9 Ağustos 2010 Pazartesi

Seksen yıldır 'Bu adamlar niçin dağlardadırlar' diye düşünmedik

Röportaj*/Türkiye’nin Kürt sorunu hakkında Yaşar Kemal’in görüşlerini uzun uzun, detaylı biçimde ortaya koyacağı bir söyleşi yapmayı epeydir istiyorduk. Bir süre önce böyle bir söyleşi için sözleştik, sonunda onun tabiriyle ‘bu iş vakte ermiş’ olmalı ki buluştuk. Bir gün İsmet Berkan ve Oral Çalışlar’la birlikte onu ziyaret ettik; o gün başlayan konuşma soruları, sorular yeni konuşmaları ve onun yanıtlarını doğurdu. Yaşar Kemal, ‘doğunun’ düzenini hatırlattı, buradaki devlet politikalarını, Kürtlerin yok sayılmasını, koruculuk sistemini,
dil yasağını anlattı; ‘Kimse çocuklarının ölmesini istemiyor, Kürt halkı barış istiyor,’ dedi. Ve sözlerini şöyle tamamladı: “Kıssadan hisse, Türkiye’nin savaş düşmanları birleşince...”
Kürtlerle Türklerin Malazgirt’ten bu yana birlikte yaşadıkları sık sık söylenir. Bu iki halk hem 1000 yıldır birlikte yaşıyor hem de yüzlerce yıldır isyanlar, savaşlar, cinayetler bitmiyor. Türklerin Kürtlerle kurduğu ilişkide yanlış olan ne, neden barışa ulaşmak bu kadar güç oluyor?

Türklerle Kürtlerin barış içinde, kardeşlik içinde birlikte yaşamasını ben kendi çocukluğumdan bilirim. Cumhuriyetin ilk yıllarında bir Türkmen köyünde tek Kürt ailenin çocuğu olarak doğdum, büyüdüm. Evimizde sadece Kürtçe, köyde Türkçe konuştum. Bir gün de kendimi yabancı, dışlanmış, farklı hissetmedim. Ben Türkmen kültürüyle zenginleştim, arkadaşlarım da benden Kürt türküleri öğrendi.

İlk gazeteciliğim Doğu’da yaptığım röportajlarla başladı, ‘Doğu’da İnanılmaz Şeyler Gördüm’ dizisiyle. Şeyhlerin, şıhların hüküm sürmesine devletin hiç karışmadığı bu bölgede altmış yıl önce çok inanılmaz şeyler gördüm.

Evet, Kürtler ve Türkler 1000 yıldır birlikte yaşıyorlardı. Osmanlı’da birçok millet birlikte yaşıyordu. Kötülenen, aşağılanan bir millet, bir boy yoktu. Son yıllarında Osmanlı değişti. Milliyetçilik hareketleri başladı. Kimi milletler bağımsızlıklarını aldılar, kimi Batı ülkelerinin boyunduruğu altına girdi. Bunların arasında Kürtler yoktu.
Kürtler birçok olanakları varken bağımsızlık istemedi.

Ruslar onları Kafkas Kürtleriyle birleştirmeye can atıyorlardı. Kürdistanı ev ev dolaştılar. Kürt Beylerinde misafir kaldılar, dil döktüler, ne yaptılar, ne yaptılarsa başaramadılar.

1000 yılda Kürtlerin başından çok maceralar geçmiş, Kürtler 1000 yılda ancak birkaç kez savaş yapmışlar, 19 yüzyılda da iki başkaldırı olmuştur. Cumhuriyet döneminde ise 29 başkaldırı çıkmıştır. En önemlisi Cumhuriyet’ten önce, 1920’de çıkan Koçgiri isyanıdır. Hemen hemen ordu yok gibi, Koçgiri’yi bastırmak kolay değildir. Meclis’te olan 93 Kürt mebus bir beyanname yazar, Kürdistana gönderirler: Kurtuluş Savaşı bitinceye kadar biz Türklerle birlikte olacağız diye ve Koçgiri isyanı bastırılır. Cumhuriyetten sonra da isyanlar arka arkaya gelir.

Yanlıştan çok ne var ki; yanlışlar olacak gibi değildir. Birkaçını söyleyelim. Bir kere Kürtler diye bir şey yok. Bir şey olmayan Kürtler savaşlardan sonra Türklerin uşakları köleleridir. Bunları öğrenmek isteyenler Ağrıdağı isyanı sonrası çıkan gazeteleri okusunlar. Bir insanı, bir halkı küçümasmek, onları insandan saymamak insanı öldürmekten beterdir.

Kürtlerin dili yoktur. Onların dili dil değil ‘Kartkurt’tur. Bu olmayan Karkurt dili de yasaktır. Kürt bölgelerine gönderilen çoğu memur suç işlemiş, sürülmüştü, rüşvetçiydi. Doğu Anadolu köylüleri o memurların yanlarına varamazlar, o hükümetlere işleri düşünce onların yerine ağalar beyler gelirdi. Beyler ağalar köylülerin yerine herşeyi yapardı. Her beyin özel memurları vardı, beyler sürgüne gitmemişlerse.

Böylelikle hükümet Kürt halkını ağaların, beylerin kucağına attı. Halk ağalara beylere sığındı. Hükümetle olan işleri ağalar, beyler yaptı. Böylelikle Kürt halkını devlet değil ağalar beyler yönetti.

Bu yıllarda ağaların beylerin yerini korucular aldı. Ellerinde devletin silahları var. Korucu olmayan milyonlarca Kürdün topraklarını, bahçelerini babalarının malı gibi kullanıyor, sürgünlerin topraklarının üstüne yatıyorlar. Sürgünden bir yolunu bulup topraklarına gelenlere korucular vermiyorlar. Bunları gazeteler yazdı ama gazeteleri dinleyen kim.

Seksen yıl bu adamlar niçin bunca yıllar dağlardadırlar diye düşünmedik. Vatandaşlık ödevlerini bekledik de, eğitim, sağlık, yatırım, devletin vatandaşlarına vereceği hizmetleri vermedik. İnsan olarak, vatandaş olarak haklarını vermek akıllara gelmedi.

Seksen yıldır bir soluk almadı bu bölge. Kürtler isyan ettiler. Yenileceklerini bile bile. İsyanın sonunda başlarına gelecekleri bile bile. Ben bu ‘bile bile’yi bilmiyorum. Birçok insanın bile bile ölüme gittiğini biliyorum. Şeyh Şamil’i biliyorum. Bir çok toplumun ölümünü biliyorum. Kürtlerin yirmi dokuz kere bile bile ölüme gittiklerini biliyorum.

Her çağ başka bir çağdır. Uygar ülkeler yarattıkları çağlara uymuşlardır. Biz ise dünyanın nerelere kadar gittiğini göremedik, uygar dünyanın, çağın gerisinde kaldık. Bu, bir ulus için korkunç bir durumdur. Ülkemiz demokrat bir ülke olsaydı uygar insanlık içinde başımız dik yerimizi alacaktık. Halkımız demokrasiye yatkın bir halktır. Bu kadar kışkırtmalara rağmen bir iç savaş çıkmaması da bunu kanıtlar.
Biz umudun insanı insan yapan gücünü de biliyoruz. Bir gün insanlık umudun bilinmeyen gücünü ortaya çıkaracak. Bu yeni umut da insanları mutlu edecek.

Vaylolo, vaylolo, vaylolo

Ünlü birçok Kürt türküsü bununla başlar.

Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı, Kürt sorununun çözümü için ‘tarihi fırsat’tan söz etti. Cumhurbaşkanı’nın da ‘Türkiye’nin birinci sorunu’ diye tanımladığı bu meselede artık çözüm vakti geldi mi?

Cumhurbaşkanı iyi niyetli. Kürt sorunu Türkiye’nin baştaki sorunudur. Kürt sorunu Türkiye’nin çağdaşlık sorunudur. Kürt sorunu Türkiye’nin demokrasi sorunudur.
Cumhuriyet kurulduğundan bu yana yöneticilerin gözleri Kürtleri görmemiş. Anadolu’nun ucunda bir yaratıklar uyuyor ama, arada sırada ellerinde yay ve oklarla uyanıyorlar. Onlar uyandıklarında heybetle uyanıyor. O yaratıkları öldürüyorlar, öldüremediklerini de çoluk çocuklarıyla onları sürgün ediyorlardı. Hala anlatılır ki bölgedeki yöneticiler Dersim’de hiç insana benzer bir şeyler var mıdır diye gülüşüyorlar, bu dağda hiç insana benzer bir şeyler var mıymış diye eğleniyorlarmış. Kartkurtlar nereye kaçtılar diye seviniyorlarmış.

Şimdi artık Cumhurbaşkanı tek kişi değil. İnsanlık da onunla birliktedir. Bunun farkında olmayan yöneticiler onu da kendileri bilirler.
Üstelik büyük lider Mustafa Kemal Atatürk yolu göstermişken, yöneticiler yolu görmemişlerdir. Türkiye’yi bu duruma getirenler daha çok çabalıyorlar. Bunlar kimlerdir, bir ulusu kimler bu duruma getirdi? Kimse bunların kim olduğunu bilmiyor. Her şeye karşın Türkiye demokrasiye ulaşacaktır. Cumhurbaşkanı, Türkiye’nin savaş istemeyen insanlarına güç verdi. Bu güç gittikçe büyüyor. Gittikçe de iyi niyetli çoğunluk gerçeği görüyor.

Türkler de Kürtler de ayrılmayı hiçbir zaman istememişlerdir. Onları birbirinden hiçbir güç de ayıramayacaktır. Bunu iyice anlayan muzular utandıklarından kaçacak yer arayacaklardır. Sanıldığı kadar zor değildir. Kürt halkı gibi bir halk dağdakileri kolaylıkla indirir. Yediden yetmişe kadar kimse kardeşlerinin çocuklarının hiç bir koşulda ölmesini istemiyor. Kürt Halkı barış istiyor. Güçleri yeterse her şey, o savaş barışa döner. Ben Kürtleri biliyorum. Kürtçede bir deyiş vardır, Kürtler sözlerinden ölürler de vazgeçmezler. Bunu Kürtlerle ilgisi olan kime sorarsan sor, budur.

Benzer sorunları yaşayan Avrupa ülkeleri de var. Onlar bu işi ‘kültürel ve siyasi’ haklarla hallettiler. Türkiye’nin Kürt sorununun çözmesinde Avrupa Birliği süreci de olumlu bir etki yapabilir mi?

Avrupa ülkelerinde azınlıklar vardır. Bunlar uzun yıllar ülkelerinde kaldılar, savaştılar, yendiler, yenildiler. Vakt erişip gün gelince çoğu ülkelerinin yönetimiyle anlaştılar, dillerine kültürlerine kavuştular. Bunların en önemlileri Katalanlardır. Yüz yıldır İspanyollarla çarpışan Katalanlar İspanya’yla anlaştı, bütünleşti. Şimdi Katalanlar çok mutlular. Efsaneleşmiş başkanları Jordi Pujol ile birkaç saat konuştuk. Barışı baştan sona kadar anlattı. Başkan da herkes gibi mutluydu. Barış iki halka da inanamadıkları büyük bir mutluluğu götürmüştü. Dillerine, kültürlerine kavuşmuşlardı. O dil ve kültür ki sadece İspanya’nın değil dünyanın kültürünü zenginleştiren nice insan yetiştirmiş, resimde Miro, Tapies, Dali, mimaride Gaudi, Bofill, müzikte Albeniz, Casals, Caballe, Carreras gibi.
Tanıştığım Katalan bir gazeteci arkadaş diyordu ki, şimdi bizi İspanya’dan ayırsalar biz gene yüz yıllık dağımıza çıkarız. Keşke dilimizi bilseniz de Katalan halkıyla konuşsanız, onlar da benim size söylediklerimi söyleyeceklerdir.

Katalunya yüzyıldan bu yana İspanyanın en zengin bölgesi. Bugün de öyle.

Avrupa Birliği karmakarıştır. Türkiye’yi sevenler var, sevmeyenler var. Oysa demokrat bir Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne çok yardımı olur.
Kürt sorunu Türkiye’nin dünyadaki gücünü çürüten bir olaydır. Yirmi 20 haklarından yoksun kalmışsa, Türkiye demokrasiye ulaşamamışsa Avrupa Birliği Türkiye karşısında şaşkınlık içindedir. Ne yapacaklarını bilmiyorlar. Türkiye yöneticileri de demokrasiden korkuyor. Demokrat bir ülkede değil 20 milyona yakın bir halk, bir kişi bile insan haklarından yoksun olamaz.

Nedense Avrupa Birliği her şeye karşın Türkiye’ye yardım etmiyor. Bunu bir türlü sökemedim. Acaba Türkiye’nin demokrasiden yoksun olarak kalmasını mı istiyorlar. Oysa Avrupa Birliği’ni kuranlar her şeylerden önce bütün Avrupa’da gerçek demokrasilerin kurulmasını , dünyada demokrasinin kurulmasını istiyorlardı. Avrupa Birliği insanlık için büyük bir umuttu.

YARIN: Kürtlerin bölünme istediği yalan

*Radikal gazetesi-CEM ERCİYES/ 25/07/2009

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder