1 Ağustos 2010 Pazar

Yalansız bir şiir... Barış için

Sözün önemi kalmıyor çoğu zaman. Söylenmesi gerektiğinde de silahlar konuşuyor. Barış diyorsun, namlunun o soğuk ve öldürücü yüzü kendini hissettiriyor.

İki gün önce, Diyarbakır'da 'Uluslararası Edebiyat Günleri'nin ilk etkinliğine katıldım. Katılımcılardan Güney Afrikalı Şair Diana Ferrus'un şiirlerinden birinin adı, 'Yalansız Bir Şiir... Barış İçin'di.


Çok güzel bir söz. Barışı getirecek denli etkili, yalansız bir şiir yazılmış mı ya da bir gün yazılır mı? Bu kirli savaşı bütün mekanizmalarıyla ortadan kaldıracak gücü olmalı şiirin. Barışa dair şiirler, bu coğrafyada yaşayıp canı yanmış herkesin yüreğinden gelen bir ses, kocaman bir beklenti ve gerçekleşme olasılığı yüksek bir umuda dönüştürmeli.

Her geçen gün elimiz yüreğimizde, yeni bir ölüm haberi almanın tedirginliği içerisinde yaşıyoruz. Savaş uçakları h‰l‰ bomba yüklenip uçuyor ve dağlarımızın doruklarına, yamaçlarına, vadilerine boşaltıp geri dönüyorlar. Cezaevlerinde ağır hastalar ölüme terk ediliyor. Çocuk ölümleri kendine insanım diyen herkesi derinden yaralıyor.

Genç ölülerin cenazelerinin gelmediği gün yok gibi. Anaların gözpınarları kurudu artık. Silahların susması gerek. Bunu bir şiir başarabilir, ama yalansız olursa.
Şiirler zaten yalansızdır ve hakikatleri dile getirirler.

Ama hayat çok acımasız ve silahların gücüne karşı koymakta zorlanıyor şiirler. Daha hafta başında Ergani ilçesinde korucuların yeni bir katliamına tanık olduk. Yine kadın ve para söz konusuydu; Ergani'nin Migo (Azıklı) köyü korucusu olan baba ile iki oğlu ve gelinini (katil korucunun kızı), Xıdıran (Yolbulan) köyü korucusu baba oğul tarafından, devletin silahlarıyla güpegündüz ilçenin en işlek caddelerinden birinde çapraz ateşe alıp katlettiler. Halk, bu olaydan İlçe Jandarma Karakolu Komutanı'nı sorumlu görüyor.

Diyelim ki, Kandil ve bütün gerilla kampları boşaltıldı ve evlerine döndüler. Diyelim ki, DTP bu dönüşleri kitlesel olarak karşılama törenleri ve hiçbir şenlik düzenlemedi.

Peki bu korucular nasıl ıslah edilecek; en küçük sorunlarını dahi kan dökerek çözmeye alışmış ve adeta ölüm makinelerine dönüşmüş bu başıboş insanlar sosyal hayata uyumlu hale getirilebilecekler mi? Edebiyat Günleri'nde 'Batı Dışı Edebiyatlarında Güncel Eğilimler' başlıklı tartışma etkinliğinde bu sorunlar hep aklımdaydı.

Etkinliği LİS, DSM ve Büyükşehir Belediyesi organize ediyordu. İlk etkinliğin konuk, şair ve yazarlarının seçimi isabetliydi.

Lasana M. Sekou, Karayip Adaları'ndandı. Yarısı Fransa'nın, diğer yarısı Hollanda'nın sömürgesi olduğunu söylediğinde, bu etkinliklerin sponsorlarından Hollanda İstanbul Konsolosu da ön sırada oturuyordu. Avrupa devletlerindeki Türk konsolosluklarının böyle bir girişime onay vermeyeceği kesindi. Ama Hollanda Konsolosu, kolonyalizmi iğneleyen şiirleri, bir sanatsever ruhuyla dinliyordu.

Diana Ferrus: Güney Afrikalı, Aparteid politikasından muzdarip biriydi. Barışı çok arzulayan o güzel iki şiirini okudu ve sonra bestelediği haliyle şarkı olarak söyledi.

Prof. Abdelhey Moudeden, Faslı, Sosyal Bilimci. 30 yıl önce izini yitirdiği bir arkadaşının arayışını sürdüren kahramanının dilinden yazdığı romanından bir bölümü okudu. Aynı duygularla yazılmıştı ve sanki bizden biri gibiydi.

Frank Westerman, Hollandalı yazar ve gazeteci. Uzun süre bir gazetenin SSCB muhabirliğini yapmış. Bu arada Özbekistan ve Ermenistan gibi ülkelerde araştırmalar yapmış. Ararat Dağı ile ilgili gözlemlerini, Nuh Tufanı ile ilgili vardığı sonuçları okudu.

Bu etkinlik Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Konferans Salonu'nda yapılmaktaydı. Üniversite bu kente hep yabancı ve uzaktı zaten. Konuşmacıların oturduğu sahnenin üstünde büyük kabartma harflerle 'Ne Mutlu Türküm Diyene' sözü yerleştirilmişti. Sahnenin iki yanında büyükçe Atatürk resimleri asılıydı. Westerman, Ararat derken, ön sırada gençten biri 'Ağrı Dağı' diye bir uyarıda bulundu.

Diana Ferrus'un, Güney Afrika'da 21 dilden 11'inin resmi dil olarak anayasal güvenceye alındığını söylediğinde, arka sırada oturan Karadenizli olduğunu zannettiğim bir genç, çok sayıda dilin bir karmaşa yaratıp yaratmadığını sordu.

Geçmişte kabilelerin Aparteid politikasıyla nasıl da ayrı bölgelerde sınırlayıp birbirleriyle kopuk yaşattıklarını anlattı. Şimdi ise, Güney Afrika'da 11 resmi dilin ülkeyi bölmeyi başaramadığını söyledi siyah derili ve sempatik kadın Diana Ferrus, çok dilli olmanın nasıl da hayatlarına zenginlik kattığını, herkesin kendi kimliğiyle özgürce yaşamasına ve farklılıklara saygı duymaya yönelttiğini belirtti.

Tekçiliğin ruhu çevremizi kuşatmıştı, ama yalansız şiir dinlerken, barışa yönelik derin bir arzu içerisindeydik.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder