08 Agustos 2010
Sureya Bedîrxan idam cezasına rağmen sonra affedilse de, 1910’da yine sürgüne gönderilir. İki yıllık sürgünden sonra İstanbul’a dönüp, orada gizli bir devrimci Kürt komitesi örgütler. Ancak yine yakalanıp, ölüme mahkum edilir. Bu kez zindana atılır. Fakat buradan kaçmayı başarır ve 1913’te Osmanlı İmparatorluğu’nu terk eder.
Mehmed Uzun, ‘Bîra Qederê’ romanında anlattığı Bedîrxan ailesine ilişkin bir röportajında şunları söylemiş: “1983 yılından beri Bedîrxanlar üzerine çalışıyorum denebilir. Nedeni Kürdistan’ın ve Kürtlerin tarihini anlamaya çalışmaktır. Öncelikle bir yazar olarak Kürtlerin tarihini öğrenmek istiyorum ve daha sonra sanatım aracılığı ile okuyucalara öğretmek istiyorum.Tarihimiz bizden çalınmış, tarihimiz alt-üst olmuş, yalan ve yanlış bir tarih bize tarihimiz olarak sunulmuş. Kürt hareketinin herhangi bir alanında bir şeyler yapmak isteyen biri mutlaka Kürtlerin tarihini bilmelidir. Edebiyat çalışmalarımda bu benim için esastır. Ben tarih çalışmalarına başlayınca ve içine girince; Kürtler için çok şeyler yapmış bir aile ile karşılaştım. Bu ise Bedîrxanlar ailesidir, bu aile kadın ve erkeği ile birlikte dil, edebiyat, siyaset ve Kürt hareketi için çok şeyler yapmıştır. Tarihini öğrenmek isteyen her Kürt bu aileyi tanımalı, hayatlarını okumalı ve onların yaşam tecrübelerinden ders almalıdır.” Bedîrxan ailesinin, Kürtlerin tarihine ‘isyanlar dönemi’ olarak geçen 20’inci yüzyılın ilk çeyreğinde dayatılan imhaya karşı kimliğini koruma mücadelesine öncülük etmiş olan fertlerinden Celadet Elî ve Kamûran bugünkü nesilin hafızasında da belli bir yere sahipken, aynısı Sureya için muhtemelen geçerli değildir.
Sureya Bedîrxan’ın büyük babası Mîr Bedîrxan (1851-1926), Cizîra Botan Emirliği’nin son emiriydi. 1846’da Osmanlı İmparatorluğu’na karşı, Kürt tarihindeki ilk ulusal ayaklanma, tarihçilere göre Mîr Bedîrxan önderliğinde gerçekleştirilir. Bu ayaklanma ve ardından gelen yenilgi, hem Kürt halkının geneli hem de Mîr Bedîrxan’ın temsil ettiği Aziziyan ailesi için bir dönüm noktası olur. Zira Kürtlerin emirlik şeklindeki yönetimleri son bulur, yerine ‘Kürdistan Eyalet Yönetimi’ adıyla, doğrudan Osmanlı İmparatorluğu’nun merkez yönetimi idaresine bağlı olan yeni bir sistem getirilir. Yenilgiyle sonuçlanan ayaklanma aynı zamanda, Bedîrxanlar açısından sürgün yaşantısının başlangıcının ilanı olur.
Mîr Bedîrxan ve ailesi Cizîr’den alınarak İstanbul’a, ardından da Girit Adası’na sürgüne gönderilirler. Mîr, 1868 yılında, sürgün olduğu Şam’da hayata veda ederken, ailenin büyük bir bölümü sürgün olarak İstanbul’a ve Osmanlı’nın diğer bölgelerine gitmek zorunda kalırlar. Babasının ölümünden sonra, Emîn Elî Bedîrxan ailenin en önde gelen üyesi olarak, pek çok Kürtçe yayının editörlüğünü ve Kürt Teali Cemiyeti’nin genel sekreterliğini yapar.
Sureya Bedîrxan ise Emîn Elî Bedîrxan’ın en büyük oğludur. 1883’te Suriye Mektele’de doğar. Çerkez olan annesi, doğumundan hemen sonra ölünce, babası bir daha evlenir. İkinci eşi Semiha hanımla beş oğlu ve bir kızı olur; Celadet Elî, Kamûran, Tevfik, Hikmet, Safter ve Meziyet.
Osmanlı’nın en ünlü okulu Mekteb-i Sultani’de ziraat mühendisliği okuyan Sureya, henüz 21 yaşındayken ‘Türkiye’nin güvenliğine karşı komplo içinde olmak’la suçlanıp, zindana atılır. İki buçuk yılını zindan ve sürgünde geçirir.
1906 yılına gelindiğinde, Rıdvan Paşa’nın öldürülmesinden sorumlu tutulan Bedîrxanlar için yaşam yeniden soluk soluğa bir mücadeleye dönüşür. O dönem, Kürtlerin ilk gazetesi olan ‘Kürdistan’ı yayınlayan Mîkdad Bedîrxan, Mekke vapuruyla sürgüne gönderilir. Ve aynı kader, ailenin birçok üyesinin de başına gelir. Dünyanın dört bir yanına sürgün edilen Bedîrxanlar, tekrar bir araya gelme çabalarına girişirler. Ve İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra İstanbul’a dönen Sureya da, Kürt hareketinde daha aktif yer alarak Kürtçe gazeteler yayınlamaya başlar. Önce 1908-1909 yıllarında burada ‘Kürdistan’ gazetesini çıkarır. Ancak 1909’da, 31 Mart İsyanı sonrası İttihat-Terakki yönetimi eliyle estirilen devlet terörü sırasında yakalanıp Bekirağa Bölüğü’ne konur ve silahlı ayaklanma hazırlıkları içinde yer almaktan idama çarptırılır. Kahire’den sonra İstanbul’da basılan ‘Kürdistan’ gazetesi ise kapatılır.
Sureya Bedîrxan idam cezasına rağmen sonra affedilse de, 1910’da yine sürgüne gönderilir. İki yıllık sürgünden sonra İstanbul’a dönüp, orada gizli bir devrimci Kürt komitesi örgütler. Ancak yine yakalanıp, ölüme mahkum edilir. Bu kez zindana atılır. Fakat buradan kaçmayı başarır ve 1913’te Osmanlı İmparatorluğu’nu terk eder. Diğer kardeşleri kadar editörlük yeteneğine sahip olan Sureya, böyle bir dönemde yayıncılığın önemini bilerek, 1917’de Azizi Ahmed adıyla Kahire’de ‘Kürdistan’ gazetesini yeniden çıkarır. Ayrıca burada kurduğu Kürdistan İstiklal Komitesi’nin genel sekreterliğini yapar.
Mısır’da bulunduğu dönemde bir yandan Kürt sorununa duyarlı bir kamuoyu yaratmaya çalışır ve Birinci Dünya Savaşı esnasında İngilizlere esir düşüp, Mısır ve Hindistan’a sürülen Kürt aydınlarıyla ilişkiye geçer, bir yandan da bir Kürdistan yönetiminin kurulması için aktif çalışma yürütür. Genel sekreterliğini yaptığı Kürdistan İstiklal Komitesi, bu amaçla 1919 yılın başında İngilizlerle iletişim kurup, bir Kürt devletinin veya özerk bir yapının kurulması için destek ister. Sevr Antlaşması öncesi yapılan çalışmalar sırasında, Paris’te yapılan ‘Barış Konferansı’na Kürtlerin haklarını savunan Kürt heyetine Mısır’daki Kürdistan Cemiyeti Reisi Mardini Arif Bey ile birlikte katılır. Rus diplomatı ve araştırmacı Basile Nikitine, onu “hem sözlü hem de yazılı alanda bir kampanyayı bir program ve modern politik kanıtlarla uyumlulaştırarak yürüten ilk Kürt yurtsever” olarak nitelendirir. Sureya Bedîrxan ayrıca, ABD’ye Kürt sorununu anlatmaya giden ilk politikacıdır.
Kürtler adına önemli diplomatik faaliyetler yürüten Sureya Bedîrxan, bir yandan yurtdışında yaşayan Kürtleri de örgütleme çalışmasını yürütür. Bu amaçla, o dönemler Amerika’da bulunan Kürt topluluğunu da Kürdistan özgürlük mücadelesi için örgütlemeye çalışan Sureya, ABD’ye gitmeden önce Paris’e uğrar ve Fransız yetkililerden Güneybatı Kürdistanlıların özerklik taleplerini kabul etmeleri ve Kuzey Kürdistan’daki özgürlük mücadelesine destek olmalarını ister. Bu görüşmelerden biri Ağustos 1928’de Fransa Dışişleri Bakanı’nın Genel Sekreteri Philippe Berthelot ile yapılır. Sureya Bedîrxan ona, Güneybatı Kürdistan’daki Xoybûn üyesi politikacıların taleplerini iletir. Siyasi hedeflerini içeren bu talepler arasında, Kürtlerin yaşadığı bölgede resmi dilin Kürtçe olması, bölgedeki bütün okullarda Kürtçe eğitiminin başlatılması, bütün memurların Kürtlerden oluşması, bölgenin kuzey kesimindeki sınır güvenliğinin Kürtlerden oluşan askeri birlikler tarafından sağlanması bulunuyor. Bu özerklik projesine Fransızlar, kendi aralarında bir dizi görüşmeden sonra cevap vermezler. Hatta Suriye’deki Kürtleri ‘azınlık’ olarak dahi kabul etmezler.
Sureya Bedîrxan, 1927’de katıldığı Xoybûn hareketinde de önemli düzeyde yer alır. Bugünkü Lübnan topraklarında başlatılan Xoybûn hareketin yöneticiliğini, Bedîrxan ailesiyle beraber Kürdistan’ın dört bir yanından gelen Kürt liderler üstlenir.
1929’da Suriye’ye dönen Sureya, 1930’da Xoybûn’un örgütlediği Ağrı İsyanı başlayınca, Fransız mandası altında bulunan alanlarda yaşaması yasaklanınca bir kez daha sürgüne gönderilir. Ve Paris onun için sürgünün son durağı olur. 1938’de burada hayata veda eder.
Geriye, yazılı Kürt tarihi açısından paha biçilmez değerde eserler bırakır. ‘Kürt Davası ve Xoybûn’un yanısıra, Dr. Bletch Chirguh (Dr. Blêç Şêrko) adıyla ‘Kürt Sorunu, Kökeni ve Nedenleri’ başlıklı kitabı kaleme alır. Fransızca yazılan ve ilk baskısı 1930 yılında yayımlanan kitap, bu yıl ilk olarak Türkçe yayımlandı.
YENİ ÖZGÜR POLİTİKA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder