(Bu fotoğraf bir ilktir. 1931)
Ve Ağrı Direnişinin Efsanevi ismi Reşo (Reşokê Silo) Öldürülüyor
Sedat Ulugana'nın Hazırlanan( Ağrı Kürt Direnişi ve Zilan Katliamı) Kitabından
“Reşo ismi, halkın sempatisinden dolayı kısalttığı Reşit isminden gelir. Babasının ismi Süleyman’dır. Onun için de Reşê Silo diye anılır. Hesenevdal medresesinde eğitim alır. O dönemde okuma yazma bilen nadir insanlardandır. Doç. Dr. Yaşar Semiz’e göre Reşo, Zilan bölgesinde Kürtçülükle tanışan ilk kişilerdendir. Güya medresede Ahmedê Xani çokça okutulduğu için Reşo, Ahmedê Xani’nin milliyetçi görüşlerinden etkilenmişti. Kanıt olarak da öne sürdüğü tez ilginçtir; “Çakırbey karakolunu bastıklarında ayrılıkçı Kürtler ilk defa yeşil, kırmızı ve sarı renklerinden oluşan bir bezi bir sırığın başına geçirmişler ve sırığı tutan da Reşo adındaki eşkıyadır.” Yaşar Semiz bu bilginin kaynağının o gün, o karakolda bulunan bir er olduğunu söyler. Israrlarıma rağmen er hakkında tek bir bilgi bile vermedi ve ekler:
“Kanımca Reşo da Suriye’ye gitmişti. Reşo’nun bir önerisi oluyordu. Bunu dönemin eşkıyası Halis (Öztürk) Bey’den dinleyen hocamdan öğrendim. Reşo diyordu ki;
‘Arkamızda bıraktığımız herkesi öldürelim (kadınlar ve çocuklar). Geri de kalan savaşçı Kürt erkeklerle Rom’a(devlete) kan kusturalım.” Bu iddiaların doğruluk derecesi nedir tabi ki bilemiyoruz; ama bildiğimiz tek şey, Reşo’nun ateşli bir Kürt milliyetçisi ve halk kahramanı olduğudur.
Reşokê Sılo; Şeyh Sait direnişinden sonra gündeme gelen 1926 sürgününde Batı Anadolu’ya gönderilmek istenmiş, o da Bekirê Qulîxan Ağa gibi beylerle birlikte dağa çıkmıştı. O günden sonra da bir daha Zilan dağlarından inmedi. Zilan Direnişi vahşi bir katliamla sonuçlanınca, eşi Zeyno’nun öldürüleceğini hesap ederek onu yanına aldı. Zeyno’da en az Reşo kadar cesaretli ve yiğitti. Devlet kayıtlarına göre Reşo 80 kişilik bir kuvvete sahiptir. “Dünya mali” ismi altında hareket etmişlerdir. Reşo adamlarıyla birlikte 1931’in kışına kadar direnir, Zilan bölgesi boşaldığı için Reşo’ya bağlı direnişçiler arasında açlık başlar. Bunun üzerine Reşo birkaç akrabasıyla karısı Zeyno ile Zeyno’nun iki kardeşini yanına alarak Tendurek Dağı yakınlarındaki Devetaş mevkine çekilir. Zeyno Kalkî aşiretine mensuptur...
Reşo’nun yanındakilerden biri de Eliyê Arıf’tır. Elî (Ali) de Bekirî aşiretinin “Mala Biro” ailesine mensuptur, Elî’nin, Veli adında bir de kardeşi vardır, Veli Cergeşin Köyü’nde kalmaktadır. Direnişe katılmadığı halde İbrahim Bey müfrezesi tarafından aranmaktadır. Amaç Veli’yi rehin tutup, kardeşi Eli’yi teslim olmaya zorlamaktır.
Eli, yakalandıktan sonra güya Reşo’nun nerde kaldığı öğrenilecekti. Bunu duyan Veli, dayısı milis Feto’nun İncesu Köyü’ndeki evine sığınır ve bir müddet orada saklanır. Gerisini Eliyê Sertip şöyle anlatır:
“İbrahim Bey milis Feto’ya:
‘Fethi Ağa, Ali ile Veli senin yeğenlerin oluyorlar biliyorum. Nerde olduklarını bilirsin sen, söz veriyorum sana, ikisini ya da en azından Veli’yi getir, af dilesinler, affedeceğim’
İbrahim bey’in sözüne inanan milis Feto Veli’yi teslim etmeye karar verir. Feto, İncesu Köyü’ndeki evinde konuk ettiği Veli’yi almaya gittiğinde Veli kitap (Kuran) okuyordu.
‘Veli kalk gidiyoruz, İbrahim bey seni çağırıyor.’
Bunun üzerine Veli afallıyor;
‘Dayı beni ele mi verdin?’
Feto da:
‘Yok Veli! İbrahim Bey bana söz verdi, seni affedecek. Gidip af dileyeceksin hepsi bu kadar. ’
Veli ile Feto Erciş’e geliyorlar. Şimdiki belediye parkında - emniyet müdürlüğü binasının arkasında eski kasapların olduğu yer- İbrahim Bey, Sidîqê Heso ile birkaç kişi daha onları bekliyorlardı. Veli 20 yaşında, uzun boylu ve yaşına göre bayağı iri bir gençti. İbrahim bey’in eline uzanıp öper, büyük bellediği için Sidîqê Heso’nun da eline uzanıp öpmek ister, fakat Sidîqê Heso elini çeker. O an oyuna geldiğini anlar.
İbrahim Bey sorar:
‘Veli, kardeşin Ali ile Reşê Silo nerde saklanıyorlar? Bana söyle!’
Veli de:
‘İbrahim bey, ben kendimi ne sana, ne Ali’ye ne de Reşo’ya değiştiririm. Bilseydim yerlerini size söylerdim. Yerlerini bilmiyorum. ’
Bunun üzerine Veliyi jandarma kışlasının nezaretine kapatırlar.
Feto:
‘İbrahim Bey bana söz verdin, Veli’yi bırak. ’ der.
İbrahim Bey sinirlenir:
‘Fethi Ağa, Veliye baksana, bir bacağı senin cüssen kadar, hiç bırakır mıyım onu!’ der.”
Bundan sonrasını, katledilmekte kıl payı kurtulan Xidirî aşiretine mensup kişiler anlatıyor; anlatıldığı yer Adana Cezaevi’dir. Elî ile Veli’nin akrabası Kamil Toz’a anlatılmıştı:
“Nezarette İkramê Biro, Cergeşin Köyü’nün Hemoyî aşiretinden olan muhtarı ve Xidirî aşiretinden birkaç kişi vardı. İkram, yeğeni Veli’yi gördüğü gibi sinirlenir: ‘Ulan Veli, sen hangi akılla geldin? Bizi de senin için bekletiyorlardı.
Veli: Evin yıkılsın, bizi sağ bırakacaklarını mı sanıyorsun?’
‘Ertesi gün İbrahim Bey bu tutsakları alıp Zilan’da takibata çıktı, Mozelan Dağı civarına geldiklerinde, Xidirîler; ‘İbrahim Bey biz Xidirîler, suçsuz ve günahsızız. ’ dedi.
Yaşlı başlı bir adam eğilip İbrahim Bey’in elini öptü. İbrahim Bey de:
‘Peki! Xidirîler yana çekilsin. ’ dedi. Xidirîler yana çekildiler. Veli’nin de diğer yana çekilmesini istedi. Ve askerlere vur emri verdi. Askerler, Muhtar ile İkramı öldürdüler. İbrahim Bey Veli’ye dönüp:
‘Bak Veli bunları nasıl öldürdüm! Eğer Ali ile Reşo’nun yerlerini söylemezsen seni de böyle öldüreceğim’ dedi.
Veli de;
‘İbrahim Bey, sana dedim. Ben kendimi sana bile değiştirmem. ’ Bu cevap üzerine İbrahim Bey belindeki tabancayı çekip Veliyi kafasından vurdu. Velinin beyni dayısı Feto’nun yakasına sıçrar. Feto da fiskeyle söküp atar.”
“Bir akşam Cergeşin’e gittim, direnişin daha ilk günleriydi. ‘Veli’ dedim, ‘Gel, kaçalım buralardan, yoksa Sidîqê Heso bizi öldürtecek. ’ dedim. Bana dedi ki: ‘Doğru söylüyorsun da, ben bizim Elî’yi bırakamıyorum. Onsuz gelemem. ’ dedi. İbrahim Bey, Veli’nin cesedini koz olarak kullanır. Elî, Veli’nin öldürüldüğü yere geldiğinde pusuya düşer ve yakalanır. Sonbaharın son günleriydi. Sular buz tutmuştu artık. İbrahim Bey elindeki baltayı suya atar, Elî’yi suya salıp baltayı geri getirmelerini ister. Bu defalarca sürüyor.
Elî dayanamıyor ve öfke ile: ‘Ulan it oğlu it, senin ağzını... İmanını... Şerefsiz nasıl olsa beni öldüreceksin, niye bana bu kadar eziyet ediyorsun?’ diye küfrediyor.
İbrahim Bey elindeki baltayı Elî’nin başına saplıyor. Elî ölüyor. İkisi de dağ gibi iki adam... Bıyıkları daha yeni terlemiş. Gencecik iki kardeş... Cenazeleri Mozelan dağında kalmış. Mala Kalê’ ailesinden (Hacıkaş Köyü) biri gelip haber verdi, Elî ile Veli Mozelan dağında öldürülmüş diye. Elî ile Veli‘nin ablası Kudret oturdu ağladı. Sabaha kadar susmadı. Cergeşin’de tek bir erkek kalmamış, bu görevi Meyro üstlendi. Meyro, Sidîqê Heso’nun akrabasıydı. Meyro ata binerek Sidîqê Heso’nun köyü Karakilise’ye gitti. İbrahim Bey de oradadır.”
Meyro anlatıyor: “Meyro; ‘İbrahim Bey, çoluk çocuğumuz açlıktan ölüyorlar, izniniz olursa yaylalara gidip biraz pancar toplayacağız’der. İbrahim Bey önce bu isteği ret eder. Sidîqê Heso’nun ısrarı üzerine izin verir. Meyro köye dönerek, yanına Kudret ile Fatma’yı da alarak Mozelan’a giderler: ‘ Elî ile Veli yüz üstü düşmüşlerdi. Cesetlerini yan yana atmışlardı. Leş kargaları ikisinin de gözlerini oymuştu. Elimizde sadece bir kergexan (bir tür kısa saplı kürek) vardı yeri kazdık. Üzerimizdeki fistanları çıkarıp ikisine sardık. Ve toprağa gümdük. ’ ”
Elî ile Veli’den geriye sadece isimleri kaldı. Amcaları olan Abit (Balıkçı) bir oğluna Veli, bir oğluna da Elî ismini koydu. İkisi de hala sağ. Biri Bitlis Adilcevaz’a bağlı Akçıra Köyü’nde, diğeri de Aydın Söke’de yaşıyorlar. İkram da(İkramê Biro) Gelîyê Zilan’da anlatıldığına göre Xoybun’un kuryesiydi. Veli’nin öldürüldüğü gün o da öldürülmüştü. Onun adını da Şebab (Ulugana), oğluna verdi. İkram Ulugana 2001 de vefat etti.
Sonra sıra Reşo’ya geldi. İsmet Erişen, Reşo’nun yakalandıktan sonra da öldürülmesini şöyle anlatıyordu:
“Bekiran aşiretine mensup Reşoyê Silo, Zilan’daki Çakırbeg karakol baskınına katılan direnişçilerden biriydi. Yöredeki pek çok çatışmalarda Nadir Beyin yanında yer alan Reşo, Ağrı dağındaki direniş merkezinin dağılmasıyla birlikte sınırdaki dağlarda faaliyetlerini sürdürdü. Etrafında seksen kadar direnişçi vardı. Bu kadar insanın birlikte olması pek çok sorun yaratıyordu. Disiplin sağlanamıyordu. Yiyecek ve giyecek ihtiyaçlarının temini çevredeki köyleri fazlasıyla mağdur edecek boyutlardaydı. Bu nedenle bazen bu ihtiyaçlarını talan sayılabilecek yöntemlerle karşılıyorlardı. Bir defasında Reşo’nun yanındaki şahıslardan oluşan bir grubun ihtiyaçlarının temini için gittikleri değirmende (Aşê Gera) değirmendeki tüm unlara el koyup getirirler. Bu durum çevrede hoş karşılanmaz. Reşo, bu kadar direnişçinin bir arada olmasının zorunlu olarak sorun yaratacağını belirterek, 4–5 kişilik bir grupla ayrılır. Reşo’nun grubunda Mihemedê Xalit, Emerê Xalit adlarındaki iki kardeş ile eşi Zeyno ve Zeyno’nun Kalkî Aşiretine mensup bir akrabası vardır.
Reşo’nun Muradiye-Erciş sınırındaki Devetaş mıntıkasında bir mağarada yaşadığını haber alan güvenlik güçleri, İbrahim Bey komutasındaki çok sayıda asker ile Milis Sidîqe Hesen Keçele’nin kardeşi Mistefa ve Reşo’nun akrabası olan Feto ve pek çok milis, mağaranın yanındaki köyü basarlar. Bu gelişmelerden habersiz olan Reşo, Emerle, Mihemet kardeşleri yiyecek temini için köye gönderir. O anda köyde bulunan güvenlik güçlerinin kurdukları pusuya düşen iki kardeş çıkan çatışmada öldürülür. Köye gönderilen arkadaşlarının gelmemesi üzerine durumdan şüphelenen Reşo, akşam üzeri tüfeğini ve kamuflaj için kullandığı beyaz çarşafını da alarak köye gider. Reşo’nun arkadaşlarının akibetleri için köye geleceğini düşünen askerler köy yakınlarında pusuda beklemektedirler. Reşo kendilerine yaklaşınca ateş ederler. Reşo da kendini yere atıp ateşe karşılık verir. Bu arada karda görünmemek için beyaz çarşafını da üstüne örterek gizlenir. Sayıca çok olan askerler Reşo’yu çembere alırlar. Açılan ateşlere Reşo’nun karşılık vermediğini gören İbrahim Bey Feto’ya:
‘Sen akrabasısın, sana bir şey yapmaz git bak bakalım durumu ne? Yaşıyor mu? Yaşıyorsa teslim olmasını söyle. ’Feto’yu Reşo’nun yanına gönderir.
Reşo, yanına gelen Feto’ya yalvararak:
‘Tüfeklerimiz aynı, benim tüfeğimin namlusunda mermi sıkıştı. Tüfekleri değiştirelim der.
Feto:
‘ Çevren 200 askerle kuşatılmış kurtuluşun imkânsız, gel teslim ol ne kendi kanına, nede askerin kanına gir. ’ der.
Reşo çaresiz teslim olur. Reşo’yu o gece köyde tutan askerler, ertesi gün Zeyno’yu yakalamak için Reşo’yla birlikte mağaraya giderler. Zeyno direnir. Ateş eder, teslim olmaz, Reşo’ya:
‘Reşo, hani sen Emer ailesinin yiğidiyim, ölürüm de teslim olmam diyordun. Reşo da: ‘Zeyno, ben teslim olmadım, kaderim beni teslim etti tüfek tutukluluk yaptı. Kaderimiz buraya kadarmış gel teslim ol. ’ der.
Kocasının çağrisına uyan Zeyno da teslim olur. Her ikisini de orada öldürerek, Reşo’nun kafasını keserler. Gözlerinin önünde kocasının kafası kesilen Zeyno da feryat figanla Reşo’nun cesedine kapanıp ağlar. Onun da kafasını keserler. Reşo ve Zeyno’nun kafalarını köy köy gezdirip teşhir ederler. Klamın Türkçesinden birkaç söz.
“Reşo, sen diyordun benim üzerime daha yiğit çıkmış değil,
Tut tüfeğinin ortasından ve silkin yiğitçe.”
Milislerden Sıddık (Yardımcı) ise o günü şöyle anlatıyordu:
“Reşo’yu bir köyde yakaladık. Tüfeği tutukluluk yapmıştı. O şekilde yakaladık. Tüfeği tutukluluk yapınca, İbrahim bey Feto’yu gönderdi:
‘Fethi Bey, ikiniz de Bekiranlisiniz, seni dinler belki teslim olur. ’ dedi.
Feto, Reşo’nun yanına gitti. Feto’nun anlattığına göre, Reşo der ki: ‘Feto benim silahımın namlusunda mermi sıkıştı. Bak ikimizin de silahı aynı. Değiştirelim tüfeklerimizi.
’ Feto da diyor ki:
‘Yok Reşo yok, kurtuluşun yok. Teslim ol artık. ’
Bu şekilde Reşo’yu teslim aldık. İbrahim Bey:
‘Söz Reşo, gidelim eşin Zeyno da teslim olsun, size dokunmayacağım. ’
Reşo önde biz arkada, Zeyno’nun saklandığı Tendurek dağındaki Devetaş mağarasına gittik. Mağarayı sardığımızda Zeyno bizi fark etti. Bir anda üzerimize kurşun yağdırdı. Reşo dayanmadı;
‘Zeyno beni yakaladılar, bundan sonrası fayda etmez, silahını bırak. ’ diye bağırdı.
Bunun üzerine Zeyno da:
‘Hani sen Emer ailesinin yiğidiydin? Ne oldu, neden teslim oldun?’
Reşo da:
‘Zeyno ben teslim olmadım, tüfeğim bana hainlik etti. Yoksa teslim olmazdım, bensiz mi savaşacaksın?’
Bu sözler üzerine Zeyno mağaradan çıkıp, tüfeğini yere attı.
Zeyno, çok alımlı ve güzel bir kadındı. O koşullarda bile çok bakımlıydı. Saçlarını yeni kınalamıştı, başında bir İran tülbendi vardı; üzerinde kadife bir fistan, ayaklarında da beyaz kalın bir çarık vardı. İbrahim Bey sordu:
‘Zeyno bak işte seni de, kocanı da yakaladım. Şimdi söyle bakalım ben mi yiğidim yoksa kocan Reşit Bey mi?’
Zeyno gülerek:
‘Sen Reşit beyin köpeği bile olamazsın. Bizi öldüreceksin biliyorum. Reşit beyin tüfeğini geri ver, 20 metre uzaklaşalım öyle vur. ’ dedi ve devam etti: ‘Emrinde yüzlerce asker ve milis var ve arkanda da bir devlet var. Benim kocamın da sadece bir tüfeği var. O tüfek de hainlik etti. Yoksa sen kocamı yakalayabilir miydin?’
Bu cevap üzerine İbrahim Bey emir verdi. Askerler ikisini de yere yatırıp kurbanlık koyun gibi kafalarını kestiler.
Daha sonra zaten o kesik kafaları uzunca sırıklara geçirip köy köy dolaştırdılar.
Böylece Reşo ve Zeyno efsanesi bitti; ya da yeni başlamış oldu.
Biz Zeyno’yu mağaradan çıkarttıktan sonra mağarada arama yaptık.
Köşede bir sandık vardı. Sidîqê Heso hepimizden önce davrandı ve sandığı aldı. Dışarı çıkıp atının terkisine koydu. Bunu İbrahim Bey’e illetim.
Sidîq’e gidip sordu. Ama Sidîq ona da vermedi. İçinde değerli eşyaların olduğunu düşünüyorum. İbrahim Bey onun köyünde kalıyordu zaten. Ganimette de ortaktılar.”
Denildiği gibi Reşo Efsanesi bitmemişti, yeni başlamıştı. Dengbêj Şakiro, Reşo’yu da stranlaştırdı. Bu stran da dilden dile dolaştı. Ele geçen bu fotoğraf, sadece Reşo’nun katline ışık tutmuyor. Aynı zamanda bütün bir katliamın en net tanığı...yıllar sonra eski bir asker, İran’dan Reşo’nun ailesine bir mektup ile bir fotoğraf göndermişti...mektup Arap harfleriyle yazılıydı...Mektupta Reşo’nun katline dair birkaç ayrıntı daha vardı :
“ İbrahim Bey Reşo’ya sordu
- Seni nasıl öldürmemi istiyorsun?
- Tüfeğim tutukluluk yaptı, o tüfeği ağzıma sık...
Fotoğraftaki kişi Reşo idi. Ağzından kan geliyordu... Üzerinde pahalı olduğu ve İrandan alındığı beli olan İngiliz kumaşından elbiseler vardı. Temiz yüzlü, saçları taralı bu direnişçinin kafasını keserlerken saçına bir de bez bağladılar, saçı yüzüne dükülmesin, herkes onu tanısın diye... Reşo’nun akrabalarının bir kısmını Manisa’nın Akhisar İlçesine bağlı Beyova kasabasına sürdüler... Onlar, oranın yerlisi oldu!, Ama Reşo’dan haberleri var mı bilinmez!!!...
* Sedat Ulugana'nın Hazırlanan( Ağrı Kürt Direnişi ve Zilan Katliamı / 1926-1931) Kitabından
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder