Sayfa - Rûpel

Bölümler - Beş

28 Şubat 2011 Pazartesi

İhsan Çölemerikli: Ağrı isyanı





Ağrı isyanı
01 Mart 2011 Salı 00:17
ihsancolemergi@mynet.com

Şeyh Sait ayaklanmasının bastırılmasından sonra birçok Kürt aydın ve yurtseveri; İran, Suriye ve Irak’a sığınmışlardı. Silahlarını bırakmayan savaşçılar da dağlık bölgelere çekilerek yer yer direnişlerini sürdürüyorlardı.

Bunları bir örgütün çatısı altında birleştirilerek yönlendirme gereksinimi vardı. Sürgündeki Kürt aydınları 5 Ekim 1927 tarihinde Lübnan’ın BİHAMDUN kasabasında bir araya gelerek HOYBUN cemiyetini kurdular. Örgütün başkanlığına Celalet Bedirxan Bey, sonradan alınan bir kararla subay kökenli İhsan Nuri de direniş güçlerinin komutanlığına getirildi. Bitlisli olan İhsan Nuri devletin ordusunda subayken 1924 yılında görevli olduğu Beytüşşebap ilçesinde birliği ile birlikte isyan ederek ordudan ayrılmıştı. Şeyh Sait isyanına katılıp sonradan 150 silahlı adamıyla İran’ı geçen önder kadrolardan biri de Malazgirtli Hesenan Aşiretinden Ferzende idi. Ferzende sonradan başlayacak olan Ağrı İsyanının efsanevi komutanlarından biri olacaktı. İran’a geçip isyan saflarında yer alanlardan biri de Tutak yöresinde yerleşik Sipki Aşireti önderlerinden Halis Bey’di. İsyan geliştikten sonra siyasi ve askeri alanda Şeyh Abdulkadir, Timur Ağa, Veli Bey, Seyit Abdulvehap, Kör Hüseyin Paşa’nın oğullarından Nadir ve Mehmet, İbrahim Sıko, Karaköseli Kerem, Iğdırlı Numan Efendi, Şeyh Zahir ile kardeşi Şeyh Abdurrahman’ın isimleri öne çıkacaktı.

Tarih boyunca Ararat’ın kartal yuvasını andıran geçit vermez eteklerini kendilerine yurt edinmiş Celali Aşireti; devletin gittikçe kurumlaşan baskı ve asimilasyon politikasının acılarını hissetmeye başlayınca; coğrafya kalkanını kullanarak direnmeye karar vermişti. Ağrı Dağı’nın İran, Ermenistan sınırındaki stratejik konumu; Şeyh Sait isyanına katılıp teslim olmayan Kürt direniş güçleri ile Ağrı’nın asi ve boyun eğmez aşiretlerini buluşturan bir direniş mevzisi olmuştu. Devlet güçleri ile yerel aşiretlerin ilk çatışması 16 Mayıs 1926 tarihinde gerçekleşti. Bunu 1. Ağrı İsyanı olarak adlandıranlar olmuştur. Yenilgiye uğrayan askeri birlik Doğubayazıt’a çekilmek durumunda kaldı. Her gün biraz daha belirginleşen saflaşmalarda Kürtler direnmek, devlet de harekete geçmek için hazırlık yapıyordu. Top ve uçaklarla desteklenen 10 bin kişilik askeri birlik, 13 Eylül 1927’de Kürt isyancıların üstlendiği Ağrı Dağı çevresinde kapsamlı bir operasyon başlattı. Ancak devlet bu operasyonda da başarılı olamadı. Kürtler, başlattıkları bağımsızlık savaşını hızla tabana yayıyorlardı. Askeri önderlik İhsan Nuri’de, siyasi liderlik de Celali Aşireti reisi Brahimê Heske Telli’ye verilmişti. Brahimê Heske Telli silahlı adamlarıyla Ermeni tehcirinde aktif görev aldığı gibi Doğubayazıt’ı Rus birliklerinden alan kişi olarak da tanınıyordu. Şeyh Sait isyanında devlet yanlısı olmuş, o da birçok Kürt aşiret reisi gibi Şeyh Sait ayaklanmasından sonra sıranın kendisine gelebileceğini hissetmişti. Çünkü Batı Anadolu’ya gönderilecek sürgünlerin listesinde onun da adı geçiyordu. Devletin ihanetine uğradığı için direnmeyi tercih etmişti. Aynı endişeleri yaşayan Heyderanlılarla Zilanlılar da isyana aktif bir biçimde katılmışlardı. Devletin Osmanlıdan gelen temel bir politikası vardı. Bastırılan Kürt isyanlarının hemen ardından isyan edenlerle birlikte kendisine yardım edenleri de en azından bölge dışına çıkarılarak sürgüne gönderiliyordu. Çünkü devlet, o gün dost gördüğü Kürtleri sonradan karşıtı olabileceğinin kuşkusu ile yaşıyordu.

Kürt direniş güçleri karşısında sıkışan devlet; “genel müfettişlik” kurumunu kurarak yönetimine İbrahim Tali Öngören’i getirdi. Derin devlet yönetiminde deneyim sahibi olan yeni müfettiş; çıkaracağı yeni af kanunu ile Kürt aşiret önderlerini ikna etmeye çalıştı. Ancak aydınlardan oluşan Hoybun bunun bir aldatma olduğunu direnişe katılan aşiret güçlerinin buna kanmamaları konusunda uyardı. Genel müfettiş Arap kökenli İbrahim Tali Öngören bir yandan sahte vaatlerle Kürtleri kazanmaya çalışırken; öbür yandan vaatlerine aldanıp teslim olan Kürt aşiret önderlerinin bir kısmının zindanlara, kimisini de sürgüne gönderiyordu. Kürt isyan önderleri sık sık bildiri yayınlayarak halkı teslim olmama konusunda uyarıyordu.

Devlet 1928 yılında Kürt isyan önderleri ile görüşmek istedi. Mayıs ayında Şeyhli Köprüsü çevresinde gerçekleşen görüşmede Ankara’dan gelen 12 milletvekili ile bölgedeki askeri ve sivil erkandan oluşan kalabalık bir heyet hazır bulundu. Kürt tarafını temsilen İhsan Nuri, Brahimê Heskê Telli ve Ferzende’den oluşan siyasi delegasyon ile 60 civarında Kürt silahlı direnişçi katıldı. Görüşmede devlet cenahı İhsan Nuri ve arkadaşlarına; silahlı mücadeleye son vermesi durumunda önemli ekonomik ve sosyal görevler vaat ederken; güçlü bir siyasi ve askeri kariyere sahip İhsan Nuri’de devlet güçlerinin Kürdistan’dan çekilmesini şart koştu. Muhatap olarak da kendisinin de emrinde olduğu Hoybun’u işaret etti.

Kürtlere karşı sürekli savaşan ordu güçlerinin sayısı 10 bin civarındaydı. Kürt savaşçıları genelde gerilla taktikleri ile gece baskınları düzenleyip askerlere büyük zayiat veriyorlardı. Yoğunlaşan operasyonlardan sonuç alınamıyordu.

Türkiye son çare olarak uluslar arası diplomasiye ağırlık verdi. Kürt savaşçılarının üstlendikleri bölgenin ancak Sovyetler Birliği ile İran’ın desteği ile alınabileceğini düşünüyordu. İran kendi ülkesinde de bir Kürt sorunu olduğu için işbirliğini güçlendirmekten yanaydı. Sovyet yönetimi ise bağımsız Kürdistan’ın kurulmasını “emperyalizmin Kafkasları ele geçirmenin bir planı” olarak görüyor ve kendi kontrolündeki Ermenilere; Kürtlere yardım yapmamaları için baskı yapıyordu. Sovyet yönetimi Türkiye ile ilişkilerinde daha da ileri giderek bu konuda İran’a da baskı yaptı. İran Kürt direniş güçlerinin yuvalandıkları Küçük Ağrı Dağı çevresindeki verimsiz, ama stratejik öneme sahip toprakları verimli bazı topraklar karşılığında Türkiye’ye verilmesine ikna edildi.. Ağrı İsyanına fiilen katılan Yüzbaşı Zühtü Güven anılarında sınır değişikliğinin Türk birliklerine kazandırdığı avantajı şu sözlerle anlatır: “18 Eylül günü Ağrı’daki bütün kıtalar kolordu emri ile Başköy’e indi. Dahiliye vekili Şükrü Kaya Bey ve rahmetli mareşal ve ordu müfettişleri de gelmişlerdi. Ağrı’da eşkıyadan kalan hayvanlar bir komisyon tarafından satıldı. Mareşal bütün subayları toplayarak yeni Türk-İran hududu Albey Dağları’dır. Artık Küçük Ağrı tamamen bize katılmıştır. Hudut ihtilafı yüzünden eşkıyanın takibindeki aksaklıklar ortadan kalkmıştır, diyerek yeni hududu karşıdan gösterdi. Kıtalar da bundan sonra yeni gösterilen garnizonlarına çekildiler.”[1] Türk basını da isyanın bastırılması aşamasında Sovyetler Birliği ile İran sayesinde Kürtlerin yenilgiye uğratıldığını açıkça yazmakta sakınca görmüyordu: “Milliyet gazetesi Türkiye Devletinin İran ve Sovyetlerin sayesinde, o da 5 yıl boyunca yenilgiye uğrayarak elde ettiği başarıyı, Büyük ve Küçük Ağrı Dağları üzerine çizdiği bir mezar resmi ve mezar taşına da ‘Bağımsız Krdistan buraya gömüldü”[2] diye haber yapacaktı.

Kürt direnişçileri çok yoğun bir çalışma yürütüyorlardı. Düzenli birlikleri oluşturmak üzere savaşçılara üniforma giydirilerek kasketlerine HOYBUN arması taktırıldı. Bu gelişmeleri izleyen devlet de orduyu silah ve teçhizat yönünden güçlendirerek bölgeye sığınak yapıyordu. Sovyetler Birliği ile İran’ın desteğini alan devlet, 1930 yılının baharında uçaklarla desteklenen 100 bin kişilik bir güçle geniş kapsamlı bir taarruz başlattı. Ermeni yazar GARO SASONİ’ye göre “Krt savaşçılar 7 (yedi) uçak düşürüyorlar.” Sonradan, düşürülen uçaklarda hayatlarını kaybeden pilotlar için Ağrı şehir merkezinde “hava şehitleri abidesi” yaptırılır. Erciş, Murdiye çevresinin bir bölümü Kürt direnişçilerinin eline geçer. Sovyetler Birliğinin Culfar’a kuvvet yığmaları çatışma bölgesindeki dengeyi Türk birliklerinin lehine değiştirir. Özellikle Kürt aşiret güçlerinde çözülme ve devlet güçlerinin saflarında yer alma süreci başladı. Bölgenin 3 büyük devleti Kürtlere karşı ittifak içine girmişleri. KESKOİ aşireti devlet güçlerine yardımda etkili rol oynadı. ‘Ağrı Eteklerinde İsyan’ kitabının yazarı Emin Karaca’ya göre: “Keskoi aşiretinin ihanetiyle Türkler Ağrı Dağı’na hakim oldular.”[3] İsyan önderleri de bu yönden görüş belirtmişler. Başka aşiretler de ihanet kervanına katılırlar. Şunu da belirtmek durumundayım: Araziye uyum sağladıkları için Hakkari eşraflarına ait katırcılar da üç yıl boyunca ordu birliklerine erzak ve teçhizat taşımışlardı. Böylesine güçlü bir ittifak karşısında Kürt isyancılar içinde yiyecek, silah ve mermi sıkıntısı hızla yayılır. Çünkü sınırdaki lojistik destek tamamen kesilmişti.

Yandaki dönemin Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan karikatürlerinden biri >

Kürtleri sindirmek için sıra toplu kıyımlara gelmişti. Çocuk, kadın, ihtiyarlardan oluşan çok sayıda sivilin katledilmesi halk içinde panik yaratıyordu. Öldürülen her askere karşılık bir Kürt köyünün haritadan silinmesi talimatı verilmişti. Yazar Garo Sasoni’nin verdiği bilgilere göre on bin Kürt savaşçısına karşı 60 bin kişilik ordu gücü savaşıyordu. Avrupa ve Amerika basını İhsan Nuri’nin verdiği 100 bin kişilik askeri gücün Kürt savaşçılarına karşı savaştığı görüşünü doğrular nitelikte haberler yapmıştı. Ağrı’da Kürt isyancılara karşı savaşan komuta heyetinin başında; sonradan Genel Kurmay Başkanı olan General Salih Omurtak vardı. 1937-1938’de Dersim’de Kürt direnişini acımasızca bastıran General Abdullah Alpdoğan’ın dışında Ekrem Paşa, Ahmet Hüsnü Paşa ve Miralay İrfan Bey görev alan üst düzey Subaylardı. En büyük katliam Zilan Deresi’nde gerçekleştirildi. Devletin bir yarı resmi organı gibi çalışan Cumhuriyet Gazetesi de “Zilan Harekatında imha edilen eşkıya miktarı 15 binden fazladır. Yalnız bir müfreze önünde düşüp ölenler 1000 kişi tahmin ediliyor. Zilan deresinde sıkışan 5 şaki de teslim olmuştur. Burada ki harp pek müthiş bir tarzda cereyan etmiş, Zilan deresi lebalep ecsat (cesetler) ile dolmuştur.”[4]


Yine, bir başka karikatür.

“Deli Kemal” lakaplı komutanın en büyük zevki gördüğü kadın, çocuk ve ihtiyarlardan oluşan savunmasız insanları topluca katletmek için askerlerine “ateş serbest” talimatını vermekti. Lojistik destekten yoksun bırakılan Kürt isyancılar; İran’ın Türkiye’ye verdiği topraklardan da ablukaya alınırlar kapısız, penceresiz coğrafyada kendilerinde on kat fazla olan düzenli ordu birlikleri ve önlerine düşüp yol gösteren coğrafyayı çok iyi tanıyan ihanetçi aşiretler karşısında savaşmanın güçlülüğü Eylül ayına doğru kendisini hissettirir. 25 Eylül 1930 da meydana gelen çatışmalarda Kürt direniş güçleri başarılı olmaz. Bu yenilgiden sonra lider kadrosu dağılır. İran’a sığınan ayaklanmanın efsanevi komutanı İhsan Nuri, 1976 da Tahran’da şaibeli bir trafik kazası sonunda öldü. İran’da iken isyanla ilgili anılarını “Kürtlerin Kökeni” isimli ve aynı zamanda tarihi bir belge niteliğindeki ölümsüz eseriyle yeni kuşaklara aktardı.

Kürtlere karşı zafer sarhoşluğunu yaşayan hükümetin görüşünü dile getiren Türkiye Adalet Bakanı Mahmut Esad BOZKURT; 19 Eylül 1930 da Ödemiş’te verdiği demecinde: “Dost ve düşman bilmelidir ki, bu memleketinin efendisi Türklerdir! Türkiye içerisinde yaşayıp damarlarında temiz Türk kanı olmayanların bir tek hakkı vardır: uşaklık ve esirlik!...”[5]


Döneme ait karikatürlerden.

Adalet mekanizmasının başında bulunan bu zatın ırkçı ve faşizan içerikli demeci özgürleşmek için direnişini sürdüren Kürt halkına yönelikti ve Anadolu’da tek millet yaratmanın mesajını veriyordu. Zaten Kürtlerin dışındaki azınlıklar Cumhuriyetin kurulmasıyla tarihin çöplüğüne gömülerek etkisizleştirilmişlerdi. Kürtlere karşı taraf olan bir hukuk sisteminin başına oturtulan Adalet Bakanı Bozkurt; aynı zamanda Cumhuriyetçi kadroların ırkçı karakterini yansıtıyordu. Ancak o da Kürtler konusunda yanılacaktı. Demecinden bu yana 81 yıl geçmesine rağmen Kürtler “esaret ve uşaklığı” kabul etmediklerini; özgürlük direnişleriyle ispatladılar. Kürtler bugünde onun şoven, militarist ve ırkçı mirasçılarına karşı yine meydanları doldurarak seslerini yükseltiyorlar.

Daha önce ifade ettiğimiz gibi; Milliyet Gazetesi Ağrı Kürt ayaklanmasının bastırıldığını ilk sayfasına yerleştirildiği bir mezarla karikatürize edecekti. Bir kayalık zirveye oturtulan mezarın sarıklı, yüksek dikili taşına Kürtlerin ölümünü şu sözlerle kamuoyuna duyuruyordu;

MUHAYYEL KÜRDİSTAN BURADA METFUNDUR
(HAYALİ KÜRDİSTAN BURADA GÖMÜLÜDÜR)[6]

Milliyet Gazetesi de Kürtlerin ruhuna fatiha okumakla tarihin en büyük yanılgısına düşmüştü. Bugün de 40 milyona yakın nüfuslarıyla Kürt halkı Ortadoğu’nun en dinamik gücüdür ve bölgede siyaset üreten en dirayetli önderliğe ve kadrolara sahiptir.

Halkların ölüm ilanını vermek, tarihi gerçekleri bilmemektir. Tarihin bütün dönemlerinde olduğu gibi günümüzde de yok olmakla karşı karşıya gelenler halklar değil, zalim, inkarcı, despot diktatörlüklerdir.

Tarih baba bugün de Ortadoğu’da firavun, şah, padişah, kral ve melik kalıntılarının ölümlerine bir kez daha tanıklık etmektedir.

KAYNAKÇA:
Emin KARACA, Ağrı Dağı Eteklerinde İsyan.s:170
Emin KARACA, Ağrı Dağı Eteklerinde İsyan.s:137
Emin KARACA, Ağrı Dağı Eteklerinde İsyan.s:223
Emin KARACA, Ağrı Dağı Eteklerinde İsyan.s:71
Emin KARACA, Ağrı Dağı Eteklerinde İsyan.s:137
Emin KARACA, Ağrı Dağı Eteklerinde İsyan.s:137




Yüksekova haber sitesinden alınmıştır

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder