6 Ekim 2010 Çarşamba

Oremar isyanı 79 yaşında


Oramar’da 21–22 Temmuz 1930 de başlayıp yedi günlük kuşatmayla devam eden isyanı Şemdinli’deki(Şemzînan) bazı aşiretler de destekliyordu.
Xalid LEHÎ yazdı – YÜKSEKOVA HABER


“Gerçek şu ki siz bizim dağlık ülkemiz, yani bizim deyişimizle Hieland hakkında hiçbir şey bilmiyorsunuz. Kendi başına bir tür vahşi dünyadır ülkemiz. Doruklarla, çukurlarla, mağaralarla, göllerle, nehirlerle ve dağlarla doludur. Öyle ki üzerinde uçan şeytanın bile kanatlarını yorar. Halkı da huz gibidir. Aralarında ne saray efendileri vardır; ne de kılıcını boşu boşuna taşıyan efendiler. Kılıçlarının uzunluğu dışında yararları yoktur. Davacı yalın kılıcıyla davalının peşindedir. Ve hayatta kalan en cesur olandır.”*

Yüzyıllardır bu halka cesur olmaktan başka bir hak tanınmadı. İnsanlığın beşiği olan bu coğrafyada yalın ayak ve eli kılıç dolaşmaktan ve cesur olmaktan başka bir seçenek sunmadı. Bu seçenek Kürtlerin tarihi değildir, elbet.

Yukarıdaki tasvirden sonra asıl anlatacağımız konuyu; yani tarihin sayfalarından birini aralayalım. Yeni kurulan cumhuriyet, siyasi egemenliğini kurarken neleri, niçin? Nasıl yaptı? Bu meseleye Oremar isyanı üzerinden ve resmi tarih yazıcılığının dışında tarafsız ve bilimsel bir tarzda ele almaya çalıştım. Bu alternatif tarihin ayağını da sözlü tarih (tanıklıklar) oluşturmaktadır. Tanıkların anlatılarından 1924 Beytüşşebap'ta başlayıp 1938'e kadar aralıksız süren isyanlardan biri olan ve 79 yıl önce çıkan Oremar isyanı üzerinde duracağım. Oremar isyanıyla ilgili elimizde çok az sayıda kaynak bulunmaktadır. Genelde bu dönemdeki isyanlara tanıklık edenlerin çoğu aramızdan ayrıldı. Kalanlardan da yeteri derecede yararlandığımızı düşünmüyorum. Bu çalışmamı tanıklardan edindiğim bilgilerden de yararlanarak sizlerle paylaşacağım.

İsyanın nedenleri:

Yeni kurulan cumhuriyet (burjuva devrimi) Türk İslam sentezi üzerine şekillendirildi. Misak-i Milli belgesinin işaret ettiği sınırlar içinde Türkleştirme politikası hayata geçiriliyordu. Verilen sözler unutulmuş en temel haklar dahi askıya alınıyordu. Sorunun kökten “çözüm”ü uygun görülüyordu. Bütün yönetim bu strateji etrafında şekilleniyordu. Çok dar (ilkel) bir çerçevede hazırlanan 1924 Anayasasında Kürt'lerden söz edilmedi. Sonrasında anayasanın zemin hazırladığı hak ihlalleri ve gaspları yaşandı. Bunu kabul etmeyen kitleler ise isyan etti. Ve ardı arkası da kesilmeyen isyanlar başladı. İşte Oremar isyanı, tam da bu sebeplerden ortaya çıkmıştır.

Hazırlık aşaması:

Yukarıda da söylediğimiz gibi 1924'te başlayan isyanlar aralıksız sürmüş Kürtlerin yaşadığı coğrafyaya yayılmıştır. Botan da nerdeyse bu isyanların merkezi konumundadır. Oremar da bu bölgenin içindedir. Bu direnişler yüzyıllardır Kürt ulusunun en saygın ailelerinden biri olan Barzani'lerin de dikkatini çeker ve Barzaniler bu direnişlerle yakından ilgilenir. Bir de coğrafi olarak Barzan mıntıkası (Barzan bölgesi) Botan'a sınırdır. Bu durum ise Barzanilerin isyancılarla birlikte hareket etmesi için kaçınılmaz bir fırsattı. İsyan dönemlerinde Şêx Ehmet Barzanî, bir toplantıyla Türkiye'deki Kürt'lere destek vereceğini ve yeni isyanların çıkması gerektiğine karar verir. Bunun için de yakın çevresini ve ilişkili olduğu aşiret reisleriyle bir toplantı yapar. Toplantı, bugün Irak sınırları içinde kalan Çemçu ve Nêrve köylerinde yapılır. Ayrıca bunlar Türkiye'ye en yakın köylerdir. Şêx Ehmed Barzanî, toplantıda aşiretlerden ne beklendiğini, yetki ve sorumluluklarının ne olduğunu/olması gerektiğini açıklar. Söylenilenlerin bir emir olduğu ve mutlaka uygulanacağını hatırlatır toplantıda. İsyana tanıklık edenlerle yaptığım söyleşilerde bu toplantıda alınan kararların tam bir gizlilik içinde uygulanması gerektiğinin vurgulanmış olduğu yolundadır. Hazırlıklar ona göre yapılacaktı. Toplantıda aşiretlere görevler verilir. Ama isyanı komuta edecek ve bizzat Şêx Ehmed'e bağlı iki komutan tayin edilir. Şakır Doski ile yaptığım söyleşide bunlardan birinin Desko, diğerinin de Şerîfê Mela Hesen olduğunu söylemişti. Bunlardan biri baskın esnasında bizzat komutanlık edecek diğeri de isyana katılacakları yönetip yönlendirecekti. Ve “21–22 Temmuz'da isyan gerçekleştirilecek” denilerek toplantı sona erer. Tüm bunlar da gösteriyor ki isyan bir plan ve program dâhilinde yapılmıştır.

İsyan

İsyan tamda kararlaştırıldığı gibi 21- 22 Tamumuz 1930 da Oremar taburuna Barzani'nin 500 adamının baskınıyla başlar. Tabur'a defalarca saldırırlır fakat tabur düşmez. Bu beklenmedik direnişin sebebi çok geçmeden anlaşılır. Şêx Ehmed'in toplantısına katılan Kasım Ağa (aslen beydir. Hakkı Töre'nin dedesi) döner dönmez durumu Doskî Aşiret'inin ağası olan Ferhan Ağa'ya anlatır. Ferhan Ağa da hemen devletle yakın ilişkisi olan Pinyanişî Aşiret reisi olan Ahmet Ağa'ya (Kerem Ağa) ispiyonlar. Devlet gerekli tedbirleri alırken, ağalardan da kendileriyle işbirliği yapmalarını ister. Bu üç ağa da kendi aşiretlerinden milis güçleri oluşturarak yeni siyasal iktidardan pay (statü) alabilmek için işbirlikçi olmayı tercih ederler. Milis güçlerine katılanlardan biri de dayıları isyana katılan Hesenê Asê'dir. Hesenê Asê, Sat Köyünün yakılmasına tanıklık edenlerden biriydi. İşbirlikçilerin desteğiyle tabur direnince bu defa kuşatmaya alınır. Kuşatma yedi gün sürer bu da sonuç vermez. Gene Şakır Doski yi dinleyelim: “Tabur düşerse susuz kalan asker teslim olacaktı. şêxin kesin emri vardı: 'Esir askere fiske bile vurulmayacak vuranı öldürürüm,' diye. Ama aşiretler de saldırıyor askere umut oluyordu; bir de geç fark ettiğimiz bir şey vardı. Tabura iki kadın su taşıyordu.” Bunları niçin öldürmediniz? diye sorduğumda da; şu yanıtı vermişti: “Bir Kürt savaşçısı asla kadına kurşun sıkmaz hele bu Barzan'a bağlı ise öldürülür.” Şakır Doski, bu iki kadının isimlerini de Zero ve Bêro olarak bana not ettirmişti. Bu ikisinin kardeş olduğunu de özelikle vurguluyordu.

Aşiretlerin isyanın bastırılmasındaki rolünü, Cemalê Şagulord'inin anlattıkları da doğruluyor. Ferhan Ağa'nın(Salıh Ağa kumutasında) milis güçleri Berdereş, Kerem Ağa'nın da Mêrgezer geçitlerinden isyanın olduğu Oremar'a doğru isyancıların üstüne gittiler. Böylece isyanın alanı Doski Aşiret'i mıntıkasına yayıldığını ve bir isyancı gurubun Şagulord'u geçerek Qencan (Veregoz) köprüsüne kadar gelir. Bu gurubun amacı Sat Köy'ünden gelecek olanlarla birleşerek Berdereş geçidinden (kêrî vadisi) Yüksekova'ya yürümekti; fakat burada Ferhan Ağa'nın adamlarıyla ciddi çatışmalar yaşanır. Çatışmaya girmeyen ve 1987'da vefat eden Sebro ya göre “tüm Şagulodlular olarak isyana katılacaktık; ama biz katılalım dediğimizde Oremarlılar “bu bizim isyanımızdır”, dedikleri için gururumuza dokunmuştu ve katılmadık.” Hata sırf bu yüzden kimi köylülerin Ferhan'ın güçlerine katıldığını itiraf ediyordu. Bunlardan bazılarının ismini de veriyordu: Mecît, Mesê vs… Ölene kadar hiçbir devletin vatandaşlığını kabul etmeyen Sebro (Sabri) o günkü yersiz gururunun utancını yaşıyordu. Gene 128 yaşında aramızdan ayrılan Hecî Ebdullah Mıko, ağanın adamlarıyla gelen Türk askerinin yanında çok sayıda top getirdiklerini ve o güne kadar hiç görmediği silahlar olduğunu söylüyordu: “Toplar patladığında zelzele oluyordu ve topların düştüğü yer cehennem gibi yanıyordu.” diyerek şiddetin boyutunu özetliyordu. Görüştüğüm bütün tanıklar benzer şeyler söylüyordu.

Hasenê Asê'yi dinleyelim:

“Sat Dağ'ının zirvesine çıktık. Alay komutanı başımızdaydı. Ben en önde gidenlerdendim. Çünkü Sat'a akrabalarım vardı. Bir baktım 50–60 kişilik bir silahlı gurup bizden habersiz çemberimizin içine doğru yol alıyorlar. Ben hemen saklanarak birlikten ayrılarak aşağı inip iki el silah sıktım havaya. Onlar anladı ve dağların oyuklarına saklanıp vuruşarak geri çekildiler.” Sat vadisinden çekinen komutan, Sat Köy'ünü top ateşine tutar taş üstüne taş bırakmaz. Tüm köyün yakıldığına kanaat getiren komutan geri çekilir. Uçaklardan atılan bombalarla birçok köy yerle bir edilir. İsyancılar daha fazla dayanamaz ve sınırın öte tarafına çekilirler.

Irak'ta görüştüğüm Muhsınê Sûto, İngilizlerin, isyana komutanlık eden Şerif'i 24 saatte Bılê kasabasındaki karargâha gelmesi gerektiğini belirttiklerini söyler. Bunun imkânsız olduğu söylense de Şerîf, Şêx Ehmed'i İngilizlere mahcup etmemek için belirlenen saatte Bılê'deki karargâha gider ve isyanla ilişkisinin olmadığını söyler. Onca mesafeyi nasıl gittiği halen bir mucize gibi kabul edilir, anlatılır.

Söz İngilizlerden açılmışken şunu söylemeden geçmeyeceğim 1925 Şêx Sait ile başlayıp 1938'e kader aralıksız devam eden isyanlarda resmi tarihçiler Kürt isyanlarının hep İngiliz desteğiyle çıktığını söylerler. Bu tam bir çarpıtmadan ibarettir. 10 Haziran 1925 Nehri direnişi öncesi bir İngiliz heyetinin (bir iki sivil memur) Şêx Abdullah, Seyit Müslih ve Gerdi Aşireti'nden Seyit Abdullah ile görüştüğünü söylüyordu. Mawan Köy'ü sakini Mela Sımayil bu konuda: “ne isyandan önce nede sonra İngilizlerin hiçbir yardımını görmedik.”diye sitem eder. Kürtler istemelerine rağmen İngilizler yardım etmemişlerdir, Kürtleri siyasi bir yalnızlığa bırakmışlardır. Botan bölgesindeki isyanların en önemli sebeplerinden biride; 1925'te İngilizlerin Türklerle anlaşarak Hakkâri'yi Türkiye ye bırakmalarıdır. H. Abdullah Mıko'nun deyişiyle “Musul hem ekmek kapımızdı hem de hayallerimizin şehriydi ve bizimkiler oraya sık sık giderdi”.diyordu. Oysa Hakkâri uzun pazarlıklar sonunda Türkiye ye bırakılır.

Sonuç

Oramar'da 21–22 Temmuz 1930 de başlayıp yedi günlük kuşatmayla devam eden isyanı Şemdinli'deki(Şemzînan) bazı aşiretler de destekliyordu. Bu aşiretlerden birisi de 10 Haziran 1925'teki Nehri Ayaklanmasına verdiği destekle güvenirlilik kazanan Gerdi Aşireti'ydi. Bu aşiret, çevresindeki bazı köyleri de isyana katılmak için örgütler. Fakat isyanın erken dağılması onların hareketini yarıda bırakmıştır. Bu örnek bile Kürtlerde sosyal ve siyasi örgütsüzlüğü göstermek açısından önemlidir. Bu tarihsel direnişler her zaman halkın taleplerinin bir yansıması olagelmiştir. 29 defa isyan etmeleri daha özgür bir toplumsal alan oluşturmak istemelerinden ve buna kavuşacaklarına olan umutlarından başka bir şey değildir.
Birçok isyanda olduğu gibi bu isyanın da başarısız olma nedenine gelelim.

Kürtlerin mücadelelerinde başarısız olmalarının en büyük sebebi içlerindeki birlikteliği sağlayamamalarındandır. Bunu değişik çevrelerin Kürtler üzerine yazdıkları; kitap, bildiri broşür, makale vs. eserlerde de ortak görüş olarak ortaya çıkar. Birde şu Kürt atasözü olayı özetliyor: “kurmê darê eger ku ji darê be, ew dar şîn nabe” (ağacın kurdu ağacın kendindense, o ağaç yeşermez.”) Ama bunun kader önemli başka sebepleri de maddeler halinde sıralayalım:
Konjonktüre uygun davranmamaları.

Aşiretlerin birbirinden bağımsız iktidar yapıları. Hepsini ortak bir amaç doğrultusunda harekete geçirecek ulusal örgütlerin olmayışı.
Dostlarını ve düşmanlarını iyi tanıyamamaları: siyasi öngörü eksikliği hedefe ulaşmak için hangi yol ve yöntemleri kullanacaklarını iyi saptayamamaları.

Netice itibarıyla Kürt Coğrafyasında ard arda çıkan bu isyanlar ulusal bir hareket tarafından örgütlenebilseydi, Kürtler o dönemki amaçlarına ulaşabilirlerdi. Çünkü onlarca isyan olmuş fakat birinin bir diğerinden yeteri kadar haberi olmamış; olmuşsa dahi, birbirlerine destekleri olmamıştır.

Kaynakça:
*- İnsanlığın Beşiği Kürdüstan'da Yaşam: Avesta yay.2004
1- Sebro: 1987 de öldü. Şagulord köyünün dengbêjlerinden biri idi.
2- Cemal Şagulordî: yaşlı köy sakini
3- Şakır Doskî: Eski Peşmerge
4- Hesenê Asê: Oremar direnişine katılanlardan biri
5- Muhsinê Sûto: Sûto Ağanın torunu
6- Heci Abdullah Mıko: Savaşa tanık olanlardan biri
7- Mela Sımayil: Gerdi Aşiretinin büyüğü

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder