30 Temmuz 2010 Cuma

BUĞDAY PAZARINDA İDAM SEHPALARI

BUĞDAY PAZARINDA İDAM SEHPALARI

SIRA DERSİM’DE :
Aslında her şey CHP genel başkanı ve Başbakan İsmet İnönü’nün Meclis’e
Sunduğu yeni “Tunceli Kanunu”yla başlamıştı. 1935 yılında hazırla-
narak Meclis’e sunulan Kanun tasarısında, Dersim “ıslah”
programına alınmıştı. Yüzyılların Dersim (Gümüşkapı) ismi
Tunceli yapılmakla kalınmıyor, Dersim, Ankara Hükümeti’nin
Tunceli’si yapılıyordu. Okul, köprü yapımı süsü verilerek, bölgeye
çok sayıda askeri karakol yapılması hedefleniyordu.
Yüzyılların “çıban başı” artık “yola” getirilecekti! Tunceli
kanunu ile bölge insanı devlete bağlanacaktı. Bu kanun
tasarısının gerçekleşmesiyle, Dersim’de kaynaşmalar
başlamıştı. 21 Mart 1937’de başlayan Dersim Ayaklanması’ndan
önce bazı yerel direnişler yaşanıyordu. 1936 yılında devlete
karşı ciddi isyan örgütlenmeleri baş veriyordu.


Peki, bugüne nasıl gelindi?

Dersim’deki Koçuşağı Aşireti, 7 Ekim 1926’da başkaldırdı.
Ankara Hükümeti, bu başkaldıyı bastırması için Albay
Mustafa Muğlalı’yı görevlendirdi. Muğlalı’ya bağlı askeri birlikler
bölgeyi abluka altına almaya başladı. Çatışmalarda çok
sayıda asker ve sivil hayatını kaybetti. Diyarbakır valisi Ali
Cemal Bardakçı, Koçuşağı isyancıları ile devlet arasında arabuluculuk
görevini üstlendi. Bölgeden sorumlu İzzet Paşa ile
Dersim lideri Seid Rıza arasında görüşmeler yapıldı. Görüşmeye
Seid Rıza ile birlikte Alişer Efendi ve Dr. Nuri Dersimi de
katılınca, İzzet Paşa bunlara itiraz etti. Bu arada, iki askeri
uçak ve karadan çok sayıda askeri araç ve birlikler isyan bölgesine
sevkedildi. Çatışmalar, 1928 yılına kadar sürdü. En sonunda
Seid Rıza ile Ali Cemal Paşa arasında, Diyarbakır’da
yapılan bir görüşmeyle anlaşma sağlanarak, direnişe son verildi.
Bu kez, Dersim’in bir başka bölgesi olan Pülümür’den
başkaldırı sinyalleri geliyordu. 24 Ekim 1930 Pülümür
Direnişi, Koçuşağı Ayaklanmasın’nn hemen ardından meydana
gelmesi, Ankara’yı zora sokmuştu. Hükümetin bölgeye
gönderdiği inceleme ve araştırma heyeti “Dersim, Cumhuriyet
hükümeti için çıbandır” şeklindeki raporu, İçişleri Bakanlığı’na
iletiyordu. Ağrı İsyanı’nı bastırmaktan dönen Mareşal
Fevzi Çakmak, 20 Eylül’de çok sert önlem ve taleplerin yerine
getirilmesi için Hükümet’ten yardım istiyordu. Kürtçe’nin
yasaklanmasından, Kürt memurların görevden alınmasına,
Kürt ileri gelenlerin Trakya’ya sürülmesinden, aşiret reisi ve
ileri gelenlerin büyük kentlerde polis denetiminde yaşamalarına
kadar varan ırkçı ve faşist uygulamalar söz
konusuydu. Yönetenler, bir ulusun, bir halkın temel insani
yaşam haklarını ve taleplerini gözardı ediyorlardı. Bu, pek
şaşırtıcı değildi. Kürtler her yerde ayaktaydı. Sınırın öbür
tarafında Mahmud Berzenci önderliğindeki Kürtler başkaldırmıştı.
2 Eylül 1930 tarihli bu direnişin talepleri, Koçuşağı,
Pülümür, Ağrı, Koçgiri veya Dersim’den farklı değildi. Kasım
1931’da Irak sınırındaki Kürtler, Şeyh Ahmed Barzani önderliğinde
ayaklanmışlardı. Talep ve istemler aynıydı: Hürriyet
ve Adalet! Ayağa kalkan Pülümür halkı yasak tanımıyor,
Mustafa Muğlalı’nın yönettiği askeri güçlerle çatışmaya giriyordu.
Günlerce süren şiddetli çatışmalar başlamıştı. İlk çatışmaların
raporlara yansıyan rakamları şöyle açıklanıyordu:
Devlet, 4680 kişiyi arananlar listesine almıştı. Arananların
hepsi de Dersimli idi. 1932 yılında ayaklanma basıtırıldığında,
Dersim’den geriye 100 ölü bırakırken, yüzlerce ev ve barınağı
da tahrip edilip, yakılmıştı!

1936 yılında, Devlet, “çıban başı” Dersim için aldığı sert önlemleri
arttırarak uygulamaya koyuyordu. Askeri yığınak
yapılıyor, Dersim ismi Tunceli olarak değiştiriliyordu. 2884
nolu kararla Dersim, Elazığ ve Bingöl illeri, ilçe ve köylerinde
sıkıyönetim ilan ediliyordu. Sıkıyönetim komutanlığına ise
eski Sivas - Koçgiri Sıkıyönetim Komutanı Nurettin Paşa’nın
damadı Korgeneral Abdullah Alpdoğan getirildi. Korgeneral
Alpdoğan, kayınpederinden yeterince ders almakla
kalmamıştı. Ayrıca Ağrı İsyanı’nı bastırma görevi esnasında
da ‘yeterli’ tecrübeye sahipti. Kürtleri tanıyan bir komutan
edasındaydı. Bölgenin birçok yerinde kışla, askeri lojman,
karakol ve bazı okulların inşaasına başlandı. Çaresi yok, devlet
Dersim’i “çıban” başı olmaktan çıkaracaktı! İsyan ve direnişlerin
bir türlü kesilmediği bölge, Türkiye Cumhuriyeti devletinin
egemenliği altına alınacaktı. Sonuç ne olursa olsun, tenkil
hareketi başlatılacaktı. Bu askeri operasyona ve devletin
“ıslah” uygulamasına başta Seid Rıza olmak üzere Dersim’in
bağımsızlığını isteyenler karşı koyuyordu. Devletin ve ordunun
bölgede otorite kurmasına karşı direniş başlatıldı. Dersim
aşiretleri ikiye bölünmüş durumdaydı. Bir kısmı devletle
birlikte olma eğilimindeydi. Bir çok aşiretin temsilcileri de
Ankara’daki Türk parlementosunda milletvekiliydi. Bunlar,
kendi aşiretlerini isyancılardan uzak tutmaya çalışıyorlardı.
1936 yılının sonbaharına gelindiğinde, başkaldırı ve isyan her
yere yayılmıştı. Silahlı Kürt birlikleri baskınlar düzenliyor,
askerlere tuzak kuruyor ve operasyonları engellemeye çalışıyordu.
Dersim Kürleri, 1515 yılından bu yana merkezi devlet
otoritesiyle barışık değildi. Seid Rıza, Alişer Efendi ve Dr.
Nuri Dersimi’nin yönettiği isyan, giderek yayılıyordu. Seid
Rıza, Alişer’in kaleminden çıkan bildirileri İngiltere, Fransa,
Rusya gibi ülkelerin temsilciliklerine ulaştırmaya çalışıyordu.
Dersim ve Kürt sorununa dünyanın dikkatini çekmek istiyordu.
Ayrıca Ankara Hükümeti’nden de Kürt ulusal çıkarları ve
Dersim’in özerkliği için taleplerde bulunuyordu. Öte yandan,
devlet, Ankara, Diyarbakır ve İç Anadolu’dan askeri takviye
kuvvetleri sevk ediyordu. Bir yandan da havadan keşif uçuşları
yapılıyordu. Piyade bölükleri, jandarma taburları, dağ komandoları
ve 7 uçaktan oluşan savaş uçakları Dersim katliamı için
görevlendirmişti.

Yine Mart ayıydı. Koçgiri’ye de aynı ayda saldırmışlardı. Bu
kez Newroz günü Dersim’e bomba yağdırıyorlardı. 21 Mart
1937 sabahı, Atatürk’ün “manevi kızım” dediği, Sabiha
Gökçen’in de içerisinde yer aldığı pilotlar Dersim’i bomba
yağmuruna tutar. Sabiha Gökçen, Türkiye’nin ilk kadın pilotuydu
ve ilk bomba yağdırma denemesini Kürtler’e yapıyordu.
2004 yılında, basın da hakkında Ermeni olduğu iddiaları
çıkınca, bir kısım medya ve devlet erkanı ayağa kalkmıştı.
Sabiha Gökçen, Ermeni olamaz! Oysa, Gökçen’in Ermeni
olduğunu idda eden ve bu konuda ısrar eden Gökçen’in yakınlarıydı.
Herhalükarda bombacının milliyeti pek önemli değildi.
Türk savaş uçakları Dersim semalarında gün boyu uçtular.
Gün ağarırken, Seid Rıza’nın evi uçaklarla bomba yağmuruna
tutuldu. Bombalamada kayıp yoktu. Seid Rıza aynı gece
ailesini toparlayıp, İlksor Dağları’na çıkmıştı. Karargâh artık
dağlardaydı. Alişer Efendi bir dağa, Seid Rıza bir başka dağa
yerleşiyordu. Denizden yüksekliği 2500 metreye varan bir
dağdaydı.

Dersim Tenkil Harekatı’na karşı Bakanlar Kurulu çok gizli bir
karar alarak bölgedeki Sıkıyönetim Komutanlığı’na ve valiliklere
bildirilir.
Karar şöyledir:
“Son günlerde Tunceli’de vukua gelen hadiselere dair raporlar
4.5.1937 tarihinde Atatürk’ün ve Mareşalin huzurlarıyla
tetkik ve mütala edilerek aşağıdaki sonuca varılmıştır.
Toplanan kuvvetlerle Nazimiye, Keçigezek (Aşağı Bar) Sin,
Karaoğlan hattına kadar, şedid ve müesslir bir taarruz
hareketi ile varılacaktır.
Bu defa isyan etmiş olan mıntıkalardaki halk toplanıp başka
bir yere nakil olunacaktır. Ve bu toplama ameliyesi de köylere
baskın edilerek hem silah toplanacak, hem bu suretle elde
edilenler nakledilecektir.
Şimdilik 2000 kişinin nakli tertibatı hükümette ele alınmıştır.
Mülahaza:
Sadece taarruz hareketi ile ilerlemekle iktifa ettikçe isyan
ocakları daimi olarak yerinde bırakılmış olur. Bunun içindir ki
silah kullanmış olanlar ve kullananları yerinde ve sonuna
kadar zarar veremeyecek hale getirmek, köyleri kamilen tahrip
etmek ve aileleri uzaklaştırmak lüzumlu görülmüştür.
Malatya ve Ankara’dan gönderilen kuvvetlerin cepheye vasıl
olmaları ve cephedeki kuvvetlerin ufak tefek talimleri ve istihbaratları
ve bundan başka Diyarbakır’dan gelecek taburun
yerleştirilmesi, bütün bunlar düşünülerek bir hafta sonra, yani
12 Mayıs’ta ileri harekete başlanabileceği anlaşılmaktadır.
NOT: Paraya acımaksızın, içlerinden çok adam kazanıp kullanmaya
çalışmak lazımdır.
Bakanlar Kurulu- Aslı Gibidir.”

Bu karardan sonra Genel Kurmay Başkanı Fevzi Çakmak, 9
Mayıs’ta Elazığ’a gelir ve hareketin planlarına son şeklini
verir. 12 Mayıs 1937’de Dersim’e büyük bir askeri saldırı
gerçekleştirilir. On binlerce asker, top, tüfek ve 15 uçaktan
oluşan askeri savaş filosu Kürtler’e karşı kullanılıyordu.
Ülkede artık, Rum, Ermeni, Rus, İngiliz veya Fransız
kalmamıştı! Bütün güçleriyle üzerlerine gidilebilinirdi. Basın
yazmıyordu. Sansür devredeydi. Akla gelebilecek herşeyin
yapılabilmesi için ortam elverişli hale getirilmişti Köyler
yakılıyor, bombalanıyordu. Halk ve Kürt isyanciları büyük bir
saldırı altındaydı. Devletin zirvesinde, Genel Kurmay Başkanı
Mareşal Fevzi Çakmak, CHP Hükümeti, İsmet İnönü
Başbakan, Mustafa Kemal Atatürk Cumhurbaşkanı ve ‘devletin
bekası’ için hepsi el birliği ile yoksul, silahsız Dersim
Kürt halkının üzerine yürüyordu. Seid Rıza’nın eşi Bese,
büyük oğlu Hasan, üç torunu ve 1000 kişilik Kürt kafilesi
Ovacık’a bağlı Laçin’lerin Kakper Köyü’ndeki Çelemuriye
mevkiinde katlediler. Askerler tarafından önleri kesilen halk,
kurşuna dizilir. Halka yapılan zulüm, işkence, taciz, tecavüz,
baskı ve terör karşısında kendi subayları dahi dehşete düşüyordu.
Mazgirt Müfreze Komutanı Albay Rüştü Ökmen,
katliamdan etkilenerek şuurunu kaybediyordu!
Seid Rıza, Alişer Efendi ve Nuri Dersimi’nin girişimleriyle
Dersim aşiretlerinden Ferhadan, Karabaliyan, Bahtiyaran, Yusufan,
Demenan, Kalan ve Haydaranlarla bir birlik kurulur. Devletin
saldırısına birlikte direnme kararı çıkar. Keçan, Semkan,
Mazgirt, Pülümür ve Nazimiye’deki Kürt aşiretleri ise, korkularından
tarafsızlık ilan ederler. Mayıs ve Haziran ayında, ordu
tüm hızıyla Dersim’i kuşatır. Fakat, bunca ölüm, sürgün ve
yakıp yıkmaya rağmen Dersim direnişi bir türlü sona ermiyordu!
18 Haziran 1937’de, Başbakan İsmet İnönü “gidişatı”
incelemek üzere Elazığ’a gider. Dersim katliamını gözden
geçirir, tedip ve tenkil hareketini gözden geçirir. Yapılanları
azımsamış olmalı ki, yanında bulunan sıkıyönetim komutanlığına,
tedip ve tenkile devam kararı verir.
Tarih: Haziran 1937. Dersim dağlarındaki Seid Rıza’nın
karargâhında önemli bir toplantı yapılır. Katılanlar, Seid Rıza,
Nuri Dersimi ve Alişer Efendi. Her yerde kayıplar verilmektedir.
Seid Rıza’nın 47 akrabasının da içerisinde yer aldığı
1000 kişilik suçsuz ve silahsız Kürt kafilesi bir derede katledilmiştir.
Halk perişan bir haldedir. Kürt kuvvetlerinde
cephane eksikliği baş göstermiştir. Toplantıda Dersim İsyanı,
aşiretlerin tereddütlü tutumları ve Kürt sorunu ele alınır. Hızlı
davranmak gerektiği üzerinde durulur. Bu görüşme
yapıldığında, belki de en son görüşmeleri olacağı hiç kimsenin
aklından geçmiyordu. Neredeyse 20 yıldır birlikteydiler. Bu
toplantıda önemli kararlar alınır:
Seid Rıza komutasındaki, Dersim başkaldırısı devam edecek!
Dersim’in bağımsızlığı, Kürtler’in özerklik ve özgürlük isteminde
taviz verilmeyecek!
Dr. Nuri Dersimi, Fransız, Amerikan ve İngiliz hükümetlerini
ve uluslararası kamuoyunu bilgilendirecek. Dersim’de
yaşananları dünya kamuoyuna yansıtacak! Destek aramaya
çıkacak. Bunun için en kısa sürede bölgeden ayrılarak, önce
Elazığ’a, oradan da İstanbul’a intikal edip Avrupa’ya çıkmaya
çalışacak!
Alişer Efendi, Erzurum’a geçecek. Erzurum’da kurulan bir ilişkiyle
İran ya da Ermenistan üzerinden Sovyetler Birliği’ne
intikal edecek! Dersim’de yaşanan vahşeti ve Kürt direnişini
Sovyet yönetimine anlatıp, uluslararası desteklerini almaya
çalışacak! Alişer Efendi 10 Temmuz’da yol çıkacak!
Kürtler bir kez daha kaybetmemek için çırpınmaya, destek aramaya,
seslerini dünyaya duyurmaya çalışıyorlardı. Alişer
Efendi ve Dr. Nuri Dersimi’ye, Dersim Kürt Generali Seid
Rıza imzalı birer mektup verilir. Bu mektuplar, gidilen yerlerdeki
yabancılara ve diplomatik kurumlara sunulacak ya da
açıklanacaktı. Hemen gerekli hazırlıklar yapılır ve yola çıkılır.
Seid Rıza ise karargâhın yerini değiştirecekti. Bölgede
hareketli günler yaşanıyordu. Herkes diken üzerindeydi. Asırlardır
devam eden Dersim geleneği tehlikedeydi ve bu kez devletin
hazırlıkları çok daha ciddiydi. Dersim, Yavuz Sultan
Selim’in 1515’deki Alevi kıyımından sonraki, ilk kapsamlı
saldırıyla karşı karşıyaydı. Alınan karar doğrultusunda, Nuri
Dersimi, Elzaığ’daki evine döndü. Elazığ Polis karakoluna, tedavi
için İstanbul’a gideceğini beyan ettikten sonra Doğu Ekspresiyle,
İstanbul’a varır. İstanbul’da gerekli görüşmelere
başlar, eski arkadaşlarını görür.
Alişer Efendi bütün hazırlıkları tamamlamış, 10 Temmuz
1937’de eşi Zarife ile birlikte, Dersim’den ayrılıp Erzurum’a
geçecekti!
Ancak bu kararı sanki daha önceden öğrenmişçesine, bir gün
öncesinden devletin kiraladığı paralı katil Rayber ve
arkadaşları, Alişer’in yaşadığı mağaraya giderler.
1937 ilkbaharıydı. Munzur dağlarında henüz kar tamamen erimemişti.
Erimekte olan karlar ise, derelerde su olup Munzur
Nehri ile buluşuyordu. O kış, Dersim’de ağır geçmiş, evlerde
ve ahırlardaki stoklar erimeye başlamıştı. Halkın gereksenimleri
gün be gün azalıyordu. Ancak ilkbaharın belirmesiyle,
yüreklere bir umut inmişti. Sıkıntılı günlerin sona ereceği günlerin
özlemi iyice yoğunlaşmıştı. Dersim askeri abluka altındaydı.
Türkiye Cumhuriyeti devleti, seferberlik ilan etmişti.
Hükümet, Dersim’i “kalkındırma ve topluma kazandırma”
projesi adı altında yeni kararlar alıyordu. 37 yaşın altındakiler
silah altına çağrılıyordu. Neredeyse o yılkı bütçenin yarısı Dersim’i
ortadan kaldırma projesine ayrılmıştı. Bu, 1515 yılında,
Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim’in Alevi Kürtler’e karşı
başlattığı seferberliği andırıyordu! Yavuz’un seferberliğinde
50 bini aşkın can kılıçla yerlere serilmişti. 1. Dünya Savaşı akabinde
başlayan Koçgiri İsyanı’ndan sonra tam 14 Kürt isyanı
daha baş göstermiş, hepsi de yenilgiyle sonuçlanmıştı.
Başkaldıran ezilecekti. Kürt de ezilmeye mahkumdu! Mahkumiyet
kararına ölümüne karşı çıkmak ise Kürtler’in geleneği
olmuştu. Kürtler’in kesintisiz direnişleri, hürriyet için isyana
dönüşüyordu. Şimdi sırada Dersim vardı!

Yüzyıllardır Dersim’e
sefer yapılıyor, ancak zafer alınamıyordu.

Cumhuriyet’in kuruluş aşamasından başlayarak meydana
gelen bütün ayaklanmalar bastırılmıştı. Şimdi sıra Dersim’i
yola getirmekteydi. Dersim uslandırılacak ve ıslah edilecekti.
Tek şef, tek parti ve tek hükümetin işbaşında olduğu dönemdi.
Mustafa Kemal Paşa, soyadı kanunu çıkartıldığında, kendi
soyadını Atatürk ilan etmişti. Başbakan İsmet Paşa da İnönü
soyadını aldı. Mustafa Kemal Atatürk, Cumhurbaşkanı, yaveri
İsmet İnönü ise Başbakandı.
Bölge ordu komutanı Alpdoğan, yanındaki Albay’dan Seid
Rıza ve Alişer Efendi’nin kellesini istiyordu. Elazığ’daki
karargahında görevli bu kişi, Dersim üzerine ‘deneyim’ sahibi,
Jandarma Albay Nazmi Sevgen idi. Albay günlerce bu zor
görev üzerinde kafa yordu. Seid Rıza’nın kellesini almak zor
görünüyordu, çünkü o sıkı korunuyordu. Bundan vazgeçilir,
ancak Alişer Efendi planı devreye sokulur. Seid Rıza’nın en
güvendiği kişiydi. Devlet onu Seid Rıza’nın sağ kolu olarak
tanıyordu. 1918 yılından beri bir türlü yakalayamamıştı!
Kısaca isyancı Kürtler’in ‘beyni’ olarak adlandırılıyordu.
Alişer Efendi Koçgiri Kürtleri içerisinden çıkan önemli bir
siyaset ve kültür adamıydı. Üstün bir askeri yeteneğe sahipti.
Halkın içerisinde ve kavganın tam ortasında, son derece mütevazi
bir kişilik olarak yerini alıyordu. Dersim’de görev yapan
ve defalarca Alişer’in Kürt kuvvetleriyle karşı karşıya kalan
bir asker olan Jandarma Albay Nazmi Sevgen anılarını yazdığı
Koçkirili Alişer adlı kitabında ve Türk Tarih Dergisi’nde onu
şöyle tanımlıyordu:
“Alişer öldüğü zaman, 9 Temmuz 1937’de, tahminen elli beş
yaşlarında idi. Alişer’i ilk defa siyaset ve melanet sahasında
Koçgiri Aşireti reisi Mustafa Paşa’nın katibi olarak görüyoruz.
Dersim havalisinde tanınması Birinci Büyük harpte Erzincan’da
Ruslar’la teşriki mesai ettiği zamana tesadüf eder.
Erzincan’da Ruslar’ın müteahidi olarak çıkan Alişer Rus Kumandanlığından,
orduya ağır mübayaa etmek üzere 700 Türk
altını, yanınada bir manga kadar Rus askeri ve 10 mekkare
almış. Munzur dağlarını aştıktan sonra Ruslar’ın elinden hay-
vanlarını gasp ve askerlerden de üçünü esir ederek Dersim’e
yürümüştür. Bu hadise esasen Türk düşmanı olan Erzincan’da
ki Rus Komutanı Lahof’un büsbütün Türkler aleyhine herekete
geçmesine sebep olmuştur. Alişer Dersim’e geldikten sonra
Ovacık’ta ki milis alayının katibi olmuş, alayın Ruslar’ı önlemek
üzere Munzur dağı mıntıkasına hareketinden beraber gitmiş,
bir müddet de Sebil Baba dağında kalmıştır. Büyük
harpten sonra Koçgiri’ye avdet eden Alişer, eski vazifesi olan
Koçgiri Aşireti reisi Mustafa Paşanın oğlu olan Alişan Bey’in
katipliğini deruhte etmiştir. İşte Alişer’i burada memleket ve
devlet aleyhindeki hareketlerin başında bir dimag olarak üzereyiz.
Alişer, Koçgiri Aşireti reisi Mustafa Paşa’yı, kendisinde
bazı yetenekler görerek yetiştirmiş, onu bilhassa sık sık Dersim’e
göndererek, Dersim aşiretleri üzerinde etkili ve faal olmasını
temin etmiştir. Alişer, zeki, fesatçı ve cesurdur. Çok
güzel Türkçe okur ve yazar. (...) İyi bilmek lazım ki Haydar
Bey bu işleri yapacak, başarabilecek bir adam değildir. Perdenin
arkasında Alişer vardır, asıl faal, muharrik olan odur. “
Koçgiri İsyanı’nın bastırılmasından sonra Dersim’e yerleşen
Alişer Efendi idam mahkumu olarak aranıyordu. Sivas’ta kurulan
İstiklal Mahkemesi, ona ve Dr. Nuri Dersimi’ye idam
cezası vermişti. Koçgiri mahkumlarını affeden Mustafa Kemal’ın
başında olduğu Ankara Hükümeti, bu ikisini af etmiyordu.
Ankara Hükümeti için üç tehlikeli isim kalmıştı: Alişer
Efendi, Dr. N. Dersimi ve Seid Rıza. Üçü de Dersim’de
yaşıyor ve Ankara Hükümeti’ni tanımamakta ısrar ediyorlardı.
Devlet ise Dersim’e bir türlü giremiyordu. Bütün Kürt isyanları
kontrol altına alınmış, önderleri idam edilmiş, kalanlar ise
sürgüne gönderilmişti. Ancak Dersim “bela” olmaya devam
ediyordu. Ankara, bu gidişattan memnun değildi. Dersim mutlaka
“Misak-i Milli”ye dahil edilecekti. Misaki Milli siyaseti,
Dersim için özel planlar hazırlamaya başlamıştı. Bu planların
sahnelenmesi gerekiyordu. Plan, gizli devlet senaryosuna
dönüşmiştü. Oyun için sahne yeri belliydi, ancak oyuncular
iyi seçilmeliydi. Bu oyuncular kimseyi incitmemeliydi oyun
süresince. İşte bunlar hesaplanıyordu.
Albay Nazmi Sevgen, Dersim’li Reyber’e görev verir. Reyber
bir Kürttür ve bölgeyi çok iyi tanımaktadır. Bir süre öncesine
kadar Dersim Kürt kuvvetleriyle çalışıyordu. Amcası Seid
Rıza, Dersim Kürt Kuvvetlerinin komutanıydı. Alişer Efendi
ve eşi Zarife, Seid Rıza’nın bölgesine yerleştikten sonra,
sürekli görüşüyorlardı. Kürt sorunu, Dersim ve Koçgiri üzerine
kafa yoruyorlardı. Alişer, Seid Rıza’nın ailesinden biri
sayılırdı. Bölgede sevilen ve sayılan bir kişiydi. Öyle ki, Seid
Rıza’nın yeğeni Rayber’in, “Kivram olur musun?”, teklifini
red etmemişti. Alişer Efendi ile Rayber Kirve olmuşlardı.
Ancak kirvalığın üzerinden, aylar ve yıllar geçtikten sonra,
Dersim’deki üstünlükleri azalıyordu. Alişer ve Seid Rıza’nın
etkisi azalmakyatdı. Dersim aşiretleri, giderek Ankara
Hükümeti’nin yanında yer alıyorlardı. Böylece, Dersim Kürt
isyancılarının çevresi giderek daralıyordu. Her mücadele ve
halk hareketinde olduğu gibi bu sefer de rüzgarın yönü ve şiddetine
göre hareket edenler vardı. Yüzer, gezer insanlara rastlamak
mümkündü. Bu fırtınalı yıllarda, Rayber de saf
değiştirir, ancak bunu bilen yoktur. Reyber epeyce bir zamandır
devletin ve bölgedeki ordunun hesabına çalışmaktadır.
Dersim’de olan bitenleri, Elazığ’daki karargaha rapor ediyordu.
Olup biteni Albay Nazmi Sevgen’e aktarıyordu. Kirvesi
Alişer Efendi ve amcası Seid Rıza hakkında, kaldıkları mekanlar
hakkında istihbarat veriyordu. Bir gün, Elazığ karargahından
gelen “Alişer’in kellesini getir, sana 5 bin lira ödül var”
teklifi hoşuna gitmişti. Rayber hemen işe koyulur. Yanına
Zeynel Top, kardeşinin oğlu İsmail, Murt, Emir Ali, Vanklı
Efendi ve Cello isimli diğer Dersimlileri alarak planı gerçekleştirmeye
girişir. Karargah bu çeteye cinayet görevi yüklerken,
diğer taraftan da bölgede isyancılara karşı bildiriler
dağıtıyordu. Bildirilerde, “Rayber’in de arananlar” listesinde
olduğunu duyurmayı ihmal etmiyordu. Dersimliler’in inanması
için, Rayber devlet karşıtı gösteriliyordu.
Alişer Efendi, eşi Zarife ve yeğeni Şevket, İlksor Dağı’nın tepesindeki
mağarada yaşıyorlardı. Güvenlik nedeniyle köy ve
kasabalarda kalmıyorlardı. Son yıllarda alanları daralmıştı. Her
yerde baş gösteren Kürt başkaldırıları, yenilgiyle sonuçlamıştı.
Kürtler’in psikolojik çöküntüsü Dersim’e de yansıyordu.
Dağda ve mağarada yaşamak zorunda kalmışlardı. Dağın öteki
tepesinde de Seid Rıza ikamet ediyordu. Alişer ve Zarife’nin
çocukları olmamıştı. Alişer Efendi’nin kardeşi, Turan’ın oğlu
Şevket’i evlatlık alırlar. Bu çift, bütün yaşamlarını, Kürtler’in
ulusal davasına adamışlardı. Yaşadıkları mağarayı tek odalı bir
eve çevirmişlerdi. Alişer’in 40 yıllık mücadelesinin bütün sırları
bu mağarada saklıydı. Sevdiği herşey oradaydı. Zarife,
yeğeni, şiirleri, yazdığı yazı ve makaleler, aldığı notlar ve
çaldığı sazı, değer verdiği herşeyi bu mağaradaydı. Alişer
Efendi, okumuş, bilgili ve eğitimli bir insandı. İsteseydi iyi bir
mevkiye gelebilirdi. Sıcak odalarda, konak ve saraylarda
barınabilirdi. Emrindekilerle birlikte bir büroda da çalışabilirdi.
O zaman bu dağ başlarında, son derece ‘müşkül’ veya
‘mütevazi’ bir yaşam da sürdürmeyecekti. Oysa, o herşeyi
elinin tersiyle geri itmişti. Mal, mülk ve mevkiye dair herşeyi
reddetmişti.
Sivas Lisesi’nde öğrenciyken, toplumsal sorunlara duyarlılık
göstermeye başlıyordu. Edebiyat ve sanatla ilgilenmeye
başladı. Ulusal ve uluslararası sorunları adalet ve hürriyet
içerisinde çözmek için kafa yoruyordu. Bazı Kürt yazarlarına
göre, Batum’da yapılan “Doğu Halkları Kurtuluş Konferansı”
na, Kürtler adına katıldı. Tek başına Jepin isimli Kürtçe
dergiyi Koçgiri topraklarında çıkarıyor, İstanbul’da yayımlanan
‘Jin’ isimli dergiye yazılar yazıyordu. Ev ev, köy köy,
kasaba kasaba gezip halkı aydınlatma çalışması yapmaktan da
geri kalmıyordu. İş başa düştü diyerek, askeri örgütlenmeye
dahi önayak olmuştu. Yani birleşmeye, örgütlemeye ve hak
için ayağa kalkmaya yönelen bütün çalışmalarda yer alıyordu.
İstanbul’da onlarca Kürt aydını bir araya gelip, bir dergi yayınlamaya
çalışırken, o tek başına dergi yayaımlayabiliyordu.
Çevresinde olağanüstü bir yetenek olarak değerlendiriliyordu.
Taşrada, bin bir olanaksızlıklar içerisinde yaptığı çalışmalar
övgüye layık bulunmaktaydı.
Rayber ve arkadaşlarından oluşan grup, İlksor’a doğru tırmanıyordu.
Dersim dağları yüksek ve serindi bu yaz gününde.
Gökyüzü açık ve masmaviydi. Tek bir bulut görünmüyordu.
Hafiften bir yel esiyordu güneyden. Yaşamın yedi rengi o güne
hakimdi. Munzur dağları, güneşe selama durmuştu. En küçük
bir ses, kuş seslerine ve güneydeki yele baskın geliyordu. Durgun
bir günün başlangıcıydı. Devletin kiraladığı cinayet çetesi,
Alişer’in kaldığı mağaraya doğru ilerliyordu. Önce karşı tepedeki
Dersim Generali Seid Rıza dürbünüyle Rayber ve ekibini
fark ediyor. Ardından Alişer Efendi, kendilerine doğru
bir kafilenin geldiğini görüyor. Seid Rıza, yeğeni Rayber için
‘melanet’ diyordu ve ona güvenmiyordu! Bu ziyarete anlam
veremeyince, durumdan şüpheleniyor, çevresindeki adamlarını
toparlayıp mağaraya göndermeye karar veriyordu. Eşi
Zarife’yi haberdar eden Alişer, “Kirvem Rayber geliyor ziyaretimize,
bir çay hazırlayalım da içsinler” diyor. Zarife de Seid
Rıza gibi bu “melanet”in ziyaretinden şüphelenmişti. ‘Aman
Heval dikkatlı ol, bu adama güvenme’ diyordu. Ancak aldığı
yanıt, “Nasıl olur, o bizim kirvemizdir” oldu. Rayber’in iki
oğlu Alişer’in kucağında sünnet ettirilmişti! Alevi inancında
kirvelik, akrabalıktan da öte kutsal bir bağdı. Kirve ve
Musahibe tam anlamıyla güvenilirdi. Art niyet asla düşünülemezdi.
İşte Alişer Efendi de bunları düşünmüştür, Zarife’ye
yanıt verirken.
Rayber ve grubu selam verip mağaraya girerler. Alişer Efendi,
son derece misafirperver davranır. Ziyarete gelenlere oturmaları
için yer gösterir, Zarife ise mutfak olarak kullanılan
bölüme geçip, çay hazırlığı yapar. Alişer Efendi, kuşkulanmayı
aklından bile geçirmez. Cebinden çıkardığı tütün tabakasını,
sigara sarmaları için Rayber ve diğerlerine uzatır. En son kendisi
tabakayı eline alıp sigara sarmaya başlar. Rayber,
mağaradakilere güven vermek için ziyaretinin amacını şöyle
açıklar: “Biliyorsun kirve, düşmana karşı savaşıyoruz. Türk
ordusu top, tüfek ve uçaklarıyla bize aman vermiyor. Onun için
sıkça yer değiştiriyoruz. Yolumuz buraya düşmüşken kirvemi
bir ziyaret edeyim dedim. Savaş hali. Ne zaman ne olacağını
kimse bilmez.”
Sohbet giderek koyulaşmaya başlayınca, arkada bekleyenlerden
biri, Alişer Efendi’nin üzerine kurşunları boşaltır. Yanından
silahını eksik etmeyen, Rayber’den kuşkulanan ve ona
güvenmeyen Zarife de ona silahını doğrultup ateş eder. Rayber
ve Zeynel mutfaktan çıkan Zarife’yi hedef alırlar. Bir
dakikanın içerisinde küçücük mağarada Üç ölü vardır.
Mağaradaki kısa çatışmada Alişer, Zarife ve bir de çete üyesi
Vanklı Efendi ölür. Rayber, cebinden çıkardığı bıçakla her iki
Kürt önderinin kafasını keserek bir çuvala koyar. Mağarada
Alişer Efendi’ye ait bulabildiği para, altın, döküman, ne varsa
hepsini alıp ‘haqip’e koyar. Çete hızla uzaklaşarak, Elazığ’a
doğru yola düşer. Silah seslerini duyan Seid Rıza’ya bağlı grup
adımlarını hızlandırarak mağaraya gelir. Mağaraya girdiklerinde
başı kesilmiş cesetlerden başka hiç bir şeyi göremezler.
Rayber ve çetesinin peşine düşerler. Daha bir saat önce, durgun
ve masmavi olan gökyüzü, şimdi kan ve barut kokusuna
bezenmişti. Rayber ve çetesini yakalama fırsatı giderek kaybolunca,
Seid Rıza’nın grubu geri döner. Grubun bir kısmı
mağaraya dönerken, diğerleri Seid Rıza’nın üssüne dönerek
kara haberi bildirirler. Seid Rıza ‘kara’ haberi aldığında yıkılır.
75 yaşındaki Dersim savaşçısının hayatında aldığı en korkunç,
yıkıcı haberdi. Yakınlarına, duygularını şöyle dile getiriyordu,
“Alişer kardeşim hunharca öldürüldü, artık bu dünyada
yaşanmaz.” Gerçekten de Seid Rıza için hayatının son günleri
başlayacaktı!
1873’de dünyaya gelen Alişer Efendi, 9 Temmuz 1937’de
kalleşçe kirveleri tarafından öldürülüyordu. Nazmi Sevgen,
Dr. Nuri Dersimi ve diğer yazarların Alişer’in yaşı ile ilgili
verdikleri bilgiler çelişkilidir. Alişer Efendi öldürüldüğünde,
ne 75 yaşındaydı ne de 55 yaşında. O, Seid Rıza’dan 11 yaş
küçüktü, yani 64 yaşındaydı. Alişer’in, Kürt tarihinde açtığı
başka bir çığır da evliliğiydi. Eşi Zarife, eline silah alan ve kocasıyla
savaşa katılan ilk Kürt kadınıydı. Evliliklerine bölgede
herkes imreniyordu, örnek alınıyordu. Alevi inancına ve dinsel
geleneklere göre, o güne kadar kadınlar erkeklerle aynı sofraya
oturmazlardı. Zarife bu geleneği yıkan tek kadındı. Seid Rıza
gibi, dedelik ocağından gelen, yaşlı ve herkesin saygı gösterdiği
biriyle aynı sofraya oturma geleneği yaratmıştı. Zarife ve
Alişer Efendi’nin cenazeleri Dersim’de gömülür. O Mağara
artık konuklarından yoksun ve yalnızdı. Dersim’de ‘yüce’
akrabalık mertebesi sayılan Kirvelik artık lekelenmişti. O güne
kadar Seidlik (Dedelik) ocağından gelen Rayber ismi artık
‘lanetli’ydi. 1937’den sonra Dersim, Koçgiri ve Alevi Kürtler,
yeni doğan oğullarına lanetli saydıkları ‘Rayber’ ismini koymayacaklardı.
Halen de bu isim ‘yasak’ gibi, tercih edilmez.

Torbada, Alişer Efendi ve eşi Zarife’nin kesilmiş kafaları
var. Albay Nazmi Sevgen, Rayber’i kapıda karşılayıp, bölge
komutanı General Abdullah Alpdoğan’ın yanına çıkarır. General
de Rayber’i kapıda öperek karşılar. Rayber “Emaneti getirdim
ve şimdi ödülümü almaya geldim,” der. Kesilen başın
resimleri çekilir. Rayber’e mükafatı olan 5 bin lira ödenir. Yenilen
yemekten sonra General Alpdoğan, Rayber ve İsmail
Top’u kapıya kadar yolcu ederken “Senden daha çok kelle istiyorum”
der, amcası Seid Rıza’nın da “halledilmesini” ister.
Alişer ve eşinin katledilmesi Ankara’da büyük bir etki yapar.
Mustafa Kemal’in 20 yıldır beklediği haberdir bu. 1918’den
itibaren, yaklaşık 20 yıl, Mustafa Kemal Paşa’nın karşısına
kendi halkının özgürlüğü için dikilen Alişer artık yoktu. Koçgiri
ve Dersim Kürtleri, Kürt coğrafyası büyük bir önderini
kaybetmişti. Komutan Alpdoğan, yanındakilere, “Alişer’in
kellesi gitti, Seid Rıza’yı yönlendiren buydu. Bu Seid Rıza artık
onsuz birşey yapamaz, sonu yaklaştı” diyordu. Alişer’in katledilmesinden
bir kaç ay sonra bir sonbahar gününde ise hain
Rayber öldürülüyordu. Dersim’e askeri hareket başlatan ordu,
Rayber ve oğlu Ali Haydar’ı, yanlarında 6 köylü ile birlikte
öldürür. Rayber’i askeri çadıra çeken askerlerin “Ulan, senin
kendi soyuna sopuna faydan olmadı ki bize ne faydan olacak”
diyerek kasatura ile vücudunu delik deşik ettikleri anlatılmaktadır.
Daha sonra Rayber’in evine giden askerler evini talan
edip, eşini sürgüne gönderirler. Rayber’in devletten alıp evinde
sakladığı para ve ödüllere de el koyuyorlardı.
Nuri Dersimi, İstanbul’da iken, Alişer Efendi’nin katledildiğini
ve Seid Rıza’nın da yakalandığını haber alır. Bunun üzerine,
Avrupa’ya geçmekten vazgeçip, hemen İstanbul’u terk etmeye
karar verir. Bir arkadaşının yardımıyla, sahte bir isimle
Suriye’ye geçer. Nuri Dersimi artık Suriye’de idi. Belki de 20
yıldır süren Kürt isyanlarının sağ kurtulan tek önderiydi.
Her şey planlandığı gitmedi. Dersim’e, yaşayan insan nüfusu
sayısı kadar asker yığıldı. Toplar, tüfekler yetmiyormuş gibi,
savaş uçakları da yukarıda tehdit ediyordu. Halk ise yoksul,
olanakları sınırlıydı. İnançları, kimlikleri, kültürleri ve bir de
kuru ekmekleriyle yaşıyorlardı. Özgürlük ve topraklarını
namus biliyorlardı. Diğer Kürtler’den ve uluslararası kamuoyundan
destek alamıyorlardı. Dersim, yalnızdı. Operasyon,
arama ve tarama adıyla, Kürtsüzleştirme programı
uygulanıyordu. 1902 yılından itibaren, tam 35 yıl garbi (batı)
Dersim Kürtleri’nin önderliğini yapan Seid Rıza yorgundu.
Ancak yılgın değildi. En yakın yoldaşı Alişer Efendiyi kaybetmişti.
Ailesinden onlarca, halkından binlerce insan
öldürülmüştü. Evi ve köyü bombalanmıştı. Dr. Nuri Dersimi
Suriye’ye geçmişti.
Seid Rıza’nın dış ülke hükümetlerine ve kamuoyuna bilgi için
gönderdiği bildiri metni 30 Temmuz’da Suriye’de açıklanıyordu.
ABD, Fransız ve İngiliz temsilciliklerine iletilen açıklama,
onun yazdığı en son bildiri olacaktı. Dr. Nuri Dersimi
vasıtasıyla iletilen yazı şöyleydi:
“Yıllardan beri Türk hükümeti Kürt halkını asimile etmeye
çalışmakta, Kürt dilinin gazete ve yayınlarını yasaklayarak,
ana dillerini konuşanlara eziyet ederek, Kürdistan’nın
bereketli topraklarından gidenlerden büyük bir bölümünün
telef olduğu, Anadolu’nun çorak topraklarına zorunlu ve sistemli
göçler düzenleyerek, bu halka zulmetmektedir.
Son olarak Türk hükümeti, kendisiyle yapılan bir antlaşma
sonucu bu baskılardan arındırılmış Dersim bölgesine de girmeye
kalkışmıştır. Bu olay karşısında Kürtler, göçün uzak yollarında
can vermek yerine kendilerini korumak için, 1930’da
Ararat tepesinde, Zilan ve Beyazıt ovasında olduğu gibi
silahlara sarıldılar.
Üç aydan beri ülkemde tüyler ürpetici bir savaş sürüyor. Savaş
olanaklarının eşitsizliğine ve bombardıman uçaklarının,
yangın bombalarının boğucu gazların kullanılmasına rağmen,
ben ve yurttaşlarım Türk ordusunu başarısızlığa uğrattık.
Direnişimiz karşısında Türk uçakları, kasabaları bombalıyor
ve yakıyor. (...)
Zindanlar yumuşak başlı Kürt halkıyla dolup taşıyor. Aydınlar
kurşuna diziliyor, asılıyor ya da Türkiye’nin tecrit edilmiş bölgelerine
sürgün ediliyor. (.....) Üç milyon Kürt, benim sesimden
ekselanslarına sesleniyor ve bu hükümetinizin yüksek
manevi etkisinden Kürt halkını yararlandırmanızı istihram
ediyorum. Sayın bakan, en derin saygılarımın kabulünü rica
ederim.
Seid Rıza, Dersim Generali. 30 Temmuz 1937 “
Bu mektup, adı geçen ülkelerin dış işleri bakanlıklarına
iletiliyordu. Adı geçen ülkeler olay karşısında kılını kıpırdatmadığı
gibi, İngiltere Büyükelçiliği mektubu Türk hükümetine
veriyordu. Seid Rıza’nın söylediği, “Dersim’de Kürt
Soykırımı” engel tanımadan gerçekleşiyordu. Dünya kamuoyu
sessiz, Türk halkı sessiz! Ezilenlerin tepkisine ise aldıran yok,
Trajedi, dumanlı ve sisli havada sürüp gidecekti. Ankara’daki
mecliste başbakan İsmet İnönü, Cumhurbaşkanı Mustafa
Kemal ve diğer yetkililer, “Bunlar dış destekli, bunlar bir avuç
çapulcu eşkiya, bölge bunlardan temizlenecek,” türünden açıklamalara
devam edeceklerdi.

Dersim Lideri idam ediliyor!

Dersim yangın yerine dönmüştü. Kurşuna dizilenler, işkence
edilenler, evleri yakılan ve yıkılanlar, bombalanan köyler.
Neredeyse 6 aydır bölge, devletin askeri postalları altında inim
inim inliyordu. Devlet, bölgeyi imha etmek için tam bir seferberlik
ilan etmişti. Seid Rıza kararını verir: gidip teslim olacaktır.
Bölge ve insanının daha fazla eziyet görmesine
dayanamazdı! 10 Eylül 1937 günü Erzincan köprüsündeki inzibata
teslim olur. Erzincan’da sorgulandıktan sonra, doğrudan
Elazığ’daki karargaha götürülür. Acele iddianame hazırlanır,
savcı ve hakimler koşturulur. Çok kısa süren, göstermelik
yargılamada Seid Rıza, oğlu Hüseyin, Seyhanlı Aşireti reisi
Haso, Yusufan aşireti reisi Kamer oğlu Fındık, Demenanlı
Aşireti reisi Cebrail oğlu Hasan, Kureşanlı Aşireti’nden Hasan
ve Mirza Ali, idama mahkum edildiler. Temyiz yok, itiraz yok,
savunma yok. Sıkıyönetim Mahkemesi’dir; bir diğer adı ile İstiklal
Mahkemesi.
Tutuklu bulunan diğer Dersim davası sanıklarından 4’ü 30’ar
yıl ağır hapse, diğer 32’si ise muhtelif cezalara çarptırıldılar.
1924’de yapılan anayasaya göre 65 yaşından yukarı ve 18
yaşından küçük olanlar idam edilemezlerdi. Ama kim dinler
Anayasayı. Zaten kendileri yapmamış mıydı? Seid Rıza 75
yaşında, oğlu Hüseyin ise 17 yaşındaydı. Kendi yazdıkları
veya belirledikleri hukuk kurallarına göre idam edilmemeleri
gerekiyordu. Daha on küsür sene önce Şeyh Said’i Diyarbakır’da
idam etmemişler miydi? 5 Ekim günü iddianemeler
tamamlanır ve ilk mahkemeye çıkartılırlar.
Mahkeme sonucunda idam kararı alınır Seid Rıza’nın 75 olan
yaşı 58’e indirilirken, oğlu Hüseyin’in yaşı ise 17’den 21
çıkartılır.
18 Kasım 1937 sabahı Elazığ Buğday Pazarı Meydanı’nda yan
yana dizilmiş 7 darağacı kurulur. Dersim tutsakları idam
edildiler. Aceleleri vardı. Çünkü 19 Kasım günü Atatürk
Elazığ’ı ziyaret edecekti ve bu iş onun ziyaretinden önce bitirilmeliydi.
Bu, acil demokrasiydi! İhsan Sabri Çağlayangil,
aceleden bu idamların infazını gerçekleştirmesi için
Ankara’dan Elzaığ’a 16 Kasım günü gönderilmişti.
Çağlayangil o sıralar Emniyet Müdürüydü. Daha sonra Milletvekili,
Senatör ve Dışişleri Bakanlığı’na kadar yükselecekti.
Çağlayangil Bende Yazdım adlı kitabında bu olayı geniş olarak
yazmaktadır. İdam ‘mahkumları’ hücrelerinden tek tek
çıkarıldı. İdam sehpalarının karşısına kelepçeli olarak
dizildiler. Tek tek son sözleri soruldu. Seid Rıza’nın son isteği,
çok sevdiği oğlundan önce asılmasıydı, ancak cellatlar kabul
etmedi. Önce oğlunu idam ederek ona son dakikada dahi
ızdırap çektirdiler. Sıra Yusufan Aşireti reisi Kamer’e gelmişti.
Kamer de ilkin kendisinin, sonrada oğlu Fındık’ın asılmasını
istedi. Fakat tam tersini yaptılar, kendi hukuklarına dahi uymadılar.
Son sözü de formalite icabı sorduklarını ispat etmiş
oldular. Oğulları babalarından önce asılarak katledildiler.
Elazığ Buğday Pazarı buna tanıklık yapmanın utancındaydı.
Şeyh Said isyanında da aynısı yapılmıştı. Zaten adalet ve
demokrasileri de formalite değil miydi? Formaliyetle neden
bize bunları soruyorsunuz dahi demeden, bu yaşlı Kürt önderi
tek başına darağacına yürüdü. Cellatlara karşı en ufak bir pişmanlık
duymadığını şu sözlerde ifade ediyordu: “Bu yaptığınızın
günahı büyüktür. Bu esarettir. Bu yaptığınız
Kerbala’dır. Bu zulümdür! Ben 78 yaşındayım, şehit oluyorum!
Kürtler’in şehitlerine karışıyorum. Fakat Kürtlük ve
Kürdistan yaşayacaktır. Kürt gençleri intikal olacaktır. Kahrolsun
zalimler, kahrolsun kahpe yalancılar!” (Nuri Dersimi,
Kürdistan Tarihinde Dersim, Doz Yayınları.)
Seid Rıza ve arkadaşlarının idam edildiklerine dair
Çağlayangil’in çektiği fotoğraf, imzalı ve mühürlü tutanaklar,
ertesi gün Elazığ’a gelen Atatürk’e elden verildi.
Dersim, Seid Rıza ve arkadaşlarının idamıyla sona ermedi. Yer
yer direnişler devam etti. Ne var ki Dersimliler’de direnecek
takat kalmamıştı. Dersim ölüm, kan ve barut tarlasına
dönüşmüştü. 1938 yılına sarkan askeri operasyonların amacı,
toplu kıyım ve sürgünlerdi. Kıyım ve sürgünler uygulandı. Batı
vilayetlerine ve Anadolu’nun değişik birimlerine grup grup
sürgün edildier. Eylül 1938’e gelindiğinde, Dersim’de 4000’in
üzerinde ölü, yüzlerce kayıp, 7000 sürgün, 7 İdam, 52
hükümlü, zorla askere alınan binlerce genç, yakılıp yıkılan yüzlerce
ev ve köyün yanı sıra, anne ve babasız bırakılan binlerce
yetim kalıyordu. O günlerde 110 bin olan bölge nüfusunun 72
bini zalimin zulmüne ve kıyımına maruz kalıyordu. 1781 yılından
1938 yılına kadar egemen devlet, Dersim’deki Alevi
Kürtler’in üzerine tam 16 kez askeri sefer düzenledi. Her seferinde
yenilgiye uğrayan devlet, bu kez üstünlük sağlıyordu.
Dersim’in 7200 kilo metre karelik alanına devlet, 43 askeri
tabur ve 5 süvari alayı ile yürümüştü. 21 Mart 1937’de
başlayan askeri saldırı 26 Ağustos 1938’de noktalanıyordu. O
gün iktidarda olan CHP, artık Dersim’de uzun yıllar birinci
parti olacaktı! Her seçimin tek galibiydi. Cumhuriyet döneminin
80 yılında, Dersim ve Aleviler, laiklik ve demokrasi adına,
bu partinin altı ok’u etrafında toplanacak, partinin vazgeçilmez
oy deposu olmaya devam edeceklerdi!
Neticede, Dersim boşaltıldı, direniş kanla bastırıldı. Çünkü
istedikleri ‘Hürriyet’ bu halkı kapsamıyordu. Özgürlük sadece
egemen olan içindi. Kana boyanan dağlar,dereler ve ovalarıyla
Dersim, “çıban başı” olmaya devam edecekti. Yeni isyan tohumları
ekilecekti, gelecek kuşaklara.

(Kaynak : Koçgiri’siz Cumhuriyet, Mayıs 2008, sayfa: 314-338, Kadim Laçin)

www.kadimlacin.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder