3 Şubat 2013 Pazar

BİR YURTSEVERLİK ÖRNEĞİ: İHSAN NURİ PAŞA


Kürt halkı gelişen bu saldırılara karşı en aktif bir şekilde direniş içerisine giren bir halktır. Hiçbir hesap içine girmeden, bu topraklarda yaşayan diğer halklarla birlikte özgürce ve eşit bir şekilde yaşamayı kendisine esas almıştır.



Kürt tarihine mücadeleleriyle damga vuran, bugün bile özgür yaşam mücadelesinin sürdürülmesinde rolleri bulunan kişiliklerin anlaşılması, Kürt halkının bugünlere nasıl gelindiğini bilme açısından önem taşımaktadır. Nitekim günümüz dünden bağımsız değildir. Yarınların oluşturulması, dünden çıkarılacak derslerle, alınacak tecrübelerle mümkündür. Bu temelde Kürt direniş tarihinde önemli bir yere sahip olan İhsan Nuri Paşa’nın mücadele gerçekliği ve özgür yaşama olan tutkusu bu yazımızın ana teması olacaktır.

Ortadoğu toprakları geçmişten beridir, bugün de yaşandığı üzere, egemen ve sömürgeci güçlerin saldırı merkezi olmaktan kurtulamamıştır. İnsanlığın gelişim yerleşkesi olan Mezopotamya toprakları ise bu savaşların, saldırıların en çok yoğunlaştığı mekan olma öncülüğünü bugün bile elinde bulundurmaktadır. Hiyerarşik-devletçi sistemin doyumsuz sahip olma arzusu her zaman kendisini bu topraklara bir şekilde dayatmıştır.

Osmanlı devletinin dağılışıyla, özelde de I. Dünya Savaşıyla beraber Ortadoğu’nun, en çok da Kürdistan coğrafyasının zenginliklerini tahakkümü altına almaya çalışan egemen güçler, bu coğrafyaya etmedik kötülük, baskı, zulüm ve katliam bırakmamıştır. Gelişen bu saldırı harekâtlarına karşı bu topraklarda yaşayan halklar da direniş hakkını kullanarak, topraklarını, değerlerini, kültürlerini ellerinden almak isteyen bu güçlere karşı direnmiştir.

Kürt halkı gelişen bu saldırılara karşı en aktif bir şekilde direniş içerisine giren bir halktır. Hiçbir hesap içine girmeden, bu topraklarda yaşayan diğer halklarla birlikte özgürce ve eşit bir şekilde yaşamayı kendisine esas almıştır. Egemen güçlerin saldırılarını bertaraf etme mücadelesinde en önde, bir an olsun tereddüt etmeden, bu toprakları müdafaa etmiştir. Kürt halkının yanı sıra, birlikte yaşamayı seçen birçok halk ve farklı inanç grubu da bu mücadele içerisinde yer almıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda belirleyici bir role sahip olan Kürt halkı ve diğer halklar, ne yazık ki; iktidara geçen sömürgeci elitler tarafından çok geçmeden unutulup, ezme ve  yok etme temelindeki saldırılara maruz bırakılmışlardır. Çünkü bu halklar ve farklı inanç grupları iktidar güçleri tarafından tehlike olarak görülmüşler ve bir an önce etkisizleştirilmeleri gerektiğine karar verilmiştir. Bu çerçevede Kürt halkı başta olmak üzere birçok halk ve farklı inanç grubu iktidar güçlerinin hedefi olmuş ve türlü türlü katliamlara maruz bırakılmışlardır.

Milliyetçilik diniyle hareket eden ve ulus devlet mantığı gereği etnik, dinsel tekçiliği bayrak edinen Türk egemen güçleri Kürt halkının varlığını, kendi kültürünü yaşamasını, kendi iradesiyle yaşamını devam ettirmesini, en doğal haklarını istemesini en büyük tehlike olarak değerlendirmiştir. En doğal hak istemlerine bile en vahşiyane yöntemlerle karşılık vermiş, bu temelde gelişen hareketleri bastırmak amacıyla uygulamadık zulüm bırakmamıştır.

Cumhuriyetin asli kurucu üyesi olan Kürt halkı nasıl oldu da düşman ve yabancı haline getirildi? Kürt halkını potansiyel tehlike haline getiren gerçeklik neydi? Kendi topraklarında öteki olan bu halkın, içine girmesi gereken tavır ne olmalıydı? Daha da sıralayabileceğimiz bu sorulara o dönemde de birçok hareket cevap vermek istemiş, bu çerçevede tarih Kürtlerin birçok isyanına şahitlik etmiştir. Ancak gelişen bu isyanların hiçbiri başarıya ulaşamamıştır.

Bu isyanların başarıyla sonuçlanmamasının sebeplerini burada açmayacağız. Ancak şunu söylemek gerekir ki; gelişen bu isyanların temel sorunu genel anlamda Kürt halkının bir birliktelik içerisine giremeyişi ve Kürt egemenlerinde temsilini bulan kendi celladına aşık, işbirlikçi, ihanetçi kimliğin kendisini yaşatmış olması olarak belirtebiliriz. Şeyh Sait, Koçgiri, Ağrı, Dersim vb. daha birçok isyanın başarısızlıkla ve vahşiyane katliamlarla sonuçlanmasının temelinde yatan, esasta bu iki gerçeklik olmuştur. Buna rağmen Kürt halkı mücadele etmekten, direnmekten, var olma ve özgürlüğünü sağlama mücadelesinden vaz geçmemiştir. Kürt halkının da, dünyanın her yerinde yaşayan halklar gibi kendi topraklarında, kendi değerleriyle, en insani haklarıyla yaşaması gerektiğine inanan ve bu çerçevede büyük bir mücadele içerisine giren kişilikler geçmişten günümüze kadar hep var olmuştur. İhanet ve işbirlikçiliğe karşıt, direnişçi ve özgürlükçü bir damar hep sürmüştür. Bunu temsil eden kişilerden biri de; Ağrı İsyanı’nın öncülerinden olan, Ağrı Dağında bir destan yaratan, mücadele tarzıyla düşmanı felç eden İhsan Nuri Paşa’dır.

Siyasetçi, aydın, asker ve önder bir kişiliğe sahip olan İhsan Nuri 1893 yılında Bitlis’te doğmuştur. Bitlis’te gördüğü ilköğrenimden sonra asker olmayı seçmiş ve bu çerçevede hem Osmanlı, hem Türkiye devletinde, hem de Kürt özgürlük mücadelesinde başarılı pratiklere imza atmıştır. Uzun yıllar Osmanlı devletinde, sonrasında Türk devletinde aldığı görevlerin birçoğunda yaralanmış ama her seferinde daha güçlü bir şekilde kaldığı yerden devam etmesini bilmiştir. Özellikle de Osmanlının dağılışıyla beraber gelişen ulusal kurtuluş mücadelelerinden etkilenmiş ve bu çerçevede belli arayışlar içerisine girmiştir. Bu çerçevede de Kürdistan Teali Cemiyeti başta olmak üzere, Azadi Örgütü ve sonrasında Xoybun gibi örgütlerin aktif bir üyesi olarak Kürt özgürlük mücadelesi içinde yer almıştır.

İhsan Nuri’nin Kürt özgürlük mücadelesi için yaptığı ilk girişim; Yusuf Ziya’nın öncülüğünde başlatılan ve Şeyh Sait isyanı olarak tarihe geçen harekattır. Nasturi İsyanını bastırmak amacıyla Şırnak-Beytüşşebap alanında bulunan 18. Piyade alayına bağlı Yusuf Ziya’nın kardeşi Mülazım Ali Rıza’nın da içinde yer aldığı 350’ye yakın Kürt asker ve subayla beraber başlatılacak harekata İhsan Nuri’de buradan destek verecektir. Ancak alınan yanlış bir bilgiden kaynaklı erken bir şekilde birliklerinden ayrılıp, Güney ve Doğu Kürdistan alanlarına dağıldıklarından başlatılmak istenen harekat erken doğum yapar. Ama onlara göre önemli olan bundan sonrasıdır. Bu çerçevede bir an olsun boş durmayan İhsan Nuri, öncelikli olarak Kürt halkını bir araya getirme çabası içerisine girer. Önceki isyanlarda yaşanan yetmezlikleri bir nebze de olsa bertaraf etme ve başarısızlığın önünde yer alan duvarları kırma gerekliliğinin farkında olan İhsan Nuri, Kürt halkının parçalı duruşunun ortadan kaldırılması gerektiğini bilmektedir. Kürt halkı geçmişten bu yana egemen güçler tarafından parçalı halde tutularak, kendi çıkarları temelinde kullanılmaktadır. Bu çerçevede, Batı, Güney ve Doğu Kürdistan’da çeşitli arayışlar içerisine girer. İhsan Nuri’nin bu çabalarını gören İngilizler, İhsan Nuri’yi kendi yanlarına çekmek ve kendi çıkarları çerçevesinde kullanmak amacıyla Kadiri Sıddık Paşa aracılığıyla askeri görev vermek üzere Irak’a çağırlar. Ancak İhsan Nuri devrimci duruşundan ve hedeflerinden bir an olsun taviz vermeden, “Ben Kürdistan’ın bağımsızlığı için mücadele vermek istiyorum. Irak ordusunda yer alarak İngilizlerin kucağına girmek istemiyorum.”(1) gibi tarihi bir cevapla, bu teklifi ret eder. İhsan Nuri’nin bu tavrı, Kürdistan’ı ve Kürt halkını istediği gibi kullanacağını ve parmağında oynatacağını sanan İngilizlere, İngilizler şahsında tüm egemen güçlere konulmuş bir tavırdır. İhsan Nuri, satılık olmadığını ve amaçlarının kutsallığını net bir şekilde ortaya koymuştur. Bu temelde, Kuzey Kürdistan’da var olan mücadele gerçekliğini anlaşılır kılma ve ulusal birlikteliği sağlama adına birçok çaba içerisine girer. Henüz bu alanlardayken Şeyh Sait isyanı gelişir. Bunu öğrenir öğrenmez bulunduğu alanlarda destek bulmak için tekrar bir yoğunluğun içerisine girer. Ancak yine istediği desteği alamaz ve çok geçmeden İsyanın bastırılıp, Şeyh Sait ve arkadaşlarının katledildiğini öğrenir.

Şeyh Sait isyanında, Kürt halkının genel anlamda bir örgütlülüğe, birlikteliğe kavuşmaması ve iç ihanetten kaynaklı alınan yenilgi ve yaşanan kanlı bastırma sonrası Kürt halkı için yeni bir dönemdir. Kürt halkı ve Kürdistan toprakları yaşanan bu son başarısızlıkla, saldırıların her zamankinden daha fazla arttığı, baskı, işkence, sömürü, sürgün ve katliamların boy gösterdiği bir sürece girmiştir. Şeyh Sait isyanının yenilgisinin ardından Kürtler, birbirinden kopuk ve küçük birlikler halinde direnişlerini sürdürüyorlardı. İçerde çok yoğun baskı ve tutuklamalara maruz kalan Kürtlerin yanı sıra önemli bir kısmı da sürgün yaşıyordu. Sürgünü yaşayanların önemli bir bölümünü Kürt aydınları oluşturuyordu. Yaşanan durum Kürt aydınlarını belli bir arayışa sürüklüyordu. Bunun yanı sıra öncesinde yaşanan isyanlardan belli dersler çıkarılmıştı. Özellikle de tüm Kürtlerin bir çatı altında birleştirilmesi ve bu şekilde mücadele içerisine girilmesi kararlılığı yoğunca kendisini hissettirmişti. Bu çerçevede Kürdistan Teali Cemiyeti, Kürt Teşkilat-ı İçtimaiye Cemiyeti, Kürt Mili Fırkası, Azadî örgütlerinin eski üyelerinin de katıldığı bir Kurultay gizli olarak toplanır. Bu kurultay Xoybun örgütünün de temellerini atar. Bu toplantıya Azadi örgütünün bir üyesi olarak İhsan Nuri’de katılım sağlar.

Ağrı dağında yoğunlaşan mücadele gittikçe toparlanmaktadır ve bir güç haline gelmektedir. Bunun üzerine İhsan Nuri de bu harekata katılmak amacıyla Ağrı dağına gider. Xoybun örgütü, kurulmasından sonra Ağrı dağında başlayan harekatın yürütücüsü haline gelir. Aslında Xoybun’la merkezi bir birliktelik sağlanmıştır. Ağrı dağına gelen İhsan Nuri Xoybun’un kararı doğrultusunda 1927 yılında 20 arkadaşıyla beraber Erzurum’a gider. Burada içine girdiği olumlu pratikler nedeniyle Türk devletinin yakın takibatına uğrar.  Bu çerçevede şiddetli çatışmalar yaşanır ve İhsan Nuri’nin harekat tarzı nedeniyle düşman güçleri felce uğratılır. Bir süre yaşanan çatışmalardan sonra gerçekleştirilen ikinci bir toplantıyla “ulusal hükümetin” kurulduğu ilan edilerek, harekatın liderliğine de İhsan Nuri ve İbrahim Heslo Telli getirilir. Bunun yanı sıra Xoybun örgütü tarafından "Ağrı Askeri Delegesi ve Milli Hareketin Genel Kumandanı" olarak seçilir.

İhsan Nuri mücadeleci ve örgütçü kişiliğiyle Ağrı harekatına damgasını vurur. Kıt kanaat imkanlarla, yaratıcı kişiliğiyle her an mücadeleyi büyütme ve başarıya ulaştırma çabası İhsan Nuri’de yoğunca yaşanmaktadır. Bu temelde çok eski bir matbaa makinesiyle “Ağrı” ve “Gaziya Welat” adlı iki gazetenin yanı sıra, ‘Agirî Agir dibarîne(Ağrı Ateş Yağdırıyor)’ adlı bildiriler dağıtır. Gazete ve bildirilerin temel amacı, başlatılan harekatın önemi, kararlılığı, amacı ve gerekçelerini halka taşırmaktır. Bu şekilde halkı motive ederek, harekata katılımını sağlamayı amaçlamaktadır. O güne kadar sindirilen, korkuyla bastırılan, sesi soluğu kesilen halkın tekrardan kendine gelmesini sağlamak amacıyla gelişen bu icraat, halk üzerinde belli düzeyde etkide bulunmuştur. Sömürgeci Türk devleti Kürt halkını geçmişte yaşattıklarıyla tehdit ederek, herhangi bir başkaldırı halinde başına gelecekleri konusunda yoğunca propagandalar yapmaktadır. Bu temelde İhsan Nuri’nin bu faaliyeti aslında Kürt halkının bir şekilde gelişen her türden saldırıya bir cevabının olması gerektiği ve içine girmiş olduğu korkularından sıyrılması gerektiğini bildirmekteydi. Aksi zaten bir bitiş, yok oluştu.

Bunun yanı sıra İhsan Nuri’nin harekat boyunca esas aldığı hareket tarzı, kendisinden önceki isyanlardan farklılık arz eder. Özellikle gerilla tarzı eylemlerle düşman güçlerini perişan eder. 15-20 kişilik birlikler şeklinde, askeri eylemlerin yanı sıra, halkı örgütleme, mücadele hakkında bilgi verme, propaganda yapma gibi çalışmaları da başarılı bir şekilde yürütürler. Ayrıca yol kesme, yiyecek ve cephane depolarını basarak mücadelenin ihtiyaçlarını giderme eylemlerini de uygulamaktadırlar. Mücadelelerine ihanet eden, Kürt halkına karşı düşman güçleriyle bir olan ve Kürt halkının kazanımlarını ayaklar altına alan kişiliklere karşı aldıkları tavır ve gerçekleştirdikleri eylemler muazzamdır. Hiçbir şekilde böyle kişiliklere tahammül göstermeyip, en kötü şekilde cezalandırmaktadırlar. Çünkü İhsan Nuri’ye göre; ‘bu güne kadar eğer Kürtler elle tutulur bir başarıya ulaşmamışlarsa ve sonları hep başarısızlıkla, kanla, ölümle, katliamla sonuçlanmışsa, böylesi kişilerin yüzünden olmuştur.’ Bundan kaynaklı da bu kişiliklerin ağır bir biçimde cezalandırılması hayati önemdedir. Bu gün bile birçok örneğiyle karşılaşabileceğimiz böylesi kişilikler Kürt halkının yakasına yapışmış bir lanet gibidir ve bir türlü bırakmamaktadır. Bunu fark eden İhsan Nuri, bu kişiliklere karşı içine girilmesi gereken tavrı bu şekilde belirlemiştir.

Üzerinde önemle durulması gereken bir diğer eylem şekli de; devlete ait sivil ve askeri idare merkezlerini basarak, düşman otoritesini zayıflatmadır. Topraklarını işgal eden bu kurumların burada bulunmalarının hiçbir meşruiyeti yoktur ve bunun teşhir ve deşifre edilmesi gerekiyordu. Bu kurumlarla Kütler üzerinde gücünü hissettirmeye çalışan devlet, böylesi baskınlarla zayıflatılabilirdi. Zayıflayan devlet, büyüyecek olan Kürt halkı demek olacaktı. Bu çerçevede hiçbir meşruiyeti olmayan bu kurumların, bu topraklar üzerinde bulunmasının hiçbir anlamı yoktu ve bir an önce bu kurumların gerektiği yere gönderilmesi gerekirdi. Kürt halkı, bu topraklara yerleştirilen bu kurumlar üzerinden kendi benliğinden uzaklaştırılmış, fiziki kırımların yanı sıra, kültürel soykırımlardan geçirilmiştir. Bu kurumlara doğru, yerinde ve zamanında verilecek cevaplarla aslında devlete, sömürgeci güçlere güçlü bir cevap verilmiş olacaktı. Bunun farkında olan İhsan Nuri, bu temelde bu kurumları öncelikli hedef haline getirerek, isyanın ihtiyaçlarını da bu devlet kurumlarından elde etmiştir.

Nitekim hem bu eylem tarzlarıyla İhsan Nuri, Şeyh Sait isyanıyla belli bir sessizliğe gömülen Kürtleri tekrardan kendisine güvenir hale getirmiştir. Bu şekilde hem halkın hem de halk adına mücadele yürüten güçlerin birlikteliği sağlanmıştır.
Bu durumdan ciddi bir şekilde rahatsız olan Türk devleti gelişen hareketi bastırmak ve örgütlülüğü bertaraf etmek için birçok uygulamaya gider. Bu çerçevede genel bir ‘Af’la hem Şeyh Sait isyanından sonra sürgüne gönderilen kişiler affedilir, hem de hala devam etmekte olan harekatın yönetici ve yürütücü gücüne ‘af’ vaatlerinde bulunulur. ‘Çatışmaların durdurulması’ ve ‘Kürtlerin rahat durması’ karşılığında "Doğu'daki sistemde belli ıslahatlar yapılacak; Şeyh Sait isyanı sırasında sürgün edilenler affedilip yerlerine döndürülecek, Kürt siyasi önderleri hakkında genel af çıkarılacak, İhsan Nuri Paşa istediği ülkeye gitmekte serbest olacak, kendilerine pasaport verilecek ve yardım edilecek veya istediği ülkeye büyükelçi olarak atanabilecek, Kürt liderinin İstanbul'da yaşayan eşi Yaşar Hanım'ın Ağrı bölgesine getirilmesi ya da başka bir ülkeye gitmesi sağlanacak"tır…
Ancak tekrar Kürt halkının haklarını yok sayan bu girişimlere karşılık ve kendisine sunulan yüksek mevkilerde görev verme, para verme ve istediği ülkeye gidebilme vaatlerine karşılık İhsan Nuri; "Boşuna zahmet etmeyin, hiçbir yere gitmem, ben ulusumun hizmetindeyim... Siz eğer samimiyseniz devletinizin gözü önünde Ağrı Dağı'na çekilmiş bağımsızlık bayrağının cevabını verin" şeklinde tavrını net olarak özgür Kürt ve Kürdistan’dan yana koyar.(2)

Türk devletinin uygulamaya çalıştığı tüm yöntemler boşuna gitmektedir. Çünkü Kürt halkı önceki isyanlardan ders çıkarmış ve Türk devletine güvenilmeyeceğini anlamıştır. 1930 yılına gelindiğinde Ağrı bir bağımsız Kürdistan vilayeti olarak ilan edilir ve idari yöneticiler atanır. Gittikçe durumun daha farklı bir boyut kazandığını anlayan Türk devleti, ileri sürdüğü vaatlerinin de bir etkide bulunmadığını anlayınca, şimdi de yaşandığı üzere, dış güçlerin desteğiyle hareketin üzerine gider. Öncelikli olarak Van’ın bir bölümünün İran’a bırakılması şartıyla, İran tarafına bakan Ağrı Dağının doğu tarafının kontrolü Türk devletine verilir. Bununla amaçlanan isyancıların geçiş hattını kapatmak, hareketin ve halkın dışarıyla olan bağlantısını kesmek ve yalnızlaştırmaktır. Bu harekatı bastırma amaçlı Rusya’dan da destek aldığı bilinmektedir. Bu temelde Ağrı dağında sıkıştırılan harekat, boğuntuya getirilmiştir. Çok geçmeden Ağrı dağı savaş uçakları destekli ateş altına alınır. İhsan Nuri ve bir kısım arkadaşı İran’a geçmek zorunda kalır.

Bu sürece kadar İhsan Nuri hakkında düzenli bilgiye sahip olmamıza rağmen, İran’a geçişiyle beraber bu bilgi akışı durmaktadır. Özellikle de özgürlük mücadelesine kaldığı yerden devam edip etmediği noktasında çok yetersiz bilgilere sahibiz. İran’daki sürgün yaşamında İran devletinin ağır baskılarıyla karşı karşıya olduğu kesindir. Nitekim İran’a geçtiği ilk dönemlerde İran tarafından tutuklanarak, bir süreye kadar farklı yerlere sürülmesi bunun göstergesidir. Bunun etkisiyle yapmak istediklerini gereken düzeyde yerine getiremediği anlaşılırdır. İhsan Nuri’nin bu sürgün döneminde gelişen Mahabad deneyimi ve sonrasında Mustafa Barzani’nin Irak’ta içine girdiği hareketliliğin yanında aktif olarak yer almamasının temelinde, bizce Kürtlerin içinde var olan parçalı durum ve ihanetçi-işbirlikçi çizgi yatmaktadır. Bunun yanı sıra hem Mahabad deneyimine hem de Mustafa Barzani’ye destek olan Sovyet Rusya’nın Ağrı İsyanında Kürtleri arkadan hançerlemesi, kendisinde bu hareketlere de bir güvensizliği getirmiştir. İhsan Nuri’nin yaklaşımı, dış güçlere bel bağlanılamayacağı, ne varsa ulusal birliktelikten geçtiği ve başarının öz güç temelinde sağlanabileceğidir. Nitekim İhsan Nuri’nin içine girdiği bu tutum sonradan görüleceği üzere haklı çıkacak ve Mahabad Cumhuriyeti de Rusların ihanetine uğrayacaktır. Buna rağmen çeşitli faaliyetlerde bulunmaktadır. Bizce şaibeli olan ölümü de bu içine girmekte olduğu faaliyetlerden kaynaklı olup, kendisine komplo gerçekleştirildiğidir.
İhsan Nuri sürgünlüğün ağır koşullarında ülkesine ve halkının özgürlüğüne olan tutkusundan bir an olsun geri adım atmamıştır. Rehmi Şinoyi Mahmudzade’nin kaleme aldığı ‘General İhsan Nuri Paşa’ kitabında yer yer İhsan Nuri ve eşi Yaşar Hanım arasında gelişen tartışmalardan biri şöyle aktarılmaktadır; “Çok iyi hatırlıyorum, 1956 yılının yaz aylarında İhsan Nuri Paşa çok dertli ve duygulu bir şekilde Kürtlerin içinde bulunduğu kötü durum üzerine konuşuyordu. Eşi bu arada devreye girerek ’İhsan ne zamana kadar Kürtlerle uğraşacaksın? Niçin Kürtler bizim içinde bulunduğumuz durumu merak etmiyorlar? İran'da o kadar Kürt var, bir kaçı hariç kaç tanesi İhsan Nuri Paşa'nın kim olduğunu, nasıl yaşadığını biliyor? Eğer sen Türkiye'de kalsaydın, Kürt devrimi ile ilişkin olmasaydı, şimdi Türkiye'de yüksek bir rütbe sahibi olurdun ve yaşamında iyi olacaktı' diyor. İhsan Nuri, Yaşar Hanım'ın böyle konuşmasından rahatsız oluyor ve kendisine ’Yaşar ben iyi bir yaşam ve yüksek rütbe için mi Kürt Devrimi ile ilişkiye geçtim? Hayır. Ben o dönemler Devrim ile ilişkiye geçtiğimde zor günleri yaşayacağımı, şehitler kervanına katılacağımı düşünerek girdim. Bundan da hiç bir zaman pişman değilim.“ (3)

İhsan Nuri’nin bu tavrından da anlaşılacağı üzere, ülke aşkı, Kürt halkına reva görülen köle yaşayışa dur deme ve Kürt halkını özgür yarınlara ulaştırma tutkusu her an yüreğinde yer edinmiştir. Gücü yettiğince mücadeleye aktif olarak katılım sağlamış ve Kürt özgürlük mücadelesi tarihine adını yazdırmıştır. Bu anlamıyla bugün biz Kürdistan özgür yaşam gerillaları olarak böyle kişiliklerin yarattığı değerler üzerinden özgür yaşam mücadelemizi her an daha da büyütüyoruz. Onların ülke ve halk aşkı sayesinde bu topraklar bu gün karanlıklara ve ağlamalara mahkum olmaktan kurtulmuş, onların mirasçısı olan Önder Apo ve PKK hareketi mücadelesiyle bu topraklara güler yüzlü günler getirmiştir. Bu anlamıyla 25 Mart 1976 yılında gözlerini hayata yuman İhsan Nuri şahsında tüm özgür yaşam tutkunu ve arayışçısı militan, yurtsever kişiliklerin anıları önünde saygıyla eğiliyor, mücadelelerinin yürütücüsü olacağımızı bir kez daha belirtiyoruz.

Yararlanılan kaynaklar:
(1)İhsan Nuri Paşa-Ağrı Dağı İsyanı-Med Yayınları, Sayfa: 9
(2) Age. Syf: 34
(3)General İhsan Nuri Paşa-R. Şinoyi Mahmudzade, Sayfa: 5
Zerdeşt TOLHILDAN





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder