıklamalar yapılabilecek mi? O isyanın bastırılmasında da çok insan haksızlığa uğradı mı? Tayyip Erdoğan Kürt açılımını başlatmıştı ama bugün açılımdan vazgeçmiş gibi gözüküyor. Neden vazgeçti? Erdoğan yakın çevresindeki Kürtlerden niye uzaklaştı? Bugün çevresinde Kürtlerin duygularını ve düşüncelerini anlayıp ona anlatacak kimseler var mı? Neden Erdoğan partisindeki ve grubundaki Kürtlerin sayısını azalttı? AKP’nin bugünkü Kürt politikası nedir? PKK’nın Silvan saldırısıyla başlayan gerginlik sürecek mi? Erdoğan neden demokratik adımlar atmıyor? Başbakan yeniden açılım günlerindeki üslubuna dönebilecek mi? AKP’nin aklındaki Kürt çözümü ne? Erdoğan, anadilde eğitimi kabul eder mi? Bütün bu soruları, bu konularda en yetkin siyasetçi olan Dengir Mir Mehmet Fırat’a sorduk ve çok net ve cesur cevaplar aldık.
AK Parti’nin eski Genel Başkan Yardımcı Dengir Mir Mehmet Fırat’la Başbakan’ın son Dersim açıklaması ve özrünün yaratacağı gelişmeleri ve sonuçları değerlendirdik.
Başbakan’ın son Dersim açıklamasını ve özür dilemesini nasıl değerlendirdiniz?
Her ne kadar 2005 yılındaki Diyarbakır konuşmasında da çok açık bir özür dileme olduysa da... Hatırlayın... Başbakan o konuşmasında, “Birçok haksızlıklar yapıldığını biliyorum. Bundan dolayı Kürt vatandaşlarımızdan özür diliyorum” demişse de, son Dersim açıklaması çok önemli bir başlangıçtır. Daha da ötesi bu bir kırılma noktasıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kez kendi tarihiyle yüzleşmesidir. Başbakan’ın bu açıklaması kutlanması gereken çok cesur bir adımdır. Yalnız şu da var. Bu tarihin içinde, sadece Dersim değil, Türkiye’nin özür dileyeceği yüzlerce olay var.
Türkiye devletinin özür dilemesi gereken başlıca olaylar neler?
Ben size şimdi bir kitap hediye edeyim ve o kitaba hemen birlikte bakalım. Genelkurmay Belgelerinde Kürt İsyanları adıyla yayımlanmış iki ciltlik bir kitap bu. Bunlar, Genelkurmay’ın kendi resmî belgeleri!
Kendi belgeleri mi?
Evet. Çok enteresan! 1946’daki Genelkurmay Başkanı, herhalde “Bakın bugüne dek bunlar yapıldı. Bundan sonra da yapılabilir” diyerek ibretiâlem olsun amacıyla o güne kadarki Kürt isyanlarını, askerî harekâtları da içeren bir şekilde küçük kitapçıklar halinde yayımlatmış. Fakat bir süre sonra Genelkurmay bu yayımladığı belgeleri toplatma kararı almış ve kendi kitapçıklarını yasaklamış. “Geçmişte 40 küsur Kürt isyanı vardır” diye hep söylerler ya...
Geçmişte bu kadar Kürt isyanı yok mu?
Yok. Hatta Demirel’in, “Geçmişte kırk küsur Kürt isyanı var. Son isyanı da bastırırız” diyen meşhur bir sözü vardır. Oysa Genelkurmay belgelerini okuduğunuzda, bu isyanların hiçbirinin olmadığını görüyorsunuz. Aslında bu askerî harekâtların tamamen birer tenkil hareketi olduğunu görüyorsunuz.
Tenkil ne demek?
Bastırma, yok etmek, sürmek anlamında kullanılıyor tenkil. Raçkotan’dan Raman’a, Mutki’den Oramar’a, Koçuşağı’dan Bicar’a hiçbiri isyan değildir. Genelkurmay belgelerinde bunu görüyorsunuz. Bunların tamamı tenkildir. Zaten Kürt tarihinde iki isyan vardır. Bir Şeyh Sait İsyanı, iki Ağrı İsyanı. Ama kırktan fazla harekât yapılmıştır ve Dersim de işte bu tenkil harekâtlarından biridir. Ulus-devlet kurmak ve tek tip insan yaratmak için yapılmış asimilasyon harekâtlarıdır bunlar. Bu yüzden devletin özür dilemesi gereken olay sadece Dersim değildir. Genelkurmay belgelerinde bunu görüyorsunuz.
Belgelerde başka neyi görüyoruz?
Kürtlerden ilkel, hayvansal bir topluluk olarak, dağın arkasındaki medeniyetin ne olduğunu bilmeyen bir sürü olarak bahsediyor. Kürtlerin tek bildiği şeyin bir avuç mısır ile bir avuç buğdaydan ibaret olduğunu söylüyor. Tek parti döneminde yapılmış lokal harekâtların dışındaki bütün büyük harekâtlar Genelkurmay’ın yayımladığı bu belgelerde var.
Bir de Cumhuriyet tarihinde lokal harekâtlar mı var?
Evet. Mesela 33 kişi kurşuna dizilmiş, 80 kişi topluca öldürülmüş, bunun gibi lokal harekâtlar var. Bu tür olaylar, o belgelerde yok. Mesela bir Karaköprü olayı vardır. Demokrat Parti dönemde, bu konuda Meclis soruşturması açıldı.
Sonuç ne oldu?
İçel Milletvekili olan rahmetli amcam Hüseyin Fırat da bu soruşturma komisyonunun üyesiydi. “Talimatla 40 kişi katledilmiş. Bu katliamda devletin üst düzeydeki bütün yetkililerinin imzalarını gördüm. İsmet Paşa da buna dâhil” derdi. Bu dosya DP’nin üst yönetiminin emriyle kapatılmış. Milletvekili olduğumda, amcam benden bu dosyayı araştırmamı istemişti. Bu yüzden, Başbakan’ın devlet adına Dersim özrü, bu ülkenin kendi tarihiyle hesaplaşabilmesi için çok ciddi bir adımdır, devrimsel nitelikte bir söylemdir. Eğer araştırılırsa daha çok belge çıkacaktır.
Felaket tablosu ve katliam rakamları değişir mi o zaman?
Çok daha korkunç bir kıyımla ve rakamlarla karşı karşıya kalırız. Çünkü hâlâ birçok belge noksan. Genelkurmay’ın gizli yazışmaları, arşivleri hâlâ açılmadı. Mesela İstiklal Mahkemeleri... Bunun arşiv bilgileri, gizli celseleri TBMM’de. Bu arşivler de açılmadı. Hâlbuki bunun için bir karar almaya lüzum yok. Meclis Başkanı’nın talimatıyla açılabilir bu arşivler. Mesela önceki Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin, bir, iki ve üçüncü Meclis’le ilgili belgelerin tek bir istisnayla açılmasına izin verdi. O istisna da, İstiklal Mahkemeleri. Asıl karanlık dönem bu!
AKP on yıldır iktidarda. Arşivlerin açılmasını hâlâ kim engelliyor?
AK Parti yeni yeni iktidar oluyor. Beş, altı yıl önce biz Dersim bile diyemiyorduk bu ülkede. Askerî vesayet henüz tam anlamıyla bitmedi. AK Parti bu arşivleri açmak istiyordur. Açılmıyorsa, bir baskı unsuru hâlâ var demektir. Çünkü İstiklal Mahkemeleri’nde sadece Kürtler mağdur olmadı. İslami kesim de mağdur oldu.
Şeyh Sait İsyanı’ndan sonra Takrir-i Sükûn Kanunu çıkarıldı ve bu kanunla İstiklal Mahkemeleri kuruldu. İstiklal Mahkemeleri dönemi, bütün muhalefetin susturulduğu, kiminin idam ettirildiği ve tek parti baskısının bütün ağırlığıyla toplumun üstüne çöktüğü bir dönem. Bu dönem hâlâ karanlıkta bırakılsa da, yine de tarihimizde ilk kez bir şey oluyor ve Cumhuriyet’in bir suçu hakkında bir başbakan halkından özür diliyor. Bunun yeni bir yol açacağını düşünüyor musunuz?
Kesinlikle. Türkiye bir sürece girdi ve bu süreci durdurmak artık mümkün değil. Aslında bu süreç, 2003’te AK Parti’nin iktidar olmasıyla başladı. Asker ve yargı vesayetinin en üst noktalara çıktığı dönemlerdeki sıkıntılara rağmen birçok değişim yaşandı AK parti iktidarında. Bunu görmek ve kabullenmek lazım. Bu akışı durdurmak ve arşivleri açayım mı açmayayım mı demek bundan sonra kimsenin elinde değil. Artık arşivleri açmak zorundasınız. Genelkurmay da, Meclis de, Cumhurbaşkanlığı Köşkü de artık arşivleri açmak ve belgeler üzerindeki yasakları kaldırmak zorunda. Türkiye demokratikleşecekse, özgürleşecekse, önce, yalanlarıyla yüzleşecek.
1925’teki Şeyh Sait İsyanı’yla ilgili de böyle özür açıklamaları yapılabileceğini düşünüyor musunuz?
Şeyh Sait İsyanı’nı ancak arşivler açıldığında aydınlatabiliriz. Çünkü çok enteresan bir dönem o. O isyanın bastırılmasında çok büyük kitlesel ölümler yaşandı. Hatta o şiddet orada durmadı, 1930’larda da sürdü. Aslında Dersim, Şeyh Sait İsyanı’nın bastırılmasının bir devamıdır.
Neydi tam olarak Şeyh Sait İsyanı?
Şeyh Sait İsyanı da dâhil olmak üzere tek parti dönemindeki bütün harekâtlar, tek kimlikli bir ulus-devlet yaratabilmek için yapılmış operasyonlardır. Öyle ki, Genelkurmay belgelerinde isyan olduğu öne sürülen, gerçekte isyan olmayan 40 küsur olayla ilgili yapılan bütün tenkil harekâtları aslında Şeyh Sait İsyanı’nın bastırılmasıyla başlayan bir sürecin, bir Cumhuriyet politikasının devamıdır.
Şeyh Sait İsyanı’nın bastırılmasında da çok insan haksızlığa uğradı mı?
Bütün bölge haksızlığa uğradı. Kürtler arasında bir ayırım yapılmadı. İsyana katılan ya da katılmayan bütün Kürtler iskân ettirildiler. Yani zorunlu olarak göç ettirildiler. Hatta isyanın karşısında olan Kürtler dahi topraklarından sürüldüler. Demek ki...
Evet...
Demek ki, tenkil hareketleri sadece isyanla ilgili değildir. Bu bir kitlesel bastırmadır. Bir milletin, bir kimliğin devlet tarafından bastırılmasıdır bu. Çok insan öldürüldü! Elinizdeki resmî belgelerde bunları görecekseniz. Çünkü her harekât sonrasında şu kadar bin kişi katledilmiştir, şu kadar hayvan ölmüştür diye sayılar veriliyor. Arşivlerin tümü açıldığında rakamlar çok artacak! Dersim’de öldürülenlerin sayısı 13 binin çok üstündedir. Çünkü insansızlaştırıldı Dersim. Şeyh Sait İsyanı’ndaki insan kaybı da 13 binden fazladır.
Sizin aileniz bundan nasıl etkilendi?
Benim ailemin Şeyh Sait İsyanı’yla yakından uzaktan ilgisi yok. Ailemin 1937 Dersim olayıyla da hiç ilgisi yok. Çünkü Sünni bir aile bizimkisi. Üstelik İstiklal Harbi’nde gösterdiği üstün başarı için kırmızı-yeşil İstiklal Madalyası’yla da taltif edilmiş bir aile bu. Hatta dedem o sırada milletvekiliydi. Bütün ailesi 1926’da Şeyh Sait İsyanı’ndan sonra Adıyaman’dan sürgün edildi, varlıklarının tamamına el kondu. Bir sabah herkesi aldılar...
Nereye götürdüler?
Türkiye’nin dört bir köşesine dağıttılar. Sekiz yaşındaki bir çocukla 70 yaşındaki bir ihtiyar o günkü şartlarda Adıyaman’ın Kâhta ilçesinden 110-120 kilometre uzaklıktaki Gölbaşı’na yürüyerek götürülüyor ve oradan trene bindiriliyor. Düşünün varlıklı ve güçlü bir ailesiniz. Bir günde bu varlığınız, her şeyiniz elinizden gidiyor. Hiç bilmediğiniz bir yere gönderiliyorsunuz ve gittiğiniz yerden ayrılmamak zorundasınız. Her gün jandarmaya, polise gidip imza vermek mecburiyetindesiniz. Sürgünlerin tarihi yazılsa, her biri bir faciadır!
Siz ne hissediyorsunuz o olay hakkında?
Hukuk Fakültesi’nde toprak hukuku dersini bu sayede geçtim. Hoca o gün çok sinirliydi. “Bir soru soracağım. Size bunu derste anlatmadım. Bilirsen geçersin, bilemezsen kalırsın” dedi ve “Türkiye’de kaç iskân kanunu var ve sebepleri neler” diye sordu. Cevap verdim. “Türkiye’de 1926, 1938, 1960 tarihli üç iskân kanunu çıkarıldı” dedim. “Sen bunu nereden biliyorsun öğrenci?” dedi. “Üçü de bize tatbik edildi de oradan biliyorum. Ailem bunların eziyetini çekti” dedim ve sınavı geçtim.
İnsanları sürüldükleri yerlerden alıp sonra bir daha mı sürüyorlardı? Siz sürüldüğünüz yerden de mi sürüldünüz?
Evet. Mesela bir 55 Ağa olayı vardır. 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra Güneydoğu’da Demokrat Partili Kürtlerin ileri gelenlerinin hepsi Sivas’taki askerî kampa gönderildi. Sonra bunların arasından 55 ağayı seçip 105 sayılı kanuna tabi tuttular. O ağaların çoğu çamaşır yıkayarak, terzilik yaparak geçimlerini sağlayan ağalardı.
Niye sürüyorlar?
Birisi kalkıyor şikâyet ediyor kaymakama ve insanlar sürülüyorlar. Mesela dedem son sürgün edildiğinde 85-90 yaşındaydı. Demokrat Parti milletvekili olan torunu ve yeğeni Yassıada’da yatıyorlardı. Dedem tünel kazıp onları Yassıada’dan kaçıracak diye devlete karşı isyan iddiasıyla Eskişehir’de yargılandı. Elinde baston güçlükle yürüyor, onu da önce işte bu Sivas’taki askerî kampa sürdüler.
Devletin size de bir özür borcu olduğunu düşünüyor musunuz?
Devletin Kürt halkına bir özür borcu var tabii. Ben de o halkın bir ferdiyim. Devlet bizden toplu halde özür dilemeli. Tek tek hepimizden özür dilemeye kalksa milyonları bulur sayı. Şimdi Sayın Başbakan öyle bir yol açtı ki, özür dilenmesi gerekecek daha pek çok olay var Dersim gibi. Başta da dedim ya, yayımlanmış Genelkurmay belgelerinde daha 40 olay var böyle! Bu olayların her biri için ayrı ayrı özür gerekir. Çünkü bugün bu ülkede yaşadığımız sıkıntıların ve sorunların birçoğunun kaynağında bu olaylar var.
Dersim konusunda bu kadar cesur ve uygar bir davranış gösteren Başbakan Erdoğan’ın Kürtlerin bugünkü hakları konusunda son zamanlarda böylesine tutuk olmasını nasıl açıklıyorsunuz?
Türkiye’deki Kürt sorunu bir vatandaşlık sorunudur. Bu ülkede ikili bir sistem var. Bir, vatandaşlar var. Bir de tebaa var. Türkler vatandaş, Kürtler ise tebaa. Vatandaşa haklarını verirken lütfetmezsiniz ama tebaaya haklarını verirken lütfedersiniz. Eğer bu ikili sistem kaldırılırsa, ortada Kürt problemi diye bir şey kalmaz. Herkes vatandaş olur ve eşitlik sağlanır.
Bu durumda Kürt-Türk eşitliği, herkesi vatandaş yapacak olan yeni, sivil-demokratik bir anayasa yazılarak sağlanabilir. Öyle değil mi?
Benim yeni anayasa yapılacağına dair bir ümidim yok. Bu Meclis’ten yeni bir anayasa çıkmaz. Zaten çıkmaması için her türlü şey yapıldı. İki parti, “Mevcut anayasanın üç değişmez maddesi değiştirilemez” diye kırmızıçizgiler koydu. Değişmez maddeler kalacaksa, o zaman yeni bir anayasa yapmaya gerek yok ki... Böyle bir yöntemle anayasa yapılmaz!
Bu anayasa yapma yöntemi AK Parti tarafından da kabul edilmedi mi?
Evet. AK Parti’yi dışarıda tutmuyorum ki. Anayasanın bu yöntemle yapmakta uzlaşanlardan biri de AK Parti.
Meclis’teki dört parti, yeni anayasa yapma konusunda değil de, anayasa yapmama konusunda uzlaştılar, öyle mi?
Evet. Dört parti, yeni anayasanın çıkmaması için anlaştılar. AK Parti’yi bunlardan ayırmıyorum. “Dört partiden biri çekildiği takdirde Anayasa Uzlaşma Komisyonu dağılacak” ilkesinde anlaştılar. Böyle bir ilkede anlaşmak demek, “biz yeni anayasa yapmayacağız. Bizim yeni anayasa yapma niyetimiz yok” demektir. Biz 2007’de de anayasa çalışması yapmıştık. O anayasa komisyonunun başkanı bendim. O yüzden ben bir anayasanın önündeki engelleri çok yakından yaşayarak biliyorum.
Sivil anayasa yapma konusunda AKP, 2007’de büyük bir fırsat kaçırmadı mı sizce?
Olayın arka planını bilseydiniz... O günkü şartlarda yeni anayasa yapılamazdı. Bize, anayasa yapılmayacak diye açık açık telkinler geldi.
Nereden geldi? Askerden mi?
Oralardan geldi. “Yeni bir anayasa yaptığınız takdirde parti kapatılır” dediler. Nitekim bir hafta sonra AK Parti’yi kapatma davası açıldı. O gün sivil anayasayı yapma konusunda sayısal çoğunluğumuz yeterliydi ama demokratik çoğunluğumuz yoktu. Türkiye, yarı demokratik bir ülkeydi.
Şimdi demokratik çoğunluk var. Sivil anayasanın yapılmamasının bugünkü arka planı nedir? Sivil anayasayı yapmama konusunda AK Parti kiminle mutabakat sağladı?
Bilemiyorum. O da zaman içinde görülebilir. Çok enteresandır. İki parti anayasanın değişmez maddelerine dokunulmasın diye kırmızıçizgilerini açıkladıktan sonra AK Parti’den de bazı yetkililer “Bu üç maddeye dokunmasak olur” diye beyanat verdiler. Bu beyanatı duyduktan sonra AK Parti’nin yeni anayasa yapmada ayak sürüdüğü kanısı bende hâkim olmaya başladı. Kaldı ki ben Kürt meselesinin halli için anayasa değişikliği yapılması gerektiği kanısında değilim.
Niye? Eşitliği sağlayacak “vatandaşlık” tanımını Anayasa’da yapmadan Kürt meselesi nasıl çözülecek?
Biz önce gülünç yasaklardan kurtulmalıyız. TRT Şeş açıldı diye övünülüyor. Peki, Kürtçe diliyle ilgili program yapmanın yasak olduğunu biliyor musunuz? TRT Şeş’te çocuklara yönelik program yapılmasının yasak olduğunu biliyor musunuz? Niye yasak? Çünkü dili öğrenecek olan çocuktur. Çocukların Kürtçe öğrenmelerinin önüne geçmek için konulmuş bir yasak bu...
TRT Şeş’i açan ve yönetmeliğini yapan AKP değil mi?
Evet öyle. Dünyada çeşitli alfabeler var. Siz hiçbir ülkede harf yasağı duydunuz mu? Q, X, W harfleriyle ilgili yasakların kaldırılması için Anayasa değişikliğine gerek yok ki. Sizin hâlâ harf yasakladığınız duyulsa, ancak mizah dergilerinin sayfalarında yer alabilirsiniz dünyanın. Gülünç yasaklardan biri de yer isimleri. Kürtçe yer isimleri iade edildi mi?
Edilmedi mi?
Edilmedi. Bunun için Anayasa değişikliğine gerek var mı? Yok. Bakın, bir de Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı halk eğitim merkezleri var. Bunların amacı vatandaşa çeşitli beceriler ve diller öğretmek. Hangi yabancı dillerin öğretileceğine bakanlık karar veriyor. Listede yüze yakın dil var ama Kürtçe, Lazca yok. Bakanlıkta genel müdürün listeye Kürtçeyi, Lazcayı eklemesi yeterli. Bu bile yapılmıyor. Biz bu gülünç yasaklarla zaten Kürtlere “sen vatandaş değilsin” diyoruz. Anayasa’yı, “sen eşitsin” diye değiştirsek ne yazar? Bu gülünç yasaklarla Kürtler gene vatandaş olmayacak ki! Biz neyin kavgasını veriyoruz?
Erdoğan’ın 2005’te Diyarbakır’da Kürtlerden özür dilediğini hatırlattınız. Bu gülünç yasakların kaldırılmamasını nasıl açıklıyorsunuz şimdi?
Hepimizin hak, özgürlük ve eşitlik algılarımız farklı. Bu farklılık aldığımız eğitim sürecinden, yetiştiğimiz toplumdan kaynaklanıyor. Her şeyden evvel beynimizin sınırları var. Demokrasi ve özgürlüklerle ilgili sınırlarımız var. Herhalde o sınırlara dayanıldı.
Tayyip Erdoğan demokrasi ve özgürlük anlayışının sınırına mı geldi?
Hepimizin sınırları var. Tayyip Bey de belki sınıra geldi. “Ne isteniyor benden? Daha fazla ne istiyorsunuz? İşte TRT Şeş’i verdim” diyebilir. TRT Şeş’i verdiniz ama, bu kanalda çocuğa uykudan önce bir Kürtçe masal anlatamıyorsunuz. Yasak bu! Mesela soyadı konusu var. Siyasi Partiler Yasası’ndan Terörle Mücadele Yasası’na kadar bir sürü yasak var. Bunlar tek maddelik bir kanunla bir günde toptan değiştirilebilir. Şu, şu, şu kanunun şu maddesi yürürlükten kaldırıldı dediğiniz zaman, sizin anayasada vatandaşlık anlayışını değiştirmenize lüzum kalmaz.
2. bölüm:
NEŞE DÜZEL: Erdoğan Kürt açılımını başlatmıştı ama bugün açılımdan vazgeçmiş gibi gözüküyor. Neden vazgeçti sizce?
DENGİR MİR MEHMET FIRAT: Hemen şunu söylemek lazım; Kürt açılımı söylemi yanlıştı! Açılım zaten 2003’ten itibaren başlamıştı. Yapılması gereken demokratikleşme sürecini isimlendirmek değil, hızlandırmaktı. İşte bu yapılmadı.
Ben de bunu soruyorum. Niye yapılmadı?
Çünkü hükümet ve devlet Kürt sorunuyla PKK sorununu tek bir sorun olarak algılamaya başladı. PKK uzun süredir bu sorunu, “PKK eşittir Kürt sorunu” diye formüle ediyordu. Çok enteresandır hükümet de, devlet de bunu kabullendi. Oysa Türkiye’de iki sorun var. Bir, vatandaşlık sorunu. İki, PKK sorunu. Kürt sorunu dediğimiz, vatandaşlık sorunudur. Başta da söyledim. Türkiye’de ikili bir sistem var. Bir, vatandaşlar var, bir de tebaa var. Türkler vatandaş, Kürtler ise tebaa. Kürt sorunu, tebaa olarak gördüğünüz insanların sorunudur. Bu ikili sistem kaldırılırsa, herkes vatandaş olur ve Kürt problemi kalmaz.
Kürtlerin vatandaşlık ve eşitlik sorunu çözülürse PKK sorunu da çözülmez mi?
Çözülmeyebilir. Yasakların tamamını kaldırırsınız, hakların tamamını verirsiniz ama, PKK o zaman da, “benim önderimi serbest bırakın veya bana özerk bir bölge verin” diyebilir.
Öcalan’ın serbest bırakılması bütün Kürtlerin sorunu değil mi?
Değil. Belki belli bir kitlenin sorunu ama onun bırakılıp bırakılmaması benim sorunum değil. PKK’nın dağdan iniş şartları bütün Kürtlerin sorunu değil. Önce Kürtlerin vatandaşlık sorununu halletmeniz gerekir. Cumhuriyet’in temel sorunu budur. PKK sorunu ayrı bir sorundur. Onunla silahla da, siyasetle de mücadele edersiniz. Masaya oturursunuz...
Evet...
Öcalan’a daha iyi hayat şartları mı sağlarsınız, hücresini mi genişletirsiniz... Bunun Kürt sorunuyla bir ilgisi yok. Devletin ve hükümetin Kürt sorunuyla PKK sorununu aynı görmesi büyük bir siyasi hata oldu ve iş çıkmaza girdi. Tıkanma noktasına gelindi. İkisinin birbiriyle hiçbir şekilde ilgisi yok. Bu iki sorunun iç içe geçirilmemesi gerekiyor. Bu iki sorun derhal ayrışmak zorunda.
Siz Başbakan’ın çok yakınındaydınız. Erdoğan, yakın çevresindeki Kürtlerden de uzaklaşmış gibi gözüküyor. Çevresinde Kürtlerin duygularını ve düşüncelerini anlayıp ona anlatacak kimseler var mı?
Danışman kadroları var ama bu danışman kadrolarında Kürtlerin olduğu kanısında değilim. Bir insan bir konuda çok iyi eğitim alabilir, Kürtler hakkında çok büyük arşiv araştırmaları da yapmış olabilir... Ama toplumsal olaylarda sadece bilgiye değil duyguya da sahip olmak gerekir. Sadece bilgi sahibi olan danışmanlardan aldığınız bilgilerle problemi çözemezsiniz. Sayın Başbakan’ın problemi bilen Kürt kökenli insanlardan da bilgi almasında fayda görüyorum ben. Çözümü onlar üretecektir. Ama tabii ki takdir kendisinin. Ben bundan dolayı onu kınamam. Kınamıyorum.
Neden dolayı kınamıyorsunuz?
Böyle bir tercihte bulunduğu için kınamıyorum. Özellikle 1980 darbesinden sonra Türkiye’de parti iç demokrasiden bahsetmek mümkün değil. Milletvekilini her ne kadar halkın seçtiği iddia ediliyorsa da öyle değil. Atama usulüyle geliniyor. Genel merkez kimi işaret ediyorsa ve kimi listenin seçilecek noktasına koyuyorsa o milletvekili seçiliyor. Şimdi bir kişiyi kim atıyorsa, görevden azil de ona aittir. Milletvekilini genel başkan atamışsa, milletvekilini görevden alma da takdiri de genel başkana aittir. Her ne kadar Türkiye’de ağalık, şeyhliğe karşı çıkılıyorsa da... Güneydoğu’da ağalıklar, şeyhlikler var deniyorsa da..
Yok mu?
Var. Liderlerin çoğu da bu ağlıkları yok etme sevdasında olsalar da... Bakarsınız o ağalar ve şeyhler aslında zavallıdır. Kendilerine tabi sadece dört-beş kişi vardır etraflarında. Ama Türkiye’de asıl ağalar siyasi ağalardır. Onlar ülkeyi yönetiyorlar. Mülkleri ülkedir, tebaaları milyonlardır onların. Bu konuda dürüst olmak lazım.
Neden Erdoğan partisindeki ve grubundaki Kürtlerin sayısını azalttı?
Bilemiyorum. Siyaseten öyle bir gereksinim duydu herhalde.
AKP’nin bugünkü Kürt politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bir Kürt politikası olup olmadığın bilemiyorum. Türkiye havalanmak üzere pistin sonuna gelmiş bir uçağa benziyor. Sırtında büyük yükler var. Bu yükleri boşaltamadığı için havalanamıyor. Bu yükler Kürt problemidir, PKK problemidir, Alevi problemidir, demokratikleşmedir, özgür bir anayasadır... Türkiye bunları halletmek zorunda.
Siyasetçisinden siyaset bilimcisine herkes Erdoğan’ın kırılma noktasının Habur olduğunu söylüyor. Habur sonrası AKP’nin oyunun çok düştüğü ve Erdoğan’ın bundan korktuğu anlatılıyor. Başbakan Habur’da çok mu korktu?
Zannetmiyorum. Sadece o değil, başka hayal kırıklıkları olmuştur. Erdoğan açılım öncesindeki yaklaşımlarında da, açılım sürecinde de samimiydi. Ama hayal kırıklığına uğradığı noktalar oldu. Mesela 2005’teki Kürtlerden özür dilediği o meşhur Diyarbakır konuşması... PKK çizgisi, insanların meydana gitmesini engelledi. Mesela gene 2005’te Brüksel’de AB ile sözleşme imzalanırken 300 Kürt aydını, “Türkiye’yi AB’ye almayın” diye gazetelere ilan verdiler. Ben biliyorum ki, Tayyip Bey’de büyük bir hayal kırıklığı yarattı bu. Çünkü AB’ye asıl ihtiyacı olan Kürtlerdi. Belki Kastamonu’da konvoyuna saldırı da onda bir hayal kırıklığı yaratmıştır. Çünkü insanlar lider de olsalar, duygusallardırlar. Müspet bir şey yaptıklarında onları takdir etmek lazım.
Kürt halkı AKP’nin politikaları hakkında ne düşünüyor?
Bir kere BDP veya PKK kanadını, ne yaparsanız yapın tatmin etmeniz mümkün değil. AK Parti’ye oy veren kesime gelince... Onların bir kısmı AK Parti’den daha demokrat ve aktif olmasını bekliyordu. Eğer bu hayal kırıklığı devam ederse Kürt partisine doğru bir kayış oluşur. Bu kayış, AK Parti’nin oy oranını aşağıya çeker. Tabii ki vatandaş mevcut ekonomik durumunu korumak ister, kayba uğramak istemez, macerayı sevmez ama... Ekonominin yanında prim yapan bir şey daha var, o da demokrasi ve özgürlük. Daha demokrat ve özgürlükçü bir oluşum ortaya çıkabilir.
PKK’nın Silvan saldırısından sonra ortam çok gerginleşti. Bu gerginlik ne kadar sürecek?
Şimdi durağan bir sürece girilmiş gözüküyor. Dilerim bu süreç devam etsin. Müzakerelerin devamı ancak bir şartla mümkün olabilir. 1999’da yaptığı gibi PKK gene Türkiye sınırlarının dışına çekilmeli. Ateşkes artık yeterli değil. PKK Türkiye sınırları içinde olduğu takdirde, sürece her an provokasyon yapılabilir. Bunu PKK değil, başka istihbarat servisleri de yapabilirler.
PKK’nın sınır dışına çıkma ihtimali yüksek mi?
Bu ihtimal var. Çünkü PKK’nın toplumu, kitleleri harekete geçirebileceği iddialarının gerçek olmadığı görüldü. Kabul etmek gerekir ki PKK ağır kayıplara da uğradı. Türkiye de, devlet olarak şunun farkında. Bu meselenin PKK’yı ortadan kaldırmakla bitmeyeceğini görebiliyor. Ama PKK’nın, Öcalan’ın serbest bırakılması veya ev hapsine alınması, özerklik ya da PKK’nın lider kadrosunun siyasete girmesi gibi taleplerinin devlet tarafından kabul edilmesi şu anda mümkün değil. Hâlâ PKK’yla masada konuşulup Kürt meselesinin çözüleceği kanısı var ki... Bunun olması çok zor. Devlet bir an önce Kürt sorunuyla PKK sorununu birbirinden ayırmalı. Kürt sorununu çözecek yasakları hemen kaldırmalı. PKK bütün Kürtleri temsil etmiyor.
Kürtlerin yarısı da AK Parti’ye oy vermiyor mu?
Evet. Bir yanda Kürtlerin yarısını ben temsil ediyorum diyeceksiniz, diğer yanda Kürt sorunuyla PKK sorununu eşitleyeceksiniz ve size oy verenleri dışlayacaksınız. Yanlış bir politika bu.
Barış umutları çok ileriye mi ertelendi?
Zannetmiyorum. Ama sonuç alınır mı bundan emin değilim. PKK’nın sınır dışına çıkılacağı yönde bir hava var. Zaten çıkmadığı sürece masaya oturamazlar. PKK masaya oturmak istiyor. Sınır dışına çıkmaktan başka çaresi yok. Güç denemesinde, Türkiye Cumhuriyeti devletinin eskisi gibi olmadığını gördü. Askerî kanat ayrı, siyasi iktidar ayrı hareket ediyor diye bir durum yok artık. Tek bir yerden hareket ediliyor ve asker siyasi iktidara uyuyor.
PKK’nın karşısında gerçekten savaşan bir ordu var artık. Sizce de öyle mi?
Evet, savaşan bir ordu var. Karakola saldıracaksın ama uçaklar havalanmayacak, Heronlar uçmayacak diye bir durum yok artık. Profesyonel birlikleriyle PKK’yla eşit şartlarda savaşıyor bugün ordu. Bütün komutanlar harekât bölgesine gidiyorlar ve orada ânında karar veriyorlar. PKK, bu şartlarda devlet gücüyle mücadele edebilmenin mümkün olmadığını gördü. Ama şu unutulmamalı. Kürtçe harfleri yasaklayarak, çocuklara Kürtçe masal anlatmayı yasak ederek Kürt sorunu çözülmez. Aksine bu yasaklar bu ülkede asimilasyonun sürdüğünü gösteriyor. “Asimilasyona karşıyım ama entegrasyona evet” diyorsanız, önce bunu kendinizde tatbik etmelisiniz. Mesela ben Kürtçeyi 20 yaşında öğrendim.
Nasıl öğrendiniz?
Üniversiteye geldiğimde Kürtçe bilmiyordum. Mersin’de doğmuşum, büyümüşüm. 1964 yılıydı, bir gün Ankara’da Dikimevi Meydanı’ndan geçiyorum. Biliyorsunuz bu ülkede 27 Mayıs bir ara resmî bayram olarak kutlandı...
Bir askerî darbe ve onun getirdiği anayasa, bu ülkede uzun yıllar “hürriyet ve anayasa!” bayramı olarak kutlandı...
Bayramdan bir gün önce meydan pankartlarla süslenmiş ve büyük bir pankartta, “Kürdüm diyenin yüzüne tükürün. Cemal Gürsel, Cumhurbaşkanı” diye yazıyordu.
Ne hissettiniz?
Kürt kimliği bilincim yoktu. O anda şok geçirdim. Hemen arkadaşlarımın kaldığı yurda geri döndüm ve onlara, “Bana Kürtçe öğretin” dedim. Eğer kendimi Kürt olarak niteliyorsam, önce dilimi bilmem lazım ki, tükürüldüğü zaman hak edeyim ben onu. Kürtçe öğrenmeye o gün başladım.
Başbakan Erdoğan’ın yeniden açılım günlerindeki demokratik adımlarını attığı dönemdeki üslubuna dönebileceğini düşünüyor musunuz?
Düşünüyorum. Tavrında bu var. Erdoğan’ın başbakanlıkta artık son dönemi bu. Ustalık döneminin gerektirdiği şeyleri yapmak zorunda. Kürt meselesini çözmek isteyecektir. Giderken, Türkiye’ye kendi damgasını vurmak ve bir Recep Tayyip Erdoğan vardı denmesini ister. Ama şöyle bir menfi durum da var. Erdoğan’ın ünü ülke dışına taştı. Kendine güveni en üst noktada. Siyasiler için en tehlikeli dönemdir bu. Her şeyi en doğru ben biliyorum, her şey benim söylediğim yönde halledilir gibi bir düşünceye saplanabilir. Dolayısıyla ustalık dönemi, Sayın Başbakan için aynı zamanda kritik bir dönemdir de.
Siz Erdoğan’ı yakından tanıyorsunuz. Birbirinden farklı tavırlar ve üsluplar sergileyebilen bir politikacı. Hangisi gerçek Erdoğan? Dersim için özür dileyen mi, Kürtlerin anadilde eğitim hakkını reddeden mi?
Dersim’de özür dileyen Erdoğan gerçek Erdoğan’dır. Cesur, iyi bir politikacıdır o. Zamansız hareket eden bir siyasetçi değildir. Zamanı ve şartları çok iyi kullanır. Süreç içindeki konuşmalarına bakarsanız bunu görmek mümkün...
Peki, şu anki zaman, Kürt sorununu çözme zamanı değil mi?
Zaten onun için Dersim özrünü yaptı ya. Kendini daha güçlü hissetti. Asker ve yargı vesayeti devam ediyor olsaydı bu özrü yapamazdı. Hakkâri’de (Şemdinli) kitapevine saldırıda Türkiye’deki tablo çok daha sarih olarak ortadaydı. Savcılara, arkeolojik araştırmalara ihtiyaç yoktu. En alt rütbedekinden en tepedekine kadar hepsinin izi görülüyordu. Bunu Başbakan da biliyordu ama o günkü şartlarda yapacağı bir şey yoktu, göz yummak ve yutkunmak zorundaydı, yutkundu. Artık o dönem geçti. Bugün yutkunmuyor.
Sizce aklındaki Kürt sorununun çözümü ne?
Başta da söyledim. İnsanların beyninde sınırlar vardır. Bu sınırları geldiğiniz toplum ve eğitim belirler. Umut ederim ki Erdoğan uluslararası temasları sonucunda kendi duvarlarını, sınırlarını yıkmış ve evrenselliğe ulaşmış olsun. Eğer evrenselliğe ulaşmışsa problem yok. Ulaşmamışsa kötü. Çünkü o zaman, “TRT Şeş’i verdik. Daha ne istiyorlar?” der.
Anadilde eğitimi kabul eder mi Erdoğan?
Anadilde eğitim konusu Tayyip Bey’in demokrasi sınırları içinde yoktur. Kürtçenin seçimlik ders olarak okutulması konusunu ise geçmişte kabul etmezdi ama şimdi kabul eder. Erdoğan Dersim özrüyle çok büyük bir adım attı, büyük bir duvarı yıktı. PKK’yla masaya oturması da müthiş bir cesaretti.
Kürt meselesinde demokratik adımlar atacağını düşünüyor musunuz?
Kürt meselesinde atmasına lüzum yok. Türkiye’nin demokratikleşmesinde adım atmak zorunda. Demokratikleşme Kürt’ü de Türk’ü de, Arap’ı da Laz’ı da kapsar çünkü.
Peki, bütün bu KCK operasyonlarını nereye oturtuyorsunuz?
Devlet, illegal bir örgüte operasyon düzenlemekte haklıdır. Öcalan da, “Belediye başkanlarının KCK’da ne işi var? Çıkın oradan” dedi. KCK, illegal bir örgüt. Ama şu anda gelinen nokta yanlış. Herkesi KCK davasının içine koymak yanlış. Bazı kişilerin KCK’yla ilgilerini tesbit edebilirsiniz ama onları siyaseten KCK davasına almazsınız. Mesela Prof. Büşra Ersanlı’yı, yayıncı Ragıp Zarakolu’yu yüzde yüz ilişkileri olduğunu bilsem de ben KCK davasına almazdım.
Niye?
Çünkü bu iş döner sizi vurur. Zaten iş öyle bir noktaya geldi ki, sizin muhaliflerinizi baskıyla susturarak yok etmek istediğiniz iddiaları yayıldı. Ersanlı ve Zarakolu’nun tutuklanmaları bu iddialara destek oldu. Bir de son operasyonda tutuklanan avukatlardan birinin Kalaşnikoflu fotoğrafları çıktı gazetelerde. Oranın PKK kampı olduğunu nereden biliyorsunuz? Kaldı ki bu bir sorgulama dönemi ve bütün belgeler gizli. Hukuk herkese lazım olan bir şeydir.
Erdoğan bütün bu sızmaları denetleyebilir mi?
Denetleyebilir tabii. Başbakandır. Hukuksuzluk yapanın canını yakarım dediğinde hiç kimse hukuksuzluk yapamaz. Belediye başkanları KCK operasyonunda elleri kelepçeli tek sıra halinde götürüldüklerinde İçişleri Bakanı’yla konuştum ben. “Bu bir provokasyondur. Resimler, servis edildi” dedim. O da, “Evet, bunu ben de biliyorum. Soruşturma açtım” dedi. “Yanlış yapıyorsun. Önce görevden al, sonra soruştur” dediğimde de bana cevabı şu oldu: “Önce soruşturmayı yapayım sonra gerekli cezayı vereceğim.” Ben o konuda kimsenin cezalandırıldığını duymadım. Zaten ondan sonra da layüselleşti. Başıboşluk oldu. Hukuk dışına çıkıldı.
Polisten mi söz ediyorsunuz?
Evet. Maalesef öyle oldu. Oysa hukuk hepimize lazım. Şu anda güçlü olabiliriz, iktidarda olabiliriz, polis emrimizde olabilir, polis bize selam durabilir ama şunu da unutmamak lazım. Tayyip Erdoğan hapisten çıktıktan sonra, belediyeyle ilgili olarak bazı arkadaşları soruşturmaya alındı. O arkadaşlar Gayrettepe’de sorgudan çıkarken, o kadar dayak yemişlerdi ki yürüyemiyorlardı. Kollarına girilmiş sürükleniyorlardı. Bugünkü polis, o günkü polistir. Polis değişmez. Ne değişti?
Ne değişti?
İktidar değişti. Polis gene aynı polistir. Polisi yönetecek olan hukuktur. Polisin hukukun içinde kalmasını sağlamak zorundasınız. Polis bugün size hizmet eder ama yarın iktidar değiştiğinde aynı şeyi size yapar. Bugün birileri dinleniyorsa, mutlaka ben de dinleniyorumdur. Bu dinlemeler bir yerde arşivleniyordur ve bir gün mutlaka kullanılacaktır. Mühim olan hukukun olduğu bir devlettir.
KCK operasyonlarının nereye varacağını, nasıl sonuçlanacağını düşünüyorsunuz?
PKK’yla oturulduğunda masaya bu konu da gelecek ve KCK da pazarlık konusu olacak. KCK operasyonunu niye yapıyorlar? Sokağı dirije edenler bunlardı. Önce kafayı kestiler, onların yedekleri geldi. Onları da kestiler. Onun da yedeği geldi. Şimdi artık yedek yok. Yönetecek baş kalmadı. Ne partiyi yönetebiliyorlar ne sokağı yönetebiliyorlar. Şimdi masaya oturmanın zamanı! Artık KCK tutuklamaları toplumun vicdanını yaralamaya başladı. Eğer Diyarbakır’da bütün avukatlar cübbelerini giyip operasyonları protesto ediyorsa oturup düşünmek lazım. Tepki gösteren bu avukatların hiçbiri PKK’lı değil. Bunu görmek lazım.
PKK Arap ülkelerindeki kitle gösterilerinin bir örneğini Türkiye’de yapacağını düşündü ve Devrimci Halk Savaşı’nı başlatmak için harekete geçti. Kürtlerin, PKK’nın beklentisi doğrultusunda sokağa çıkmamasını nasıl açıklıyorsunuz?
Sizi sokağa çağıran demokratik bir yapı değil ki. Şiddet uygulamasa, baskı yapmasa, esnafa kepenk de indirtemez. Şırnak’ta esnaf gösteri yapanları yeter artık diye kovaladı. İnsanlar bıktı. Demokratik olmayan bir yapının demokratik bir hareketi hayata geçirmesi mümkün değil. Sivil itaatsizliği iki hafta denediler, yapamadılar. Çünkü dayanamadılar. Bir milletvekili eline taşı aldı, savurmaya başladı. Güya adı sivil itaatsizlikti. Demokratik hareketi yönlendirebilmek için önce demokrat olmak lazım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder