20 Kasım 2010 Cumartesi

Kürt ulusu özgür yaşamak istiyor

“Uygar dünya kamuoyu için Kürdistan sorunu yoktur ve bu konuda bilgilendirilmemişlerdir. Ama, Kürdistan sorunu vardır ve dünyada tek evladı kalana dek de var olacaktır. Bu gerçek, ulusun özgürlüğünün ilan edildiği gün bitecektir. Kürdistan halkı özgür yaşamak istiyor.”

Kürt sorunu neden çözülemedi ya da ‘Şark Islahat Planı’ - 2

Türk devletinin Kürdistan’da uygulamaya koyduğu Şark Islahat Planı’na karşı tarihin haklı tanıkları olan Kürt aydınları 1926 yılında, birçok mektup ve açıklamayla yaşanan Kürt katliamını dünyaya duyarmaya çalıştı. Kürt sorununun çözümüne ilişkin de birçok öneriler sunan Kürt aydınlarının çabaları o dönem de devletin soğuk yüzüne çarparak boşa çıkmıştır.

C) Kürt Hoybun örgütünün dünyaya çağrısı (1928): “Türkiye’de Kürtler’in Kırımı”

Kürt aydınlarının Mayıs-1926’da dönemin Başbakanı İsmet Paşa’nın kişiliğinde Ankara yönetimine verdiği Muhtıra-Mektup, içindeki akılcı önerilere karşın Kemalist yönetimce kaale alınmamış; dağlarda silahlı direniş devam ederken, idamdan kurtulan sürgündeki Kürt aydınları da Suriye’nin başkenti Şam’da 1927 yılında Hoybun (Xoybun) adıyla bir örgüt kurmuşlardı.

Bu örgüt, Cumhuriyet sonrası Kürt ulusal-demokratik taleplerini ve şikayetlerini dünya kamuoyuna yansıtmaya çalışan en önemli oluşumdu. Nitekim adı geçen örgüt, kuruluşundan hemen sonra 1928’de dünya kamuoyunu Kürt sorununda bilgilendirmek için İngilizce bir broşür yayımlıyordu. Kürt Hoybun Örgütü’nün dünyaya çağrısı niteliğindeki bu broşür “Türkiye’de Kürtler’in Kırımı” adını taşıyordu. “Bu broşür, binlerce suçsuz insanın öldürülmesi üzerine, Türkiye tarafından Kürdistan sorununa ilişkin olarak yayılan yalanların açığa çıkarılması amacıyla yayımlanmıştır” cümlesiyle başlayan broşür şöyle devam etmekteydi:

“Kürdistan sorunu, Türkiye’deki günlük gazeteler, Türk hükümeti tarafından çok sıkı sansür edildiği için yazılamadığı gibi, uygar ülkelerce de her zaman ihmal edilmiştir.

Şüphesiz ki Kürdistan’ın parçalarındaki küçük ülkeleri yöneten Batılı güçler, sorunu tam olarak bilebilirler. Gün geçmiyor ki, bu ülkelerden bazılarında bunları görenler ve onların kişisel ve ulusal talihsizliklerini anlatanlar olmasın. Bir kere daha tekrarlayalım ki, uygar dünya kamuoyu için Kürdistan sorunu yoktur ve bu konuda bilgilendirilmemişlerdir. Ama, Kürdistan sorunu vardır ve dünyada tek evladı kalana dek de var olacaktır. Bu gerçek, ulusun özgürlüğünün ilan edildiği gün bitecektir. Kürdistan halkı özgür yaşamak istiyor.

Yeryüzündeki kardeşler!
Sizler bu talihsiz kardeşinizi kavgada yalnız mı bırakacaksınız? Hayır asla! Sizler, özgür ve mutlusunuz. Özgürlüğün ve mutluluğun ne olduğunu bilirsiniz. Büyük, acılı davamızda bize yardım edin, bu asil davranışınız bugünkü ve gelecekteki nesillerimizce anılacaktır. Yaşasın özgürlük!” (Bkz.M.

Bayrak: Kürdoloji Belgeleri, s.40) Türkiye Kürtleri asimile neyi umuyordu?

Broşürün devamında; II. Meşrutiyet hareketinden sonraki gelişmeler tek tek ele alınmakta ve Osmanlı’dan devralınan Arap, Ermeni, Arnavut, Rum, Çerkez ve Kürt gibi ırksal azınlıkların ve halkların durumu irdelenmektedir. Kürtler’in durumu değerlendirilirken özetle şu görüşlere yer verilmekteydi: “En çok asimilasyona uğratılmak istenen ulus Kürt ulusu idi. Türk egemenliği altında dörtyüz yıl cehalete terk edilen büyük bir Müslüman ulustu. (...) Türkiye’nin Kürdistan topraklarına girmesiyle birlikte, Kürtlerin diline, milliyetine, kültürüne ve inançlarına karşı uğraşıya girdiler. Kürtleri kendi düzeylerine indirmek için, Türkler ilerlemeye açılan bütün yolları kapattılar. (...) 1864’te bütün Kürdistan toprakları onların yönetimi altına geçti. Kürdistan’ı karanlığa boğan ve büyük şehirlere kendi dilini sokan Türkiye, Kürdistan halkını asimile ile neyi umuyordu. Dünya Savaşı’nın patlamasıyla bekledikleri anı yakaladılar.” (age.s.42)

Daha sonra İttihadçılarca uygulanmaya çalışılan asimilasyon politikalarına yer veriliyor ve Mütareke döneminde Kürtlere verilen sözlere değinildikten sonra Lozan Antlaşması’nın imzalanmasından sonra Kemalistler’in gerçek yüzlerini ortaya çıkardıklarına vurgu yapılıyor: “Ankara meseleye dikkatle bakıp karar verdi. Kürtleri riske girmeden yok edebilmeleri için Musul üzerindeki iddiasından vazgeçmesi gerekiyordu. Özellikle, bölgenin nüfusunun büyük çoğunluğu Kürt olduğu için... Gösteriş olarak hafif bir itiraz yaptıktan sonra Musul sorunu Ankara’nın planladığı şekilde halledildi. Bundan sonra tereddüte gerek yoktu. Artık silah, ateş, balta kullanma zamanı gelmişti... Kürt dilinin yasaklanmasıyla işaret verildi. Kürt ağa, şeyh ve liderleri yakalanıp sürgüne gönderildi. Aydınların kaderi aynıydı. Hepsi Türk vilayetlerine doğru yollandı. Ama çok azı ulaştı. Tarlalar ve dağlarda daha önce vahşi hayvanlar tarafından yenilen zavallı Ermeniler’in cesetlerinin yerlerini Kürtlerin şehitleri almaya başladı.”



Kürt isyanlarının amacı bağımsızlık ve özgürlüktür

Broşürün bundan sonraki bölümlerinde, genelde Kürt isyanları, özelde 1925 Kürt Ulusal Direnme Hareketi, doğrudan Şark İstiklal Mahkemesi yargılamalarından örneklerle veriliyor: “Türkiye’ye karşı Kürt isyanları, Türk egemenliğinin var olduğu andan itibaren başlamıştır. Bu isyanların amacı hep bağımsızlık ve özgürlüktü... Şüphesiz bu özgürlük mücadelesinin propagandası yapılabilseydi, bir vatanseverlik destanı olurdu. Ne var ki, Kürdistan’ın jeopolitik durumundan ötürü destani savaş dünya tarafından duyulmadı veya çok çarpık bir şekilde yansıdığı için davanın kutsallığını kavramadı. (...) Türkler bu isyanları dünyaya, eşkıyalık olarak sundular. Daha da ileri giderek, kendi ordularınca gerçekleştirilen Ermeni Jenosidini Kürtlerin üzerine yıkmaya çalıştılar. Unutulmasın ki, modern Türkiye Cumhuriyeti de, eski Osmanlı imparatorluğu gibi, Kürtlere güneş altında yaşayabileceği özgür bir yer bırakmadığı için, medeniyet önünde her zaman sorumlu tutulacaktır.”

Broşürün bir başka yerinde ise; Türk yönetiminin Avrupa’da Kürtlerin gıyabında, Kürtler hakkında yalan haberler yaydıkları, içerdeyse çoğu kez gerçeği itiraf etmek zorunda kaldığı anlatılıyor ve şöyle devam ediliyor: “Avrupa için farklı bir yol izlendi. Kürtlerin yağmacı, fanatik, duygusuz; yalnızca Halifeye bağlı bir kitle olarak gösterilmesi, isyanların Halifelik kurumu için yapıldığı propagandası yapıldı. Bunun amacı, uluslararası kamuoyunda Kürtlerin gerçek isteklerinin, özgürlük taleplerinin kavranmasını önlemekti...” Evet, tarihin haklı tanığı Kürt aydınlarının 1928’de dünya kamuoyuna bir çağrısından ilginç kesitlerdi bunlar. Lütfen dünü bugünle bir kez daha karşılaştırır mısınız?..


Ç) Dr. Shirguh (C. A. Bedîrxan) ve “Kürt Sorununun Kökenleri“ (1930)


Hoybun örgütü, 1930 yılında da Dr. Bletch Shirguh imzasıyla Celadet Ali Bedîrxan’a kapsamlı bir rapor-kitap hazırlatarak İngilizce, Fransızca ve Arapça dilleriyle dünya kamuoyunun dikkatine sunar.
“Kürt Sorununun Kökeni ve Nedenleri” konulu bu rapor-kitap kapsamlı bir çalışmadır. Çalışma, bir önsözden sonra şu konuları işler: “Kürdistan Coğrafyası, Kürtler’in Dili ve Edebiyatı, Kürtler’in Kökeni, Türklerin Gelişine Kadar Kürtler, İlk Kürt-Türk İlişkileri, Kürtler ve Türkler, Kürt-Türk İlişkilerinde İlk Anlaşmazlıklar, 1806’dan Bu Yana Kürtlerde Köklü Değişimler, Kürtler ve Birinci Dünya Savaşı, Sevr Anlaşması ve Kürtler, Sevr’den Lozan’a, 1925 Kürt İsyanı, Türklerin Acımasızlıkları (1925-1928), Hoybun, Güncel Durum, Duyarsız ve Taraflı Avrupa, Lozan Antlaşması ve Azınlık Hakları, 1925-1928 Yılları Arasında Yapılan Katliamlar.”

Görüldüğü gibi, bu yeni rapor-kitap; Kürt delegesi Şerif Paşa’nın Sevr Barış Konferansı’na sunduğu Nota dahil, o güne kadar bu alanda yapılmış en kapsamlı çalışmadır. Bunun, ünlü Kürdolog Bazil Nikitin’in “Kürtler” çalışması üzerinde de etkili olduğu görülüyor. Bu rapor-kitabın sonunda verilen geniş bibliyografya neredeyse aynen Nikitin tarafından da değerlendirilmiştir.
Kitabın Önsöz’ünde çalışmanın amacı şöyle konmaktadır: “Kürt ulusu, vatanı Kürdistan, bu ulusun özlemleri, Halifelere ve Padişahlara karşı direnişlerinin nedenleri, işbirlikçileri ve kemalizme karşı başkaldırılması, dünya kamuoyunun büyük çoğunluğu tarafından bilinmeyen karanlık konulardır.
Bu yapıtın amacı, uygar dünyaya Kürdistan’ı ve Kürt ulusunun kökenini, geçmişini ve geleceğini tanıtmaktır. Kürtlerin, kahraman Avrupa ve Türkler tarafından incelendiği gibi, bir incelemeye layık olup olmadıklarını göstermektir. Kara çalmaları çürütmek ve Türklerin gerçek yüzünü ortaya koymaktır.” (Bkz. M. Bayrak: Kürdoloji Belgeleri, s. 51)
Kitapta; Meclis tutanaklarından ve günlük gazetelerden gidilerek 1920-30 dönemine ilişkin ilginç alıntılar yapılıyor ve çarpıcı belirlemelerde bulunuluyor.
Sözgelimi, M. Kemal’in, Sevr Antlaşması’ndan sonra Kürtler’e yaklaşımı şöyle belirleniyor: “Sevr Antlaşması’ndan sonra Kürtlerle görüşen M. Kemal, Kürt halkının varlığını ve yüceliğini kabul ediyordu. M. Kemal, Sevr Antlaşması’nın Kürtlere tanıdığı hakların aynısının tanınacağını, antlaşmada sözü geçen koşulların gerçekleştirileceğini taahhüt ederek Kürtleri yanına aldı. Yunan ordusu topraklardan atılır atılmaz, barış gerçekleştirilmiş olacaktı. Doğal olarak Türk-Kürt kardeşliği, dini birliktelik, Kürt milletinin kahramanlıklarla dolu geçmişi henüz unutulmamıştı. Bütün bu laf kalabalığı Kürtleri etkiledi.” (age,s.82)

Yazar, Erzurum Mebusu Heseyin Avni Bey’in Lozan Antlaşması’ndan önce ilk Meclis’teki şu sözlerini aktarıyor: “Türklere ve Kürtlere ait olan bu ülkenin kürsüsünden sadece şu iki millet seslenme hakkına sahiptir: Türk ve Kürt halkı”. Yazar, o tarihte Meclis’te benimsenen bu sözlere karşılık Lozan’dan sonra Avni Beyin bir daha mebus seçilmemesine dikkat çekiyor.
Yazar, 1925 İsyanı’na giden süreci ise şu sözlerle özetliyor: “Yunan ordusu yurttan atılmış ve Kürtlerin de desteğiyle Lozan’da son derece avantajlı bir barış elde edilmişti. Şimdi de sıra Mustafa Kemal’den verdiği vaatleri ve sözleri yerine getirmesini istemeğe gelmişti. Kürtler, M.Kemal’e, vermiş olduğu sözleri hatırlatarak bunları yerine getirmesini istediler. Ancak M. Kemal ne verdiği sözlerden ne de bir Kürt sorununun varlığından sözedilmesini bile istiyordu. Yapılan bütün girişimler sonuçsuz kaldı ve M.Kemal de, Kürt sorununu Abdülhamid’in Ermeniler’e yaptığı gibi bitirmek, katliam yoluyla ortadan kaldırmak istedi.”

Rapor-kitabın bu isyana ilişkin bilançosu korkunçtur: 8758 hane (ev) yakılmış-yıkılmış, 15 bin 206 insan katledilmiştir. 1925-1928 yılları arasında kötü koşullarda yaşamını yitiren insan sayısı 200 bini geçmiştir...
Kitapta, Türk yöneticilerin bilince çıkan ırkçılıkları konusunda da ilginç gazete haberleri veriliyor. Sözgelimi dönemin Başbakanı İsmet Paşa (İnönü), 1930 yılında Sivas demiryolunun açılışı dolayısıyla yaptığı konuşmada şöyle diyor: “Sadece Türk milleti bu ülkede etnik ya da ırki birtakım haklar isteyebilir. Başka hiçbir kişinin buna hakkı yoktur. Demiryolunun sınıra ulaştığı gün bütün tereddütler bu gerçek karşısında sonuçsuz kalacaktır.” (Bkz. Milliyet gaz. 31.8.1930’dan aktarılarak age, s. 96)
M. Kemal’in anlı-şanlı Adalet Bakanı Mahmut Esat (Bozkurt) da, bundan hemen sonra Ödemiş’te yaptığı konuşmada şunları söylüyor: “Türkler bu ülkenin tek yetki sahipleridirler. Saf Türk olmayan hiç kimsenin bu ülkede hiç bir hakkı yoktur. Onlar sadece ve sadece hizmetçi ve köle olma hakkına sahiptirler. Bu gerçeği dost, düşman, herkes, dağlar bile bilmek zorundadır.” (Bkz. 19.9.1930 tarihli Milliyet’ten aktarılarak, age, s. 101) Kürt özgürlük örgütü Hoybun adına bu kitabı kaleme alan yazar, bilince çıkan ırkçılık karşısında şöyle isyan ediyor: “Bu ikiyüzlülük ve küstahlık karşısında söylenebilecek her şey hafif kalacaktır. Kürtlerin silahlı mücadelesine karşı çıkma savı ve modern Türkiye bahanesiyle ortaya çıkan insan hak ve hürriyetlerini hizmetçi, esir düzeyine indirgeyen halklara, devletlere bu dünyada rastlanabilir mi?”
İşte, size tarihin haklı tanığı Kürt aydınlarının, Kürt diplomasi tarihine 1930’da koydukları bir kilometre taşı. Sürgündeki Kürt aydın ve örgütleri Cumhuriyet’in 10. yılına rastlayan 1933 yılında da atağa geçiyorlar.


D) Celadet Bedîrxan ve “Mustafa Kemal’e Açık Mektup“ (1933)

Ünlü Kürt aydını Celadet Alî Bedîrxan, üç yıl sonra 1933’te Cumhuriyet’in 10. yılı dolayısıyla Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal’e bir açık mektup gönderir ve bunu kitap olarak da yayımlar. Kitabın adı, ‘Cumhurreisi Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine Açık Mektup’tur.
Cumhuriyet’in 10. yılında Kemalist yönetimin “150’likler” adıyla yurtdışına sürdüğü aydınlardan büyük bir bölümü af edilmiş, ancak Kürt aydınları bundan yararlandırılmamıştı. Tıpkı tutuklu Kürtlerin sonraki kimi aflardan yararlandırılmaması gibi.
Kürtler hakkında, II. Dünya Savaşı’nın bitiminde Hükümetin isteğiyle önemli bir gizli rapor hazırlayan Mülkiye Başmüfettişi Ahmet Hasip Koylan, Kürt diplomasi tarihi açısından büyük önem taşıyan bu Açık Mektub’un Kürt ulusal isteklerine ilişkin bölümünü kendi raporuna da alır. Gizli rapora alınan bölüm Açık Mektubun “Kürtler Ne İstiyorlar?” başlıklı bölümüdür.

“Paşa Hazretleri, bilinen kişisel ve medeni cesaretinize rağmen bilmem ki neden şimdiye kadar Türkiye’de bir Kürdistan meselesinin varlığını açıkça itiraf edemediniz? Öyle bir Kürdistan meselesi ki, hükümetinizi, onunla meşgul olurken, kararsızlıklara, kuşkulara, geri dönüşlere ve yarım önlemlere yöneltiyor. (...) Mamafih ben de itiraf etmeliyim ki, Kürdistan çok eski bir tarihsel kavramdır ve milletim Kürtlerin eski bir tarihi, belli bir coğrafyası ve toplumsal bir örgütlülüğü vardır. (...)” (Bkz. M. Bayrak: Kürtler..., s. 575)

Bedîrxan, çok eski zamandan beri mevcut olan bu sorun için, ‘bugünkü şekil ise, esasen yüzyılın en büyük karakteristiği olan açık bir milliyet şeklidir” der. Kürt milliyetçiliğinin, II. Meşrutiyet’ten sonra Türk Ocakları ile ilk tohumları saçılan Türk milliyetçiliğinden çok eski olduğunu belirten yazar, Ahmedê Xanî’nin ‘Mem û Zîn’ini buna örnek olarak gösterir (Koylan da, raporunun bir yerinde,”Kürtlere milliyet ve istiklal fikir ve aşkını ilk aşılayan kişinin Ahmedê Xanî olduğunu” söyler).
Mustafa Kemal’in de eski bir mensubu bulunduğu İttihad-Terakki’nin bir hesaplaşmasını yapan Bedîrxan; bu yönetimin Türk Ocakları aracılığıyla yürüttüğü politikanın Türklerle Kürtleri birbirlerinden oldukça uzaklaştırdığını vurgulayarak şöyle der: “Kısaca, Türk Ocakları size Türkçü yetiştirdiği kadar, bize de Kürtçü yetiştirdi.”

Yazar, daha sonra İttihad ve Terakki’nin “Müslümanları asimile, Müslüman olmayanları katletme” politikası izlediğini ve bu Türkçü hareketin planına göre “asimilasyon bölümüne dahil olan Kürtlerin eritilmesi için bir kanun yapılarak, Kürtlerin batıya nakledilmeye başlandığını” belirtir ve Birinci Dünya Savaşı yıllarında yoğunlaştırılan bu uygulamaların, Kürtlerde milliyetçilik bilincini daha da kırbaçladığının altını çizer. Kürtleri zorla asimile etmenin ve Kürt sorununu zorla çözmenin mümkün olmadığını, tarihten örneklerle anlatan yazar, Açık Mektup’un sonunda şu somut önerilerde bulunur: “Resmi bir duyuru ile Kürdistan’ın varlığını, Kürtlerin tarihsel, ulusal, kültürel haklarını tanır ve açıklarsınız, işte o zamandır ki sorunun çözümüne doğru büyük ve önemli bir adım atılmış olur. (...) Paşa Hazretleri, yönetiminiz döneminde Kürdistan sorununu çözmek istiyorsanız; eşyanın tabiatına uygun tek yol budur. Başkası değildir ve yoktur. Diğer herhangi bir yol izlendiği taktirde elde edilecek başarının, gölde denizler boğan kahramanın zaferinden yüksek bir sonuç vermeyeceğini kabul ediniz. Buna rağmen bunca deneyim ve başarısızlıklar gözönünde dururken göstermiş olduğum yol izlenmezse, Başkanlık amacınızın Kürdistan sorununu çözmek değil, tersine Kürdistan yangınını büyütmek olduğu ortaya çıkar. Paşa Hazretleri, Kürtleri eritmek veya esir etmek emin olunuz ki, onları öldürmekten daha zordur. Kürtlerin hürriyeti, tabiattan doğan bir çeliktir. Sadi-i Şirazi’nin dediği gibi, çelikle pençeleşenin sonu elini-kolunu yaralamaktır. (...) Her şeye rağmen Müslüman kanı dökerek Müslüman kurşunu ile ölen Anadolu yavrularına acımıyorsanız, biliniz ki Kürdün de damarlarında ölerek, öldürerek dökeceği kan her zaman için bolca mevcuttur.” (Bkz. age, s. 579) Evet, tarihin haklı tanıklıklarından birini daha birlikte izledik. Celadet Alî Bedîrxan, belki hiçbir zaman ülkesine dönemedi, ama Cumhuriyet’in 85. yılında tarihin kimi haklı çıkardığı ortada değil mi?..

MEHMET BAYRAK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder