Sayfa - Rûpel

Bölümler - Beş

11 Ağustos 2012 Cumartesi

Bir destanın hikayesi: Zîlan'ın gözyaşları


Vanlı Necmettin Salaz, Bir Derenin Gözyaşları - Zîlan adlı kitabında 1930 yılında yaşanan ve dünya tarihinde benzerine az rastlanılan bir katliamı yazmakla bir sorumluluğu yerine getirdi. Bu, - kundaktaki bebekten bastonlu ihtiyara kadar - ayırt edilmeden kurşuna dizilen 25 köyün sakinlerine, 15 bin mazlum insana karşı bir sorumluluktur. Zîlan deresi katliamına dair hiçbir şey yazılmadığı için yazmayı borç bilmiş.
1999 yılının ilkbaharında başlamış işe. İstanbul Kürt Enstitüsü'nden gelen bir makalede, olaydan kurtulan birkaç kişinin hala Zîlan vadisindeki köylerde yaşamakta olduğu bilgisi yanı sıra, kişi ve köylerin isimleri de yazılmakta idi. Bunun üzerine hiç vakit kaybetmeden adı geçen köylere gider. Yani Zîlan'ı yazmadan önce, o köylerde araştırmalar yapar.
Olayı bizzat yaşayanları, yaralananları, ölenlerin çocuklarını ve torunlarını bulup konuşur. Katliam alanlarını gezer. Katliamdan sağ kurtulan Hecî Heyder ve Gulazer Ana ile, Pertax köyünde buluşur. Gulazer Ana, o dönem 3-5 yaşlarında, annesinin yaralı bedeninin altında kalarak katliamdan kurtulur. Hecî Heyder isimli köylü ise sırtındaki kasatura izini gösterir kendisine. Küçücük bir bebekken o katliam sırasında sırtından kasaturalanmış. Büyüdükçe sırtındaki o iz de, adeta o günlerin mührüymüş gibi büyümüş. Bu mührü kocaman bir ameliyat izi gibi sırtında taşıyan Hecî Heyder'ın duygularını düşünmek bile insana çok ağır geliyor. Ne yazık ki, şu an bu iki insan hayatta değil. Necmettin Salaz'ın kaydettiği anlatımlarına göre, Zîlan'da katledilen insanların hiçbiri o ana kadar devletle karşı karşıya gelmedi. 25 köyün insanı, bir anda katlediliyor. Köyler yakılıyor, orman arazisi yok ediliyor. İnsanların kaçıp sığınacağı bir alan kalması diye orman da katlediliyor. Bu, devletin yüzleşmek zorunda olduğu bir vahşettir.
Necmettin Salaz, yıllar sonra faili meçhuller için bir çalışma içindeyken Doğubeyazıt'a geldiğinde bir şekilde bana ulaşmış ve bir araya gelmiştik. Çalışması için gerekli yardımda bulunmuştuk. Ağrı dağı isyanı üzerine bir çalışma yaptığım için, Zîlan kısmında neler olup bittiğini bir de kendisinden dinlemek istediğimi söyleyince olumlu yanıt vermişti. Ne de olsa kendisi, katliamın tanıklarıyla buluşup, katliam bölgelerini gezmiş biriydi. Benim için mutlaka değerlendirmem gereken bir söyleşi oldu. Ve sözü burada, Necmettin Salaz'ın aktarımlarına bırakıyorum...
"Öncelikle insanın yaşadığı coğrafyaya, kendi coğrafyasındaki halklara, hatta dünyanın her tarafındaki insanlara karşı bir vicdani sorumluluğu var. Eğer bir hadiseyi keşfetmişseniz, bir hadiseyi duymuşsanız, bölgenize veya bölgeniz insanına, coğrafyanıza bir haksızlık yapılmışsa ve siz de hayatın herhangi bir branşı ile ilgileniyorsanız - sinema olabilir, tiyatro olabilir, edebiyat olabilir, resim olabilir, fotoğraf sanatçılığı da olabilir - sorumluluklarınız var.
Ben öncelikle, çeşitli dergilere bölgeye ait yazıları yazıyordum. Hazır Van'a gelmişken - o dönem belediyede danışmanlık yapıyordum - oraya dair bir şeyler yazmak istiyordum. Kalıcı şeyler yazmak istiyordum. Kendimi de rahatlatacak bazı şeyler yazmak istiyordum. Ve bunu iki ciltlik Adule destanında yazdım.
Babam minibüs çalıştırırdı, sonra taksicilik yapmıştık. O zamanlar Zîlan köylerinden yolcu getirirdik. Ağrı isyanını biliyordum. Ağrı ile ilgili çok şey yazılıp çizilmişti. Ama Zîlan'a dair hiçbir şey yoktu. Evet, Zîlan katliamına dair bir şeyler duymamıştım, bilmiyordum. Merak ederdim. O dönem yerelde gazetecilik yapan arkadaşlar vardı, 'Belge niteliğinde bir şey var mı?' diye sormuştum. Bir arkadaş, İstanbul Kürt Enstitüsü'nde sadece iki-üç sayfalık bir belgenin olduğunu söylemişti. Sağ olsunlar, o belgenin bir fotokopisini gönderdiler. Bir makaleydi. Biliyorsunuz, makaleler gün gelir bir şekilde kaybolur. Eskidikçe eski yerlere gidiyor. Ama bir şeyi kitaba veya filme dönüştürdüğün zaman arşivdeki yerini alır.
Daha sonra iki arkadaşla birlikte hafta sonları o yerleri dolaştık. Ardından yalnız başıma da o yerleri dolaştım. İnsanlarla konuştum. O köylerin insanları mazlumlardı.
Mantık olarak gerilla ile askerin çarpışmasını ayrı bir yere koyarım. İki savaşan gücün, iki savaşan devletin, iki savaşan ekibin çatışmalarını, savaşmalarını anlarım. Ama beni Zîlan konusunda en fazla ilgilendiren, o mazlum insanların savaşla bir alakalarının olmadığı gerçeğiydi. Dağdakiler silahlıydı. Fakat köydeki kadın, çoluk çocuk, köydeki ihtiyar, köydeki askerden gelen insanlar, genç insanlar, köyde ekin ve hayvancılıkla ilgilenen bu insanların bu savaşta taraf gibi bir pozisyonları yoktu. İşte bu insanlar Çakırbey köyüne toplanmış ve kurşuna dizilmiş. Beni ilgilendiren, bu insanların elinde silah olmadan ölüme gönderilmesiydi.
İnsan belli bir hukuk sistemine göre bir suça göre suçlu sayılabilir. Onu götürürsünüz, idamsa asarsınız, müebbetse yatırırsınız, beraat ise bırakırsınız. Şimdi köyden bir grubu toplayacaksınız, mitralyözlerle kurşuna dizeceksiniz. Bu insani bir boyut değil, kirli bir boyuttu ve bu savaş falan da değildi. Bunun literatürde tek bir karşılığı var, o da katliam ve soykırım.
Zîlan iyi irdelense, iyi anlatılsa uluslararası kayıtlara katliam olarak girebilecek bir şeydir. Ağrı isyanı farklı bir şeydir; bir isyandır, çatışma var, kavga var. Belli bir amaçları var, ölebilirler de. Durum bu. Fakat Pertek'teki, Çakırbey'deki, Haydarbey'deki, Melik'teki insanlar alıp götürüldü, öldürüldü, kadınlar kurşuna dizildi. Bu bir katliamdı.
İki tanığa ulaşabildim. Onlarla sohbet ettim. İkisine önce güven vermem gerekiyordu. Tanıdıkları bir kişiyi aramıştım, o arkadaş da her iki tanığa beni anlatmıştı.
Oturduk, Hecî Heyder hayat hikayesini anlattı. Yürekliydi, çocukları gerilla olmuştu. Ailesinin önemli bir bölümü dağa çıkmıştı. Saflarını seçmiş bir aile. O çok netti ve gayet rahat bir şekilde anlattı. Fakat Gulazer Ana ürkek idi. 2000 yılı iyi, tahminen 80 yaşlarına yakın idi. Bir şey söyledi, çok ilginç idi, tam fotoğrafını çekmeye çalıştığım bir anda 'aman gazetaye vermeyin, gazetaya vermeyin. Asker var, jenderme var, devlet var' dedi. O 80 yaşındaki kadın hala, resminin gazetede çıktığında devletin kızarsa gelip kendisini götüreceğine, öldüreceğine inanıyordu.
Evet, ben Zîlan'ı Ağrı'dan ayırıyorum. Organik bağlar var ama Zîlan'da sıradan köylüler kurşuna diziliyor. Çok ilginç, Türk ordusunda askerlik yapan, izinli eve gelip kaç gün durup, birliğine gidecek olan gençler de vuruluyor. Hatta 5, 3, 1 yaşındaki çocuklarla birlikte, annesinin karnında süngülenip ölen çocuklar var.
Biraz önce katliam dedim, soykırım dedim, şimdi bir de insanlık suçu demem gerek. Onlar, Kürt oldukları için öldürüldü. Onlar, yarın-öbür gün büyüyüp yeni Ağrı dağı isyanını yaratacaklar diye öldürüldü. Böyle düşünüyorum.
Hecî Heyder'in annesi 'Ben Heyder'i kucağımda götürüp ağaçların olduğu mıntıkaya kaçırdığım' demiş. Ama biz oraya gittiğimizde hayali bir canlandırma yaptık, inan ki orada tek bir ağaç bile yoktu. Yani vaktiyle ormanlık olan alanda şu an tek bir ağaç bile yok. Dolayısıyla insanlar yanı sıra coğrafyayı da katliamdan geçirmişler, ağaçları da yakmışlar. Yani bir de işin çevre boyutu var...”
Necmettin Salaz, uzun söyleşiyi şu vurguyla bitirdi: ”Zîlan katliamı bir utanç abidesidir. Zîlan'daki 25 köyün her birine birer anıt dikilmeli, o anıta da şunu yazmalı: 'Biz bu savunmasız insanlara haksızlık ettik. Onların yaşamlarına son verdik. Onları katlettik. Özür diliyoruz' denmelidir. Böyle bir davranış neyi sağlar? Tabii ki ölenleri geri getirmez. Ancak gelecek kuşaklar için örneklik teşkil eder.”
Bir Derenin Gözyaşları - Zîlan, 15 bin yoksul Kürt'ün sebepsiz yere katledilişine yakılmış bir ağıt, bir destan. Yazar Necmettin Salaz, o bölgede doğmuş, yaşamış biri olarak Zîlan'ı yazdığı kitabından insanı etkileyen ve düşündüren çok güzel dizeler, Zîlanlar unutulmasın, belleklerden silinmesin diye çoğaltılmalı, yazılmalı, yazılmalı...

(...) Zîlan'dan kan akıyordu
Oy Zîlan
Oooo oy Zîlan
Oy kanlı Zîlan
Suyu kesilesi
Kökü kuruyası Zîlan!
Sen ne biçim deresin
Bu taşıdığın su değil kaaaan!
Yıkayamadılar ayaklarını
Ve yüzemediler
Vazgeçtiler Zîlan'da yüzmekten
Gelip yanı başına oturdular
Dalga dalga
Akan kana baktılar.
Sonra birden
Süngüleri ilişti gözlerine
Ceplerinden kirli ve eski
Kumaş mendiller çıkardılar
Ve süngülerindeki
Taaa namluların ucuna ulaşmış
Ve de pıhtılaşıp kararmış kanı
İnsan kanını silmeye başladılar,
Zîlan kan
Zîlan süngüye asılı
Zîlan'ın yanı başı Van
Koca koskoca Van suskun!
Nasıl olduysa oldu
Biz Van'dan Diyarbakır'dan
Siz Ankara'dan, İstanbul'dan
Konya'dan duyamadık çığlıklarını
Zîlan'lı çocukların.
Duyamadık!

NİHAD GÜLTEKİN


Kaynak: Özgür Politika Gazetesi Politik ART eki http://politikart1.blogspot.de/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder