29 Kasım 2011 Salı

Ah be Zilan

Özgür Gündem Gazetesi

Bir yıl önceydi, Zilan Deresi’ne gitmiştik. Büyük bir kısmı baraj suyu altında kalmıştı, geriye kalan kısımlarda ise devlet çiftlikleri ve karakol binaları inşa edilmişti ve Azadiya Welat Gazetesi’ne şöyle yazmıştık: “Asıl trajedi budur; Zilanlıların köylerinin yıkıntıları ve atalarının kemikleri üzerinde çiftlikler ve karakol bulunuyor.”



***

1930’da Ağrı isyanı sırasında Zilan Deresi’nde insanlığın bittiği mahşeri bir gün yaşanmıştı. Onlarca köy yakılmış, yıkılmıştı. Binlerce insan kurşunlara dizilmiş, toplu halde gömülmüştü. O köyler ve o insanların kemikleri hâlâ o toprakların, o çiftliklerin ve karakolların altında...

***

Celladın gazetesi Cumhuriyet, tarihler 6 Temmuz 1930’u gösterdiğinde “Kürt kanı üzerinde yükselen ırkçı Türk kibri”ni şöyle yansıtıyordu: “Ağrı eteklerinde eşkıyaya iltica eden köyler tamamen yakılarak ahalisi Erciş’e sevk ve iskan olunmuştur. Zilan harekatında imha edilen eşkıya miktarı 15.000’den fazladır. Zilan deresi lebalep ceset ile dolmuştur.” (Bugün Atlantik ötelerinde Kürde hâlâ Şaki diyenler, ne farkınız var Allah aşkına!)

***

Yürek dağlayan Kürdün ağıdı ise dengbêj kadınların haykırışlarında yıllarca yankılanıp duracaktı:

“Xecê digot Husna, Ferîde
Ez nemînim, ji kê re nizanim
Bigirîm ji halê kîjan eşîrê re
Lawo felek belkî mala te mîrat be
Ji kê gazîndê bikim
Ezê îro ji bona xelqê Geliyê Zîlan...”

***

Yıllar önceydi katliam olduğunda ve yıllar sonra “Deprem oldu, afettir” diyemiyorum hâlâ... Biliyorum ki, 1999’da Marmara’daki nasıl bir katliam idiyse bugün Erciş’te, Van’da olan da öyledir... Bu kez öldüren bir mitralyoz değilse bile yine insan yapımı binalardır...

***

Evler yine Zilan’da yerle bir, “lebaleb cesetler” yine toprağın altına giriyor. Çaresizlik, öfke, dışlanmışlık, yalnızlık, acı yine gözyaşlarıyla akıp gidiyor. Soğuk gecede gözyaşları bile donup kalıyor, derinlere dalıp giden bakışlar gibi... Ah be Zilan bu senin kaderin mi? İnanmak istiyorum aslında, ama olmadığını da çok iyi biliyorum...

***

İnsanlar sadece insani yardımı beklerken, o bildik kibir, o hoyrat ırkçılık yine dikilip durdu karşımıza ve bizi bir kez daha toprağın altına itiverdi. “İlahi ikaz” dediler, “Kürdün hakkıdır...” Yardım paketi diye bayrak ve taş dolusu koliler gönderdiler... “Bu yardım PKK’ya gider” deyip aç-susuz ve soğukta bıraktılar, dünya insanlığının yardımını engellediler... O kadar kibirliydiler ki, “Biz yaparız yapacağımızı” deyip sınır boylarında yine ölüm avcılığına soyundular... Zilan’da ölenlerin sayısı yetmezmiş gibi, kibirli yetkililer, kaç yüz kişiyi sınır boyunda öldürdüğünü gururla duyuruyordu. Bilmezmisiniz ki, anne-babaları Zilan’da ölenlerdir, o sınır bölgesinde öldürdüğünüzü söyledikleriniz: İşte odur şaki diye tarif ettiğiniz...

***

Nefretin bile bir anlamı kalmadı artık. Derdim Kürtçülük değil, ölenler arasında Türkü de, Kırgızı da, Afganı da var. Derdim, birazcık insan olmaktı. Eğer ki, kolileyip gönderdiğiniz bir bayrakla gurur duyacaksanız, o bayrak temiz kandan olmalı; eğer ki, insan olacaksak biraz vicdan ve merhamet dolmalı yüreklerimiz; eğer sahici ise gözyaşlarımız, bilcümle cihana ve insana olsun ve yitirdiğimiz insanlığa...

Böyle olsaydı eğer, bir yıl önce büyük trajedi için yazdığımızı bugün İngiliz Times gazetesi tekrarlamazdı: “Türk gururu, başka türlü durumda yaşayacak olanların kanı ve kırık kemikleri üzerine inşa edilmemeli...”

***

Şeytanın Avukatı şöyle diyordu: En sevdiğim günahtır kibir! İşte, bu kibirdir asıl bizi öldüren, insanlığımızı yok eden, ülkemizi kemiklerin ve kanın üzerinde inşa eden... Bu kibir ki, Allah’ın kitabında şirke eşdeğerdir.

Affedilmez yollara girmeden, kibre sapmadan vicdana sığınalım... Çünkü vicdandır, insanı insan yapan...

Nuri FIRAT  27.10.2011 10:21

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder