11 Eylül 2018 Salı

Mehmet Bayrak: Afrin'e Kürtdağlıların Mutalebatı'ndan bakalım

Kürt tarihi ile ilgili yaptığı sayısız çalışmayla tanınan Türkolog ve Kürdolog Mehmet Bayrak, Efrîn Harekatı'nın mazisinin 1922'de Kürtdağlıları Mutalebatı'nın Ankara tarafından kabul edilmeyişine kadar gittiğini düşünüyor. Bayrak'a göre ÖSO ve Türkiye'deki Suriyeli mültecilerin Efrin'e yerleştirilmesi, oradaki Kürt-Arap barışının arasına da saplanmış bir hançer olur.

İrfan Aktan - iaktan@gazeteduvar.com.tr / Gazete Duvar

Kürt meselesini daha da derinlere sürükleyen her taşın altında uzun bir tarihsel mazi ve hiçbir zaman nihayete erdirilememiş bir hesaplaşma yatıyor. Osmanlı’nın çöküşünden sonraki paylaşım döneminden itibaren kâh kandırmalarla kâh sindirmelerle boyunduruk altına alınmaya çalışılan Kürtlerin özgürleşme arzuları devam ettikçe de bu karanlık mazi, geleceği belirlemeye devam edeceğe benziyor.

Kürtlerin 2011’de başlayan Suriye iç savaşıyla beraber kavuştukları göreli özerkliğin bedeli, arkasında büyük bir yıkım ve kan deryası bırakan IŞİD gibi yapıların saldırıları oldu. Bölge devletlerinin hasımlığı ise kara bulutların dağılmasına müsaade etmedi, etmiyor.

Efrîn’e 20 Ocak’ta başlatılan kuşatma ikinci haftaya dayanırken TSK ve onun yönlendirdiği İslamcı gruplar henüz şehrin kapılarına dayanamadı. İktidarın giriştiği bu yolun sonu henüz belli olmasa da başlangıcı 1920’lere kadar uzanıyor. Efrîn harekâtının dayandığı tarihsel maziyi Kürt tarihiyle ilgili yaptığı sayısız araştırmayla tanınan Türkolog ve Kürdolog Mehmet Bayrak’tan dinliyoruz…

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Efrîn nüfusunun yüzde 55’inin Arap, yüzde 35’inin Kürt ve geri kalanının da Türkmenlerden oluştuğunu ileri sürdü. Bu kentin nüfus yapısına dair net bir bilgi var mı?

Türk televizyonları ve iktidarı Suriye harekâtının başından itibaren sistematik olarak saptırıcı rakamlar veriyor. Efrîn bölgesine çok yakın meşhur Çiyayê Kurdan, yani Kürt Dağı var. Türk yetkililer yakın zamanlı beyanatlarında buraya bile Türkmen Dağı diyordu. Nasıl ki bunun hakikatle alakası yoksa, Efrîn’in nüfus yapısına ilişkin beyanatlar da gerçekliği yansıtmıyor. Afrin ve çevresinin geçmişten bu yana Kürt yoğunluklu olduğu zaten biliniyor.

2004 yılında yayınlanan “Kürdoloji Belgeleri II” adlı kitabınızda, Suriye Kürtlerinin 1922 tarihinde “Kürtdağlıların Mutalebatı” konulu bir muhtırayı Ankara’ya ilettiklerini ifade ediyorsunuz. Kitabınızın ilgili bölümünde tam olarak şöyle diyorsunuz: “Yaygın görüş ve bilgi, Kürt ulusunun moda deyimle ‘ülkesi ve milletiyle’ Lozan’da dörde bölünmüş olduğu şeklindedir. Oysa Kemalist yönetim daha 1921-22 yıllarında gerek Fransızlar gerekse İngilizlerle gizli ve açık görüşme ve anlaşmalar yaparak, Güneybatı ve Güneydoğu Kürdistan topraklarını bu devletlere peşkeş çekmişti. Söz gelimi, bugün büyük gerilimlere ve Arap katliamlarına sahne olan Suriye parçası, daha Lozan’a gitmeden önce 1922 Antlaşmasıyla Fransızlara bırakılmıştı. Hatay bölgesine itiraz edilirken, Kürtlerin yaşadığı topraklar Fransızlara terkedilmişti. Oysa, daha Mustafa Kemal Anadolu’ya çıkmadan önce, 1918’de antiemperyalist bir yönelişle İngilizlere ve Fransızlara karşı direnme hareketleri bu bölgelerde başlamıştı. (Gazi) Antep, (Şanlı) Urfa, (Kahraman) Maraş isimleri buradan gelmekteydi. Bugün Arap katliamına ve önemli bir gerilime sahne olan Antep-Halep mihverinde yer alan (1920’lerde- İ.A.) 16 çeteden 12’si Kürt çeteleriydi. Dahası, Kemalist yönetim 1922 Antlaşmasıyla Fransızlarla birlikte bölge Kürtlerini şehir şehir, belde belde, köy köy, aşiret aşiret, aile aile ve hatta ev ev ikiye bölerken buna en sert tepki, sınırın kuzeyinde ve güneyinde kalan Kürtdağı Kürtlerinden geliyordu. Kürtdağı Kürtlerini temsilen Okçu İzzeddinli aşiretinin reisi Hacı Hannan Ağa tarafından 1922’de Ankara’daki Büyük Millet Meclisi’ne verilen ‘Kürtdağlıların Mutalebatı’ konulu muhtıra-dilekçede; adeta sonraki gelişmeleri ve bugünü görürcesine, Antlaşmanın Kürt blokunu parçalayacağı ve Suriye sınırları içinde kalan Kürt aşiretlerinin, o güne kadar kendileriyle mücadele ettikleri Fransızlarla karşı karşıya gelecekleri ve güney cephesinin bir istikrarsızlık yuvası haline geleceği vurgulanıyor ve sınırın bölge Kürtlerini kapsayacak biçimde yeniden belirlenmesi talep ediliyordu. Yakın dönem Kürt tarihi açısından son derece önemli olan bu Broşür, aynı zamanda kimlerin ‘bölücü’, kimlerin ‘bütünlükten yana’ olduklarını da gösterecek önemli bir kanıt niteliğindedir. Aynı zamanda, ‘Milli Mücadele’nin nasıl yürütüldüğü ve Ankara, Londra ve Lozan Antlaşmaları’nın bedelinin kime ödetildiği de bir kez daha ortaya çıkıyor bu inceleme ve belgeyle…”

Evet, bana kalırsa bölgenin nüfus yapısından ziyade aslolan, tarihsel bir belge mahiyetindeki Kürtdağlıların Mutalebatı’dır. Afrin harekâtına da bu mutalebat üzerinden bakalım. Lozan 1923’te bağıtlandı, Güney Kürdistan’la ilgili Kerkük-Musul sorunu 1924-25’te netleştirildi. Fakat daha Lozan’a gidilmeden önce Ankara hükümeti, daha doğrusu Mustafa Kemal ve yakın çevresi bir Fransız ajan-gazeteci üzerinden Cezayir’deki Fransız mareşaliyle irtibat kuruyor ve oradan da Fransız hükümetiyle gizli görüşmeler yapıyor. Bu görüşmeler daha Sivas Kongresi’nde başlıyor. Ankara’daki Kemalist yönetim 1921 ve 1922’de hem İngilizlerle hem de Fransızlarla gizlice anlaşarak Rojava Kürtlerini açıkça satıyor. Nitekim 1922’de Fransızlarla yapılan gizli anlaşma o tarihte Kürtdağlılarının, onların önderlerinin kulağına da gidiyor. Bunun üzerine sözünü ettiğim Mutalebatı hazırlayıp 1922’de atlarına biniyor ve Ankara’ya kadar geliyorlar. Sonradan Ulus gazetesi olan Hakimiyet-i Milliye matbaasında bastıkları Kürtdağlıların Mutalebatı’nı, yani Kürtdağlılarının istekler muhtırasını Büyük Millet Meclisi’ndeki milletvekillerine dağıtıyorlar.

ROJAVALI KÜRTLER, MUSTAFA KEMAL’DEN MİSAK–I MİLLİ’YE BAĞLI KALMASINI İSTEDİ
Bu broşürde Kürtler özünde ne söylüyor?

Mustafa Kemal’e açıkça, “sen daha Anadolu’ya çıkmadan önce biz anti-emperyalist, anti-işgalci bir yönelimle Fransızlara karşı savaştık” diyorlar. Maraş’ın Kahraman, Urfa’nın Şanlı, Antep’in Gazi sıfatı da bu Kürt direnişlerinden geliyor. Broşürde, Mustafa Kemal’e “sen bizim mücadelemize sonradan eklenen bir halkasın” diyor Kürtler ve şöyle devam ediyorlar: “İlk Meclis’teki açılış konuşmanızda ve kongreler sürecinde Kürtlerle Türklerin eşitliği, birlikteliği savunulurken, siz birlikte kurtuluş-birlikte yaşam sloganıyla ortaya çıkmışken, şimdi haber alıyoruz ki, Fransızlarla gizli anlaşarak bizi şehir şehir, belde belde, köy köy, aşiret aşiret bölmüşsünüz. Eğer bu doğruysa, gelecekte ciddi sorunlara yol açar.” Bu tespiti ilk yapan Kürtdağı Kürtleri. Aynı broşürde gün gün, tarih tarih, yer ismi vererek Fransızlarla hangi cephede çarpıştıklarını da belirten Kürtler, “şimdi de bizim bir bölümümüzü Fransızların mandasına bırakıyorsunuz” diyerek isyan ediyor. Meğer 1922’de Kürt özerkliğine ilişkin bir kanun tasarısı Büyük Millet Meclisi’nde görüşülürken, aynı anda bölgedeki İngiliz ve Fransızlarla gizli anlaşmalar yapılıyor. Kürtlerin bir kısmı sınırın güneyinde, yani şimdiki Suriye’de diğer bölümü de kuzeyde kalıyor. Buna tepki gösteren Kürtler, Mustafa Kemal’e “siz Misak-ı Milli’ye ihanet ediyorsunuz. Hani biz birlikte kurtulacak ve birlikte, eşitçe yaşayacaktık” diyordu. Bu bölünmenin büyük huzursuzluklara yol açacağını öngören Kürtler, Misak-ı Milli’ye bağlı kalınmasını ve bölgelerinin Fransız mandasına bırakılmamasını istiyorlar.

Büyük huzursuzluklar demişken, şu anda devam eden Efrîn’e yönelik harekâtla hükümet, buraya Özgür Suriye Ordusu’nu konuşlandırmayı hedefliyor. Bu planın gerçekleşmesi halinde, sonuçları ne olur?

Geçmişte de ırkçı Arap yönetimleri buraların demografik yapısını değiştirmeye yönelik çok çeşitli uygulamalara başvurdu. Şu an yapılmak istenen de bunun bir başka versiyonu gibi görünüyor. Arap yönetimleri de Kürdistan’ın demografik yapısını değiştirmek için bölgeye Arapları yerleştiriyordu. Bu konuda çıkmış, nerelere kaç kişinin yerleştirildiğini dahi belirten çok sayıda kitap var.

KÜRTLERİN SIRTLARINI DAYAYABİLECEKLERİ GÜVENİLİR BİR GÜÇ YOK

Kürtlerin mevcut konjonktürde ittifak kurabilecekleri bölgesel güçler var mı?

Doğrusu şu anda dört parçada da Kürtlerin sırtlarını dayayabilecekleri sağlam, güvenilir bir güç yok. Türkiye’ye sırtlarını dayamazlar, çünkü Türkiye’nin Kürt sorunu var. İran’a, Irak’a, Suriye’ye de sırtlarını dayayamazlar, çünkü bunların da kendi Kürt sorunları var. Bu devletlerin dördünün de kendi Kürt sorunlarını çözemedikleri için karınları yumuşak. Güney Kürdistan’da belli bir oluşum vardı zaten. Şimdi Batı’da, yani Rojava’da modern ölçütlerde, halkların ve azınlıkların tümünü içine alacak tarzda yeni bir toplum düzenine geçilmesi söz konusu oldu. Bu oluşumdan bölgedeki dört rejim de ciddi bir biçimde rahatsız oldu. İster özerk, ister federatif bir yönetim olsun, Rojava’da Kürtlerin diğer halklarla eşit yaşaması formülasyonu ne Türkiye, ne Irak, ne İran, ne Suriye yönetimlerine ne de diğer sömürgeci yapılara uyuyor. Şu anki askeri harekatın, Türkiye’deki siyasetin iç dinamiklerinin, seçim yatırımlarının, Amerika’da görülen yolsuzluk davasının üstünü örtmenin vs, ötesinde esas sebebi de budur. Ankara yönetimi, Afrin’i ÖSO denen devşirme faşizan milis kuvvetlerinin denetimine verip, göçertilmiş Arapları da bu verimli topraklara yerleştirerek Kürt varlığını engelleme çabası güdüyor. Sorunuza dönecek olursam; bunun sonuçları ne olur? Nasıl ki 1922’deki Kürt liderleri bu konuda Ankara hükümetini uyarma ihtiyacı duydu ve o tarihten beri bu bir sorun olmaya devam ettiyse, Afrin planının gerçekleşmesi de geleceğe çok daha büyük bir sorunu taşıyacaktır. Bu sorunun olumsuzlukları giderek Türkiye’nin içine de yansıma riski taşıyor.

Sizce Kürtlerin Rojava’daki gelişimine karşı Ankara ve Şam’ın mutabakata varma ihtimali var mı?

Moskova’nın bazı şartları Ankara’ya bazılarını da Şam’a kabul ettirmeye çalıştığı görülüyor. Düşmanlaşmış olan iki gücün ortak paydası, Rojava’daki bir Kürt gücünün her iki tarafı da etkileyebileceği kaygısı. Fakat bunun üstesinden nasıl geleceklerini ne Şam ne de Ankara biliyor.

AFRİN, KÜLTÜRLERİN HARMAN OLDUĞU BİR BÖLGE

Efrîn, Kürtler açısından nasıl bir anlam taşıyor?

Geçmişten bu yana Afrin’i de içine alan Doğu Akdeniz yakası, yani Bereketli Hilâl denen coğrafya bırakın toprak verimliliğini tarihsel ve kültürel birikim açısından da çok önemli bir coğrafyadır. Burası, kültürlerin harman olduğu, halkların köprüsünün kurulduğu bir bölgedir. Aynı zamanda Kürtlerin de vazgeçemeyeceği temel kapılardan biridir bu coğrafya. Geçmişten beri Kürtlere bu kapıyı kapatmak istediler. Demokrat Parti zamanında bu bölgenin çevresi, insanların geçişinin engellenmesi maksadıyla mayınlarla döşendi. Ahmed Arif’in şiirini hatırlayalım: “Kirveyiz, kardeşiz, kanla bağlıyız/ Karşıyaka köyleri, obalarıyla / Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu/ Komşuyuz yaka yakaya /Birbirine karışır tavuklarımız/ Bilmezlikten değil/ Fıkaralıktan /Pasaporta ısınmamış içimiz/ Budur katlimize sebep suçumuz/ Gayrı eşkiyaya çıkar adımız/ Kaçakçıya/ Soyguncuya/ Hayına…” Bu toprakların suni bir biçimde birbirinden ayrılmasının yarattığı sayısız trajedi var. Geçimlerini sağlamak için sınırın bir yanıdan öbürüne geçerken binlerce insan mayın tarlalarından sakat çıktı. Rojava, İç Torosların devamı niteliğindedir. Lozan Antlaşması’na kadar İç Toroslar bölgesinin ekonomik, kültürel tüm ilişkileri münhasıran Afrin ve Rojava bölgesiyleydi. Maraş, Antep, Antakya, Urfa sınırların yeniden belirlenmesiyle daha önce bağlı oldukları Halep vilayetinden koptu. Geçmişte karakollarla, mayın tarlalarıyla şimdi de savaşla, sınıra örülen duvarla bu toplumsal bütünlük, devamlılık parçalanmak isteniyor. Fakat her girişim beraberinde tepkiyi de getirdi, getiriyor.

ÖSO VE MÜLTECİLER KÜRT-ARAP BİRLİKTELİĞİNİN ARASINA SAPLANMIŞ HANÇER OLUR

Sizce Efrîn savaşı, bütün bu parçalama girişimi tarihinin neresine yerleştirilebilir?

Çok ilkel, çok geri bir yöntemle karşı karşıya olduğumuz açık. Tamamen gözü kapalı, sonuçları hesaplanmamış, çelişkileri daha da büyütecek bir yöntem uygulanıyor. Karşı taraftan Türkiye’ye saldırı olduğuna dair iddialara, iddiaları dillendirenler de inanmıyor. Daha yakın zamanda Türkiye devleti sıkıştığında Rojava’daki güçlerin desteğine başvurdu. Hükümet, Afrin’de kalmayacağını ama gerici unsurları orada ikame edeceğini söylüyor. Keza Türkiye’ye gelmiş olan Arapları oraya göçertmek suretiyle oranın demografik yapısını değiştirmeyi hedefliyorlar.

Olası bir demografik değişimin oradaki toplumsal ilişkilere etkisi ne olur?

Kürtlerle Araplar arasındaki gerilim artar. Zaten orada barış içinde birlikte yaşayan Kürtler, Araplar ve diğer unsurlar ne yapıyorlarsa oluşturdukları meclislerde beraber karar vererek yapıyor. Şimdi ÖSO unsurları ve Türkiye’deki mültecilerin oraya sokulması bu birlikteliğin arasına saplanmış hançer olur.

Bölge devletlerinin Kürt coğrafyasına yönelik nüfus politikasının çok eskilere dayandığını biliyoruz ama bunun başlangıç noktası, temel kilometre taşları nereye dayanıyor?

Bunların temeli, az önce bahsini ettiğim Lozan Antlaşması öncesi gizli anlaşmalarla atılıyor. 1916 Sykes-Picot Antlaşması’na gitmiyorum, çünkü o gizli anlaşma zaten Lozan’da realize oldu. Ankara hükümetinin işbaşına geçtikten sonra 1921-22’de İngiliz ve Fransızlarla yaptığı anlaşmalar bu konuda milattır. Bunlara bir tepki olarak ortaya çıkan 1925 Şeyh Said hareketine karşı Diyarbakır ve çevresinde Türk Hava Kuvvetleri ilk defa bombardıman yöntemini kullandı, 16 uçaklık bir filoyla. O sırada Türkiye’nin toplam nüfusu 12 milyonken iki yıl içinde öldürülen Kürtlerin sayısı 15 bin 500 civarındadır. Arkasından yine buna tepki olarak Ağrı-Zilan isyanı oldu. Yine hava kuvvetleri kullanıldı ki, pilotların çektiği fotoğraflardan oluşan albüm bile var elimizde. Aynı süreçte Fransa, Suriye topraklarından geçen demiryollarını Türkiye’ye açarak, askeri sevkiyat yapılmasını sağladı. 1921’den başlayarak Türkler toprak için, emperyalistler de petrol yatakları üzerindeki hakimiyetlerini sürdürmek için anlaşmalar yaptılar. Bu ilişkiler bugüne kadar farklılaşarak da olsa sızıp geliyor. 1955’te Bağdat Paktı denen bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşmanın tarafları içinde Kürt meselesi olan ülkeler de vardı. Bağdat Paktı daha sonra CENTO’ya dönüştü. CENTO’ya üye ülkeler Türkiye, İran, Irak, Suriye gibi Kürt sorunu ülkeler ve Pencap sorunu olan Pakistan’dı. Hami devletler ise İngiltere ve Amerika’ydı.

Peki bu ittifakın koşulları kaldı mı hâlâ?

Gözünüzü seveyim, şu anda Türkiye hiç sevmediği İran’daki Molla rejimiyle görüşmeler yapıyor. Neden? Kürt meselesi. Türkiye hiç sevmediği Rusya’yla ilişki kuruyor; neden yine aynı. Keza Rusya aracılığıyla düşmanlaşmasına rağmen Beşar Esad’la görüşmeler yapıyor. Şii Arap yönetiminden hiç hazzetmezken, onlarla görüşülüyor. Tüm bu ilişkileri mümkün kılan, Kürt meselesidir. Bu devletler, rejimleri ne olursa olsun, Kürt meselesi söz konusu olunca bir araya gelebiliyor. Buna karşı hem dört parçadaki Kürtlerin hem de İranlı, Iraklı, Suriyeli, Türkiyeli demokratların atacakları adımları iyi hesaplaması lazım. Zira Kürt sorunu var oldukça, onlar da arzuladıkları demokratik rejimlere kavuşamayacaklar.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Efrîn harekatını kastederek “Ben iktidarda olsam gerekirse 10 bin şehit verirdik çekilmezdik” sözünü nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bunlar ciddiye alınmayacak hamasi laflardır. CHP bir tek oradaki ÖSO adlı milis kuvvetlerine sözde karşı çıkıyor. Bu tavır demokrasiyi de Kürt meselesini de, bırakın eski Türkiye tarihini yakın tarihi bile anlamamaktır.

İrfan Aktan kimdir?

Gazeteciliğe 2000 yılında Bianet’te başladı. Sırasıyla Express, BirGün, Nokta, Yeni Aktüel, Newsweek Türkiye, Birikim, Radikal ve birdirbir.org ile zete.com web sitelerinde muhabirlik, editörlük veya yazarlık yaptı. Bir süre İMC TV Ankara Temsilciliği’ni yürüttü. "Nazê/Bir Göçüş Öyküsü" ile "Zehir ve Panzehir: Kürt Sorunu" isimli kitapların yazarı. Halen Express, Al Monitor ve Duvar'da yazıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder