26 Ağustos 2012 Pazar

Ağrı Dağından Uçtum, Garbe Düştüm


Annem beni ve akrabalarını gördü, evlenen ve çoluk çocuğa karışan beni görünce çok duygulandı. Hep suskun kalmayı tercih etti. Hiçbir zaman geçmiş hakkında konuşmak istemedi.



1930'lu yıllarda Ağrı Dağı direnişinde onlarca Bazidli çocuk, subaylar tarafından evlat edindiler, Kürt kadınlarını da kendilerine nikahladılar. Araştırmacı yazar Sedat Ulugana'nın Ağrı Kürt Direnişi ve Zîlan Katliamı kitabında Zîlan bölgesinde de Zîlanlı çocukların subaylar tarafından evlat edindiklerini yazıyor. Buradan anlaşılıyor ki Dêrsim'de, Zîlan'da uygulanan bu yöntemler daha önce Ağrı'da kullanılmıştır. Her üçünün ortak yönü mutlaka bir katliamdan sonra gerçekleşmiş olmasıdır. İsyan, direniş ve katliamların yaşandığı bu coğrafyada, "Dê ewladê xwe davêje" sözü o dönemden kalma sözlerden biridir ve hala Kürtler çokça kullanmaktadır. Bazı anneler sonradan pişman olduklarını, gidip çocuklarını bıraktıkları yerden aldıklarını anlatacaklardı.
Ûsiv Teyare veya kayıttaki adıyla Yusuf Çağlav da böyle bir hikayeye sahip. 21 Eylül 1899 Yangınyurt doğumlu. Babası Hasan ve annesi Rıhan ile ilgili bir kayıt yok nüfus kütüklerinde. Babasını Ağrı dağı direnişinde kaybediyor, annesi ve kardeşi savaş sürecinde bir Türk subayı tarafından alıkonuluyor. Kendi anlatımıyla hayat hikayesi:

"Bizim evimiz Ağrı dağındaydı. Köyümüzün ismi Kürtçe Zorava, Türkçe ise Demirkapı idi. Biz hep köyümüzde kalıyorduk. 1920'li yılların başlarından itibaren ailemiz bazı sıkıntılar yaşadı. Başa egal takmanın yasaklandığı dönemlerde de bu sıkıntılar devam etti. O dönem herkes egal takıyordu, bizler de takıyorduk. Bundan dolayı hepimiz epey eziyet çektik. O zamanlar köyde oturuyorduk, şehir de yukarı Bayazıt'ta idi. Şu anki şehrin olduğu Bayazıt bomboş bir araziydi. Pıra Belek köprüsü yapılmış durumdaydı. İnsanların bir kısmı oradan, bir kısmı da Zorava köyünün alt kısmında sulak araziden gelip şehre şeytan yoluyla gidiyorlardı. O sulak arazide jandarmalar köylülerin sırtından karşı tarafa geçiyorlardı. Ayakkabıları ıslanmasın diye. Bay ve bayan fark etmezdi. Bu ve buna benzer birçok sıkıntıdan dolayı millet zamanla dağların eteklerine gitmeyi tercih etti. Tendurek kısmına gidenler de oldu, Ağrı dağına da gidenler oldu. Ağrı dağı etrafına gidenler her iki Ağrı dağı arasından Ermenistan'a gidip geliyorlardı. Birçok ihtiyaçlarını orada karşılıyorlardı. Ermenistan taraflarında her şey daha ucuzdu.
Annemin ismi Rıhan, Babamın ismi de Hasan. Ali, Ayşe, Ahmet ve Yusuf isminde çocukları ile Ağrı dağının eteklerindeki Zorava köyünde iken Ağrı dağı direnişi başladı. Doğal olarak çevrede bulunan birçok kişi gibi biz de ailece kendimizi direnişin içinde bulduk. Zaten köyümüz, ailemiz ve aşiretimiz de direnişe destek veriyordu. Direnişin başından beri savaşın içinde olan babam Hasan bir çatışmada hayatını kaybetti. Direnişçiler babamı, Ağrı dağı eteklerinde gömdüler. Öldüğünde 40 yaşlarındaydı. Geriye annem Rıhan ve biz dört çocuk kaldık. Kardeşim Ayşe'nin sırtında elbisesiz, ayakkabısız kardeşim Ahmet daha üç yaşındayken soğuktan dolayı öldü. Küçük Ağrı dağı eteklerinde Beyro-Sılakose köyünde mezarını yapıp, defnettik. Daha sonra kızkardeşim Ayşe, İran'daki akrabalarımın yanına gönderildi. İran'da amcamın yanında kaldı, büyüdü ve yıllar yılı aile hasretiyle yaşadı. Zaten dönüp geleceği bir aile de kalmamıştı. (Daha sonra Dambat köyünde evlenir ve çoluk çocuğa karışır.) Geriye annem Rıhan, Ali ve ben kaldık.
Babamın vefatından sonra, savaş ve katliamların yoğunlaştığı bir süreçte annem her şeyini geride bırakmak zorunda kaldı. Sadece iki oğlunu yanına aldı ve 40 tane Reşat altını da koynunda saklamıştı. Hani ilerde lazım olur diye. Annem beni savaşın ortasında koruyamayacağını anlayınca, beni amcalarımın yanına bıraktı. Annem sadece, kardeşim Ali ile birlikte kaldılar. Çünkü Ali epey küçüktü. O günden sonra da zaten görüşemedik.
Zemyan mıntıkasında çoğu aile bir tarafa kaçıyor, bazı ailelerde ölenler ve sakat kalanlar oluyordu. Kadınlar, çocuklar, erkekler, genç kızlar hepsi bir şekilde ya ölüyorlar ya sakat kalıyorlardı. Direnişin bastırıldığı dönemde, bazı aileler sürgüne gönderilirken, bazılarına da devletin görevli subayları el atıyor ve onları kendilerine eş, evlat olarak götürüyorlardı.
Direniş bastırıldıktan sonra birçok yerde toplu katliamlar yapıldı. Annem ve kardeşim Ali de o katliam bölgelerindeydiler, yapayalnızdılar. Annem, Ali'nin ölmemesi için çok çabalar. Direnişten sonra geriye kalanları ve çoğunluğu kadın çocuk olmak üzere Ağrı dağının eteğinde katledildiler. İşte, o katliamın yapıldığı esnada bir Türk subayı annemi alıp, kendine eş yapmak istemiş. Fakat annem ona direnir, gidip karısı olmak istemez. Bir de kardeşim Ali var yanında. Subay ona çocuğunu bırakmasını ister. Annem kabul etmez, neticesinde tartışmalar, çekişmeler ve hırpalanmalar oluyor. Sonuçta annemin direnmesine rağmen, subay annemi ve kardeşim Ali'yi alıp götürüyor. Annem, artık tanımadığı, dilini bilmediği bir subayın hanımı, Ali de oğlu olur. Artık annem ve kardeşim için yeni bir yaşam başlıyor.
Subay ilk önce annem ve kardeşim Ali'nin ismini değiştirir. Yeni bir ad bulur. Ali'nin, yeni ismi İhsan Bozkurt, annemin de Lütfiye Bozkurt olur. Baba subay, İhsanı okutur. Askeri okullara verir. Yıllar sonra annemin subaydan iki çocuğu olur, bir kız bir oğlan. Kızına kız kardeşim Ayşe'nin ismini verir. Oğluna da Yusuf ismini verir, yani benim ismimi. Kızı da, oğlu da okur. Zamanla memur olurlar. İhsan ise askeri okulda başarılı olur. Birçok yerde görev yapar. Teğmen olarak yıldızlarını taktıktan sonra bir gün annemle konuşurken, adeta şok olur. Çünkü annemin anlattığı şeyler kendi yaşamını bir bütün etkiler ve inanmaz. Epey konuşmalardan sonra annem onun gerçek babasını, hayatını, memleketini, aşiretini ve yakınlarını anlatır. Gerçek babası ölü ama kardeşi sağ. Akrabaları sağ, dolayısıyla onları görerek gerçeklerin açığa çıkacağını düşünür. Annemle bu tartışmaları yaptığı dönemde tayini Ankara'ya çıkar. Ama o gerçekleri öğrendikten sonra Bazid'e tayini çıkan arkadaşıyla yer değiştirir. Tayini Ağrı ili Doğubayazıt ilçesine çıkar. Bunun üzerine annem, kardeşimle geçmişe dönük konuşmalar yapar. Öz babasının savaşta öldüğünü, köyünün ismini, kardeşi Yusuf'u, yani beni ve akrabalarını anlatır. İhsan Bozkurt ise anlatılanların hepsini yazıp not eder. Aşiretinin ileri gelenlerinin Şeyh Abdulkadir Kotan'ın Örtülü köyünden olduğunu, Bıro Hesıki Telli'nin Çiftlik köyünden (Büyük olasılıkla annem Bıro Hesıki Telli'nin savaşta öldürüldüğünü bilmemektedir), İran'da ise Brahimê Sılo'nun oğlu Reşit ağanın olduğunu anlatır.
Ben de savaş döneminde akrabalarımın yardımıyla İran'a gitmiştim. Daha sonra devletin çıkardığı aftan yararlanarak kendi köyüme döndüm. İran'da iken evlendim, çoluk çocuğa karıştım.
İhsan bey albay iken Doğubayazıt Tugay komutanlığında görev yapıyordu. Şeyh Abdulkadir'in oğlu Hasan bey ile bu konuları konuşur. Kendi durumunu anlatır, Saka aşireti ile ilgili sorular sorar ve nihayetinde anlatılanların birbiriyle örtüştüğünü anlar. Şeyh Hasan da bu durumu kendi ailesine anlatır. Bu haber üzerine aile bireyleri toplanır ve kalabalık bir grup ile tugaya gidiyorlar. Yıl 1976 bahar ayları. Subay olan İhsan Bozkurt, yani kardeşim Ali benimle ve akrabalarımla buluşup, görüştü. İhsan'la yalnız kaldığımız vakit, annemin ona anlattıklarını dinledim. Dinledikten sonra birbirimize sarıldık.
Ben, annem ile giden kardeşim Ali'nin anlattığı gerçekler karşısında şok oldum. Bir yandan da annemin yaşadığına da sevindim. Annemin anlattıklarını bir bir hatırlar ve hiçbir şeyi unutmadığını söyledim. Kardeşim, İshak Paşa Sarayını ve Ehmedê Xanî türbesini, annemin anlattığı yerleri görmek istedi. Yine Demirkapı köyünü, İran'daki Reşit ağayı merak ettiğini, sorup soruşturduğunu anlatınca, ben de onu alıp götürdüm, gezdirdim ve görüştürdüm.
Kardeşim 3- 4 yıl Doğubayazıt'ta görev yaptı. Bu süre içinde annem de Doğubayazıt'a geldi. Annem beni ve akrabalarını gördü, evlenen ve çoluk çocuğa karışan beni görünce çok duygulandı. Ve hep suskun kalmayı tercih etti. Hiçbir zaman geçmiş hakkında konuşmak istemedi. Biz de konuşturup, tartışmaya girmedik. Kızkardeşim Ayşe'nin İran'da evlendiğini anlattık. Mutlaka onu görmek istediğini anlatınca ve ısrarlar üzerine Ayşe İran'dan çocukları ile birlikte Doğubayazıt'a geldi. Böylece tüm aile fertleri olarak bir araya geldik. Bir yanda hüzün, acı, bir yanda sevinç. Çadırlar kuruldu, koyunlar kesildi, ziyafetler verildi.
Annem Rıhan İskenderun'a döndü ve belli bir süre geçtikten sonra vefat etti. Mezarı şu an İskenderun Arsuz beldesindedir. Kardeşim Ali yani İhsan Bozkurt ise emekli olduktan sonra İskenderun'a taşındı. İskenderun'da iken ben de birkaç kez kendisini ziyaret ettim."
Rahmetli babam Salih Gültekin, 1992-93 yıllarında İskenderun'da öğretmenlik yapıyordu. Kardeşim Yusuf bu konuyu aile konuşmalarında duyunca bir yolunu bulup, İhsan Bozkurt'a ulaşır ve görüşür. İhsan Bozkurt, Yusuf Gültekin'in her gelişinde mutlaka geçmişe dair anılarını anlatırdı. Daha sonraları İhsan Bozkurt vefat eder, mezarı da İskenderun'dadır. Ûsiv Teyare, Bazîd'de zaten sevilen biriydi, bu hayat öyküsü dilden dile dolaştıktan sonra insanlar ona daha çok ilgi duydular. Kibar, güler yüzlü ve sevimli bir insandı. 1.90 boylarında, yürümeyi çok sevdiğinden, Ararat'ın köy ve yaylalarına yürüyerek gittiğinden 'Teyare' yani uçak lakabı verilmiş.

Nihad Gültekin

Özgür Politika Gazetesi PolitikART eki

2 yorum:

  1. Merhabalar. Zilan Deresi Katliamı ile ilgili bir belgesel hazırlamaktayım konuyla ilgili materyallere ihtiyacım var benimle iletişime geçmeniz mümkün mü?

    info@documantalite.com

    YanıtlaSil
  2. Facebook'dan Sedat Ulugana'ya yazın.

    YanıtlaSil