‘Sürgün belleği’ diye bir tabir kullanmak belki de yer yüzünde en çok Kürdler açısından bir uygunluk arzeder. Zira yüzlerce yıldır periyodik ve kitle halinde sürgünlere maruz kalan bir topluluk. Dolayısıyla da tarihin evvelinde doğmuş bir Kürd ile yarın doğacak bir Kürde kadar hafızalarda genlere karışmış kadar etkin bir sürgün izleğinden bahsetmek mümkün. Her ne kadar Osmanlı tarihinde en kapsamlı hali yaşanmış olsa da, son 50 yıllık gelişmelerin ‘sıcaklığı’ ve sürgünün ölüm ile birlikte iki tercih şeklinde sunulması, bu sürgün belleğinde daha çok Avrupa ve kısman Türkiye’nin Batısına doğru olan Kürd göçünü aktüel hale getirdi. Lakin ‘bir ülkeden bir iç ülkeye’ diye de tarif edilen Anadolu içlerine doğru göç etki ve sonuç parametrelerinin tarihsel derinliğe denk geldiğini söylemek mümkün.
Örneğin Avrupa ya da Türkiye’nin Batısına yapılan son 50 yıllık göçlerin hiçbir zaman gidilen toprağa tam anlamıyla bir yerleşme hali aldığını söylemek mümkün değil. Bu kategorideki her Kürd için bir ‘vatan aşkı’ndan ve geriye dönüş arzusundan bahsedilebilir bariz şekilde. Ancak Osmanlı ve öncesinde yaşanan sürgünlere maruz kalmış Kürdlerde bu duygunun karşılığını bulmak mümkün değil. Bu belki de çaresizliğin bir başka adıdır. Zira son 50 yıllık süre içinde her dönem aktif ve etkili şekilde yaşanan Kürd isyanlarının kapsayıcılığı temel bir parametre olarak beliriyor. ‘İntikam’ ve makus tarihi tersyüz etme kapasitesinin aktifliği son dönem sürgünlerinde söz konusu duyguyu hep canlı kılageldi. Velakin Orta Anadolu olarak kavramsallaşan ‘iç sürgünler’in gittikleri yerlerde yaşamlarının totolojisini ya da bir prototipini toprağa ektiklerini görmek mümkün. Örneğin Konya, Kırşehir, Ankara ve çevresindeki Kürdlerde bu duygu çok hakim olmakla birlikte, son 50 yıllık politik ve sosyal gelişmelere dahil olduklarını da görmek mümkün. Tarihi daha eskilere giden ve bu kategoride bir parantez olarak ele alınması gereken sürgünlerin dikkat çeken yerleşkelerinden biri de iç Karadeniz ve kısmen kıyı Karadeniz bölgeleri. Samsun, Kastamonu, Sinop ve Amasya gibi iller bu parantez bölümünün örnekleri olarak sayılabilir. Kürdistan ile bağları en çok aşınmış, Kürdilikle irtibatları en çok esnemiş grup da bu gruptur. Bu grupta hem dil hem de kültür olarak arada kalmış bir formdan söz edilebilir. Ağırlıklı olarak tarımla ilgilenen bu grubun bütün bir fizyololojik aktivasyonundan fışkıran bir Kürdlük’ten bahsedebilmekle bilikte, dil babında bu etkiyi görmek maalesef mümkün değil. Güncel Kürdçe ile neredeyse yok denecek kadar az bir ilişkileri olsa da, kullandıkları dil Türkçe ya da başka bir dil de değil.
Özellikle Amasya’da yaşayan Alevi Kürdler’in varlığına dair henüz ciddi bir araştırma ile karşılaşılmış değil. Dersim kökenli olduklarını ve yüzyıllar önce buradan Amasya’ya sürgün edildiklerini düşünen Amasya Kürdleri, yüzyıllardır kendi anadilleri olan Kurmanci’yi konuşuyor ve kültürlerini yaşıyor.
Bazı araştırmacılara göre Kürdler, 12 ve 13. yüzyılda bu topraklara zorla göçertilmişler, bazılarına göre ise Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethetmesiyle birlikte İstanbul’un müslümanlaştırılması kapsamında çok sayıda Kürd köyü oluşturulmuştur. Yine kimi araştırmacılara göre ise Kürdler asli olarak ilk defa Yavuz Sultan Selim (1512-1520) döneminde yani Kürdistan’ın Osmanlı İmparatorluğuna bağlandığı yıllarda Kürdler kitleler halinde Batı’ya zorla göç ettirilmiş. Kürdlerin kesin olarak ne zaman bu topraklara geldikleri sorusu hala yanıtsız kalırken, bütün bu varsayımlar gösterdiği değişmez gerçek ise Kürdlerin yüzyıllardır Orta Anadolu ve Batı’da yaşadığıdır. Ortalama olarak 5 asırdır, Konya, Yozgat, Ankara, Kırşehir, Nevşehir, Tokat, Çorum ve Amasya gibi illerde yaşayan Kürdler, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tüm asimilasyon ve yok sayma politikalarına karşı, kendi kültürleri, dilleri, gelenekleri ve inançlarını günümüze kadar taşımıştır. Fransız araştırmacı G. Perrot tarafından Orta Anadolu Kürdlerinin tarihine ilişkin 1860’larda yapılan ilk sözlü tarih çalışmasında, buradaki Kürdlerin tarihinin çok eskilere dayandığı ortaya çıkmıştır. Çalışmasında bölgedeki 70-80 yaşındaki insanlara ne zaman oraya yerleştikleri sorusuna iki yüz yıldan daha uzun bir zamandır orada yaşadıkları ve atalarının orada doğduğu yanatını alır. Bu araştırmalara göre buradaki Kürdlerin yerleşiminin en azından 15. ve 16. Yüzyılda ve hatta daha eski olduğu görmek mümkün. Orta Anadolu’ya sürgün edilen, zorunlu iskâna tabii tutulan veya değişik nedenler yüzünden göç ederek buralara gelen Kürdler, hala Kürdistan’daki gibi dağların eteklerinde ve vadilerde yaşamaya devam ediyorlar.
Dersim Kürdleri Orta Anadolu’ya
Orta Anadolu’nun 7 ana Kürd yerleşkesinden biri olduğunu belirten Kürdolog Mehmet Bayrak, bu alanın içine yoğunluklu olarak Ankara, Konya gibi büyük yerleşkeler olsa da Nevşehir, Kırşehir, Çorum, Yozgat, Tokat ve Gümüşhane gibi illerin de girdiğini ifade ediyor. Buralardaki Kürdlerin 20. yüzyıldaki sürgünle alakalı olmadığını 19. yüzyıl ve öncesine dayandığını ekliyor. Bu yerleşimlerin ağırlıklı olarak Dersim eyaleti kökenli olduğunu ifade eden Bayrak, “Kasr-ı Şirin Antlaşması’yla birlikte sınırların tekrar belirlenmesi çerçevesinde önce Horasan’a göçmüş olanlar Kasr-ı Şirin’den sonra Dersim bölgesine geri gelen binlerce aile oradaki toprakları tutulmuş olduğu için tedricen batı yönlerine doğru aktılar. Özellikle Alevi olan bu kesimler daha çok Dersim kökenli. Hepsi birden göçmüş değil. 350-300-200-100 yıl önce tedrici olarak göç etmişler. 1938 sürgünü ile alakalı değil” diyor BasHaber’e.
“Alevilik Kürdlük ile Sunnilik ise Türklük ile özdeş“
Dersim’in bugünkü gibi bir il adı olmadığını Dersim merkezli Fırat havzasına Dersim Bölgesi dendiğini dile getiren Bayrak, Orta Anadolu’da yaşayan Alevi Kürdlerin azınlık içinde azınlık statüsünde olduklarını ve böyle topluluklarda din ve milliyet kimliklerinin birbirinin tamamlayıcısı olarak iç içe geçtiğini belirtti. Bayrak şöyle devam etti: “İki kimliği birlikte öne çıkarmak her zaman mümkün olmadığı için genellikle daha risksiz olan kimliği öne çıkarırlar. Yani Alevi olduğunu söylerken aynı zamanda Kürdlüğünü ifade eder. Alevilik aynı zamanda Kürdlüğün bir adlandırması gibi algılanır. Onların gözünde sunni bir Kürd, Kürd değil Türktür. Bu topluluklar Türkü sunnilikle Kürdü ise Alevilikle özdeşleştirir.”
1927’de Amasya Kürdlerinin sayısı 3256
Orta Anadolu’daki Kürdlerin varlığına dair çeşitli çalışmalar ve araştırmalar yapılmış olsa da şu ana kadar Amasya’da yaşayan Kürd Alevilerle ilgili ciddi bir araştırmaya rastlandığı söylenemez. Bu konuda ilk olarak ortaya çıkan veri olarak kabul edilebilecek 28 Ekim 1927 tarihinde yapılan nüfus sayımında, Amasya’da anadili Kürdçe olan kadın ve erkeklerin sayısı 3256 olarak saptanmıştır. Bu sayımdan 73 yıl sonra yapılan başka bir sayımda ise Amasya’da 2700 Kürdün yaşadığı tespit edilmiştir. Yapılan sayımlar sonucu ortaya çıkan resmi rakamlara göre binlerce Kürdün burada yaşadığı ortaya çıkıyor. Bugün sayıları ne kadar olduğun bilinmeyen ve 20’nin üzerinde köyleri olan Amasyalı Kürdler daha çok Amasya’nın Göynücek ilçesinde ve Mecitözü’ne yakın yerlerde yerleşikler. Amasya’nın merkezinde de birkaç küçük köyleri olan Kürdlerin sınırdaki Yozgat, Çorum ve Tokat’taki Kürdlerle aynı “öz”den olduklarını düşünüyorlar.
‘Nereden geldiğimizi biliyoruz’
Kendi deyimleriyle “Alevi değilsen Kürd değilsin, Sünniler Türk’tür” diye ifade ettikleri Kürdü kimliğini inanç temelli olarak günümüze kadar getirmeyi başarmışlar. Amasyalı Kürdlerden biri olan 45 yaşındaki Gülhan Benli, kendisi gibi Kürd köylerindeki hiç kimsenin sürgün hikayesini bilmediğini sadece Yavuz Sultan Selim döneminde Dersim, Elazığ ve Erzincan tarafından Amasya’ya sürgün edildiklerini duyumsadıklarını anlatıyor.
Amasya’da örf-adetlerini, geleneklerini, kültürlerini Kürdistan’dan neredeyse hiç fark olmadan yaşadıklarını ifade eden Benli, çocukluk anılarında sürgün edildikleri zamanlarda çok ağır şeyler yaşadıklarının anlatıldığını anımsadığını ifade ederek, “Biz hikayemizi bilmiyoruz, ama nereden geldiğimizi biliyoruz. Babaannemin Bingöl, dedemin ise Elazığ’dan buraya gelmişler. Bizim köylerin hepsinde hala Kürdçe konuşulur. Hatta Kürdçe bilmeyen Kürdler bize çok garip gelirdi. Bende dahil, bizim çocuklarımız çoğunlukla türkçeyi ilk okula başladığımızda öğrenmeye başlardık” diye konuştu. Kendi aralarında kendilerini “öz” olarak tanımladıklarını dile getiren Benli, aynı “öz” den olarak gördükleri insanların hepsinin Elazığ ve Dersim bölgesinden oraya göç edenlerden oluştuğunu söyledi. Hala yılbaşından bir süre sonra Sersal’i kutladıklarını ve Kürdistan’da yaşandığı gibi Kalê-Pîrê yaptıklarını ve ev ev gezerek hediyeler topladıklarını aktaran Benli, bundan 20 yıl öncesine kadar da köylerindeki yaşlı kadınların türkçe bilmediğini belirtti.
Zerya Nergis
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder