Sayfa - Rûpel

Bölümler - Beş

11 Ağustos 2012 Cumartesi

Medyatik zorbalık ve toplumsal reddiyenin ölümü (SELAHEDDÎN BIYANÎ)


'Türk Faşizminin iki büyük baharından ilki, İttihatçı Proje'nin kıblesini Hitler Almanya'sına çevirdiği, 'ya biat ederler ya yok olurlar' diyerek bütün çıkıntıları düzleştirme girişimi idi. İkinci bahar kapımızdan içeriye çoktan girdi: Bu kez kıblesini Pensilvanya'ya çevirmiş yeşile çalan Türki ırkçılık!'

'Kapitalizm en büyük günahını, kahramanların kafasını bir bir ezip başkaldırıyı insanların zihninden tamamıyla silmeye kalkışmakla  işlememiştir. Asıl büyük günahını güçlü, zalim ve haksız olanın yanında yer almanın sorgulanması gereken en önemli ahlak sorunu olduğunu insanlara unutturmakla işlemiştir.'

Bir gün mazı ağacı, meşe ağacına "dikkat et, balta seni kesiyor" der. Meşe ağacı, mazı ağacına dönüp, "merak etme o baltanın sapı da benden yapılmıştı" der. Özal'ın "bana iki yüz adam verin; bu ülkeyi rahatlıkla yöneteyim" dediği prenslerin yönettiği Türkiye medyası, arada bir sistemin gövdesine yumuşak balta darbeleri indirir. Patronlarının verdiği icazetle arada bir sistemin çok da incinmeyen, sertleşmiş, arsız bölgelerine balta indiren, bir kısmı soldan devşirme, diğer kısmı cemaat evlerinde yıllarca Kemalist Kuşatmaya ve Kefere Cumhuriyeti'ne karşı mızmızlanırken yüzlerine nur yerine bu günlerde iktidarın bütün çirkinliği bulaşmış yorumcular! Pornografik şiddetin teşhirine bayılan, iktidar oldukları andan itibaren başarılı ve çok beklemiş bir orgazmın yarattığı lümpenliğin ve artistliğin bütün kabalığını sergilemekten geri durmayan, maaşları dolarlar üzerinden ödenen şu meşhur medya yorumcuları güruhu! Medya Plazalar özellikle son yıllarda, Bakunin'in, "dünyanın en iyi demokratını tahta oturtun, yarım saat sonra indirmezseniz kesinlikle hainleşir" sözünü fazlasıyla doğrulayan, sarhoşluğun ve gevşemenin bütün ruh hallerinin temsil bulabildiği, sayısız soytarıya roller biçilmiş absürd bir tiyatroya dönüşmüştür.
Onların o yumuşak koltuklara oturmaları için milyonlarca insanın alın terini çalmalarına göz yuman egemen sistem, bu tiyatro oyuncularının bütün sistem eleştirilerinde (?) sinsice ve sırıtarak, 'olsun sizin sapınız benden yapıldı' der. Siz hiç haber bültenlerinde, onların dışında bir yere odaklanmamızı neredeyse imkânsız hale getirmek için kafaları tüm ekranı kaplayan haber spikerlerine dikkat ettiniz mi? Mimikleri, jestleri ve alabildiğince içtenliksiz, yapay tepkileriyle yetmiş milyon insanın yerine olaylar karşısında nasıl tavır belirlediklerine, 'siz zahmet etmeyin biz zaten düşündük' derken ki pervasızlıkları ve edepsizlikleri takdire şayandır. Büyük kitleler adına karar verirken içerisi allak bullak olmuş toplumsal reflekslerin çatırdamış yerlerinden nasıl sinsice sızdıklarını gözden kaçırmak mümkün değildir. Haber bültenleri bir cellatın kendi kurbanının kafasını uçururken yaşadığı duygusal acınma ritüeliyle doludur. Komik, trajik ve sonsuz derecede samimiyetsiz! 'Bu ülkeye komünizmin gelmesi gerekiyorsa onu da biz getiririz; siz hiç zahmet etmeyin' diyen erk ve erkeklik delisi büyüklerinin sözünden çıkmayan uslu ama aynı zamanda sinsi, cinsiyetçi, faşist ve şaka yaparken bile birilerinin yaşamını incitmeden bunu beceremeyen, şımarık çocuklar gibi şen şakrak ve cadı kazanı Türk medyası!

Kıblesini Pensilvanya'ya çeviren medya
Bu ülkede medyanın etiği üzerine çok şey yazıldı, çizildi. Kendi varoluşunu sistemin var olma koşulundan alan, sahiplerinin fazlasıyla kabarık katillik ve hırsızlık sicillerini kapatmak için kendilerini müstesna milliyetçiler ve dindarlar olan tanıtan, kendini bu ülkenin muktediri ve sahibi olarak gören, sanal ve görsel bir diktatörlüğü toplumsal bir gereklilik olarak sunmuş ve maalesef kitleler nezdinde fazlasıyla itibar sağlamış olan bir medyanın etik oluşturma gibi bir sorunu olamaz. Bundan birkaç yıl önce medyanın liberal, kıvırgan ve sola çalan burjuva egemen ağzı değişmiş, yerine Naim Şahin'in, Müge Anlı ve bilumum vatansevicilerinin, mantık silsilesini ve insanlığın kendisini yerle bir eden iktidar temsili öfkeli ağzı gelmiştir. Tarihin en rezil iktidar yaltakçılığının temsilleri hayatımızın her yerine sızmışken 1940 ve 50'lerin Milliyet ve Hürriyet gazetelerinin tarihsel mirasını Zaman ve Yeni Şafak almıştır. Kenan Evren'in 'asmayalım da besleyelim mi' nutkunu okuduğu mikrofon, bu gün 'en sert şekilde intikam alınacaktır' diyen bir Kayseri Lordu'na devredilmiştir. Tüm medyanın arada bir sisteme ufak dokundurmalar yapması ve bizim hayretle 'bu kez doğru bir şeyler söylediler' dememiz, durmuş bir duvar saatinin günde en az bir kere de olsa doğru saati göstermesine benzer. Türk Faşizminin iki büyük baharından ilki İttihatçı Proje'nin kıblesini Hitler Almanya'sına çevirdiği, 'ya biat ederler ya yok olurlar' diyerek bütün çıkıntıları düzleştirme girişimi idi. İkinci bahar kapımızdan içeriye çoktan girdi: Bu kez kıblesini Pensilvanya'ya çevirmiş yeşile çalan Türki ırkçılık! Ağrı İsyanı'nda 'Muhayyel Kürdistan burada gömülüdür' diye not düşüp Ağrı Dağı'nın tepesine sarıklı mezar taşları diken Cumhuriyet gazetesinin geleneğini bu gün 'Eşkıya ininde yok edildi' diye sürmanşet haberler geçen Akit Gazetesi devralmıştır. Kürtlerde değişime direnen bütün insanlar için söylenen meşhur bir laf vardır: Lawê min çû eskerê / Dîsa hat kerê berê…

Ordu-devlet-medya diyalektiği
Devlet bakanlarından biri ilçe ziyaretlerinden birinde, insanları toplayıp 'Sevgili hemşerilerim, belediye başkanınız size iyi davranıyor mu?' diye sormuş. Kalabalığın içinde muhalif, yaşlı bir adam 'Evet kendisine çok iyi davranıyor' demiş. Yardakçılardan biri yaşlı adama karşı çıkıp 'Ne diyorsun amca sen? Sadece kendine mi iyi davranıyor?' Yaşlı adam yardakçıya dönüp 'Aslında haklısın; sana da çok iyi davranıyor' demiş. Bu ülkenin medya ve iktidar ilişkisi insana cinnet geçirtecek düzeyde bir alttan almacılık, idare etmecilik ve yardakçılık hikâyesidir. Tarihte kavga ederken bile birbirini bu denli meşrulaştırmaya çalışan ikinci bir soytarılık hikâyesine rastlanabileceğine inanmak gerçekten çok zordur.
Karl Popper, makalelerinin birinde "Demokrasilerde sorun, kimlerin kimleri yönettiğinden çok, kimlerin kimleri nasıl yönettiğidir" der. Global kapitalizmin emir erleri ekranlardan her gün şunu emreder: Ölene kadar bol miktarda kazanın ve tüketin! Bu sloganın bu topraklardaki karşılığı, Kemalist kıyı burjuvazisine karşı Anadolu Kaplanları'nın şahlanışıdır. Bu sloganın pratik karşılığı şudur: Hiçbir insani kimlik ve vicdani tavır sizi kredi kartlarınızın kabarık limitleri ve kazandığınız yemyeşil dolar rezervleri kadar insan yapamaz. 'Başarıya götüren bütün yöntemler doğrudur' bir başka emirdir: bu kutsal emrin bu ülkedeki karşılığı seküler ve holdingci İslam'dır! Bunun pratik sonuca çok daha korkunçtur: 'Ardınızda binlerce insan ölüsü ve altüst olmuş binlerce yaşam bıraksanız bile sakın geri dönmeyi düşünmeyin, çünkü başarı ve zafer dost düşman tanımaz; çıkar en büyük dostumuzdur; hayatı ve hayatın içindeki her şeyi kullanabildiğiniz ölçüde hayat anlamlıdır!' Modern teknik iktidarlar iyi donanımlı ordularının başkumandanlığını medya patronlarına vermişlerdir. Medyaya rağmen hizaya gelmeyenler için zulalarında sakladıkları gerçek askerlerden oluşan gerçek ordular vardır; yargıçlar ve hapishaneler vardır. Ordu-millet-devlet diyalektiği yerine çoğu kez ordu-devlet-medya diyalektiği devreye girer. Nasılsa milletin büyük bir çoğunluğu doğuştan ordu mensubu ve milletin büyük bir kısmı medyanın ne kadar güçlü ve vatanperver olduğunu öğrenmiştir artık. Hizaya gelmeyenlerin ıslahı, devletin ve kutsal iktidarın bekası için en büyük şarttır. Bu ülkede, bütün bu ulvi emirlerin kutsandığı, kitlelere sunulduğu ve durmadan meşrulaştırıldığı yer, iktidarların ileri müfrezeleri olarak konumlandırılmış medyadır.

Haber bombardımanıyla belleksiz bırakmak
Nietzsche, "Modern dönem, artık kahramanlıkların bittiği ve en yeni olduğunu iddia eden şeyin bile sıkıcı bir tekrara dönüştüğü bir dönemdir" derken günümüzün medyatik imparatorluklarını sezmişti neredeyse. Ekran karşısında kafası iyice bulandırılmış kitlelerin kahramanlarını da medya yaratır. Kahramanları büyüsel bir tarzda belirleyen medya, kendini yeniden üretmek ve büyüyü bozmamak için kahramanlarını sürekli ve hızlı bir biçimde yeniler. Miroğlu ölür, Polat Alemdar dirilir! Çünkü tüketim kültüründe pazara sunulmuş kahramanın ya da nesnenin tılsımı bozulmamalıdır. İnsan gereksinimi üzerine oturmuş söz konusu sanal diktatörlük, tüketicinin kalabalık ama çoğunlukla gereksiz bilgilerden oluşmuş zihnini kapsamlı bir paparazzi sunumuyla iyice süsler. Bunu, toplumsal gerçekliğin bire bir yansısı veya tam bir gereklilik olarak sunar ve sıradanlaştırır. Her akşam birkaç dizi izleyen bir insanın dünyada ya da kendi çevresindeki olaylar dizgesine takılıp kalmasını beklemek abartılı bir iyimserlik olur. Başka ülkelerde boş zaman etkinliği olan bir kategori ya da olay bu ülkede kolektif bir kimlik problemine her an dönüşebilir. Müslümcüler ve Orhancılar ya da Kemalciler ve Tayyipçiler gibi.
Haberler, çoğunlukla bir unutturma aracıdır. Normal ve gerçekten önemsiz bir haberin bile dört ya da beş defa üst üste yayınlanması, az sonra diye yankılanan ve neredeyse toplumsal bir felaket öncesini anımsatan o tok ses, dünün başlıklarını izleyicinin kafasından silip atar. Üst üste yapılan haber bombardımanı insanları belleksiz bırakır. Zaman algısı parçalanmış bireylerin geçmişle bağları iyice kopmaya başlar. Çünkü her şey anlıktır ve bu muazzam değişimin hızına yetişebilecek hiçbir zihinsel kalıp henüz icat edilmemiştir.

Kürtlerin ipliğini pazara sunmak
Bir dönemler neredeyse Ekvator'un aşağısında kalmış bütün dünyayı çoraklaştırıp yoksullaştıran, kendisinin dışında kalan dünyanın reddiyesi üzerinden kendini gerçekleştiren, kendine benzemeyenleri benzeştiren, benzememekte direnenleri bir bir kendi tarihsel mezbahanesine çeken Batı Avrupa ve Amerika merkezli emperyalist proje, özellikle son yıllarda yapısal bir değişim yaşamaktadır. Son dönemlerde fena halde zedelenip cilası dökülen, eski barbarlık günlerine geri dönen ve kitleler nezdinde meşruluğunu yitirmeye başlayan büyük Global Kuşatma, hijyenik değildir diye asla kendi sınırlarından içeriye almadığı, ötekiye ait her şeyi (farklı kültürlerin müziklerini, danslarını, inanç kalıplarını, giyimlerini, yemeklerini, tütsüyü, büyüyü, gizemi, totemi, kilimi vs.) kendi pazarına endeksleyip satmaya başlamıştır. Amerikan sinema endüstrisi ve görsel imparatorluğu, katlettiği Kızılderililerin ve Latin Amerika halklarını konu alan filmlerini, katlettiği kavimlerin torunlarından tarihsel bir özür dilemek için yapmaz. Daha çok kahramanlık öyküsü, daha çok erkeklik, daha çok devlet, daha çok sahtelik, daha çok reyting ve çuvallar dolusu dolar! Bir dönemler yamyam diye adlandırdıkları ve kafa derilerinden koleksiyon yaptıkları yerliler, onların dijital ekranlarında milyonlarca izleyicinin sempatik ama biraz vahşi pazar nesnelerinden biri olmuşlardır. Aynı şekilde bu ülkede aşağılama ve hor görmeyi gelenek haline getirmiş olan ırkçı ve milliyetçi söylem ve onun kulakları sağır edecek kadar gür sesli çığırtkanı medya, bir yandan Kürtlerin seçtiği onlarca milletvekilinin meşruluğunu sorgularken, neredeyse 'ben sizden değilim' diyen herkesi katıksız bir vatan haini ilan edebilecek kadar pervasızlaşırken öbür taraftan büyük bir ikiyüzlülük ve kurnazlıkla bütün kameralarını Harran ve Mardin'e çevirmişlerdir. Bu ülkenin film endüstrisi ve medya diziciliği, Kürtleri sadece bu ülkenin geri kalmışlığına ve cehaletine gönderme yapan en iyi alegorik özne olarak tanımlar. Kökleri bin yıllara dayanan kadim bir kavmi, fazlasıyla laubali ve sulu Kemal Sunal ve Şener Şen filmlerinden ve Doğu'da görev yapmış tanıdıklarından bilen, Kürt coğrafyasının, tarihsel, etnik, sosyolojik, siyasal, dini ve kültürel hiçbir boyutunu bilmeyen, birçok konuda olduğu gibi bu konuda da fazlasıyla cahil ve işine gelmeyeni es geçen senaristlerin ve yönetmenlerin pazarına dönmüştür Otantik Doğu. İstanbul, Ankara ve İzmir merkezli orijinini ve kültürel kaynaklarını hoyratça tüketen medya ve sinema endüstrisi, çoğunlukla ülke coğrafyasının doğusunda gerçekleşmiş, fazlasıyla çarpıtılmış ve abartılmış, feodal kapışmanın dışında hiçbir sosyolojik gerçekliği içermeyen içinde bol miktarda cinnet, cinayet ve cehalet olan filmleri pazarına eklemlemiştir. Bu filmler çoğunlukla Kürdün kadim geri kalmışlığını ve barbarlığını resmeden, özellikle eziliyormuş gibi yapan Kürtlerin ipliğini pazara sunan filmlerdir.

Özerk medya odakları şart
Neredeyse bütün tarihi savaşların ve kıyımların tarihi olan, 'her tarafımız düşmanlar tarafından kuşatılmıştı ve hala kuşatma altındayız' paranoyasıyla korkutulan, ürkütülen ve içine kapanmaya zorlanan insanların ülkesidir Türkiye. Dışarıdan bakan birinin rahatlıkla 'Düşmansız bir gün yaşayamazlar' diyebildiği, şaşkın ve koordinatlarını yitirmiş kitleleri daha da uyuşuk ve hantal yapmanın en iyi ve en zahmetsiz yöntemi, en sıra dışı şeyi bile sıradanlaştırılmış seyirlik âlemlere dönüştürmektir. Sıradan olanı abartılı bir tarzda sunup sıra dışı olanı arka plana iterek bilinci şoka uğratmak ve bütün bunlardan sonra kafası iyice bulandırılmış geniş kitleleri, hiçbir soru sormadan bakan boş bakışların toplumu haline getirmek adeta Amerika medyacılığının gizli oda toplantı tutanaklarından sızmıştır bu ülkeye. Makyavelli'nin prenslerini aratmayan Türk medya prensleri cambazlığın ve hilenin bin bir türlüsünü öğrenmişlerdir. Bu ülkede medya kışkırtıcıdır, provokatördür; ötekileştirir, insanları tuhaf bir hipnozun içinde benzeştirip yok edebilen, pervasız ve savurgan bir zorbanın işlevini üstlenmiştir. Bu zorbaya karşı durmanın en iyi yolu alternatif, özerk medya odakları yaratıp her birini toplumsal bir direniş noktası haline getirmektir. Çağla Şikel' in geçirdiği estetik bir operasyonun, bu ülkede sadece bir hükümet döneminde yapılmış iki bin operasyondan çok daha önemsiz olduğunu insanlara anlatabilecek, Fatmagül'e işlenilen suçların bu ülke tarihindeki yerinin bir çocuğa tecavüz etmiş onlarca devlet erkânının ve bürokratının günah hanesinden çok daha düşük bir yerde olduğunu, hatta bunların asla kıyaslanamayacak durumlar olduğunu insanlara anlatacak, alabildiğince gür sesli bir ses! Bu ülkenin tıkanan zihinsel kanallarını açabilecek bir çığlık! Devlet primleriyle, sonsuz sayıda yalan dolanla ve alabildiğince malzemeden çalarak diktiği büyük apartmanları küçük bir depremde yüzlerce insana mezar olan patronların değil, bu büyük ve total saldırıya rağmen, insani malzemesinden çaldırmamış onurlu insanların yönettiği bir alternatif toplumsal ve demokratik bir basın yayın anlayışı. Yoksa bu cinnet arenasından çıkış yok!

Kaynak: Özgür Politika Gazetesi Politik ART eki http://politikart1.blogspot.de/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder