Agirî’den Qandîl’e Sönmeyen Işık: Bağımsız KürdistanKürdistan tarihi, istilacı-köleci devletlerin Kürdistan üzerinde gerçekleştirdikleri sömürge savaşları ile buna karşı mazlum Kürt halkının direnme serüvenidir. Sırasıyla Mısır, Asur, Pers, Makedonya, Selçuklu, Osmanlı ve en son Türk, Arap ve Fars sömürgecilerinin bu onur ve bereket timsali topraklarda uyguladıkları zulüm ve talan, asırlardır hızından ve barbarlığından hiçbir şey yitirmeksizin devam ediyor. Kirmanşa’dan Îskenderûn’a, Agirî’den Qandîl’e uzanan Hicaz –ı Kurdî coğrafya, başta Ön ve Orta Asya’nın ve sonra da bütün dünyanın kalburüstü kahpelerinin, malwêran (yakıp yıkıcı) işgalcilerin vazgeçilmez hedefi olmuştur. Ünlü uygarlık tarihçisi Kramer’in Bereket Hilali diye adlandırdığı bu elzem ve cennet yurdun bağrından fışkıran akarsular, ulaşılmaz yüce sıradağlar, pamuktan buğdaya, muzdan fıstığa kadar her şeyin yetiştiği bir yeryüzü cennetiyken dünyanın barbar kavimlerinin kanlı istilalarıyla cehenneme dönüştürülmüştür. Ama hakkını asla yememek gerekir ki, acılı Kürdistan tarihinin gelmiş geçmiş en barbar ve yıkıcı istilacısı Türk sömürgecileridir. Agirî doruklarına yazdıkları ’Hayali Kürdistan burada meftundur’ sözü tam tercümeyele şöyledir: ’Kürdistan artık Kürd’ün sadece mezarıdır.’
Diğer istilacı ve işgalci kavimler ülkemizin yeraltı ve yerüstü zenginliklerini talan ederken, Türk sömürgecileri gerçek bir barbar gibi davranarak istila ve talan ettiği herşeyi, insanı ve doğayı, bir bütün olarak Kürdistan’da yaşamın kendisini yok ederek varlığını sürdürmektdir. Katliam planlarına sığırları, koyunları, bağ ve bahçeleri, tarlaları, insan, dağ ve köy adlarını da ekleyen bu akılalmaz vahşetin yegane simgesi bu ’devlet’, kendisini Kürd’ü yoketme tanrısı olarak algılamıştır. Yani Kürd’e dair ne varsa ve her ne zaman ve mekanda olursa olsun, mutlak Türk varlığına heba edilecektir. Bu bariz gerçeğin yine en bariz ispatı, küçücük Kürt çocuklarına her sabah zorla okutturulan ’andımız’ teranesinde mevcuttur: ’Varlığım Türk varlığına armağan olsun!’ sözü başka ne olabilir! Örneğin, ’Varlığım milletimin varlığına armağan olsun’ da denebilirdi ve daha mantıklı olurdu. Yani çocuk kendi milletinin hizmetinde olmanın bilincini kavramış olurdu. Ama o çocuk Kürt’tür ve her koşulda Türk varlığına kurban edilmesi gerekir. Zira Kürt var oldukça Türk varlığı olmayacaktır. Bu trajik bir durum ve tanrı hiçbir halkın başına böyle bir felaket getirmemiştir.
Ama bu trajik durumu bizim hâlâ algılamamış olmamız daha bir acı. Yani en radikalinden en liberaline ardı sıra Kürt politikacısının, sanatçısının, aydının, yazar-çizerinin her fırsatta ’bin yıllardır kardeşçe yaşadık, kardeş halklar ya da Türk ve Kürt halklarının kardeşliği’ gibi insanı zıvanadan çıkaran yalanlara sarılması (ki bu yalanları en iyi onlar bilir), işte bizi ışığımızdan uzakta bırakan ve cennet ülkemizi bize yabancılaştıran şey bu; zora ve yalana dayalı bir ’sevgi’nin gönüllü kölesi olmamız…
Oysa bin yıllardır biz birlikte yaşamıyoruz, Türkler yaşıyor, Kürtler sadece ölüyor. Kürd’e dair ne varsa Türk’e ait hale getiriliyor. Bir Türk bile kaldıkça dünyada Kürdistan diye bir şey olmayacaktır diyen mantık bu Türk ’kardeşliği’nin değil mi Allah rızası için? Kürd’ün kulağını kesip tesbih yapan vahşet, gariban Türk köylüsünün savaş çılgınlığı mı, yoksa modern Türk ırkçılığının Kürd’ün varlığına karşı biricik siyaseti mi? Yani biz sadeceölü Kürd’ün kesik kulağını tanırız mesajı mı?
Yakın Kürdistan tarihinde Kürdistan iki kez bağımsızlığın eşiğine kadar gelmiştir. İlki İhsan Nuri önderliğindeki Agirî İsyanı... Birçok iç ve dış sebeplere dayanan yenilgi pahalıya mal olmuştur. Agirî dorukları ve Geliyê Zîlanresmen yanıp kavrulmuştur. O günün yoksul koşullarında bile Türkler onlarca uçakla günlerce Agirî’yi bombalamış, Zilan deresinde canlı bırakmamıştır. Bugün hâlâ Zilan’dan geçilirken yanık et kokusunun geldiği söylenir. Bir Kürt için bundan daha vehim bir psikolojik çöküş olabilir mi?
İkinci olarak da yaşadığımız bu günler… Tarihte hiçbir zaman bağımsızlığa bu kadar yakın olmadık. Zira bağımsızlık bizim için bir şans değil, tek şans… Varolmak, var kalmak için tek şans. Unutmayın ki Türklerin kanlı çizmelerine kadar eğilseniz bile kardeş olamayacaksınız, bu konuda kör umudu besleyenlere duyurulur: Şimdi Qandil’i cehenneme çeviren ölüm makinaları, meclisin açılışında eğilip tuttuğunuz o ırkçı Türklüğün elinden başka bir şey değildi. Kemalizme ve Türklüğe hasret dolu sözlerle döşediğiniz methiyelerin onda birini Güneyli gerçek kardeşlerimiz için söylemiş olsaydınız, şu an Qandîl’den ve Zaxo’dan yükselen gerilla-peşmerge marşları bu yandan duyulacaktı ve Türk’ün ne yüzlerce tankları, ne de onbinlerce uyduruk bordo berelisi bu marşları susturmaya yetmeyecekti. Qandîl’de paramparça kanlar içinde, koyu karanlık uçurumlarda direnen onurlu ve soylu Kürt gerillasının hatırası ancak böyle yaşatılabilir. Unutmamak gerekir ki, hiçbir bomba, hiçbir tank, hiçbir zulüm insanın kendi kalbinin dağlarındaki bağımsızlık ışığını söndürmek kadar tehlikeli değildir.
Zeynel Abidîn, 24.12.2007
Rizgari.com adresinden alınmıştır
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder