22 Haziran 2012 Cuma

BIROYÊ HESIKÊ TÊLÎ'NİN OĞLU ANLATIYOR


HACI ABDULLAH ÇOKTİN

Hacı Ekber Tufan, 17.11.1954 tarihli Pamukova gazetesinde, Milli Mücadele yıllarına ait anısının bir yerinde şöyle der:
“(...) Melekli’yi kurtarmağa karar verdiler. Fakat Şevket Bey’in bu hareketi tahrirat
kaleminden istifasını icap ettirdiğinden yerine,



Bro Hesso Telli namıyla maruf İbrahim Ağa gönderildi. Giden bu Aşiret kuvveti Ermenilere büyük telefat vererek 3000’e yakın Türk’ü kurtarıp Erhacı’ya getirdiler.”
Hacı Abdullah Çoktin, işte bu İbrahim Ağa’nın oğludur.

Milli Mücadele tamamlanır ama kader İbrahim Ağa için ördüğü ağını
henüz tamamlamamıştır. Milli mücadele yıllarının fedakâr insanı İbrahim
Ağa, Ağrı Dağı isyanı yıllarında hükümetle anlaşmazlığa düşer, yollarını ayırır.
İbrahim Ağa, 1926-30 yılları arasında yaşanan Ağrı Dağı isyanlarının tartışmasız en büyük liderlerinden biri idi. Sağduyusu, cesareti, karizması
ve organizasyon yeteneğiyle isyan hareketine damgasını vurmuştu. O sıralarda 10-12 yaşlarında bir çocuk olarak babasının yanında isyana tanıklık eden Hacı Abdullah Bey,
“İsyan günleri bugün bile nokta nokta hep aklımda” diyerek o günleri
bizim için yeniden yaşadı.

Hayatım

1335 (1919 ) doğumluyum. Hesesoran (Hesesorî) aşireti mensubuyum. Aile soyağacıma dikkat edilirse aşiretin liderliğinin önceleri ailemin
üzerinde olduğu görülür.
Babam iki evliydi. Qulixan ve Sezdin kardeşlerim, üvey annem Rabia Hanım’dandı.
Doğubeyazıt eşrafından İsamil Efendi’nin kızı Rabia Hanım, babamın
şehit olmasından sonra İran’da mağdur olmuş, Tahran’da Şeyh Abdülkadir
Kotan’la ikinci izdivacını yapmıştı. Bu evlilikten de Ali isminde bir erkek
çocukları dünyaya gelmişti.
Şeyh Abdülkadir’in vefatından sonra Rabia Hanım, Şeyh Edo’yla evlendi. (Şeyh Edo, Kars Eski Milletvekili Musa Doğan’ın kardeşidir)

İsyan nasıl patlak verdi?

Babam İbrahim Ağa’nın Doğubeyazıt merkezde bir manifatura dükkanı vardı.. Kardeşleri  Ahmet ve Eyüp Ağalar da Çiftlik köyünde ikamet ediyorlardı.
Hükümet, Ağa ve Beyleri Sürgün (1926) yasasını uygulamaya koyunca jandarmalar köy köy dolaşıp listedeki isimleri tutuklamaya başlamışlar. Muhtemelen İsa (Konyar) Bey’in kardeşi Tacdin Bey’i tutuklayacak bir
müfreze jandarmanın köye doğru geldiğini haber alan İbrahim Ağa, harekete
geçer, güvenlik tedbiri alır. (İbrahim Ağa hakkında tutuklama emri olup olmadığı şimdiye kadar doğrulanma şansı bulamadı. Hacı Abdullah)
Aşiret milis gücü Kız Köprüsü (Pıra-Belek) denilen mevkide jandarmayla çatışmaya girmiş. Hamit Onbaşı ve diğer bir jandarma yaralanmışlar.
Dökülen kan, aynı zamanda isyan hareketinin de nedeni olmuş.
Bu olaydan sonra jandarmanın taciz ve baskısından çekinen İbrahim
Ağa ve akrabaları, Ağrı Dağı’na çekilerek kendilerini yeni bir yaşama hazırlamışlar.
Ağrı Dağı İsyanının başlamasına neden olan “Kız Köprüsü Çatışması”nda yaralanan Hamit Onbaşı’yla yıllar sonra D. Beyazıt’ta görüşme şansım
olmuştu.
Karadeniz kökenli Hamit Onbaşı’yı bir gün karşıma çıkardılar.
“Hacı, beni tanıyor musun?” diye sordu. Tanımam imkansızdı. Karşılaşmamıştık ama ismi unutulmayacak şekilde hafızamda yer etmişti.
“Ben Hamit Onbaşı” diyince sanki dizlerimin bağı çözülür gibi olmuştu. Nasıl olmasın dı ki, kocaman bir isyan hareketi Hamit Onbaşı’nın yaralanmasıyla başlamıştı.
İsyan hareketi güç kazanınca ailemiz Ağrı Dağı’nı kendisine mesken
edindi. Her yerden gelen katılımcılarla sayımız her gün artıyordu. İbrahim
Ağa kendiliğinden toplanan dağınık güçleri organize ediyor, “deste” denilen
savaşçı gruplar oluşturuyordu. Tabii, bu aşamada İhsan Nuri Paşa ve Şeyh
Abdülkadir mücadelenin içinde değillerdi.
Hükümet birkaç kez aracı göndererek barış teklifinde bulundu. Nidai
Paşa’nın ön ayak olduğu ikili bir görüşmede, hükümet, babama Karakent kö-
yünü verip bir anlaşma yapmak niyetindeymiş. Babamın sağ kolu Mısto adlı
savaşçı, görüşmenin orta yerinde babamı zayıflık ve teslimiyetçilikle suçlayınca, babam barışmaktan vazgeçip,  Ağrı Dağı’na geri dönmüştü.
Böylece isyan ikinci aşamasına girmiş oldu.

Çok geçmeden (1927) başta Ferzende olmak üzere Süleyman Ahmed,
Halis Beg, Kör Hüseyin Paşa’nın iki oğlu ve daha birçokları bölgeye gelip
yerleştiler ve babamın  yardımını talep ettiler. Babam bunlarla çok iyi anlaşı-
yor, onların her türlü silah ve erzak ihtiyaçlarını karşılıyordu. Hatırlıyorum,
kendi eliyle Kör Hüseyin Paşa’nın iki oğlu için çadır açıp aylarca misafir etmişti.
 İhsan Nuri Paşa da bölgeye gelip, isyanın sevk ve idaresi konusunda
babamla temasa geçti. O yıllar Şeyh Abdülkadir Sakan aşiretini lideri olarak
bağımsız hareket ediyor, fiilen Ağrı Dağında bulunmuyordu.

“İnsanın âlâsı...”

Bir gün İbrahim Ağa yanında 40-50 kişilik süvari grubuyla Ahmed
Şemo’nun evine misafir olmuştu. Liderler sofranın etrafını almış, sohbet ediyorlarmış.
Misafirlere çay servisi yapılmış. Herkesin önüne çay bardağı konmuş
ama cam bardak kafi gelmeyince, liderlerden Emerê Besê’ye çay çinko bir
tasta ikram edilmiş. Emerê Besê çinko bardağı gururuna yedirmemiş, çayı
içmeyi ret etmiş.
 Durumu fark eden Ahmed Şemo gözünü Emerê Besê’den ayırmadan,
İbrahim Ağa’ya dönerek,
“İbrahim Ağa, insanın âlâsı konuşmasından, hayvanın âlâsı da su içi-
şinden kendisini belli eder” demiş.
Emerê Besê yavaşça çinko bardağa uzanmış. Kızılbaşoğlu – Gêloi Çatışması
İki aşiret arasında sorun yaşanıyordu. Nihayet bir barış görüşmesi
yapılmasına karar verilmişti.
Babam, Cihangire Resê ve Mıhê Bis adlı iki yardımcısını barış görüş-
mesinden önce Ahmed Şemo’ya gönderdi. Şu mesajı iletti:
“Ahmed Ağa, yakında Şeyh Abdülkadir barış görüşmesine gelecek.
Ben her ne kadar onların içinde yer alıyorsam da gücüm onlardan azdır ve
sana yardımcı olamam. Eğer direnecek gücün yoksa barış tekliflerini kabul et
yok eğer kendine güveniyorsan o zaman barış teklifini kabul etme!”
Ahmed Şemo,  bu dostça ilgiyi şöyle cevaplamıştı:
“İbrahim Ağa, sizin başınız sağ olsun. Ben tek başıma direnirim”
Barış görüşmeleri başarısızlıkla sonuçlanınca Emkê Temkê cemaatin
içinde büyük söz eder, “Ahmed Şemo’nun evi artık benim sayılır!” der. Çatış-
ma artık kaçınılmaz olmuştu.

İhsan Nuri

İhsan Nuri cesur ve mücadeleciydi.
Uçaklar üzerimizde uçuşuyordu. Birisi isabet alıp Qale’ye düştü. İhsan Nuri düşen uçağın enkazına ilk giren savaşçı oldu. İçindeki İngiliz yapımı
mitralyözü alıp dışarı çıktı. İhsan Nuri uçağın enkazından henüz uzaklaşmıştı
ki uçak infilak edip gürültüyle yandı.

Kürt Lawrence (Molla Hüseyin)

Bir gün kamp yerine Molla Hüseyin adında birisi geldi. Görünüşü ve
konuşması garipti, bizim insanlara benzemiyordu.
Aşağıda, vadinin içindeki bir çadırda yatıp kalkıyordu.
Önümde kuzular çadıra yakın yerden geçiyordum. Molla Hüseyin’le
sohbet eden İhsan Nuri beni yanlarına çağırdı. Molla Hüseyin önüme bir tas
su koyup üzerimi battaniyeyle örttü.
 “Oğlum ne görüyorsun?” diye sordu.
“Hiç, sadece su!” dedim.
Molla Hüseyin sinirli sinirli tekrar etti:
“Dikkatli bak! Ne görüyorsun?”
Gerçekten de bir şey görmüyordum.
 “Sadece tas ve su!” dedim.
Molla  Hüseyin üzerimdeki battaniyeyi kaldırdı, “Git!” diyerek beni
oradan uzaklaştırdı.
Molla Hüseyin’i tanımayan yoktu. Özellikle kadınlar muska yazdırmak için rağbet ediyorlardı. Yıllar sonra öğrendim ki bu Molla Hüseyin, İngiliz casusu Lawrence’den başkası değilmiş!

Günlük Yaşam

Kamp yerinde belli bir disiplin yoktu. Herkes kendi başına buyruktu.
Bazen milis gruplar halktan gasp ettikleri hayvanları Ağrı Dağı’na getirir sonra da sınırı aşırarak İran’da satarlardı. İbrahim Ağa bu gasp işlerine karşıydı
ama kontrol etmesi mümkün değildi.
Bir gün Orgof köyünden Elyanlıların sürüleri gasp edilip İran’da
satılmıştı. Bu olay kamp yerinde sözlü tartışmalara neden olmuş, ama sonuç
vermeden öylece kalmıştı.

Bir yaz günüydü. (1930)

Geliya Zilan’da (Zilan Deresi) mağdur olan aşiret ve aileler kamp yerine geldiler. Bir iki ay aramızda barındıktan sonra İran’a geçtiler.
Yiyecek herkes için büyük bir sorundu. Gerçi köylerden heybeler
içinde yiyecek yardımı yapılıyordu ama yeterli olmuyordu.
Yazı çadırlarda, kışı da Ağrı Dağı eteklerindeki köy evlerinde ve do-
ğal mağaralarda  geçiriyorduk.
Prensip olarak bize katılmayan aşiretlere baskı yapmaz veya katılmaları yönünde ikna etmeye çalışmazdık.
Kamp yerinde aşağı yukarı bin kadar savaşçı vardı. Genellikle Sakanlı
ve Hesesoranlı aşiretlerine mensuptular. Şeyh Abdülkadir’in liderliği altındaki Sakan aşireti, en kalabalık grubu oluşturuyordu.
Şemkan aşireti mensupları isyana katılanlar arasında en vurucu ve
mücadeleci olanıydı. Otuz hane kadar gelmişlerdi. Temır, Çerxe, Celil, Yusuf,
Nadır, Fetto gibi  cesur ve gözü pek savaşçılar isyan hareketinde cesaretleriyle
bilinir olmuşlardı.
Gêloi aşiretinden Mısto, Davo, Celil, Cihangir ve Mıhê de büyük kahramanlıklar gösterdiler. İbrahim Ağa özellikle Mısto’yu yanından ayırmazdı.
Ermeni Yardımı
Bir gün kamp yerine birisini adı Zilan, iki Ermeni gelmişti. Yanlarında üç kilo kadar altın vardı. Tebriz ve Tahran Ermenileri bağış toplayıp bize
göndermişlerdi.
 Zilan’ın getirdiği erzak yardımı arasında 10-15 adet telli telefon ve
bir bölük askeri donatacak elbise ve giyecek de vardı. Babam ve İhsan Nuri
için de birer paşa rütbeli özel elbise yaptırılmıştı. Ermeniler ayrıca , silahlı
gruplar halinde gelip Ağrı Dağı’nda mücadele etmek istediklerini komiteye
bildirmişlerdi. İbrahim Ağa bu düşünceye sıcak bakmadı.

Kerem Bey ve Numan Efendi

İsyan sırasında en büyük yardımı Kerem Bey’den alıyorduk. Davaya
olan inançları ve karakterleri bakımından Kerem Bey ve İbrahim Ağa birbirlerine çok benziyorlardı.
Numan Efendi kirvemizdi. Babam onu çok severdi. Sürekli haberle-
şirlerdi ama Numan Efendi dağdaki kamp yerine uğramazdı.

İsyanın Sonu

Askerler saldırıya geçtiklerinde savaşarak geri çekildik.
Geceleyin, savaşçılar ve siviller, Büyük ve Küçük Ağrı Dağı arasında
sıkışıp kaldılar. Askerler bizi çembere almıştı. Tek çözüm çemberi yarıp, İran’a kaçmaktı. Ancak buna cesaret eden yoktu.
İbrahim Ağa, çemberi yaracak gönüllü savaşçıların öne çıkmalarını
istedi. Kimse yerinden kıpırdamadı. İbrahim Ağa onları zorla çekiyor, onlar
da yerlerine geri dönüyordu.
Sonuçta Ferzende’ye bağlı 10 kişilik deste çemberi yardı; savaşçılar
ve siviller açılan koridordan İran’a geçti.
Çatışmalar gece boyunca devam etti. İki amcam şehit oldu.
Sınırı geçen siviller İran askerlerine teslim oldu.
Savaşa devam eden İbrahim Ağa bir gün İran’daki  Şakaki aşiret milis
güçlerinin açtığı ateşle şehit oldu.

Kaynak: Iğdır Sevdası adlı kitap

(Kitabın online linki http://www.igdirsevdasi.com/cilt1/45haciabd.pdf)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder