13 Mayıs 2012 Pazar

Duhok, İhsan Nuri Paşa’yı andı


Irak Federal Kürdistan Hükümeti Aydınlanma ve Gençlik Bakanlığı ( Wezareta Rewşembirî û Lawan ) 24-27 nisan 2012 tarihleri arasında Duhok kentinde “ Ağrı İsyanı ve İhsan Nuri Paşa ” konulu bir etkinlik düzenledi. Duhok yazarlar derneği
konferans salonunda gerçekleşen etkinliğe ben de panelist olarak davetliydim. Etkinlik 24 nisan saat 10’da  “Ey Rakip” kürt ulusal marşı ile açıldı. Ardından ışıkları söndürülen salonda Şıwan Perwer’in “ay felek” şarkısı ile İhsan Nuri Paşa’nın kendi sesinden bir ses kaydı dinletildi. Salonda hem sevinç hem de hüzün vardı. Açılış konuşmasını yapan bakanlık yetkilisi Kerim, bu acı olayların bir daha yaşanmaması için bu festivali düzenlediklerini ve çıkarılması gereken dersler olduğuna vurgu yaptı. Kürdistan’ın dört parçasından gelen 20 konuşmacı, isyanla ilgili önemli sunumlarda bulundular. Ben de 26 Nisan günü saat 10 da “ Ağrı isyanında İhsan Nuri Paşanın rolü” konusunu dinleyicilerle paylaştım.

Duhok’luların festival olarak tanımladıkları etkinliğin en renkli katılımcısı Doğu Kürdistan’dan gelen RAHMİ ŞİNOYİ idi. 77 yaşındaki Sayın Şinoyi, Tahran’da yaklaşık 25 yılını ihsan Nuri Paşa ile geçirmişti. Ailesinin hizmetinde bulunmuş, Nuri Paşa ve eşi Yaşar hanım, kendisine “evladımız” diye hitap etmişlerdir. Bir canlı tanık olarak farklı anlatımlarda bulundu. İhsan Nuri Paşa’dan kalma birkaç belgeyi gösterirken salonda duygulananlar oldu. Şinoyi’nin Duhok’ta İhsan Nuri Paşa heykelinin yapılması önerisi yetkililer tarafından olumlu karşılandı. Kürt paşa’nın Tahran’da iken siyasi ve ekonomik yönden büyük sıkıntılar çektiğini anlattı sayın Şinoyi. Kürt sorununa ve de kendisine ihanet ettiği için geleneksel olarak ziyaret edilen Şah Rıza Pehlevi’nin mezarına hiçbir zaman uğramadığını dile getirdi. Hatıra olarak kendisine verdiği isyan dönemine ait bir bayrak ile yara bantlarını dinleyicilere takdim etti. Güney Kürdistan’da da İhsan Nuri Paşa’nın yaşamını ve mücadelesini kitaplaştıranlar, yazdıklarını konuklarla paylaştılar. Edipler derneği giriş salonunda isyan yılları ile ilgili açılan resim sergisi, duvarları süsleyen afişler, elden ele dolaşan broşürler özenle hazırlanmıştı. “General İhsan Nuri ve 1926 -1930 Ağrı Devrimi Festivali” ile “Duhok, Canlandırılan Ulusal Olayların Başkentidir” afişleri Arap ve Latin harfleri ile ayrı ayrı yazılmıştı. Kısacası; konferans salonunun tüm duvarları İhsan Nuri Paşa ve mücadele arkadaşlarının fotoğraflarıyla süslenmişti. Konferansta sorulan derinlikli sorular, Duhok aydınlarının birikim ve duyarlılıklarına adeta tanıklık ediyordu.



Güney Kürdistan dışından gelen konuklar Spîrêz Dağı’nın güney yamaçlarında Saddam Hüseyin yönetimi döneminde inşa edilen JİYAN (yaşam) otelinde ağırlandı. Otel görevlileri 4 gün boyunca kusursuz bir hizmet sundular. Organizasyonu yapan Duhok Aydınlar Derneği’nin yetkilileri de, Kürt konukseverliliğinin en seçkin örneğini sergilediler. Etkinliğin son günü olan 27 Nisan’da bizi, kentin kuzeyindeki dağlık sayfiye yerlerine götürdüler. Suwar a Tüka geçidinde bir durak yaptık. Karşıda, zirveleri karlarla kaplı Güney Hakkari dağları görünüyordu. Aşawa Vadisi’ne (Geliyê Aşawa) bir tur attıktan sonra,  Metina Dağı’nın eteğindeki Bamerné nahiyesine uğradık. 20. yüzyılın birinci yarısında bölge şeyhlerine icazet veren Nakşıbendi Şeyhleri bu kasabada oturuyorlardı. Köyde şeyh ailesinden yaşayan kimse kalmamış. Tekkeleri mütevazı bir ibadet binası olarak hizmet vermeye devam ediyor.

Nakşibendi tekkesi

Bahdinan’a bahar gelmişti. Doğa insanları kucaklamaya hazırdı. Güneyden, Çukurca’ya 40, Hakkâri il merkezine130 kilometreyakınlıktaydım. Üzümlü sınır kapısı ulaşıma açılmış olsaydı 30 dakikada Çukurca’da, yaklaşık 90 dakikada da Hakkâri’deki evimde olabilecektim. Ancak; Lozan’ın azizliğinden dolayı Hakkâri’ye ulaşabilmem için en kestirmeden bile600 kilometreyol almam gerekiyordu. Geziyi tamamladıktan sonra Duhok’a döndük. Ben aynı gün saat 18’de Habur sınır kapısına doğru yola çıktım. Halil İbrahim sınır kapısındaki çile hala devam ediyor. Ancak 4 saatte köprüyü geçebildik. Yola devam ederek saat 03’te Diyarbakır’a varabildim.

Amed (Diyarbakır), öğretmen okulunu okuduğum kent. Duhok dönüşü konakladığım otel, Dağkapı’ya yakındı. Okul yıllarında (1962 -1965) sık sık turladığım kapı çevresinde bir gezintiye çıktım. Onarılan Hasan Paşa Hanı kahvaltı salonları ile ünlenmiş. Avlusu insan kaynıyordu. İkinci katta, avluya bakan kemerli, ahşap süslemeli balkonlar kahvaltı yapmaya gelen insanların işgali altındaydı. Zemin kattaki dükkanlar, el sanatları, takılar, gümüş ve bakırdan yapılmış süs eşyaları, hana girenlerin ilgisini çeken mekanlardı. Avlunun ortasındaki havuzlu şadırvanın çevresine yerleştirilen masalarda yer bulmak adeta olanaksızdı. Aynı yörede 1960’lı yıllarda belediye hizmet binası olarak kullanılan bir diğer tarihi yapı “ Ehmed-é Xani Dil Akademisi’ne dönüştürülmüş.
Hemen yanında, Diyarbakır’ın sembolü olan Ulu Cami kompleksi onarıma alınmış. Dağkapı’da 50 yıl önce ilk olarak kapısından içeriye adım attığım ve yaşantımın seyrini değiştiren Öğretmen Okulu binamıza uğradım. Bina şu anda “ Yenişehir Gaffar Okkan Anadolu Lisesi” olarak hizmet veriyor. Eski güzelliğini kısmen yitirmiş. Bizim dönemimizde çok daha güzel ve bakımlıydı. Tarih yazmamda ilham kaynağı olan Dağkapı surlarının bir bölümü direnerek ihtişamını sürdürüyordu. Öğrencilik yıllarımızda efkar dağıtmak için Dicle’ye bakan Fiskayası’na doğru yürüyüşe geçerdik. 50. yıl anısı olarak okulumun kapısında bir fotoğraf çektirdim. Hakkari’de kabile, aşiret, parti ve devlet komplolarına rağmen 50 yıl sonra öğrenim gördüğüm yuvanın kapısında olmakla, şansımın yaver gittiğini hissederek, mutluluk duydum.

Amed’te, İçkale’ye uğramayı da ihmal etmedim. Yıkıma terk edilen içkale’nin  mahkümiyeti devam ediyordu. Çevresinde,  birbirinden güzel taş binaların onarımına başlanmış. Geçmişte kentle ünlenen taş işleme sanatı binaların dış duvarlarında görünüyordu. Kuşkusuz bu konuda en büyük tanıklığı, görkemini koruyan, ayakta kalmayı başaran surlar yapıyordu. Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren işkencelerin, zulmün, baskının yoğun olarak yapıldığı; idam fermanlarının açıklandığı, darbeler sırasında toplu mezar uygulayıcılarının ana karargahları İçkaley’di. Atanmış despotlar Kürt’lerin inkarı ve imhasıyla görevlendirilen sivil ve askeri görevlilerin üsleri, Kürt halkına karşı cumhuriyetin kuruluşuyla birinci derecede taraf olan savcı ve hakimlerin, sözde adalet dağıtan sarayları, binlerce tutuklu ve hükümlünün çürümeye terk edildiği ve yaşadıkları insanlık dışı uygulamaların, şarkıların, ağıtların dizelerine konu olan zindan, Jitem’in ana karargahının bulunduğu içkaleyi; büyük Diyarbakır bedenlerinden ayıran ikinci bir sur ile güvenceye alınmıştı. Olağanüstü dönemlerde bölge cehenneminin en derin kuyularından birisiydi. Dicle’ye nazır olan İçkale sarayları, tarihte; çevresine hayat veren nehire akıtılan kanlarla sık sık kirletildi. İçkale’yi görünce Abbasi Halifelerinin aynı nehrin kıyısındaki Median ve Bağdat saraylarını anımsadım. Tarih boyunca verimli Mezopotamya topraklarını işgal eden ve kılıçla korunan kalelerin burçları, Dicle - Fırat sularının kıyılarında tesbih taneleri gibi dizilmişlerdi. Yukarı Mezopotamya’da Dicle kenarında kurulan kuzeydeki en büyük kent Diyarbakır’dı. Güney’e doğru Hasankeyf, Cizre, Musul; Bağdat kaleleri sıralanmıştı. Kürt kökenli Horasan’lı Ebu Müslüm-i hilafet makamında hunharca katleden Abbasi Halifesi Ebu Cafer Mansur, cellatlarına parçalattığı yiğidin uzuvlarını Dicle’nin akıntılarına bırakmıştı. Bağdat’ta derisi yüzülerek öldürülen Hallac-ı Mansur’un külleri de aynı Dicle’nin sularına serpiştirilmişti. Dicle’nin yatağı zamanla İçkale’yi doğudan kuşatan Diyarbakır Kalesi’nin surlarından uzaklaşmış.



“Verimli hilal”,  “yarım hilal”  olarak adlandırılan Mezopotamya düzlükleri, Asur’un Ninova’ya egemen olmasından sonra Dicle havzası sürekli olarak tiran’ların yönetimlerine geçti. Havzanın en kuzeyindeki kent olan Amed, yerleşik halkı olan Kürt’lerin hem Kudüs’ü hem de Osmanlının yedi kule zindanlarını aratmayan, esaret, sefalet ve idam fermanlarının yürürlüğe konulduğu  şehir olmuştu. Cumhuriyetciler’de Kürt ileri gelenlerinin idamlarına yine bu şehirde başladılar. 12 Eylül darbesi ile tüm bölge halkı için işkencenin, kayıpların, faili - meçhul’ların, infazların merkezi oldu. Diyarbakır İçkale’sini gezip, bataklıklar içinde izini yer yer kaybettiren Tıgris’i izlerken, bu acıları çekenlerden birisi de bendim. Ama yine de Diyarbakır’ı seviyorum. Öğrencilik yıllarımda yüksek surlarının ardından doğan güneşi hep zevkle izledim. Özellikle, surları benim için adeta bir kıblegah konumundadır. Van’a yerleştikten sonra Diyarbakır’a yılda en az bir kez uğrardım. Kentte düzenlenen bazı etkinliklere konuşmacı olarak katıldım. Kürt özgürlük hareketi arabasının şoför mahalini ele geçiren, şahsi çıkarlarını ulusal çıkarların önüne çıkaran, pek te demokratik olmayan yöntemlerle, siyasi rant elde etmek isteyenler olmazsa, Diyarbakır daha da güzelleşecek. Bölge seçilmişlerini tarikat ve şahsi ilişkiler zihniyetiyle belirlemek; Diyarbakır’ın hem güzelliğine hem de kutsallığına gölge düşürüyor. Ne yazık ki, Amed’te yayın yapan Kürt basınının lokomotif gücü sayılan bir gazetenin de bu amaçlarla kirletildiğine tanık oldum. Bu konudaki düşüncelerimi daha kapsamlı bir biçimde ele almayı düşünüyorum.

İhsan Çölemerikli


Kaynak: yüsekova haber

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder