1 Ağustos 2010 Pazar

Gözleriniz kör, kulaklarınız sağır mıydı

İdris-i Bidlisi
*Kurdname-28- "Gözleriniz Kör, Kulaklarınız Sağır Mıydı!"
*Kurdname-29-Silahımız; "Ulusal Dayanışma ve Sevgi, Bilgi ve Kişisel Girişimdir!"
*Kurdname-30-"Ronahi Direşand Her Deran!"
*Kurdname-31-"Bextê Romê Tûne ye!"
*Kurdname-...101- "Jîn Divê Qet Nakeve, Ala Kurdan!"kurdistan

Kurdname-28- "Gözleriniz Kör, Kulaklarınız Sağır Mıydı!"


Bitlisli Kemal Fevzi, bir asir gecti, hala hic bir sey degismedi, iste bu nedenle, sözlerin bugün söylenmis gibi yakici, her zaman yasatilmaya makul kaliciliktadirlar. Gözler de hala kör, kulaklar da hala sağırlar. Hikmet ve engin Kürd yüregine bugün ihtiyacim var, hasta ve hüzün icinde cigliklarinin ruhumu yüceltmesini bekliyorum.
***
Gözleriniz kör, kulaklarınız sağır mıydı!

"Ey her biri birer yiğitlik anıtı olan Kürd Gençleri! Size sesleniyorum:

Tekniği ve uygarlığıyle, bilim ve sanatıyla, en üstün zekanın göstergesi olan yapıtlarıyle yükselen ve fakat vicdanıyle sürekli ve sürekli olarak alçalan XX. yüzyılın kulakları sağır ve gözleri kördür.

“Sana senden gelir alemde ger imdad lazımsa”.

Teslim edilmeyen hak teslim ettirilir, söndürülen ocaklar yakılır. Bunları yapacak ve yaptıracak sizlersiniz. Düşününüz ki her biriniz birer büyük tarih yaşadınız. Geçirdiğiniz olaylar zinciri içinde ülkenize ait ne feci sahnelere tanık olmadınız ki! Felaketler insanı çaresiz, bazen de şaşkın ve dili tutulmuş olarak bırakır. Ne var ki kahraman o kişiler ve o milletlerdir ki, başları, her bir felaket darbesi yedikçe biraz daha dikilir ve yukarı kalkar. Sizin herkesten çok bu gibi üstün karekterlere sahip olduğunuzu dünya da o­naylar. Durgunluk ve ağır davranma, sönük ve donuk ruhlara yakışır.”


“Elverir ki evlatları her türlü ihtiras ve kişisel çıkar bağlarından kurtulmuş olarak büyük bir aşk ve inançla ulusal maksatlar uğrunda bin türlü sıkıntı ve güçlüklere göğüs germeyi kendileri için en kutsal bir görev bilmiş olsunlar.”

***
“Kurdistan Dergisi Dolayısıyla

Kürt Gençliği, Jin dergisinin bir kardeşini yayın alanına çıkarmak suretiyle ulusal belirtilerin yeni bir biçimini gösterdi. İtiraf ediyorum ki, zamanın siyasal (yönden) nazikliğine karşı bu iki derginin yalnız bilim alanında düşüncelerin dolaşımını sağlaması, birdenbire büyük bir yarar sağlıyamaz. akat ben bu kanıdayım ki, herhangi bir ulusta siyasal bir devrimi sosyal bir deverim hazırlıyamazsa o ulusun siyaset alanında, her gün yeni ve korkunç tehlikelere uğraması doğaldır. Olgu ve olaylar, şu son yıllar zarfında bu yönden bize en acı derslerini gösterdi ve öğretti.

Kürt ulusu henüz topluluk vicdanının etkilerinden tümüyle kurtulamadığından o­nda hemen şimdiden olağanüstü bir ulusal vicdan (bilinç) aramak elbette doğru değildir.

Fakat yüzyılımızın bugünkü toplumsal anlayışına tümüyle uygun bir ulus aranırsa, diyebilirim ki bu ulus belki birinci örnek olarak gösterilebilir.

Kürtlerde ulusal birlik sağlamak mümkün ve kolaydır. Elverir ki evlatları her türlü ihtiras ve kişisel çıkar bağlarından kurtulmuş olarak büyük bir aşk ve inançla ulusal maksatlar uğrunda bin türlü sıkıntı ve güçlüklere göğüs germeyi kendileri için en kutsal bir görev bilmiş olsunlar. Bu zavallı ulusun öz evlatları hiçbir zaman kendisine sahip olamamış; garibi şurası ki daima bir yabancı ve hatta bir düşman gibi davranmışlardır. Nedenleri pek uzun olduğu için burada uzunca açıklama ve saymaya gerek görmüyorum. Yalnız önemli bir noktayı kayd ve işaret etmek isterim. O da ne yazık ki uluslararsı etkilerdir. İşte bu yüzdendir ki bugün Kürt ulusu ta iki yüzyıl önce başlıyan ulusal akıma (rağmen) ancak Amerikalı bir siyasal hakimin ortaya koyduğu ulusal ilkelerden anlam çıkarabilmiş, (ama) ne yazık ki hala pek sıcak ve samimi bir faaliyete ve ulusal mücadeleye girişememiştir. Talihsiz memleketin kaderi ne olursa olsun evlatlarına düşen görev, topraklarını karış karış görüp dolaşmak, gördüğü herhangi bir kasabada –isterse aciz bir çocuk bile olsa- ulusal düşünceyi telkin etmek ve bu faaliyet devam ettiği taktirde Kürt ulusunun çağdaş bir biçime gürebilmesi için yine en azından iki yüzyıllık bir mesafeyi göze aldırmak gerekir.

Kürt Gençliği bu durum karşısında üstüne düşen görevin önem derecesini elbette takdir eder. Bugünkü felaket ve bilgisizliğimizin nedenlerini ve etmenlerini nasıl ki dünkülerin ihmal ve aldırışsızlığında arıyorsak bizim de unutma ve ağır davranmamızdan dolayı yarın bir parça daha çıplak ve perişan kalacak olan çocuklarımızın da mezar taşlarımıza lanetleme yazısı kazıyacaklarına emin olmalıyız.

Zenginlerimizin cömertlik kesesinden ziyade düşünürlerimizin bilgi hazinesine başvurmayı en sağlam yol bilmeliyiz.

Maksada ulaşmak için aç kalmayı, açlıktan sefaletten ölmeyi göze aldırmak gerektir. Kürt gençliği, üzerine düşen görevlerin en önemlisi olan telkinatı (aşılamayı, öğretmeyi) ihmal etmemelidir. Telkinat, geri uluslar için biricik ulusal çaredir. Hiç uzaklara gitmeyelim. İşte Bulgarlar.

Ulusal felaketlerin iniltilerini ateşli bir dil ile ağlayan şairler, uluslarının vicdanında bir yankı uyandıramazlarsa, döktükleri gözyaşları ancak kendi kalplerinde akıp gider. Ulus kendi benliğine sahip olmadıktan sonra şairlerinin feyatlarından, düşünürlerinin çığlıklarından bir sonuç çıkamaz.

Hristo Botev’in ulusal mersiyelerinden Bulgarlar ulusal heyecan duymayacak kadar gafil olsalardı acaba şu 30-35 sene zarfında sosyal bir yeniliğe kavuşabilirler miydi?

Bizde Nali’nin Divanı’nı –sıradan halkı bir tarafa bırakıyorum- acaba kaç Kürt genci anlayabiliriz? Bundan dolayı bugün Kürt gençliği için Kürt kültürünü kitap(lar) haline getirme (derleme) ve çoğaltma uğrunda her türlü güçlüklere sarılmaktan başka çare yoktur.

Aksi taktirde kendimizi pek karanlık bir geleceğin ümitsiz sarp bir uçurumda görmekten başka bir nasibimiz olamıyacaktır.”

Hizanizade Kemal Fevzi

(Bu yazı, Kurdistan Dergisi’nin üçüncü sayısında (25 şubat 1919) çıkmıştır. Osmanlıcadan türkçeye Malmîsanij yapılmıştır; "Bitlisli Kemal Fevzi ve Kürt Örgütleri İçindeki Yeri", s. 89-90).

***

Beka Milletindir
Durumlar ve olayların sürekli olarak dönüşüme uğruyageldiği bu kararsız evren içinde faniliğin maddi zevk ve görkemliliğini bir ümit gayesi ve hayal sayanlar, manevi hayatın derinliğini göremezler. Zira o­nların varlıkları ihtiras zinciri ile bağlanmıştır. Gerçekte, insanlığın ihtiraslarının giderilmesi mümkün olsaydı, mutuluk denilen o aldatıcı serap, insanlığın ufuklarından yüzünü mutluluk denilen o aldatıcı serap, insanlığın ufuklarından yüzünü gösterebilecekti. Oysa yaradılışın var olduğu andan beri, doğa güçlerinin birbirlerinden değişik ve belirgin bir biçimde birbirlerine karşı bir çok şekilleri, birbirlerini izliyegelmişleridr. Her şeyde biri karşıt, diğeri asli ya da biri olumlu, diğeri olumsuz olmak üzere iki durumun tasarlanıp var olması güçsüzün var olmasıyla kabildir. Kuşkusuz, güçsüz olmasaydı güçlü de var olamazdı. Güçlüye varlık veren güçsüz olduğu gibi, güçsüzün varlığını gerektiren de güçlüdür. Genel insanlık yaşamında yalnız iyiliği ve güzelliği ya da yalnız fenalığı ve çirkinliği düşünmek doğru değildir. Bunlar birbirlerinin, yüzleri ters üvey kardeşleridir. Tolstoy, gerçek insanlığı iyiliğin sürekli ve sonsuz görünümünde, bugünkü sosyal kargaşalık ve düzensizliğin giderilmesini de “akılcı vicdan” esslarında görüyordu. Her şeyi iyilik gözlüğüyle gören ve inceleyen bu düşünür gibi herkesin düşünmesi mümkün olsaydı “insanı melek, dünyayı cennet” görecektik. Müspet bilimlerin uzmanlarını bile bilgisizlikle suçlayan Tolstoy, Buda’nın bu özbeöz çömezi, insanlık yaşamının evrimleşmesi amacını iyilikte buluyordu. Oysa, gerçekte her şey güzel olsaydı güzellik nasıl ayırt edilebilirdi.

“Her gece Kadir olsa Şahım, Kadr’e olmazdı değer
Ve her taş bir cevher olsa, değer bulmazdı cevher”

diyen şairin bu sözlerini yabana atmak mümkün mü! doğa bile bize değişik şekiller sergilemiyor mu! Genel ilişkilerde bir düzen ve birliğin sağlanması mümkün olsa bile, devamına olanak düşünmek olanaksızdır. Sergilediğimiz bu görüşlerimizden, Epikürist bir kanıya bağlı olduğumuz anlaşılmasın.

“İç bade, güzel sev, varsa aklın ve bilincin
Dünya varmış ya da yokmuş, ne umurunda senin!”

felsefesini güdenlerdir ki insanlığın her gün açılan yeni bir yarasına bir avuç zehir katarlar. Bir başka dünyanın varlığını kabul etmeyip de maddi yaşmın mücadelelerinde zayıf düşen çarezislerin karamsarlıktan başka nasipleri ve sonuç olarak intihardan başka çareleri yoktur. Zira o gibiler, hiç bir idealin hüzmetçileri değillerdir. Zevki dış dünyada gören ya da arayanlar, umduklarını bulamadıkları zaman karamsar bir felsefenin mahkümü olurlar. İhtiras, o­nların benliğinde azap ile yaşayan düşman bir dost gibidir. Oysa sübjektiv bir gayretle kavga alanına atılanlar ve bu uğurda ölümü hiçe sayanlar, zevki vicdanlarında bulduklarından, hayatın gizli sırlarını daha iyi görür ve daha iyi anlarlar. fakat fani olan her varlığın er-geç sonsuzluk gölgesine karışması muhakkak olduğundan, beşikten mezara kadar uzayan yol üzerinde her mücadelenin karşılığı biraz huzur ve güvenlik biraz da refah ve mutululuk olmalıdır. Bireysel olsun toplumsal olsun, bu husus sağlanmadıkça, bireylerde karamsarlık ve bundan doğan felaketler, sosyal yapıda da karışıklık ve yok olma sürecektir. Her çağ, kendisinden önceki çağdan feyzini alarak, kendine özgü bir felsefe ve bir fikir ve düşünce ile o­ndan ayrıldığı halde, zincirleme sürüp giden bu devirlerin sonsuzluğu içinde toplumların düzensizliği belli bir biçimde tespit edilememiştir.

Tarih hiç bir zaman insanlığın mutluluğunu güvence altına alan genel bir dayanışmaya tanık olamamış ve bu yüzden ulusal esirlik bugünkü çağa kadar devam edegelmiştir.

XVIII. yüzyıl düşünürlerinin görüş ve düşünceleri arasında Rousseau’nun ortaya koyduğu ulusal egemenlik esasları, yalnız Fransız devrimini hazırlamakla kalmadı. Bugünkü sosyalizmin köklerinin ta XVIII. yüzyıla kadar uzadığını kabul etmek zorunludur. XX. yüzyıl, bir yandan kan ve ateşle tarihin huzuruna çıkarken, öte yandan da ulusların gelişme özgürlüğü gibi insanlığın özgürlüğünü güvence altına alan hukuki temeller ile donatılmış bulunuyor. Bireysel yaşamın devam etmesi ve uzayıp gitmesi, birtakım gerekli koşulların düzenli ve uyumlu olmasına ve bu durumların her an ve her yerde bir birlik göstermesine bağlı olduğu gibi; ulusal yaşamın gelişme biçimleri de, o yaşamın her türlü sosyal koşullarının daima bir birlik ve uyum göstermesine bağlıdır. Ortak geleneklerin, ortak inançların, ortak alışkanlıkların ve ortak karakterlerin yansıyıp belirlendiği bir sosyal yaşam, doğaldır ki genel durumlarında dinsel, sanatsal, hukuksal vb. bir birlik ortaya koyar. Bu konu bilimsel bir biçimde birbirinden ayrı olan iki birey arasında süreklilik kazanan bir yanacılaşmanın var olacağı kuşku götürmez. Bireyleri arasında tanışma bulunmayan bir sosyal topululuk ise, doğal olmadığından, o toplumun sürekli ve kalıcı olacağı yargısına varmak doğru değildir. Bireysel yaşamımızın sınırlı olduğunu ve yaşam sürdükçe ölümün de var olduğunu inkar edemeyiz. Oysa aynı dili, aynı dini ve aynı karekteri taşıyan milletlerin, bir çok istila sellerinden bile kurtularak yaşadıklarını ve ulusal temellerine zerre kadar bir bozukluk gelmediğini görüyoruz. Bireyler bir cismin atomlarıdır ki, ortadan kalktıkça yerlerine yenilerinin gelmesiyle o cismin yaşamını sürekli kılarlar. Bencillik, gözlerin sonsuzluk kapısına açılmasına kadar sürer. Oysa sonsuz yaşam topluma özgü olduğundan, milli bir tutku ile o­nun tekamülünü ideal edinenler, gerçek mutluluğa ulaşmışlar demektir.
Zira beka, milletindir

Hizanizade Kemal Fevzi

*(Kaynak: Jin (Kürdçe-Türkçe dergi), c. 1, no:2, s. 233-235, toplu yeni baskı, Arap harflerinden latinceye çeviren: M. E. Bozarslan).

***
KEDER SAYFALARI
GÖZLER KÖR, KULAKLAR SAĞIR MIDIR?

Büyük savaşın başlangıcından beri gazete sütunlarını iyiden iyiye izleyip incelemekteyim. Tümüyle kişilikler üzerine ve dalkavuklukla boyanan bu sayfalarda, çaresiz ulusumun uzun ve acı keder ve sefaletine acıyan bir yüreğe, sızlayan bir vicdana rastlamadım. Yalnız, bir Diyarbekir evladının son zamanlarda heyecanlı birkaç sayfa inlediğini gördüm.

Büyük savaşın hemen hemen ikinci yarısını oluşturduğu o­n şu kadar yıllık Meşrutiyet dönemi altında yaşayan kapalı bir diktaya karşı diller suskun, vicdanlar donuk, gözler kör, inançlar kararmış ve kalemler kırılacak, parçalanacak yerde çamurlara batırılmıştı. Ülkenin başına en umulmaz zamanlarda en öldürücü belalar açan ya da açtıran, en öldürücü belalara karşı bir mezar taşı kadar sessiz ve kayıtsız duran, bir günlük zevk ve sevincine dünyada her şeyi feda etmekten bile çekinmeyen duygusuz bir zümreden zaten ne beklenebilirdi ki!

Altı yüzyıldan beri Darwin’in maymunu gibi ve fakat evrime değil, sürekli gerilemeye doğru garip başkalaşımlar geçiren ve bu durumuyle birlikte hala gelecekte büyük dahilerini bekleyen çözülmüş ve alçalmış bir toplumsal kurumdan ciddi olarak tarihsel olaylar ummak ve beklemek, bir olanaksızın varlığına ihtimal vermek gibidir. “Neme gerek, neme lazım” duygusuzluğunu büyük bir erdem sayan ulusları, ne söyleyeyim, Allah ıslah eylesin.

Balkan Savaşında sözümona işlediği bir günahtan, Büyük Savaşta savaş dergilerinin birinde affını dileyen Diyarbekirli hemşehrinin doğru saydığım o günahını ben, mezar taşımın üstünde otlar, yosunlar bitinceye kadar taşımayı en büyük bir “ahret ihtiyacı” sayarım.

Nankör insanlığın zulüm ve karanlığının başlangıcından beri binlerce işgalci komutanın atlarının ayakları altında çiğnendiği halde ırkının sağlamlığı zerre kadar bozukluğa uğramayan bir ulusun uygarlık çağı olan XX. yüzyılda kanlı ve feci bir sefalete uğratıldığını gören hemşehrinin bu tövbesinde, bu af dileğinde ne ölçüde haklı ya da haksız olduğunu kestirmek olanaklıdır. Erkeksiz kalan köylerin mezarlıkları eğlence yerine çevrilirken, sınırlarda değil de yıkıntıya dönmüş o yurdun koruyucusuz evlerinde Selanikli, bilmem nereli bir takım acımasız ve kana susamış çeteler haydut oyunlarını sahneye koyarlarken, tüm bunların tek nedeni olan bir iğrenç ve dalkavuk çevreye karşı vaktiyle pek haklı olan sert eleştirilerinden ötürü kendini suçlayan ve sonra günahının affını dileyen hemşehri, bilmem ki eski görüşüne dönmüş müdür?

Mermer sütunlu saraylarında binlerce küheylanlarını, ormanlarında nazlı ceylanlarını, tarlalarında ordular besleyen harmanlarını, ipekli Acem halılarıyla süslü hanlarını, kısacası uygarlık lordlarını bile imrendirecek olan bütün servet ve zenginliklerini düşman elinde bırakarak başaçık, yalın ayak çırılçıplak durumda yollara düşen ilerigelenlerin Diyarbekir surları önünde açlıktan öldüklerini, hem de nasıl feci bir sefalet içinde öldüklerini, tarih hiç kuşkusuz ki yürekleri parlayan bir ağıt ile yazacaktır.

Ermeni faciaları, aslında söylendiği kadar bir önem taşımıyordu; ama dünyayı velveleye verdi, dillere destan oldu. Ya şu sahipsiz, şu talihsiz ulusun başına gelen türlü türlü felaketleri, bir anlık olsun kim hatırlıyacaktır? Yoksa buna İsrafil’in süru mu ağlayacaktır!

Sana soruyorum, hey yıldızlı uygarlık:

Başkasının hakkını çiğnemeyenlerin hakkı ne zaman tanınacaktır!
Haksızlıklar ne zamana kadar “hak” diye takdir edilecektir! Sen haksızlığı “hak” diye gösterdikçe, kim ne zaman hakkı yerine getirecektir! Hakkın yaptırımcı gücü derhal senin, yine hakka dayalı bir biçimde güvenceni oluşturması gerekirken, ne zamana kadar hakkın üzgün feryadı zulüm ve zor altında susturulacaktır! Bari, takındığın maskeyi kaldır da iğrenç yüzünün altında sırıtan dişlerin biraz görünsün: kana susamış bir canavara yaraşır öfkenle görün; görün ve gizlenme! O zaman, tarihin, eline uzattığı aynaya bak; gör ki ne iğrençsin!

Ey her biri birer yiğitlik anıtı olan Kürd Gençleri! Size sesleniyorum:

Tekniği ve uygarlığıyle, bilim ve sanatıyla, en üstün zekanın göstergesi olan yapıtlarıyle yükselen ve fakat vicdanıyle sürekli ve sürekli olarak alçalan XX. yüzyılın kulakları sağır ve gözleri kördür.

“Sana senden gelir alemde ger imdad lazımsa”.

Teslim edilmeyen hak teslim ettirilir, söndürülen ocaklar yakılır. Bunları yapacak ve yaptıracak sizlersiniz. Düşününüz ki her biriniz birer büyük tarih yaşadınız. Geçirdiğiniz olaylar zinciri içinde ülkenize ait ne feci sahnelere tanık olmadınız ki! Felaketler insanı çaresiz, bazen de şaşkın ve dili tutulmuş olarak bırakır. Ne var ki kahraman o kişiler ve o milletlerdir ki, başları, her bir felaket darbesi yedikçe biraz daha dikilir ve yukarı kalkar. Sizin herkesten çok bu gibi üstün karekterlere sahip olduğunuzu dünya da o­naylar. Durgunluk ve ağır davranma, sönük ve donuk ruhlara yakışır. Zaten o­nlardan fazla bir şey beklemek boşunadır. Toplumsal inancı genç ruhlarda aramalıdır; dikkat buyurulsun, “genç ruhlar” diyorum, yaşlılık söz konusu değildir. Kendi geleceğini kendi eliyle belirleyen bir ulus sürekli olarak yaşar; ve ancak böyle bir toplum yaşamaya hak kazanbilir. Dizgini yabancı ellerde ya da yetersiz ellerde kalan bir ulusun vay haline!

Siz, Ey Kürd Gençleri!

Siz de elbette gördünüz: Eldeğmemiş namus ve ahlak tanrıçalarının pak ve temiz göğüslerinde dost elleri gözdi. Tanrım, bu öğrençliğe, bu ahlaki düşkünlüğe karşı iğrenmemek, tiksinmemek ve sonra da tükürmemek mümkün müdür! İnandım ki savaş ve sefalet, ahlak ve erdemin en güzel göstergesi imiş!

Bosfor’un beyaz yalılarında içki dağıtan kızlar kadeh sunarlarken, Kafkasların karlı ve buzlu eteklerinde memeleri üstünde yavrusu uyuklayan anneler, anne kucağında meme emen yavrular açlıktan yokluğa yuvarlanıyorlardı; tipilerin, fırtınaların koynunda serilen sahipsiz, öksüz çocuklar, başları ucunda ağlayacak bir ziyaretçi dahi göremeden, solgun bakışlarla öbür dünyaya süzülüp gidiyorlardı; yorgunluktan, yoksulluktan birer iskelete dönmüş dinç yaşlılar, yaşamın son sluğunu tüketiyor ve uzun süren ömürlerini bir lokma uğruna yok ediyorlardı; karlı yollarda birer kurban sürüsü gibi ölüme sürüklenen insan kümeleri ölümü hasretle arıyor, karlarda açılan soğuk mezarlara canlarını teslim ediyorlardı. Bunları hiç bir göz görmedi; Tanrı’ya yükselen ağlayışlarını, çığlıklarını hiç bir kulak duymadı.

Demek gözler kör ve kulaklar sağırdı.

Fakat siz gördünüz ve duydunuz, ey Kürd gençleri! Bu sorumluluğu tarih yüklenmez; o­nu her zaman zalim ve dalkavuk olarak gördüm. Yüzyılımız kabul etmez; çünkü o da bencil ve nankördür, kendini beğenmiş, ihtiraslı ve vefasızdır. Hükümet üzerine almaz; çünkü senin iradenden doğmuş ve sözde senin temsilcindi. Cezanı kendi elinle belirledin demektir.

Ey Talihsiz Kürd Gençleri!
Bu sorumluluğu siz talihsiz omuzlarınızda taşıyacaksınız. Karamsar ve üzgün olmayınız!

Zararın neresinden dönülse kardır. Ne var ki bu karı hızla sağlayamazsanız, yarın ki kuşaklar size soracaklardır:

Gözleriniz kör, kulaklarınız sağır mıydı!

Hizanizade Kemal Fevzi
Kaynak: Jin (Kürdçe-Türkçe Dergi), c. 3, no: 14, 627-629.


Kurdname-29-Silahımız; "Ulusal Dayanışma ve Sevgi, Bilgi ve Kişisel Girişimdir!"

Silahımız; Ulusal Dayanışma ve Sevgi, Bilgi ve Kişisel Girişimdir!

Said-î Kürdi “Hatime’nin dördüncü paragrafında Kürtlere hitaben şöyle der;

“Hem de gerçeklik denilen tabakalar altında örtülü ve mahpus kalmış, istibdad tabakasının mahvı ve kaldırılmasıyla omuzu üstünde olan bilgisizlik tabakası ve gafletin hafifletilmesiyle tütremiş ve ayağa kalkmaya (ayaklanmaya) girişmiş olan gerçeklerin habercisi size her yönüyle haber veriyor ki mahiyetinizde kaderin elinin eğdiği yetenekleri(nizi) ve mukadderatınızı gerçekleşetiren ve kavminizin mahiyetinde saklanmış olan karakterlerinizi maarifin (bilimlerin, bilginin, kültürün) ab-ı hayatı ile sulama zamanıdır.

Yoksa kuruyacak yahut çürüyecektir.

(…)

Hem de anadil denilen ulusal duyguların ışıklarının yansıma yeri, edebi ürünlerin ağacı, maarifin ab-ı hayatının cetvelleri olgunlaşmanızın değerinin î’tidal ölçeği (terazisi), doğrudan doğruya herkesin vicdanına karşı menfez açmakla güneş ışınları gibi etkileri ilka edici ‘ihmaliniz nedeniyle gayet karışık (belirsiz, düzensiz) ve bazı dalları aşılanmış olan diliniz, Tüba Ağacı gibi bir ağaç görünümüne (dönüşmeye) elverişli iken; böyle kurumuş ve perişan kalmış, uygarlık dili olan edebiyattan noksan kalmış olduğundan diliniz teesüf diliyle ulusal hamiyette (ulusal o­nur ve haysiyete) hakkınızdaki şikayetini sunuyor. İnsanda değerin sikkesi dildir. İnsanlığın sureti ise, dil sahifesinde beyan (anlatma, bildirme) nakşını işliyor. Anadil ise, doğal olduğundan lafızlar –davet etmeksizin- zihne geliyor. Alışveriş yalnız anlam ile kaldığından zihin çatallaşmaz. Ve o dile giren maarif "“aş üzerine nakşedilmiş” gibi baki kalır. Ve o ulusal dilin kılığı ile görünen her ne olursa alışılmış olur.

İşte size ulusal hamiyetin bir örneğini sunuyorum ki o da Mutkili Halil Hayali Efendi’dir. Ulusal hamiyyetin her bölümünde olduğu gibi, dil bölümünde de ödül kazanmış (ödül haketmiş, ödül alma derecesine erişmiş) ve dilimizin temeli olan alfabe ve dilbilgisini hazırlamıştır. Ve hatta diyebilirim ki gayret, fedakarlık ve zayıfları koruma ve hamiyet yüzyılı uyum göstererek (kaynaşarak) manevi varlığını meydana getirmiştir. Gerçekten Kürdistan madeninde böyle bir hamiyyet cevherine rastgelindiğinden bizim geleceğimizi, o­nun gibi ümidinden birçok cevher ışıklandıracaktır.

İşte bu zat uymaya değer bir hamiyyet örneği göstermiş ve gelişmeye gereksinimi olan ulusal dilimize dair bir temel atmıştır… o­nun eserine gitmeyi ve temeli üzerine bina etmeyi hamiyyetli kişilere tavsiye ediyorum.”

(Kaynak: Malmîsanij, Said-î Kürdi ve Kürt Sorunu, s. 72-73.)


Kürdçe Lisanımız
Bedîüzzaman Molla Said-î Kürdî’nin Nasayihi

Ey Gelî Kurdan,

îttifaqe de quwwet, îttîhade de heyat, di biratîye de se’adet, hukumete de delamet heye. Kabika îttîhade u şerîta muhebbete qewî bigrin, da we ji belaye xilas ke.

Qenc guhe xwe bidine; ez’e tiştekî ji we ra bibejim:

Hun bizanin ku se, se cewhera me hene, hifza xwe ji me duxwazin.

Yek İslamîyet, ku hezar hezar xuna şehîdan buhaye we dane.
E duduwa însanîyet, ku lazim e em xwe nezera xelqe de bi xizmeta ‘eqlî, ciwameranî u însanîyetîya xwe nîşane dune bidin.
E sisiyan, millîyeta me ye ku mezîyete da me; e bere ku bi qencîya xwe sax in, em bi kare xwe, bi hifza millîyeta xwe, ruhe wan qebra wan de şad bikin.

Piştî we, se dujmine me hene, me xirab dikin.

Yek feqîrtî ye. Çihl hezar hemale îstenbole delîle we ye.
E duduwan: Cehalet u bexwendinî ku hezar ji me da yek “qazete” nikarin bixwînin, delîle we ye.
E sisîyan: Dujminî u îxtîlaf e ku ev ‘edawet qeweta me wunda dike, me j î musteheqe terbîye dike u hukumet jî ji be însafîya xwe zulm li me dikir.

Ku we ew seh kir, bizanin çara me ew e ku em se şure elmas bi deste xwe bigrin, ta ku em her se cewhera xwe ji desten xwe nekîn! Her se dujmine xwe, ser xwe rakîn.

U şüre ‘edle, me’ar îf u xwandin e.
E duduwan: îtt îfaq u muhebbeta millî ye;
E sisiyan: İnsan e bi nefsa xwe şuxla xwe bike u mîna sefîlan ji qudreta xelqe hevî neke u pişta xwe nedet’e (heza kesen dî).

Wesîyeta paşî: Xwendin, xwendin, xwendin u deste hev girtin, deste hev girtin, deste hev girtin.

Mela Se‘îd

Ey Kürt kitleleri!

İttifakta güç, birlikte yaşam, kardeşlikte mutluluk, hükümette selamet vardır. Birliğin sağlam bağını, dayanıklı halatını sıkı tutun ki sizi belalardan kurtarsın. Güzelce kulak veriniz, dinleyiniz; size bir şey söyliyeyim:

Biliniz ki üç, evet üç cevherimiz vardır, ki korunmalarını bizden istiyorlar:

Birincisi İslamiyet, ki milyonlarca şehidimizin kanını o­nun pahası olarak vermişiz.
İkincisi insanlık cevheri, ki bizi toplumun gözünde insan gösterecek olan odur.
Üçüncüsü milliyet, ki önderlerimizin, geçmişlerimizin ruhlarını mezarlarında sevindirecek bir armağınımız ve o­nlarla olan ezeli ve ebedi bağımız olacaktır.

Bu üç cevhere karşılık bir de üç düşmanımız vardır, ki bizi yokediyorlar:

Birincisi yoksulluk, ki İstanbul’daki 40 bin hammalın varlığı, o düşmanımızın tasallutunun örneğidir.
İkincisi cahillik,ki birinci düşmanımızın istilasına büyük bir yardımcıdır. Yoksulluğun düşkünü olan o 40 bin hammalın içinde binde biri bir gazeteyi okuyamıyor ki bir kurtuluş yolu bulsun.
Üçüncüsü cahilce anlaşmazlık ve karşılıklı düşmanlığımızdır, ki biz birbirimizle boğuştukça gerçekten bir terbiyeyemüstahak oluyorduk.

Hükümet de, uzlaştırıcı terbiye yerine nifakı arttırmaya çalışıyor, hakkımızda her türlü zulüm ve baskıyı gerçekleştirmeye bizi layık görerek insafsızlık ediyordu.

Şimdi bilmeli ve anlamalıyız ki bu üç düşmanımızı kahrederek ve o üç cevherimizi o­nların elinden kurtarmak için de, elmastan yapılmış olan ve yükselen üç yiğitlik kılıcı gerekir:

Birinci kılıcımız eğitim ve öğretim,
ikincisi ittifak ve ulusal sevgi,
üçüncüsü de kişisel girişim ve öz varlıkla gösterilecek çabadır; herkes öz varlığına güvenmelidir ki dışarının yardım imtihanından, boyun eğip küçülmekten, muhtaç olmaktan kurtulup tokgözlülük kazansın ve alçalma yükleri altında eğilmekten, her kahredici ve baskıcı ele boyun eğmekten kurtulup özgür kalsın.

Son vasiyetim şudur:
Okumak, yine okumak, yine okumak!

Sonra birbirimizin elini sıkı tutmak, birleştirmek, ittifak aleminde yaşamak!


Kürd Teavün ve Terakki Gazetesi, toplubaskı, M. E. Bozarslan, s. 119.

***

KÜRDLER NEYE MUHTAÇ?

On beş yıldır ki düşündüğüm ihtiyaçlar arasında iki noktayı maksadımın amacı etmiştim. Bu iki noktadan başka, Kürdistan’ın geleceğini sağlayacak araçlar görmedim.

Birincisi ulusal birlik, ikincisi ise, dini bilimlerle gerekli olan uygarlık tekniklerini de yaygınlaştırmaktır ki bunun da temeli ve okulu Aşiret Alaylarıdır. Bu sırra dayanarak pervasızca diyorum ki: Aşiretlerde asker olmayanları da o­nlar gibi ulusal asker yapmalı; ta ki elektrik ışını gibi olan askerlik, birbirlerine komşu olan o değişik aşiretlerin arasında kimyasal ilişki gibi bir ilişki meydana getirsin ve düşünceleri ile dileklerini bağdaştırarak, o­nların cevherlerini ve gerçek değerlerini ortaya çıkarsın, eğitim ve öğretim ışığını ve Kürdlerin ısı güçlerini üretebilsin.

Çünkü göçebeliğin, bağnazlığın, hükümetsizliğin ve Hükümetin zulmünün eseri olan yoksulluk ve çaresizliğin zorlaması yüzünden garazlar çatışır. Şikayetler, ölüm yankısı gibi sürekli olarak merkeze çarpıp durduğundan, Hükümetin lütfu yerine sillesine müstahak olmaya ve rakiplerin de, “düşmanların başına gelenlere sevinme” yankısı gibi, sevinmelerine yolaçıyor; hamiyet sahiplerinin kafalarında da nara vurarak moral güçlerini ümitsizlik darbesiyle yenilgiye uğratıp, ileri görüşlü kimseleri çok üzüyor. Hem de 400 bin kişilik kahraman ve savaşçı bir büyük güce sahip iken iç çatışmalarla mahvolduğu gibi, anlaşmazlıklardan doğan karışıklıklarla, babaca acıma yerine zalimce kini çağırıyor.

Ayrıca Kürdler, uygarlığın yaşam ruhu olan tekniklerden ve modern eğitim ve öğretimden nefret etmişlerdir. Çünkü:

Görünüşte bunlar yabancılardan geldiği için.
Bazı teknik sorunlar, sıradan insanların yüzeysel bir düşünceyle inanç ve gerçek sandıkları bazı İslami öykülerle ve benzetmelerle çelişip karşıt duruma düştükleri için.
Ve bunlar, Kürdlerce her erdemin kaynağı olarak bilinen medereselerin usulüne ters düştükleri için.
Ve bazı okullular, İslamiyeti yalnız görünüşçü ve taklitçi olarak çocukça bir inançla, tekniklerimize kazandırdığı filozofça yatkınlığa karşılık verip yargılamkla kuruntu ve kuşku alanına düştüklerinden.

İşte bu nedenlerle, Kürdler modern eğitim ve öğretimden son derecede ürküyorlar. Bunun tek çaresi, Aşiret Alaylılığı ve askerliğin yüce kapısı yoluyla aralarına okulları, eğitim ve öğretimi götürmek ve mutluluklarının kaynağı olan çürümüş medreseleri diriltip, dini bilgilerle birlikte gerekli uygarlık tekniklerinin Kürd bilginlerince öğretilmesini sağlamaktır.

Sözün özeti, her milletin, özellikle de Kürdlerin sağlam bağı ve yaşam unsuru olan birlik, eğer bir saray olsa, Aşiret Alayları ve her unvanı yenilgiye uğratan askerlik de köklü ve uzun bir temel ve sağlam bir tavan olacaktır. Ve o birlik ve ittifak sarayını ışıklandıran ya da halkların yaşamının kan dolaşımı yerine geçen ve havagazı kaynağı gibi olan eğitim ve öğretim için, Aşiret Alayları gayet gösterişli ve parıldayan bir teknik bilgiler okulu ve kocaman bir sanayi fabrikası olacaktır. Üstad olan Hükümet, alayların yeteneklerine göre iyi bir düzen dersi verirse, ne güzel, tam aradığımız da odur, işte o kadar.

Said-î Kürdî


Kurdname-30-"Ronahi Direşand Her Deran!"

"Çünkü, çözümlenecek sorun şahsi bir sorun olmayıp, ulusal bir sorundur ki bu da ancak O Ulusun bağımsızlık haklarının tanınmasıyla çözümlenebilir.”

“Agir direjand ser seran
Ronahi direşand her deran
Erd dihejand car caran
Hilbe Agri hilbe Agri”

***
İhsan Nuri "Kürtlerin Kökeni"ni* araştıran kitabının önsözünde diyor ki;

"Kendi Ulusal geçmişlerinden habersiz olan kişiler, uluslarının yükselmesi için gerekeni yapamazlar.
Geçmişten habersiz olmak, geleceğe güvenle bakmayı önler. Mezar taşıyla övünülmemesi gerektiği söylenir, ama ulusların özgürlük duygularını oluşturmak ve güçlendirmek, atalarının şanlı geçmişini bilmeye bağlıdır. Bu ulusal gururun, ulusların yüce yollarının önderleri için ışık olduğunu söylemek de yerinde olur. Müsibetlerin yükü altında olan bu mazlum ulusun acısından payını alan bu satırların yazarı bilimsel yetersizliğinin farkındadır. Kürtler ve Kürdistan’la ilgili olarak yazılanlardan yararlandıktan başka kendi incelemelerinden edindiği görüşleri eklemiş ve bu küçük kitap hazırlanmıştır. Faydalı olacağı umulur.

Amacım Kürt ve Kürdistan Tarihi yazmak olmayıp varlığı diğer ırklar nezdinde yok sayılmak üzere kararlaştırılan İrani kökenden bir topluma hizmetim sözkonusudur.
Hem de bu çilekeş büyük ulusun İranlı kökeninin şanından yoksun oluşuna engel olmaya ve o­nları tanıtmaya gayret edeceğim.

Gerçi yazar olarak benim, içinde büyük devletler kuran topluluklar ve ülkeler fetheden padişah kuşakları ile insanlığa doğru yolu göstermiş olan peygamberlerin bulunduğu Kürtlerin atalarından sözetmem, ilk anda okuyucuya tuhaf gelebilir, hatta aşırı ulusal duyguların etkisi altında yargıda bulunan biri olduğumu düşündürebilir. Ama dikkatle incelendiğinde aşırılık ölçüsüne varılmadığı anlaşılacaktır."

(…)

"Kılıçlarının parıltısıyla tarihin karanlığından aydınlığa çıkmış, bütün yüzyıllarda yiğitlik ve kahramanlıklarıyla düşmanlarını titretmiş olup Kürt lakabıyla mertliğin, savaşçılığın sembolü olan bir ulusun saltanatı ve bağımsızlığının övünçlü dönemleri, dostun düşmanın gözünden saklı mı tutulmak isteniyor?

Eski İran’ın büyüklüğünün temel harcını kendi savaşçılarının kutsal kanlarıyla yoğurmuş olan, değerli evlatları içinde peygamberler dahi bulunan, üstün değere sahip büyük komutan ve padişah kuşakları yetiştirmiş bir ulusun, ulusal kıvancından yoksun bırakılması; adsız, belirsiz bir topluluk haline getirilmesi insaftan uzaktır. Şayet bu kitapcçıkta gerçekleri örten bu karanlık perdeyi kaldırabilirsem sevinirim."

***

“İslamiyetin ilk dönemlerinde Kürd milleti, Arap hakimiyetine karşı şiddetle direndi. Bu nedenle bir aşiretin Kürt olması katliama uğraması ve Arap orduları tarafından yağma edilmesi için yetiyordu!

“Kürt Soyu ve Devamanın Tarihi” kitabında şöyle yazar: “Azerbaycan sınırı, Arap saldırısına uğradı. Karşı koymaya güçleri olmadığı için Arapların kendilerini öldürmemesi ve yağmaya girişmeleri koşuluyla Kürtler Para (vergi) ödediler.

Şehir halkı ve köylerde tarımla geçinenler mal ve canlarını yitirmemek, geçimlerinden olmamak için Kürtlüklerini gizlediler. Fakat savaşı meslek edinen sürü sahibi, silahşör Kürt toplulukları Kürtlüklerini korudular; devrin hükümetinin baskısıyla merkezi yerlerden çok uzaklaştılar. Düşmanları da kasıtlı olarak Kürdü hırsız, yol kesici diye göstermişlerdir. Bu nedenle şehir merkezlerinde Kürt Milleti’ne mensup olanlar azaldı, diğer Kürtlerle aralarında ayrılıklar çıkarıldı. Yalnız Kardakya ahalisi Haldi-Ararati-Mitanilerin tarihsel artıkları ve Zagros Dağları ile Enzan gibi tarihin her döneminde Aryanilerin ve şahinşahların tüm şanı ve yüceliklerini korumayı omuzlananlar bu ağır ve övünçlü görevi şahları adına layık bir şekilde örneği görülmemiş candan bir fedakarlıkla yerine getirdiler. Bu yararlı eylemlerinin karşılığında sadece kahramanlık ve pehlivanlıklarının belgesel nitelemesi olan övünebilecekleri Kurd adını aldılar. Gönüllerinde kendilerini korumak ve öldürmek korkusuna yer vermediler. Sonraki çarpışmalarda da becerileri ve olgunluklarını açığa vuran savaşçılıklarından geri durmadılar. Zamanla yaşadıkları yer de KURDİSTAN adını aldı."
İhsan Nuri
***

“Ağrı yenilgisi, Türkiye’nin yöneticilerinin dillerine ve yazarlarının kalemine taze can verdi. Türkiye Adliye Bakanı Mahmud Esad Bozkurt (Muhammed Esed) Milliyet Gazetesi’nin 19 Eylül 1930’da yayınladığı Ödemiş’te verdiği demecinde “Dost ve düşman bilmelidir ki, bu memleketin efendisi Türklerdir! Türkiye içerisinde yaşayıp damarlarında temiz Türk kanı olmayanların bir tek hakkı vardır: Uşaklık ve esirlik!…” Mahmud Esat’ın içinde milyonlarca Kürt, Laz ve Çerkez’in yaşadığı Türkiye Devleti’nin bir bakanı sıfatıyla ırkçılığını göstermişti. Kürt ulusu Türkiye’nin bu siyasetini anlamıştı. Boynunu esarete ve köleliğe eğemezdi. Bilinçli bir destesi ile red cevabını vermek ve diğer ırkların Kürtlerle birlikte ayaklanması için başkaldırdı. Bu yolda binlerce kurban verildi.

Bugün de, özgürlüğe aşık ulusların önünde, kadın ve çocukların, ihtiyar ve gençlerin kanıyla yazılan ve kendi haklarını temsdilcileri eliyle korumasının belgesini sunmuştur.

Milliyet Gazetesi, Tirkiye Devleti’nin İran ve Sovyetlerin sayesinde o da beş yıl boyunca yenilgiye uğrayarak elde ettiği başarıyı, Büyük ve Küçük Ağrı Dağları üzerine çizdiği bir mezar resmi ve mezar taşına da; “Bağımsız Kürdistan Buraya Gömüldü” şeklinde yazmış…”**

***
… Genel Müfettiş İbrahim Tali Bey, kendisi ve Van valisi tarafından imzalanmış bir mektupla doğrudan doğruya İhsan Nuri Paşa’ya bir müracaatta bulundu. Bu olayı belirten Hoybun’un faal üyelerinden olan Süreyya Bedirhan bir makalesinde (Kürtler Türklere karşı niçin savaşırlar?) şöyle yazar:

(Teessüf ederim ki ne bu mektubun, ne de İhsan Nuri Paşa’nın bu mektuba cevabının orjinalleri elimde değildir. Bu mektupta İbrahim Tali Bey, İhsan Nuri Paşa’ya “Kolordu Genel Kumandanlığı rütbesini, büyük miktarda para ve kendisine istediği bir yerde elçilik görevini vaad ediyordu.”)

İhsan Nuri Paşa ise O’na şu cevabı vermişti:

“Ben Hoybun’un Askeri Lideri ve Kürt Silahlı Kuvvetlerinin Genel Kumandanıyım. Ben bu görevde Hoybun’un kararıyla bulunuyorum ve Hoybun’a mensup olmaktan şeref duyuyorum. Görevim Türkiye’nin, Kürdistan’ın bağımsızlığını tanımasına ve O’nu ordularından boşaltmasına dek savaşı yürütmektir. Görevi, ancak Hoybun emrettiğinde terk ederim. Hoybun’a yapmak istediğiniz siyasi teklifleriniz varsa o­nları ben Hoybun’a takdim edebilirim. Muhtelif şahıslara para ve mevki vaadleri ile müracaatlarda bulunmak faydasızdır. Çünkü, çözümlenecek sorun şahsi bir sorun olmayıp, ulusal bir sorundur ki bu da ancak o Ulusun bağımsızlık haklarının tanınmasıyla çözümlenebilir.”

***
* İhsan Nuri, Kürtlerin Kökeni, çev. Mehmet Tayfun.
** İhsan Nuri, Anılar.
*** Garo Sasoni, Ermeni-Kürt İlişkileri.

Not: Kürt lideri İhsan Nuri'nin Kürt gençlerine seslenen Kürtçe vasiyeti ve başka bir kaç ulusalcı metinini, şu an elimde olmadıkları için veremiyorum.

Kürtlüğün bu yılmaz arslanının, kendisini satın almaya çalışan Genel Müfettiş İbrahim Tali'ye vermiş olduğu cevabı ve Kürt lideri ve siyaset adamının hamiyetlerinin nasıl olması gerektiğini öğrenmek, hatırlatmak ve ibret almak için veriyorum.

Ve emsalsiz hemşerimi kıvançla anıyorum.


Kurdname-31-"Bextê Romê Tûne ye!"

Hoybun'unun Kardeşlik Andı

"Şu anda imza ettiğim tarihten itibaren, iki yıllık zaman süresince, eğer Kürt Ulusunun varlığını ve güvenliğini tehdit eden bir tehlike ortaya çıkmazsa ve şayet hayatımın ve şerefimin yada kendi şerefini koruyan, ailesini ve Kürtlüğü korumaya zorunlu şahıslara (ki ben o­nlara karşı vazifeyle yükümlüyüm) karşı başka bir Kürt tarafından bir hücum olmazsa, herhangi bir Kürde karşı silah kaldırmamayı, kan davalarının ve diğer anlaşmazlıkların çözümünü bu iki seneyi takip eden döneme ertelemeyi, iki Kürt arasında kişisel nedenlerden dolayı kardeş kanı dökülmesine tüm gücümle engel olmaya, dinimin, şerefimin ve kutsallıklarımın üstüne yemin ederim.
Vallah, Billah bu andı bozan herhangi birisi Kürt Ulusunun düşmanı ve hainidir, herhangi bir hainin hak ettiği ceza ölümdür."

***

Af ilanına karşı 1928 yılında “Xoybun” Merkez Komitesi‘nin Kürtlere çağrı belgelerinden;

"Ey Kürtler!

Biliyorsunuz ki Türk hükümeti Kürtler için son günlerde sözümona bir af çıkarmıştır. Bu affı çıkarmakta Türk hükümetinin amacı, Türkiye sınırları dışında yaşayan Kürt milliyetçileriyle, halen dağlarda isyan halinde olan içerideki Kürtleri hile ile ele geçirmektir. “Hoybun” Kürt örgütü bu kritik döneminde Kürt ulusuna bu konuda uyarıda bulunmayı kutsal bir görev sayar.

Her şeyden önce şunu söyleyelim ki, Türklerin ilan ettikleri bu af, kesinlikle samimi ve gerçek bir af değildir. Türkler kendi kontrolleri dışında bulunmakta olan Kürtleri ülkeye getirerek tevkif etmek istiyorlar.

Çünkü;

Türk hükümetinin içeride isyan halinde olan Kürtlere kuvvet yoluyla boyun eğdirme ümidi yoktur. Ülkenin dışında olan Kürtlerin ise Türk hükümetinin sözüne güveni hiç yoktur. Geçen üç yıllık devre içinde Türk hükümetinin güttüğü siyaset her ne kadar Kürt halkına çok pahalıya malolduysa da, bu siyaset aynı zamanda Türk devleti için ise, daha da büyük zararlara ve zorluklara malolmuştur. Bunun için Türk hükümeti, Kürt isyancıları ve sınır dışındaki Milliyetçi Kürtler sorununu kolay bir yolla çözümlemeyi planlamaktadır.

Türkiye’de barış, kanun ve düzen mevcut değildir. Avrupa ve Amerika Türkiye’ye güvenmemekte, bu ülkelerin günlük basınları devamlı olarak Türkiye içindeki kargaşalıklar hakkında ve Mustafa Kemal idaresinden hoşnut olmayan Kürtlerin isyan halinde oluşlarını ve bu hareketlerinde haklı olduklarını belirtmektedirler. Türkler, dünyaya Türkiye’nin barış içinde olduğunu göstermek ve Batı’nın güvenini kazanmak, o­nlardan ekonomik yardım koparabilmek umuduyla bu affı gerekli bulmaktadır. Kısacası bu af, sadece Türklerin çıkarları gözönünde alınarak planlanmış ve Kürtleri yeni bir tuzağa düşünme amacını gütmektedir.

Ulusumuzun üç yıl devam ettirdiği isyan ve gösterdiği kahramanlıkları sayesinde, bugün dünyanın her tarafında Kürtlerden bahsedilmekte, Türklerin canavarlıkları anlatılmakta ve bir Kürt halkının varlığı kabul edilmekte ve bu halkın özgürlüğünü amaçladığı kavranılmaktadır. Türkler bu sahte af ile bir Kürt sorununun olmadığını dünyaya inandırmak istemektedirler. Ve eğer dışarda bulunan Kürtleri değeri getirebilirlerse, o­nları da yok edip artık dünya kamuoyunun bir Kürdistan’ın varolmadığına inandıracaklardır.

Türkler, yabancı devletler tarafından gelebilecek hücumlardan korkmakta ve herhangi bir savaş olduğunda Kürtlerin bu fırsatı kullanrak kendi bağımsızlıklarını ilan etmelerinden endişelenmekte ve bunun için de şimdiden Kürt gücünü boğmak istemektedir.

"Hoybun" örgütü Türk hükümeti için büyük bir endişe teşkil etmektedir. Türk hükümetleri bundan önce de suikastler ve hileler yoluyla Kürt örgütlerini dağıtmışlardır. İşte şimdi de "Hoybun"u dağıtmak istiyorlar. Halbu ki, bütün Kürt halkı "“oybun"”a birliktedir ve bütün uluslar kendi bağrından doğan özörgütleri yoluyla nasıl bağımsızlıklarına kavuştularsa, Kürt Ulusu da kendi öz örgütü olan Hoybun öncülüğünde bağımsızlığına kavuşma isteğindedir. Bu nedenledir ki, Türk idaresinin en büyük arzusu Hoybun’u dağıtmaktır. Af çıkarılmasının gerçek nedeni işte budur. Fakat gerçek Kürt Hoybun’a sadık kalacak ve Türk idarecilerinin riyakarlıklarına inanmıyacaktır.

Affın katliamı hedef tutan amacını açıklamak için, korkunç bir gerçeği anlatalım. Biliyorsunuz ki, geçen kış çok sayıda Kürt sürgün edildiler ve o­nların büyük kış çok sayıda Kürt sürgün edildiler ve o­nların büyük bir kısmı yolda kırıldılar. Şimdi yine kara kış ortasında –sözümona affı uygulamak amacıyla- bu zavallıları eski yerlerine götürmek için yola çıkarılmışlardır. Oysa o­nlar, Türk idarecilerinin çıkardığı sahte af nedeniyle yol boyunca kırılıp çoğunluğu yok olacaktır.

Türk hükümeti için her şeyden önce lider durumdaki kişiler önemlidir. Bundan dolayı bu kişileri aladarak Kürt Ulusunun ‘başını kesmek’ istemektedir.

Harput, Erzurum, Van, Bitlis, Urfa, Siverek ve Genç’ten sürgün edilmiş olan yüzbinlerce Kürtten, bugün ancak bir kaç yüz kişi hayatta kalabilmiştir.

Bütün bunlardan görülüyor ki, Türk hükümeti, Kürt Ulusuna af bağışlamamakta, tam aksine o, af yoluyla diğer diğer Kürtlere yapıldığı gibi isyan eden Kürtleri öldürmek ve dış ülkelere kaçmış olanlarla, lider durumunda olanları ele geçirmek istemektedir. Türkün affına inanılmamalıdır.
Türk hükümeti bir taraftan af çıkarıp, diğer taraftan da Kürt halkını yok etmeğe devam ederken, şimdi de sözüm o­na doğu vilayetlerini düzene sokmak için İbrahim Tali isminde bir genel müfettişi göndermektedir. Halbuki genel müfettiş, katliamları daha hızlı ve sessizce devam ettirmek için bütün Kürdistan’da örfi idare ilan etmiştir."

Kürtler!

Türklerin affına inanmayınız!

Genel Müfettiş Teşkilatına inanmayınız!

Türklerin insafına sığınmayınız!

Herhangi bir Türk hükümetinin Kürt haklarını tekrar vereceğine inanmayınız!

Birbirinizle birlik ve anlayış içinde olunuz!

Ümidinizi kaybetmeyiniz!

Kürdistan bağımsızlığına kavuşacak ve Kürt Ulusu bahtiyar olacaktır!

Atalarımızın şu sözünü unutmayınız!

"Bextê Romê Tûne ye!"

***
Hoybun’un halka dağıtmış olduğu bir başka çağrıdan;

“Türk Hükümeti geçenlerde sahte bir af ilan ederek, Kürtlerden bir kısmının içeriye girmesine müsaade etmişti. Bu gelenlerin yok edilmesi zaten önceden karar altına alındığından birer bahane ile o­nların bir kısmı hapse atıldılar ve diğerleri öldürüldüler. 1400 kişi aniden hapsedildi ve sürgün edildiler. Bunlardan da anlaşıldığı gibi o af bir tuzaktı. Fakat Hoybun zamanında Kürtleri uyararak, Kürtlerin çoğunluğunu bu tuzaktan kurtarabildi. Türkler şu anda yenilerin çoğunluğunu bu tuzaktan kurtarabildi. Türkler şu anda yeni bir tuzak kurmaktalar ve bunun için yeni bir af kanunu çıkardılar.

Bu nedenlerden dolayı Hoybun, Kürt kardeşlerimizi Türk vaadlerine inanmamaya çağırır. Türkler hangi türde kanun çıkarırlarsa çıkarsınlar ve ne yaparlarsa yapsınlar, bunu yapmada tek amaçları Kürt Ulusunu yok etmektir. Bütün kardeşlerimiz bu gerçekten emin olmalıdırlar.” (Hoybun Bildirisi, 9 Nisan 1928, nr.10)

***
Hoybun, Türk devletinin kendilerini yabancı devletlerin elinde bir alet ve “Ermeni asıllı” türdeki suçlamalarına karşı tüm şübelerine şu çağrıyı gönderir;

“Vatanın içinden alınan haberlere göre şu anda “Türk”lere karşı savaşmakta olan fedakar kahramanların, Hoybun’luların izledikleri siyasetin açıklığa kavuşturulmasına ihityaç vardır. Hoybun, hiç bir devletin siyasi bir aleti değilidir ve olamaz. Hoybun’un tek bir amacı vardır ki o da Kürt Ulusunu Türk boyunduruğundan kurtarmak ve Kürdistan’ı gerçek sahipleri elinde mutlu ve bağımsız bir ülke haline getirmektedir. Hoybun işte bu temel amacı için yalnız ve yalnız kendi geçleriyle hareket eder.” (Hoybun Bildirisi, 1928, nr. 12)

***
1928 Mayıs Ayında ise, dağıtmış olduğu çağrı şöyledir;

“Kürt Ulusu yeni ve korkunç bir tehlike karşısında bulunmaktadır. Türk’e özgü öldürme ve yok etme siyaseti devam ediyor. Doğu vilayetlerinde barışı sağlamak istediklerini ilan etmeleri yalandır. Türkler Kürtlerin başına yeni bir bela hazırlıyorlar. Muhtelif şubelerimizden alınan haberlere göre Türklerin Van, Bitlis, Erzurum, Diyarbekir, Muş, Mardin ve Urfa’ya askeri birlikler topladıkları anlaşılıyor. Türkler bir taraftan Suriye, Irak ve İran’a iltica etmiş olan Kürtleri kendi eski yerlerine dönmeye ikna etmeye çalışırken, öte yandan vatanın bağrında, o­nların şerefini ve mallarını koruyanları ezmektedirler.

Kürtler, Kardeşler!

Hayatınızı tehdit eden yeni bir tehlike karşısında bulunuyorsunuz. Yakılmış yüzlerce köyü, öldürülmüş binlerce Kürdü, kızlarınızın ve kadınlarınızın sefaletini gözlerinizin önüne getirerek, birbirinizi seviniz ve silahlarınızı koruyunuz. Aranızdaki düşmanlıkları unutarak size karşı tatbik edilen yeni zulümlere direniş gösteriniz. Türklerin amacı Kürdü Kürde öldürtmek ve bu suretle Kürt kavmini yok etmektir.
Tekrarlıyoruz, silahlarınızı ve dostluğunuzu muhafaza ediniz.

Kürtler, Kardeşler!

Türkler her dakika bir Kürdü öldürüyor ve hiç bir zaman size merhamet göstermiyorlar. Kürtlere özgü cüretkarlıkla ve sabırla düşmana karşı öc alma hislerinizi korumakta inad ediniz.
Ancak bu tür kahramanca bir tutumla, Kürt Ulusunun kurtuluş günleri yakınlaşır.

Bextê Romê Tûne ye!

(Hoybun Bildirisi, nr. 18).


Kurdname-...101- "Jîn Divê Qet Nakeve, Ala Kurdan!"

"Kurdname"nin geri kalan bolumlerinin foruma asma isini Kurdname'nin yayinlanmasi sonrasina birakiyorum. Yaklasik olarak Kurdname'nin 4/1'ini yayinladik... Geriye;

Kürt Ulusalcı Söyleminin Biçimlenmesinin Sorunları
Metinler
Belgeler
Kürt Şiirinde Ulusalcı Kanon'un Oluşması kaliyor... Kitap olarak yayinlanacaklar...


Ey reqib'le "Kurdname" simdilik, sizlerden; "Xatir Dixwaze"...

Kurdlerin yazacaklari baska Name'ler var...

Sevgi, Saygi ve Selamlarimla
Idris-i Bidlisi

***

Ey Reqib

Ey reqib her maye qewmê Kurd ziman
Naşikê û danayê topên zeman

Kes nebên Kurd dimirin, Kurd jîn divên
Jîn divê qet nakeve, Ala Kurdan

Em xortên Medya û Keyxusrewin
Seyr bike xwîna diyan me da rijan

Kes nebên Kurd dimirin, Kurd jîn divên
Jîn divê qet nakeve, Ala Kurdan

Em xortên rengê sor û şoreşin
Dê xwîn nexşîn bikin taca cîhan

Kes nebên Kurd dimirin, Kurd jîn divên
Jîn divê qet nakeve, Ala Kurdan

Lawên Kurd rabûne ser piyan wek şêran
Dîn îman û ayîn îman Kurd û Kurdistan

Kes nebên Kurd dimirin, Kurd jîn divên
Jîn divê qet nakeve, Ala Kurdan


Lawên Kurd tev hazir û amadene
Can fîdane can fîda tev can fîda

Kes nebên Kurd dimirin, Kurd jîn divên
Jîn divê qet nakeve, Ala Kurdan

Dildar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder