22 Temmuz 2010 Perşembe

Ağri Isyani Ve Direnişi

1925 Şeyh Said isyanından sonra, 1 Temmuz 1925′ten başlayarak 7.800 Kürt ailesi sürgüne gönderildi. Yaklaşık iki yıl sonra Bilhamdun’da kurulan birleşik Kürt örgütü Xoybun’un yönettiği Ağrı Ayaklanması’nın sonuçları ve akabinde 7 Eylül 1930′da Ağrı Kürt Cumhuriyeti’nin çöküşü Kürtlere karşı büyük bir saldırı getirdi.
Henüz sayısı bile tespit edilmemiş kadar insan yerinden edilerek zorunlu göçe tabi tutuldu ve onbinlercesi öldürüldü. Ağustos 1934′te Kenan Paşa tarafından bombalanan ve 1935′te Elazığ’da ‘ders olsun’ diye asılanlar, Doğu Vilayetleri Sivil Müfettişi Abidin Özmen’in Kürtsüzleştirme Politikası gereği sürgün edilen Kürtler, büyük bir patlamanın habercisiydiler. Simdi bu ayaklanmanin detaylarini ve Agri Kürd cumhurriyetinin direnis ve isyanini Basliklar altinda inceliyelim.




Ağri Direnişi nasil ortaya çikti:

Biroyê Hesikê Têlî, Celeli Aşiretinin, Hesesori koluna mensuptu. Ağrı’nın eteklerinde oturan Biro, Birici Dünya savaşında pek çok aşiret reisi gibi,Osmanlı’dan yana Ruslara karşı savaştı. Bu tercihinde müslüman olması en büyük faktördü. Ruslar, kendilerinden yana olması için Bro’ya çeşitli rüşvetler teklif ettiler fakat Bro’yu etkileyemediler.
"...Birinci Dünya Savası sırasında, Bro’ye Heski de bölgedeki Kürtlerin Ermenistan içinde kalmalarını istemedi. Ruslar ve Ermenilere karsı savaştı...
Bolşevikler, Rusya'da iktidara geldikten sonra,, askerlerini savaş öncesi sınırlarına çekti. Ermenistan'da ise, Bolşevikler henüz iktidara gelmemişti. Bundan yararlanmak isteyen Ermeniler, Rusların çekildiği alanlara girmek istedi, Nitekim bazı yerlere girdiler. Bu durum yeni gelişmelere neden oldu.

Bazı aşiretler Ermeniler’e karşı geldi. Bro'ye Heski'de Ermenilere karsı çarpıştı. Hatta Osmanlı askerleri Ağrı'ya geldiğinde, onları, sevinçle karşıladı."
Bro’ye Heski'nin bu yaklaşımı, menfaati gereğiydi. O güne kadar Osmanlı Devlet sistemi içinde Ermenilere karşı imtiyazlı bir konumları vardı. Şimdi ise, Ermenilerin etkin oldukları bir devlet için, Müslüman Osmanlıya karşı Ermenilerden yana tavır koymadı. Zaten bu olguyu Osmanlılar da gördüğünden "Kürdistan Ermenistan olacak" sloganını Kürt aşiretlerini yanlarına çekmekte ku11andı. Başarılı da oldular.
Bro, savaş sonrası Ağrı'ya yerleşti. Ticaretle uğraşmaya başladı. Çıkarları, özellikle de rus ve Ermenilere karşı savaşması, onu Türk Devleti ile "daha iyi ilişkiler" içerisine sürükledi.Şeyh Said isyanında sessiz kaldı. Yenilgi sonrası, Şeyh Said'in oğlu ve bazı aşiret liderleri İran'a gitmek istediklerinde Bro'da direnişçileri yakalamaya çalıştı, ama başaramadı. Ali Rıza ve adamları, İran'a geçti.
Bro'ye Heske, Türklere yardım etti. Fakat yinede huzursuzdu. Bir süre sonra, her zaman olduğu gibi yine sürgün politikası gündeme geldi. Bro'ya ilişkin de söylentiler çıktı. Ancak Bro, kendinden emindi. Çünkü o, devlete yardımcı olmuştu. "Ben devlete çok büyük yardımlarda bulundum. Bu günde dükkanımla uğraşıyorum ve devletin dostuyum" dedi. Fakat yanıldı.
"(İhsan Nuri bu olayı şöyle anlatıyor) düşünemiyordu ki, Türklerin gözünde, bir Kürt ister hizmetkar ister asi olsun yinede Kürttür.
1926 yılının ilk.ayları, ve kısın sonlarına doğru bir gün şa-fakla beraber, Bro'nun Ağrı’daki çiftlik köyünde bulunan karısı ve çocukları daha yeni uykudan uyanmış ve sürüleri göndermekle uğraşırken, 20 Türk süvarisi köye girdi.Bro Heske'yi soruyorlardı. Bundan sonraki gelişmeleri,
Bro bana şöyle anlatıyordu;
"Ben Beyazıt’taki evimde çayımı içiriyordum ki, Ağrı 'dan gelen küçük oğlum İlhami telaşla bana" şafakla, bir subay ve 20 Türk süvarisi köye geldiler, seni soruyorlardı. Anam subaya senin köyde olmadığını söyledi. Hizmetkarımız, senin atını alacaklarını düşünerek atına atladığı gibi atı sürdü. Süvarilerin bir kısmı da onun peşine düştü. Ben hemen yola düştüm. Bir süre sonra da bir kaç el tüfek sesi geldi, fakat o tüfek seslerinin ne olduğunu anlayamadım. Çabuk köye dön! Bende kısa yoldan geleceğim. Tüfeğimi ve fişekliğimi çayın kenarına getir!" dedim.
O gittikten sonra, bende evden çıktım. Caminin önünde du-rup, yönümü kıbleye çevirip "Allah’ım sen biliyorsun ki ben devlete hiç bir kötülük yapmadım. Şimdi de Beyazıt'ta olduğum halde, beni de sürmek için köyde arıyorlar. Allah’ım yeter ki, tüfeğimi bana kavuştur. Sonra da ne olursa olsun" diyerek Allah’a yalvardım. Ardından dükkanımın önünden geçerek şehirden çıktım Qotis üzerinden giderek, çayın kenarına vardım. Sürülerim çayın kenarında idi. Çobana meseleyi sorunca o; "köye askerler geldi seni bulamayınca, bir kaç tanesi senin atının peşine düştüler. Çepé Kunbet köyü yakınlarında, Keskoi'lerden bir kaç kaçağa rastlamışlar. Aralarında çıkan çatışmada bir asker yaralanmış" dedi. Çoban tüfeğimi getirerek, süvarilerin yaralıyı benim evime bırakıp, gittiklerini söyledi.
Köye giderek, yaralıyı iki Kürt ile birlikte, Beyazıt’ta gönderdim."
Bro kaçtı ve isyan başlattı. Şeyh said İsyanıdan kaçan; ferzende, Cewreş vb. kişilerle, Bro gibi sürün edilmekten kaçan, daha sonra da, sürgün edildikleri yerlerden kaçanların katılmasıyla Bro’nun etrafında önemli bir güç oluştu. Aşiretlerin de bu gelişmelerden etkilenebileceğini düşünen T.C. yetkilileri, ciddi olabileceği endişesi ile Bro'yla anlaşma yoluna gitmek istedi.
Ağrı İsyanında güç dengesi devletten yana olmakla beraber. İngilizlerin direnişi destekleyebilecekleri endişesi, T.C.yi Direnişi çeşitli yöntemlerle bir an önce bitirme düşüncesine itti Bu nedenle Bro ile görüşerek direnişi bastırmayı düşündüler.
"Bu nedenle Bro'ye Heské ile Türk Kumandanı, Hellas köyünde görüştü. Bro'ye Heské tatlı-sert konuşmalara kanmadı. İki taraf arasında antlaşma sağlanamayınca, Türk askerleri Ağrı Dağı'nın eteklerinde çadır kurarak fırsat kollamaya başladı. Bir gece ansızın Bro'nun bulunduğu yeri sarıp top, tüfek ve mitralyözlerle saldırdılar. Bro 'nün yanında çok az kişi vardı. Buna rağmen Türk askerleri başarısız kaldı. Top ve mitralyözler Bro ve adamlarının eline geçti. Aldıkları esirleri ise saldılar.
1926 yılında ki bu olaylar, çevrede yankı buldu. Şemkan Aşireti'nin Reisi Temere Semki ve kardeşi Çerxo, Sakan Aşireti'nin Reisi Şeyh Abdulkadir, İzmir'de sürgünden kaçarak Ağrı 'ya geldi ve Bro'ya katıldı. Direnişçiler güçlendikçe, çevrelerini Türk otorite-sinden temizlemeye çalıştı. Bro ve etrafındakiler. Ağrı'yı ele geçirmek için, bir gece ansızın baskın düzenledi. Fakat içeriden yardım görmedikleri için başarılı olmadılar. Olaylar sürüyor, ama herhangi bir ciddi gelişme henüz sağlanamamıştı. Kendini koruma-savunma ön plandaydı, kişileri bu gelişme içerisinde tutan, kişi-sel çıkarları ve öte yandan devletin sürgün yasasıydı. Bu arada Bro, küçük karısını kurtarmak için Ağrı'ya gizlice girdi ve başarılı da oldu."

Carpişmalar büyüyor:

Reşat Hallı, (Türkiye Cumhuriyeti'nde Ayaklanmalar (1924-1938) adlı kitabında, isyancılarla Türk Ordu birlikleri arasındaki ilk çatışmaların, 16 Mayıs 1926'da meydana geldiğini yazıyor. Kay-nakta verilen bilgiye göre, bir grup kürt. Kalecik köyünden hayvan çaldı. Harekete geçen asker, Ağrı Dağı'ndaki Demirkapı bölgesin-de, Kürt birlikleriyle çatışmaya girdi ve 28. Alay çatışmada yenilgiye uğradı.
T.C. Bir yanlış anlamaya sebebiyet verilmemesi için, Harekatta başlanmadan önce İran’a, harekatın kendilerine karşı yapılmadığının bildirildiğini. İran’ın da, bu bilgiyi direnişçilere sızdırdığını yenilginin bundan kaynaklandığını iddia etti. Ayrıca, bazı milisler Bro adına çalışarak "ihanet" etmişlerdi.Yenilgi nedenleri arasında, harekatın yeterince düzenli organize edilmeyişi ve Alay Komutanları'nın hataları da sıralanıyordu. Nitekim, Alay Komutanı görevinden alındı.Yargılanmak üzere Sarıkamış’a gönderildi.
Bu çatışmalar esnasında, iki top ve çeşitli eşya Bro’nun eline geçti. Bu olaydan sonra;
3. Ordu Müfettişliği yeni bir plan yaptı. Plan 13 Haziran 1926'da Genelkurmaya sunuldu.
Poti, Ağıl, Demirkapı, Serdarbulak, Bulambaşı, Küçük Ağrı ve Dere doğrultusunda, 1150 direnişçi bulunduğu saptandı. 9. Tümen'e bağlı birlikler, 15 Haziran 1926'da, Zengezor'un doğusunda harekete geçerek şıhlı, Celal, çevirme üzerinden Ağrı Dağı'nın etekleri boyunca ilerledi.
Bu birliklerle Bro'nün 20-25 kişilik grubu arasında, 16 Haziran'da çarpışma başladı. Türk askerleri bu çarpışmalar sıra-sında, bazı tepeleri ele geçirdi. Ancak Tugay, 16—17 Haziran gecesi Kürt savaşçıların baskınına uğradı. Çatışmalar uzadı. Bîr kısım savaşçı. İran Kürdistan'ına geçmek zorunda kaldı.
Türk yetkilileri bu tedip girişiminden sonra, direnişçileri dağıttıkları kanısına varıp, askerlerini tekrar Doğubeyazıt'a çekti.
25 Ağustos 1927'de, 3.Ordu Müfettişliği Haziran ayında yapılan tedibi yeterli bulmadığından yeni bir harekat planı yaparak, Genelkurmay'ın onayını istedi.


Bu Plan özetle şöyleydi;
"Ağrı Dağı asilerinin tedîbatı için bir taarruz hareketi hazırlanmaktadır. Şimdiye kadar alınan bilgiler ve yapılan ke-şiflere göre, burada en çok 300 çadır vardır. Bu miktara göre, eli silah tutan asi miktarının 800 kadar olduğu kabul edilmektedir. Hareketin sürat ve güvenlikle yapılabilmesi için 9.Kolordu Kars'taki 29.Alay ile 9. Tümen Komutanı'nın da Ağrı bölgesine alınmasına lüzum göstermekte ve bu husus Ordu Müfettişliğince 'de uygun görülmektedir.
İranlıların Ağrı asîlerini teşvik ettiğine dair bazı haberler olduğu için asilerin tedip sonrasında, geçen sene meydana gelen 1. Ağrı Ayaklanması'nda olduğu gibi yine İran'a kaçmaları muhakkak olduğundan, bu hususun lehte temini bakımından İran Hükümetiyle gerekli siyasi ilişkilerin sağlanmasına lüzum vardır."
Genelkurmay planı onayladı. Yeni bir harekat için hazırlıklar yapıldı. Çeşitli illerden birlikler toplandı. Kürt savaşçıların İran'a geçmelerini engellemek için tedbirler alındı. Türk savaş uçakları da harekata katıldı. Keşif uçuşları yapıldı. Demirkapı, Gevgeve ve Biçare civarlarında, halkın İran'a doğru kaçtığı, uçak-lardan aşağı atılan raporlar aracılığıyla bildirildi. Halkın kaçmasını engellemek, önünü kesmek için birlikler kaydırıldı. 15 Eylül'de Gürbulak civarında, kaçan halka ateş açıldı. Çok sayıda kişi öldü. askerlerde zaman zaman baskına uğradı. 16 Eylül'de 29. Alay'a yapılan baskından sonra, hayvanlarının tamamı ile 5 subay esir alındı.
Askeri güçlerin saldırılarıyla çoğu sivil halktan, 120'den fazla insan öldürüldü. 200'den fazlası yaralandı. Ayrıca köylülerin 5 binden fazla hayvanına el kondu.
29. Alay komutanı ile Bölük Komutanı Yüzbaşı Nuri ve beş er, ya kaçarak yada direnişçilerce salıverilerek birliklerine döndü. Direnişçilerin elinde 17 er bulunduğunu söylediler. Reşat Halı'nın, Ordu güçlerinin kaybını az göstermek için yazmadığı rakamlar gerçeği gizleyemiyordu. Çünkü birkaç paragraf sonra, 29. Alayın hemen hemen sıfırdan başlanarak yeniden düzenlendiğini itiraf ediyor. Anlaşılıyor ki 29. Alay büyük kayba uğramıştı.
II. Ağrı tedibi, iki tümenle yapıldı. Buna rağmen başarılı olamadılar. Geri çekildikten sonra, savaşçılar yine çalışmalarına devam etti.
Şubat 1928'te, Van'daki yetkililer ve 9. Kolordu Komutanlı-ğı, Genelkurmaya verdikleri raporlarda savaşçıların bulundukları yerler, yaptıkları eylemler ve onlara katılan aşiretler hakkında bilgi verdi. Kış dolayısıyla, yeni bir tedip yapılamadı. Fakat T.C., Kürt-Ermeni işbirliği kapsamında, direnişçilerin İran'dan alabilecekleri yardımlardan çekiniyordu.
Savaşçılar bu arada, denetledikleri alanlara Kürt bayrağı çekti. Bildiri ve broşürler dağıttı. Alt-üst örgüt hiyerarşisini oluşturmaya gittiler. Bütün bu gelişmeler, devletçe izlendi. Yalnız şiddet yoluyla, Kürt direnişinin durdurulamayacağına inanılır oldu. Başka tedbirlere de başvurulmasının uygun olacağı düşüncesi pekişti.
" Kaçan Kürt reislerinin, eski aşiretlerinin başına
geçerek bunları ayaklandırmaları ve bütün Kürtlerin birlik halinde hareket etmeleri ihtimali oldukça zayıftı. Bu iyimser düşünüşün nedeni ise, aşiretler arasındaki soğukluk, beylerle bunlara bağlı olanlar arasında eski ilişkilerin bir derece gevşemiş olması ve hatta bazen bir aşiretin kolları arasında beylerin engel olmayacakları derecede kavgaların çıkması idi . "
Reşat Hallı'nın bu yorumuna, o yıllarda ki Türk yöneticileri de katılıyordu."Kürtler birleşemez."anlayışı, başta aşiret yapısının güçlü varlığından kaynaklanıyordu. Bu durum Türk yetkililerin, moral ve başarı şansını arttırıyordu.
9. kolordu Komutanı, bölgesindeki olaylar nedeniyle iyi bir istihbarat örgütü oluşturmaya çalıştı. Bu haber alma örgütü, söyle belgeleniyordu.
"Kürtlerin durumu ve haydutların hareketlerine dair çabuk bilgi edinecek, propagandanın ve özellikle silah kaçakçılığının önüne geçecek ve alınan haberleri çabucak merkeze ulaştıracak kişiler ve gereçlerden kurulmuş olmalıydı. Oysa bu bölge halkı çoğunlukla Kürt olup haydutlara karsı olsala da, bazen milliyet nedeni, bazen de korktukları için yataklık etmekten kendilerini alamamaları veya hiç olmazsa gelip geçtiklerini veyahut da geç haber vermekte idiler."
9. Kolordu Komutanlığı, kendilerine, savaşçılara yataklık edenlerin köylerinin tahrip edilmesi veya yakılması yetkisinin de verilmesini istedi. Genelkurmay, istenilen yetkiyi ve uygun önlemleri onayladı.
Böylece, Karaköse Takip Bölgesi Komutanlığı, l Ekim 1928’de oluşturulmaya başlandı. 9. Tümen Komutanı Albay Galip komutanlığa atandı.
Gelişmeler bu şekilde sürerken İhsan Nuri Ağrı’ya gelir.

Zilan Deresi:

"25 Temmuzda:
Erciş bölgesinde öteye beriye gizlenen perakende eşkıya gruplarını takip etmekte olan Derviş Bey Müfrezesi, bunlardan bir kısmını daha yakalamış ve kaçmaya teşebbüs edenleri imha etmişti. Bu temizleme ameliyesi sırasında ayrıca asilere ait 11 mckkâri daha ganimet alınmak suretiyle toplanan 200 kadar hayvan Erciş'teki komisyona teslim edildi."
"29 Temmuzda:
Zeylan bölgesinde temizleme işi ile görevli olan Derviş Bey Müfrezesi, Zeylan ayaklanmasının birinci derecede amillerinden olan Pabuşkin köyü imamı ile dört asiyi müsademe sonucu ölü olarak ele geçirdi ve ayrıca 9 tüfek, 700 kadar hayvan toplandı."
"2 Ağustosta:
Derviş Bey Müfrezesi Koç Köprü, Gürgür Baba, Partaç dağı bölgesinde yaptığı araştırmada mağaralarda gizlenmiş olan asilerden Haso ile kimliği tespit edilemeyen arkadaşlarını ölü olarak ele geçirmiş ve bunlardan başka mağaralarda gizlenmiş olan kadınları toplayarak bu köylere yerleştirmişti. Karamelik. Zoraya köylerinin araştırılmasında da biri ölü, biri yaralı ve 15'i diri olmak üzere 17 asiyi yakalamış ve bunlara yataklık eden Karamelik köyünü tahrip etmişti ."

Mahir Bey hiç vakit kaybetmeden mezarlıkların içine ve onların geliş istikametine göre birkaç yere mevziler kazdırdı. Bu mevzilere asker yerleştirdi. O sıralar karakol eski caminin yanındaydı. Caminin minaresine bir makineli tüfekle Bahri Çavuş’u yerleştirdi. Söz konusu aileleri de rehine olarak caminin içine koydular. Hazır mevzilerde direnişçilerin gelmelerini beklediler. 30 Haziran 1930 günü artık bizler dahi saldırının olacağını biliyorduk.
Mehmet beyin gönderdiği pusuladan ve alınan önlemlerden habersiz olan Nadir Bey, Kanice Köyü istikametinden dereyi izleyerek yanında Şeyhler Köyünden Sultan Ağa ve beraberlerindeki adamlarıyla Patnos’a doğru geldiler. Sütlüpınara yaklaştıklarında minareden ve mevzilerden yoğun bir ateşe tabi tutuldular. İlk atışla yanındaki ve sağ kolu olan Sultan Ağa öldü. Nadir Bey Sütlüpınarda, şimdiki Ağrı-Van yolunun alt kısmında bir kayanın arkasına geçti ve onlar da ateş etmeye başladırlar. Değişik yerlerdeki mevzilerden ateş açılmaktaydı. Bir müddet sonra mevzileri tespit edip oralara ateş etmeye başladılar. Beklemedikleri bir durumdu.
Güneyden Mehmet Bey ve adamları da Kırekom tarafından Patnos’a girdiler. İlk gelen Akıf’e Delo’ydu. Akif mezarlıktaki mevzilerden açılan ateşle ayağından yaralanıp saf dışı kaldı. Hesene Ali Küpe’de gelen ikinci adamdı. O da kırekom yolunda yaralandı. Patnos yolunda Nezir’in değirmen arkının üzerinde de Mıhemede Seçarik vurularak öldü. Ben de çocukluk aklımla gidip ilimi cebine koydum ve cebindeki sarı bir tütün tabakasını çıkarıp getirdim. Çatışma akşama kadar sürdü. Pek çok yaralı asker Sılo’ye Kolozi’nin evine getirildi. Yaralıların feryat ve figanları ortalığı inletiyordu. Çoğu mevzideyken kurşunların parçaladığı taşlardan yaralanmışlardı.
Nadir bey’de arkasına mevzilendiği kayaya isabet eden bir kurşunun parçaladığı kayadan yüzen gelen kaya parçacıklarıyla yaralanmıştı. Sonraki yıllarda, sağ yanağına dokunulduğunda deri altında pek çok taş parçacıklarının olduğunu his etmek mümkündü. Fakat deride hiçbir iz de yoktu.
Akşam çatışmaların bitmesiyle, Nadir bey, mahiyetiyle birlikte Sultan’ın cesedini alıp gittiler.
Bu olaydan sonra, Osmane Usıbın evine sığınmış olan Haydar Bey ve Abdullah Bey’in çocukları ile aileleri pek çok eziyete maruz kaldılar. Zaten, son derece zor koşullarda yaşamaktaydılar. O dönemde Patnos halkı çok fakirdi. Ekmek bile herkeste bulunmazdı. Nispetten bizim durumumuz iyiydi. Babamın un değirmeni vardı. Bir defasında annem saman taşımada kullanılan bir sepette ekmek koyup, üzerini de görülmemesi için otla kapatıp götürürken, Bahri çavuş durumdan şüphelenip sepeti kontrol eder. Sepete el koyup Mahir Bey’e götürür. Mahir Bey babamı çağırıp;
-Bu yılanlara neden yiyecek veriyorsun?diye çıkışır.
Babam da;
- Bunlar benim akrabalarım, hanımım onlardan çocuklarım onların yeğeni, siz olsanız benim yerimde aç kalmalarına razı olur musunuz? Ekmek vermeye mecburuz der.

Kuşatmadan bir süre sonra, onları çoğu kadın ve çocuk yaklaşık otuz kişiyi üstü acık bir kamyona bindirip tekrar Konya’ya sürgüne gönderdiler. Yazın sıcağında üstü açık bir kamyonda günlerce süren çok eziyetli ve hakaret dolu bir yolculukla önce Diyarbakır’a, oradan da Konya’ya ve 18 yıl sürecek bir sürgün. "
"Düşman kuvvetlerinin merkezi Süphan köyündeydi. Yalnızca Nores'te 40 asker vardı. Bu köye saldırmak köy halkı için çok tehlikeli olacaktı. Çünkü, askerler köydeki, evlere yerleşmiş ve mevzilenmislerdi. Bu nedenle, onlara sabah erkenden Noreş karakollarına saldırmalarını, savaşçıların bir kısmının da, kendilerini Suphan köyü yolu üzerine gizlemelerini ve Süphan daki askerler Noreş Karako1una yardım için köyden çıktıklarında yollarını keserek geri dönmelerinin engellenmesini istedim. Davo' nün kuvvetleri verilen emri, tümüyle yerine getirdi. Şiddetli bir çarpışmadan sonra her iki karakolun askerleri esir a1ınarak, silahlarına el konuldu ve esirler Ağrı’ya getirildi. Esirlerin sayısı 120 kişiydi. Bunlar elden kaçırılmaması ve beslenmeleri için Ağrıda ki evler arasında paylaştırıldı."
Bu çatışmalarda 25 er kaybolur veya öldürülür. 4 asker yaralanır bir hafif makinalı tüfekle, bir
telefon da direnişçilerin eline geçer.
Bölgede pek çok yerde eylemler sürdürülürken, İhsan Nuri;"Hesenilerin eski liderlerinden Fettulah Bey' in oğlu Sevdin Bey, birkaç: yiğit süvari ile Malazgirt ovasına giderek özgürlük ateşini buralara da sıçrattı." demektedir.
Sürbehan ve Norşin karakol baskınlarının Genel Kurmayı son derece rahatsız ettiği anlaşılmaktadır.

"Alınan bütün tedbir ve tertiplere rağmen büyük çapta olmasa da yer yer eşkıyalık olayları devam etmekte idi. 29 Haziran 1930 saat 02.45 sıralarında 200 atlı, 80 yaya olduğu tahmin edilen bir eşkıya grubu Sürbahan ve Norşin karakollanna baskın yapmışlar ve bu baskında biri ağır, üçü hafif olmak üzere dört yaralı verilmiş, 25 er de kaybolmuş, bir hafif makineli, iki sandık cephane, iki hayvan ve bir telefon cihazı asilerin eline geçmişti. Bu olaydan haberdar olan Genelkurmay Başkanlığı l Temmuz 1930'da verdiği emirde:
"Sürbahan ve Norşin baskınını ve sonucunu pek esef verici buldum. Bu durum, Kürtlerin askerlerimizi öldürmeyecekleri ve teslim olduklarında kendilerine silâh atılmaması hakkındaki propagandalarının semere verdiğine bir delil teşkil edeceği gibi cüzî bir mukavemet karşısında kalacak diğer kıtalar için de pek feci sonuçlar doğurabilir. Bu nedenle böyle adi birkaç eşkıya baskınına uğrayacak kıtaların son nefesine kadar silâhını terk etmeyerek savunmaya devam etmesini ve en küçük bir ihtimali görülenlerin çok şiddetli ve cezri bir surette cezalandırılmalarını ve bu emrinin bütün kıtalara tamimini ister ve 9. Kolordu Komutanlığından bu kıtanın baskına uğramamak için neden tertibat almadığının ve her ne pahasına olursa olsun baskına uğrayan karakollara niçin yardım edilmediğinin, baskına uğrayan karakollar erlerinin kamilen mi, yoksa kısmen mi kaybolduklarının ve müsebbiplerinin tahkiki ile isimlerinin bildirilmesini ve yapılacak takip harekâtında bazı köylerin geçen ayaklanmada olduğu gibi kıtalarımızın yan ve gerilerindeki sırtlan tutarak bağırıp çağırma ile ve ellerindeki birkaç silâhı da ara sıra kullanarak şaşkınlığa ve müessef olaylara sebep olmaları için kıtaların bu bakımdan da aydınlatılması ve yukarıda söylendiği üzere son nefese kadar eşkıya üzerine saldırmak fikrinin her Türk askeri için bir gaye olması hususunun sağlanmasını rica ederim" demekte idi.
Bu olaydan sonra Nadir Bey;

Bir yıl önce şehit edilen Yusuf, Afit, Süleyman ve Gefo’nun saklandıkları yeri ihbar edip, kendiside saldırıya katılan Milis Mıhemede Haci Ali'nin Aktepe köyünde olduğu haberini alır.Nadir bey" in üstünde bir subay elbisesi vardır. Kendisini yüzbaşı olarak tanıtıp, Mehmet é Haci Eli'nin bulunduğu evin kapısında kendisine seslenerek dışarı çıkmasını söyler. Yüzbaşının kapısına gelmesinin heyecanıyla dışarı fırlayan Milis’i öldürmek için silahlarına Davranan yanındakilere müdahale eden Nadir bey, onunla hesabı olan benim kimse karışmasın diyip müdahale eder. Tüfeği milisin ağzında dayayıp ateş eder. Silah sesinden ürken at Nadir Beyle birlikte kışlık buğdayların muhafazası için açılan kuyuya düşer. Daha sonra kuyudan güçlükle çıkan Nadir Bey, Milisin öldüğünü sanıp yola devam eder. Oysa milisin ağzına sıkılan kurşun yanağından çıkmış ve sadece yaralanmıştır. Sağ olduğu sürece yama1ı yanağı ihanetinin kanıtı olarak kaldı.
9. Kolordu Genel Kurmay Başkanlığından aldığı emir ve direktiflere uygun olarak 2 Temmuz 1930 da harekat emrini verdi.
Patnos bölgesinde:
Eşkıya Körhüseyin ve Eminpaşaoğullan idaresinde 350-400 kişi olup Sofu Mustafa-Kâni-Yukan zomik-Çakjrbey-Gürgüre-Haçlı-Koru-Harabe-Kürk-Çavuş köyleri ile çevrili olan saha dahilinde bulunmaktadır. Bu köyler ve bu saha dahilindeki bütün köyler eşkıyaya katılmışlardır.

Taşburun ve Başkent çatişmalari:
Burna Sor ve Buruna reş’teki savaşlardan iki gün sonra direnişçiler, Ağrı'nın kuzey-doğusuna ve İğdır ovasının doğusuna düşen, Aralık bölgesinde ve Sovyet sınırına çok yakın olan BAŞKEND şehrine girip burayı işgal ederler. Nahiyede bulunan askerler şehri terk edip, kaçmaya başlarlar peşlerine düşen direniş güçleri 150 kişiyi esir alırlar. Çatışmalarda çok sayıda asker de yaşamını yitirir. Geri kalanlar ise, Aras nehrini geçerek Ruslara sığınırlar. Ruslar, askerlerin peşle-rinden gelen direniş güçlerine ateş açarak askerlere yaklaşmalarını engellerler, iki gün sonra da silahları ile birlikte Markat köprüsünden geçirerek Iğdır’a ulaştırırlar. Nahiye halkı Türkçe konuştukları halde direnişçileri sevinçle karşılar. Burada hükümet konağına asılı Türk Bayrağı indirilerek yerine Kürt Bayrağı asılır ve altın da kurban kesilir..

Bu arada Başkente yardım gelmesini engellemek için, Emeré Besé ile Van’dan gelip Kelturilerin içine yerleşen Mele Hüseyin, Iğdır-Başkent yolunu kapatır, başkentte sekiz saat süren çatışmalarda yaralanan askerlerin çoğunun tedavisini bizzat ihsan Nuri yapar.

Başkent savaşlarında Aslen İran’lı olan fakat daha sonra İran’a küserek gelip Ağrı Dağı’nın batısına yerleşen kızılbaşoğlu aşireti reisi Abdullah Xelef direnişçilere destek olur. Ömere Bese'nin ile birlikte direnişçilerin Başkentle uğraşmaları esnasında Türk askeri güçlerince ele geçirilen taşburun karakoluna saldırırlar.
İhsan Nuri Anlatoyor;" Türkler burada çok miktarda asker bırakmışlardı. Ben ve Bro Heski de o tarafa gitmiştik. Ömere Beşe Türklerin üzerine kahramanca saldırarak, onları çadırlarından çıkardı. Fakat ne yazık ki, bu çatışmanın töz dumanı içinde.bir kurşun bu kahramanın göğsüne değerek, onu Kürtlerin özgürlük şehitlerinin arasına kattı. Kürt savaşçıları savaştan çekilmeyerek, Türklerin elinden birkaç tepeyi aldılar. Daha sonra, İğdır'dan yük arabaları ile gelen Türk yardım kuvvetleri yetişince savaşçılarımız mecburen geri çekildi. Bizim kaybımız çok azdı."

Zeylan Bölgesi:
Eşkıya, Seyit Resul idaresinde 400 kişi kadar tahmin edilmekte olup Zeylan deresi içinde Şurik-Su Souk-Kadir Asker-Münevver-Sivik-Ağı-Dedeli-Şeytan Ava köyleri ile çevrili olan saha dahilinde bulunmaktadır. Bu köyler ve saha dahilindeki diğer bütün köylü eşkıya ile beraberdirler.
Çaldıran Bölgesinde:
iran'dan hududumuz dahiline giren Yusuf Abdal idaresinde miktarı henüz anlaşılamayan bir eşkıya grubu da Aşağı Çilli-Şeyh Rumi-Alikelle-Haçan-Kaymaz-Şeyh Sucu köyleri ile çevrili olan sahada bulunmaktadır. Bu bölgenin kuzeyinde ve hudutla Tendürük arasındaki sahada Halikânlı Halit ve Melikânlı Tozu'nun bulunduğu anlaşılmıştır. Bu şakilerin, Zeylan ve Patnos civarındaki eşkıyayı gereğinde himaye maksadı ile hududumuz dahiline girmiş olmaları kuvvetle muhtemeldir."
Direnişçilerin durumu bu şekilde verildikten, ilgili kıtaların ne şekilde hareket edecekleri geniş bir şekilde ifade edildikten sonra;
^ Güvenlik tedbirlerine dikkat edilerek baskınlardan korunulması ve son nefese kadar eşkıya üzerine saldırmak fikrinin her Türk askeri için bir gaye olduğunun herkesçe bilinmesi ve en küçük bir başarısızlığa kesin olarak meydan verilmemesi, gaflet ve tedbirsizlik yüzünden vaki olacak darbelerin büyük sorumluluğu hatırdan çıkanlmayarak bütün ilgililerin son derece dikkatli davranmaları Genelkurmay Başkanı Paşa hazretlerinin özel emirleri olup arkadaşlara önemle bildiririm.
Eşkıya çok uzak mesafelerden ateş ederek kaçmaktadır. En ilkel bir harp değerinden yoksundur. Yalnız gafil kıtaları yan ve gerilerinden pusu ve baskınlara uğratarak bir şey elde etmek ga-yesindedir. Dikkatli en küçük bir kıtamızın karşısında sürülerle eşkıyanın bozguna uğradığı denenmiştir. Ayaklanma sahasındaki köylerden, ayaklananlara katılmış olanların tamamı yakılacaktır. Ele diri eşkıya geçirmek, özellikle reislerini yakalamak son derece önemlidir ve Mareşal Hazretleri diri eşkıya yakalanmasını irade buyurmuşlardır.
/Askerin yağma ve talandan kesinlikle men edilmesini ve buna karşı gösterilecek gevşekliğin büyük tehlike ve sorumluluğunu bütün ilgililere hatırlatırım."
9. Kolordu hazırladığı harekat planını pek çok komutanlık ve genel kurmaya bildirir.

"Genelkurmay Başkanlığı aynı gün (2 Temmuz 1930) 9. Kolorduya verdiği cevabî emrinde:
"Kolordunun 4 Temmuzda yapacağı imha hareketinin yapılış tarzı «/hakkındaki düşüncelerine katılırım.
Yaşar Bey Müfrezesinin takdire değer olan hareketi ve hava kıtlalarımızın parlak başarıları komutanız altında yapılacak harekâtın çok yüksek semerelere ve fırsat bekleyen düşmanlanmıza Türk süngüsünün her an ezici bir kuvvet olduğu,hissini vereceğinden şüphem yoktur.
Bir daha tekrarlanmayacak biçimde yapılacağına şüphe etmediğim harekâtınızda başarılar diler, bütün arkadaşlann gözlerinden öperim" demekte idi."
Evet genelkurmay "Türk süngüsünün ezici bir kuvvet olduğu hissini verin " demekteydi. Bunun ne anlama geldiği birkaç gün içinde ortaya çıktı. 50 ye yakın köyün 15.000 in üzerinde insanı katledildi.
"9. Kolordu bir yandan 4 Temmuzda başlaması kararlaştırılan harekâtın hazırlıklan ile uğraşmakta, bir yandan da yer yer vaki olaylar dolayısıyla bölgesinde tenkil ve takip hareketlerini devam ettirmekte idi.
2 Temmuz 1930'da, Kolordu bölgesinde şu hareket ve faaliyetler olmakta idi:
"Kaymaz, Haçan, Kölesor, Çilli ve Osmanlı köyleri havadan bombalanmış;
Patnos bölgesinde ayaklananlara katılan köyler bomba ve makineli tüfek ateşi altına alınmış;
Beyazıt Ağa'nın 4 km. güneyinde 2190 rakımlı tepe ve bunun 8 km. güneyindeki 2280 rakımlı tepeler, cepheleri Beyazıt Ağa'ya dönük olmak üzere 100 kadar asi tarafından tutulmuş;
Muradiye'nin 10 km. doğusunda 3020 rakımlı tepe batı yamaçlarında takriben 200 kadar atlı ve yaya asi kuvvet Muradiye'deki süvari kıtalarımızla müsademe etmekte olup Muradiye'deki batarya asiler üzerine ateş etmekte;
Henüz Ernis'e gelmiş bulunan 62. Alayın 2. Taburundan iki piyade bölüğü ile bir makineli tüfek takımının 40. Süvari Alayını takviye etmek üzere Muradiye'ye gönderilmesi ve Ernis ile Erciş'in eldeki kuvvetlerle karış karış savunulması, 40. Süvari Alayının her halde Muradiye'yi savunması ve Ernis'ten gönderilen takviye kıtaları geldikten sonra karşısındaki asilere taarruz etmek üzere hazırlanması, 7. Kolordu aracılığı ile bu birliklere emredilmiş;
Erciş'in kuzeyindeki Zurnake tepesi ile Erciş'in batısındaki sırtları işgal eden yaklaşık olarak 250 kadar asi ile Erciş'teki kıtalarımız arasında müsademe devam etmekte."

Buradan Süphandağı eteklerine geçen direnişçilerin üzerine çok sayıda Asker sevk edilir. Suphandağı’nda kuşatılırlar. Kuşatma daraldıkça dağın tepesine çekilen direnişçilerle askerler arasında pek çok çatışma olur. Pek çok asker öldürülür. Yıllar sonra Nadir bey bu çatışmalarda öldürülen iki askerin katili olmakla Kayseri’de yargılanıp, 5 yıl hapis yatacaktır. Süphandağ’ın da mahsur kalan direnişçiler bir gece yoğun gelmişlerdir.çatışmalardan sonra kuşatmayı yarıp Aladağa oradan da İran’ın yekmal köyüne geçerler. Bu arada Mehmet bey ve beraberindekiler de daha önceden buraya geçmişlerdi.
Erciş kuşatmasından sonra Zilan mıntıkasına geçen Seyit Resul ve mahiyetindekiler Zilan deresinden iran'a geçerler Ve savaştan çekilirler. Emin Pasanın çocukları Ebubekir, Osman ve ibrahim'de aileleriyle birlikte Zilan deresinden Ağrıdağı’ na geçmek isterlerken yolda Keskoi Asireti’nin saldırısına uğrarlar. Keskoiler erkekleri öldürür. Kadın ve çocukların üstünde ne varsa alıp son derece perişan bir şekilde bırakırlar. Keskoilerin baskınında öldürülen Osman’ın iki küçük çocuğu da öldürülür. Karadesleri Burhan, Ömer ve öldürülen Osman'ının eşi (Emin Paşa'nın kardeşi Abdullah Bey'in kızı.) Vahide ve diğer kadınlar perişan bir şekilde îran'ın Yekmal köyüne geçerler.

Katliamda herkesin hedef alınması direnişçilerin eş ve çocukları ile götürebildikleri kadar eşya ve hay-vanlarını da yanlarına alıp kaçırmaya mecbur bıraktı. Çünkü askerler bölgede kim varsa öldürüyor, onlara ait ne varsa yakıp yıkıyor ya da el koyuyorlardı. Ailele-riyle birlikte dağlara çekilen direnişçilere, Keskoiler askerlerin önüne düşerek baskın düzenliyor, Yakaladık-larını öldürüyor. Mallarını talan ediyorlardı. Bu nedenle direnişçilerin Ağrı’ya ulaşmaları zor olduğundan Iran sınırına doğru gidip iran'da ki Celali yaylalarına sığınıyorlardı. Bunlardan biri de evi Erciş'te olan Seyit Resulun amcasının oğlu seyit Abdulvehap Berzenci idi. O da çoluk çocuğunu keskoi ve askerlerin önünden kaçırarak İran'a geçti.

Ağrı’da Çatışmalar sürerken;
Türkiye, İran'la yaptığı görüşmelerden sonuç almış, İran'da Kürtlere karşı tutumunu değiştirmişti. Kalleşlik ve kaypaklığı geleneksel politika olarak sürdüren İran daha önce Topraklarına kabul ettiği Usıbe Abdal Ağa’yı tutuklamak için pek çok komploya baş vurmuş fakat başaramamıştı, Usıb Ağa'ya karşı bu girişimleri sonuçsuz kalınca, bu sefer akrabası ve Hoybun Üyesi Burhan'e Emin Paşa ile ilişkiye geçip yardım için görüşme vaadiyle Usıb Ağa‘yı ele geçirmeyi denedi .,
Burhan Bey, tüm Ağrı direnişçileri ve Xoybun gibi, İran'ın dost olduğuna inanıyordu. Usıbe Avdal Ağa'yı ısrarla iranlı yetkililerle görüşmeye ikna etti. Usıb bey istemeyerek, İran yetkilileriyle görüşmeye gitti. Çünkü, daha bir kaç yıl önce İran Şeyh Said İsyanından kaçan dire-nişçilerin çoğunu öldürmüş, geriye kalanları da tutuklamıştı. Bu nedenle İran'a güvenilemezdi. Fakat, gerek Hoybun gerekse Bur han Bey İran'ın dost olduğuna, Kürtlerin ariyan ailesinin bir ferdi olması ve Türkiye'nin Azerbaycan'la ilgili hesapları nedeniyle iran'ın direnişe destek verdiğini düşünüyorlardı. Fakat İran onları günlerdir süren pazarlıklar sonucunda satmıştı. Usıb Ağa direnişin en önemli şahsiyetlerindendi. Tutuklanmasıyla direniş çok büyük darbe yedi. Tutuklanması için T.C. yetkililerinden ve basından İran’ a büyük baskı yapıldı. Bu çabalar Tutuklanmasını sağladı.
Usıb Bey Qeleni'de görüşmeye gitti ve tutuklandı. Daha sonra Qeleni'den Tebriz hapishanesine gönderilen Usıb Bey burada Kıskulu bir şekilde öldü.
"Eşkiya reislerinden Kör Hüseyin'in(paşa) damadı Yusuf Abdal, alınan inanılır habere göre., tekrar İran'a geçmiştir. Emir Leşker, Yusuf Abdal'ı ve Hal it Ağa'yi Tebriz'e götürmek istemiştir. Kızıldize karsısında çadır kuran Tozon'un adamlarıyla, Halit Ağa arasında çelişki çıkmış ve taraflar birbirlerini öldürmeye başlamıslarsa da İran'ın hudut subayı aralarına girerek barıştırmıştır. Bunların maksadı Kızıld izeyi zorlayarak Ağrı tarikini durdurmakmış.
"İl bölgesinde Hul hula civarında, halen bize düşman olmayan Halikanlı Halit aşiretinin 800 kadar çadırı bulunmaktadır. "
Trabzon, (Hususi Muhabirimizden)
"Halikanlı aşireti aslen Türktür. Ve diğer aşiretlere nisbeten çok kalabalıktır. Bu aşirete mensup ikinci kafile de hayvanlarla birlikte Trabzon civarına gelmiştir. Kafile Trabzon ile Maçka arasında vapur beklemektedir.
Halikan Aşireti efradı uyanık, gürbüz çalışkandırlar. İskan edildikleri yere faideli bir unsur olacakları şüphesizdir."
Görüldüğü gibi, daha birkaç gün önce düşman bildikleri Halikanlılar birden bire Türkleşiyor. Çalışkan ve gürbüzleşi-veriyorlar. İskan edilecekleri yerlere de faydalı olacaklarına kuşku duyulmuyor.
Usıb Bey’ in tutuklanmasıyla İran güçleri Kürt. dirnişçilerinin sığındığı köylere saldırıya geçti. Bu saldırılarla direnişçiler aileleriyle Ağrı Dağı'na sığındılar. Bu arada Usıb Bey daha tutuklanmadan Nadir Bey onun yiğeni Zerif Hatun'la evlenmişti. Zilan' dan çekilirken Keskoi'ler tarafından öldürülen Emin Paşa’nın oğlu Osman'ın dul eşi Vahide Hatunla da Mehmet bey nikahlanmıştı.
Zilan direnişçilerinin Ağrı'ya sığınmalarıyla dağda çok büyük sıkıntılar yaşandı. Çünkü direnişçiler beraberlerinde katliamdan kurtardıkları ailelerinide getirmişlerdi, İhsan Nuri o günleri şu şekilde anlatıyor.
"Zilan1ılar Ağrı'ya geldikten sonra, Ağrı, kadın ve çocuklarla doldu. Bu nedenle, yiyecek bakımından çok sıkıntıya düştük."
Bu durum ayrıca direnişçilerin manevra kabiliyetlerini de etkiliyordu.
Garo Sosoni bu durumu şöyle anlatıyor;
"Genel Taarruza rağmen Eylülün 2 sinden 15 ine kadar Türk Ordusu çok zor bir cephe harbi vermeye mecbur oldu.
Ararat Cesurane bir şekilde Eylül 25’e kadar direndi. Her türlü irtibattan yoksun olan Ararat liderleri,, savaşa devam etmek için zorulu olarak iki ayrı sorunu düşünmeye başladılar. İlki her türlü erzak ve yiyecek darlığı idi. Çünkü askerlerden başka çok sayıda ki, sivil halkı da beslemek imkansız bir duruma gelmişti, ikincisi ise cephane ve teçhizat darlığı idi.
Ararat liderleri önce sivil halkı kurtarma ve sonra da oradaki güçleri başk a dağlık bölgelere nakl edip , savaşı oralarda devam ettirme çarelerini aramaya başladılar.


İhsan Nuri ve bir kısım liderler bu planı uygulama taraftarı iken, en büyük lider ve Araratlı Bıro'ye Heske Telli buna karşı çıktı. Heske Telli şu teklifi sunuyordu. Bütün kadınlar , güçsüz ihtiyarlar ve çocuklar kılıçtan geçirilsin ki , arkasında ki bütün köprüleri yakmış olan devrimci güçler son neferinin , son nefesine kadar savaşsınlar. Ve bir devrimci gadarlığı içinde Heske Telli bu planı ilk önce kendi aile ve akrabalarına uygulayarak, Ararat tepelerinde bir trajedinin manzarasını ortaya serdi,, Bütün nüfuslu liderler ve Şeyh'l er yaşlı gözlerle, Ararat aslanından bu ümitsiz kırıma son vermesini rica ediyorlardı. Heske Teli'y i yumuşatmaya muvaffak olduklarında zaten 10 kadar günahsız Kürt, bağımsızlık ocağının alevlerine kurban gitmişti,, Bu gaddar plan uygulanamadı."
O günlerdeki uçak saldırılarını ihsan Nuri şöyle anlatıyor:
"Düşman uçakları sık sık Ağrı semalarında uçuyor ve Ağrı'lılara bomba yağdırıyorlardı.Bazen savaşçılarımız, bazılarını düşülüyorlardı. Türkler uçağın düştüğü yere artık uğranıyorlardı. Bunlardan bir tanesi uçaksavarlarımızdan kurtulmak için fazla yükseldi. Ağrı'nın üst noktasına kadar yükselmişti. Ağrı'nın buna tahammül etmesi mümkün değildi! Çünkü bugüne kadar Ağrı, zirvesini insanoğlundan saklamıştı. Bu nedenle uçağın bu kadar yükselmesi onun zoruna gidiyordu. Ağrı, çocuklarının düşmanının bu kadar cesur olması ve 'yüksekten uçarak zirvesini görmesini kabul edemezdi! Ağrı (bir hava boşluğu) uçağı Aralık bölgesinde yere düşürdü.
Artık yayladan inmenin zamanı gelmişti.'Yayladakilerden bazıları aşağı indiler. Hüseyin Paşanın oğlu Nadir kendi süvarileri ile Ağrı'dan çıkarak yiyeyecek temin etmeye gitti. Burada şunu belirtmeyi gerekli gördüm: HÜSEYİN PAŞA’NIN ÇOCUKLARI BABALARININ OLUMSUZLUKLARINI, KÜRTLERİN BAĞIMSIZLIĞI UĞRUNA BÜYÜK FEDEKARLIKLAR YAPARAK TELAFİ ETTİLER. TÜM ULUSUN İÇİNDE İTİBARLARI ARTTI VE SEVİLDİLER.. AYRICA HÜSEYİN PAŞANIN TÜM HATALARAINA RAĞMEN KÜRT PEŞMERGELERİNE KATILMAK İSTERKEN İSTERKEN, HACI MUSA BEYİN YURTSEVER BABASININ ADINA LAYIK OLMAYAN OĞLU MEDENİ TARAFINDAN KALLEŞÇE ÖLDÜRÜLMESİ, BÜTÜNYURTSEVERLERİ MÜTEESSİR KILMIŞTI.ı. "

Çarpişmalar Ağridağina kayiyor:
ZiLan ve Supha n dağın da ki direnişçiler çekilip İran'a doğru giderlerken, Ağrı dağı’ nda çatışmalar ve askeri yığınak devam etmekteydi.,Ağrı Dağında direnişçiler sayıca az olmalarına karşı çok sayıda ki T.C. kuvvetlerine karşı geniş bir alanda mücadele sürdürüyorlardı. Sayıca az olmaları birkaç yere birden saldırmalarına engel oluyordu. Burna Sor tepesine yerleştirilen top gidiş gelişleri için tehlikeliydi. Burna Sor’daki topu ele geçirip, namlusunu askeri güçlerin üzerine çevirmek için, Akşamdan burna Sor ve Buruna Reşe saldırıyı planladılar." Sabah her iki tepeye saldırı başladı. Hava henüz iyice aydınlanmamıstı, Buruna reş tepesinden silah sesleri yükseldiği zaman, Bunesor’da ki kumandan, Beyazıt'a telefon ederek rapor verdi. Telefonda Burna reş'te çatışmanın başladığını söylüyordu. Fakat Kürtlerin kendilerinin de etrafını sardığını ve telefondaki konuşmaları duyabilecek kadar yaklaştığından haberi yoktu.
Hava aydınlandığı zaman Burnesor tepesinden de silah sesleri yükseldi .
Karara göre, Ferdende, geceden bir süvari takımı ile Qotıs tepesine çıkacak ve Burneresten silah sesleri duyulduğu zaman o da aşağıyı, Beyaz ıt’ı kurşun yağmuruna tutacaktı. Fakat, geç kalmış ve henüz yarı yolda iken, Burneres'te çatışma başlamıştı. Bu sırada Iran sınırında bulunan Türk süvari destesi, Burnereş'e yardıma gelmek isteyince, Ferzende bey , yollarını keser. Süvariler geri çekilirler. Bunun üzerine Ferzende bey de artık dağa çıkmaz, dönüp, Burneres'te düşmana saldırır ve yaralanır. Bu birliğin kumandasını Musa Berki'nin yiğit oğlu Nuro alır. Fakat o da öldürülür,
"...Türkler Burına Sor da çok sağlam siperler kazmışlardı. Ayrıca Kürtler"e yardım gelecek yolu da unutmamışlardı."
Savaşçılar birinci atakta top ve subay çadırlarının bulunduğu yeri ele geçirmişlerdi. Çadırların içinde kimse yoktu,Top, Kürtlerin eline geçmişti,, Topçular toptan uzaklaştırılmış. Subay ve askerler sığınaklara geçmişlerdi. Sığınaktan Subay’ın kendiside Mitralyözle ateş ediyordu. Askerlerin bulunduğu yer ile Kürtler arasında 15 metre yoktu. Kürtlerde ateşe karşılık veriyorlardı."
İhsan Nuri, savaşın uzayacağını bu durumda da askeri güçlere yardımın ulaşabileceğini his edince, Fetoyé Şemki’ye bir küçük Mitralyoz ve bir kaç savaşçı vererek, yardım kuvvetlerinin önünü kesmesi için, Beyazıt yoluna gönderir. Feto ve yanında ki az sayıda direnişçi Beyazıt demiryolu üzerinde küçük bir kulübede gizlenerek yolu tutacaklardı.
Yardım kuvvetlerinin engellenmesi direnişçiler için hayati önem taşıyordu. Yardım kuvvetlerinin gelmesiyle direnişçiler geri çekilmek zorunda kalacaktı. Geri çekilme yolu çok uzak ve düzdü. Oysa askerlerin bulunduğu yer yüksekti. ve Ta Ağrı sınırına kadar yollar dümdüzdü. Bu tehlikeyi gören İhsan Nuri.;
" Bıro'ya "Ben savaşçıların yanına gidiyorum»" dedim,. Bıro'da "Ben de geliyorum," deyince,, Vahan, çok tehlikelidir. Düşman ateşi altında bu düzlükten geçmek mümkün değildir." dedi. Fakat ben "Gitmem gerekiyor, Allah yardımcımız olsun!" dedim. Ardından Bıro ve ben tepeden inerek, savaşın gürültüsü içinde Şexla Köprüsü'nü geçtik. Düzlükten geçerek, çatışmanın devam ettiği tepeye vardık. Gerçi, düşman üstümüzden kurşun yağmurunu eksik etmemişti. Fakat, allah bizi korudu. Eğer düşman bu iki süvariden birinin ben, diğerinin de Bro Heski olduğumuzu bilseydi, ne pahasına olursa olsun bizi sağ bırakmazdı.
Ben topun yanına yetişince askerlere bağırarak: "Askerler! Ben İhsan Nuri'yim. Fazla kayıp vermemeniz için geldim. Bizden henüz kimse öldürülmeden, teslim olun!Silahlarınız yere atarak siperden çıkın! Dedim. Askerler de, silahlarını yere atarak siperlerinden çıkıp teslim oldular ve savaş bitti. Askerler çok kayıp vermişlerdi. Subayları teslim olmadan önce öldürülmüştü. Türklerin sonuncu kurşunu benim yanımdaki temiz kalpli ve yiğit Edo’ye Emo’ye Hessesori'nin göğsüne saplanmış. Ben, vurulduğunun farkına varmamıştım. Edo, gerçek bir insan ve yiğit bir Kürttü. Onun ölümü bu zaferimizi açılaştırmıştı.
Topun ağzını, esir düşmüş topçuların yardımları ile-başka çareleri yoktu- Türkler'e doğru çevirerek, onları top ateşine tuttuk. Ne yazık ki, topun yalnızca 27 güllesi vardı."
Bu arada ;.
"Ağrı'da esir edilen askerler.beslenmeleri için, Kürt evleri arasında dağıtıldı.
Bu savaştan sonra Türkler, askeri karakollarını, Ağrı önlerinden kaldırarak, Ağrı'nın karşısındaki dağların tepelerine kurdular. Savaş başladığı zaman, Türkler Burna-sor'a yardıma gidecek kuvvetlerini Bayezit önündeki kayalıkların arkasına yığmışlardı. Feto'nun mitralyöz ateşi karşısında yerlerinden kımıldamaya cesaret edememişlerdi."


Ayaklanmanın son günleri;
"Saldırıya başlayan Türk ordusu ilerliyordu. Biz arka tarafımızdan. Iran sınırından emin idik. Kadın çocukları, davarlarımızı güvenilir bildiğimiz bu bölgeye, Iran sınırına doğru gönderdik. Ve peşmergeler, Türklerin saldırısına karşı durdular. Ben daha önceki yıllarda olduğu gibi, düşmanı yavaş yavaş Ağrı'nın içlerine çekerek yormak, kayalıkların ve derin vadilerin içinde darmadağın etmek istiyordum.
Türk uçakları Ağrı semalarında uçuyor, kadın ve çocukların üzerine bomba yağdırı-yordu. Bir grup uçak gidiyor, bir grup uçak görünüyordu.

. Bro, üç oğlu ve dört Hesesori savaşçısı ile Batıdaki tepeleri tutmuştu. Düşman çok şiddetli saldırılarına rağmen,Bro'yu yerinden oynata-mamıştı.Ancak ve ancak ecel Bro'nun tüfeğini susturabilirdi.".
Direnişçiler, büyük fedakarlıklarla sürdürdükleri savaşta en büyük güvenceleri Ağrı Dağının İran tarafının açık olmasıydı. Fakat savaşın üçüncü günü İran sınır karakolunun bulunduğu Ayıbey yönünden önce top sonrada tüfek sesleri gelmekteydi. Bir yanlışlık olduğunu düşündüler. Zira dost ve ırktaş İran tarafından kendilerine saldırı olamazdı. İhsan Nuri;
"Ben, bu durumun bir yanlış anlama sonucu meydana geldiğini düşünerek, meseleyi halletmek için, o yöne doğru gittim. Oraya vardığımda, Türk kuvvetlerinin Iran tarafından Ağrı'ya arkadan saldırıya başlamış olduklarını kendi gözlerimle gördüm."
Türkiye ile anlaşan İran, ayaklanmacıların ardındaki lojistik desteğin tümünü çekmişti. Ağrının Arkasındaki toprakları alan Türkiye, Ağrı’nın etrafınıi 40 bin kişilik askerle sarmış ve her gün Beyazıt’tan kalkan uçaklarla direnişçilerin üzerine ateş yağdırmaktaydı.
"Durum değişmiş, Kürtlerin savaştaki durumları daha da kötüleşmişti. Çok genişlemiş olan cepheyi doldurmak, peşmergeler için mümkün değildi. Bu nedenle zorunlu olarak Ağrı'nın yükseklerine çekildiler.Ve akşam karanlığı çöktü. Dördüncü gün, Kürt savaşçıları kendi topraklarının her karışını, son savaşçının kızıl kanı ile sulamadan, bırakmıyorlardı. Hatta bazan saldırıya geçiyor, düşmanı uzaklaştırıyorlardı. Esir aldıkları askerlerin tüfek ve kurşunlarını alıp onları serbest bırakıyorlardı. Kürt savaşçılarının son şiddetli saldırısı, Kolordu Komutanı Salih Paşa'yı, Kemalettin Sami Paşa'dan yardım istemek zorunda bıraktı."
Ağrı’ya her yerden yardım kuvvetleri akıyordu. Esir düşen askerlerin bazıları Başkale bölgesinden yola çıktıklarını ve gece, gündüz durmadan yol alıp Ağrı'ya geldiklerini söylüyorlardı.
Oysa direnişçiler hiçbir yerden yardım alamıyorlardı.. Hiçbir yerden yardım umut etmiyorlardı. Tüfek ve kurşunlarını da savaşta esir düşen askerlerden temin ediyorlardı Öte yandan, Sovyetler de Aras nehri boyunca büyük bir askeri yığınak yapmıştı. Mehmet Bey anılarında askeri yığınağı anlatırken, Ağrı’dan bakılırken kurulan askeri çadırlar pamuk tarlalarını andırıyordu.Demektedir. İhsan Nuri ise;
"Fakat, bu da artık bizim için önemli değildi. Biz artık bu küçük kuvvetlerimiz ile, özgür Kürt savaşçılarını ortadan kaldırmak amacıyla. Iran ve Sovyet devletlerinin de yardım ettiği Türkiye Devleti'nin bu büyük kuvvetleri karşısında fazla dayanamayacağı-mızı anlamıştık.
Türkiye, ihsan Nuri'nin İngilizler ile ilişkisinin olduğunu ve onların emrinde çalıştığını tebliği ediyordu. Sovyetler'e bunu kanıtlamak için de, Kürtlerle Taşnak Ermenileri'nin birliğini ve Taşnak temsilcisinin benim yanımda oluşunu gösteriyordu. Zaten, M. Kemal Paşa, Yoldaş Lenin birbirlerinin dostu idiler.".
"Ruslar, Türkiye'ye yardım ediyordu. Küvetlerini Culfara'ya yığmıştı. Iran Devleti bugünkü gibi, güçlü değildi. Tarihinin en büyük ihtilalinin yılı idi. Serferd Fethullah Han'ın raporları ve Türkiye ile Sovyetlerin korkutması, İran'ı Ağn'nın arka kısmındaki kendi topraklarını Türk kuvvetlerinin denetimine vermeye zorladı."
"Biz Ağrı liderleri bir toplantı gerçekleştirdik: Bu toplantında, sonuna kadar savaştan çekilmeme, savaşı uzatma kararı aldık. Son kurşun bittikten sonra da, hançer ve süngülerle devam edilecek ve onların karnını deşecektik"
Devlet güçlerinin eline geçmiş Kol dağına şiddetli bir saldırıda bulunup tekrar ele geçirdiler. Devlet güçleri; Kabaktepe’ye geri çekildi.yönüne geri çekildi. Bir yan-dan Ağrı Zinyasına , bir yandan da mıxtepeye saldırılar düzenlediler."Fakat hesapsız sayıdaki düşmanın karşısında esirlerin ellerinden silahlarını alarak yerimize geri dönüyorduk.
Elimizde bir bölge kalmıştı. Yakacak yoktu. Su
azdı. Açlık başlamıştı. Kaç gündür hiçbir şey yemeden savaş sürdürülüyordu Türk uçakları, Türkiye Kürtleri ve Iran Kürtlerini hiç bir ayrım gözetmeden bombalıyordu. Ayıdağı'nda, Iran sınır karakolunun yanındaki Musa ibrahim'in Zomasının çadırlarını bombalıyarak bir kaç kişiyi öldürdüler. Bağrı yanık kadın ve çocuklar kurşunlardan ve uçakların bombalarındın bir o yana bir bu yana kaçışıyorlardı. Bu durum erkeklerin yüreklerini parçalıyordu. Kadınlar kendileri ve çocukları düşmanın eline düşmemek için kendi erkeklerinin eliyle öldürülmeyi istiyorlardı.".

Hoybûn örgütü;

Türkiye, İran ve Irak'da etkinlik gösteren Kürt hareketleri ile iletişim kurup destek vermeye çalışmıştır. Kürdistan'ı tamamıyle özgürleştirinceye mücadele etmeye kararlı olan Hoybûn Örgütü diğer komşu ülkelerle de görüşüp onlardan da destek almaya çalışmıştır. Oysa İran Hükümet'i Ağrı ayaklanmasının bastırılması için Türkiye ile işbirliğine girmiştir. Irak ve Suriye de kendi sömürgeleri altında bulunan Kürtlerin de aynı istemlerle ayaklanmalarının önünü almak için Hoybûn Örgütü'nün istemlerine cevap vermemişlerdir. Kuzey Kürdistan dağları, ayaklanmanın merkezi olacak ve savaş için depo ve talim yeri olacak, Kürt kuvvetlerinin genel komutanlığı altında faaliyet gösterecek bir askeri merkez oluşturma kararı almışlardı.

1925'ten beri Ağrı bölgesinde kıyamlar sürekli devam ediyordu. Hoybûn, var olan gücü birleştirip örgütlü bir ayaklanma zemini oluşturmuştur. Ağrı ayaklanması 16 Mayıs 1926'da başladı. Xoybûn; İhsan Nuri Paşa'yı askeri güçlerin başkanı, Biroyê Heske Têlî'yi (İbrahim Paşa) vali ve sivil yönetimin başkanı olarak görevlendirmiştir. Ayaklanma diğer bölgeleri de içine almış, Amed, Muş, Hınıs ve Bulanık’ta şeyhler halkı örgütleyip ayaklanmayı yönlendirmişlerdi.

Türk ordusu ilk karşı saldırıyı 1927'de Zilan vadisinden başlatır ancak İran'dan gelen aşiretlerin de desteğiyle 8 bin kişilik Türk ordusu bozguna uğratılır. Savaş teçhizatları ele geçirilir. Bu yenilgiyle Türk askerleri Diyadin'e çekilirler. Türkiye, bu yenilginin, İran'dan gelen güçlerin desteğiyle olduğunu anlayınca, İran'dan, sınırı kapatmasını ve sınırdan geçecek Kürt güçlerinin silahsızlandırılmasını ister.
Kürt güçleri burada ortaya koydukları başarının ardından Ağrı'da Kürdistan bayrağını çekerler ve böylece Ağrı'da "Kürt Cumhuriyeti" kurulur.

1928'de Türk hükümeti Ağrı Kürtleri ile görüşme yolları aramaya başlar. Ayaklanmadan vazgeçtikleri takdirde sürgünleri durduracağını, idamların olmayacağını ve sürgündeki Kürtlerin geri dönüşlerinin sağlanıp, mahkumların bırakılacağını belirtir.

Türk hükümetinin ikna çalışmaları sonuç vermeyince, 1928'in Eylül ayında, iki mebus, Kara Kilise valisi, 29.Tümen komutanı, Diyadin ve Beyazıt kaymakamlarının da aralarında bulunduğu bir heyet ile doğrudan İhsan Nuri Paşa'yla görüşmek üzere Beyazıt'a giderler.
İhsan Nuri'ye ise teslim olması ve silahlarını teslim etmesi koşuluyla; tüm arkadaşlarıyla birlikte affedileceklerini, Türk hükümeti tarafından General rütbesi, yüksek maaş, istediği Avrupa ülkesinde askeri ateşe görevi teklif edilir.

Ulusal hakların söz konusu dahi edilmediği bu görüşmede İhsan Nuri Paşa, bütün teklifleri reddedip görüşmeleri keser.

1929 Mart ortalarında Türk askeri gücü, Iğdır ve Beyazıt'a Salih Paşa komutasında iki kolordu yerleştirir. Operasyonlar 11 Haziran 1930'da Ağrı Kürt Cumhuriyeti'nin sınır karakollarına saldırıyla başlar. Haziran'ın ikinci yarısında, Ağrı Dağı'na yayılmış Kürtlerle, Türk ordusu karşı karşıya gelir.
Kürtler çok geçmeden bir operasyon başlatırlar. İhsan Nuri komutasındaki birlikler ve Celali Kürtlerinin şefi İbrahim Paşa ve Türk ordusunda eski bir binbaşı olan Mahmut Beyler, Türk birliklerini tecrit etmek amacıyla arkadan bir saldırı gerçekleştirirler, mahalli halkın desteğiyle Van Gölü'nü güneyden ve kuzeyden geçip Amed’e ulaşmayı amaçlarlar. Çok geçmeden kuzeyden Ağrı, Van'ın doğusunda Hoşab'a kadar uzanan 150 km'lik geniş bir cepheden söz edilmeye başlanır.

Irak'ta Barzanlı Şeyh Ahmet, 21 Temmuz 1930'da 100 ila 200 arasında savaşçısını Kürtlere yardım etmek üzere Türkiye sınırı olan Oramar yakınlarına gönderir.
Türk hükümeti bu durumu İngiliz hükümeti nezdinde protesto eder, birkaç gün sonra Şeyh Ahmet ikinci bir Kürt savaşçı gurubunu daha gönderir.

Bu ekip hemen Türk kuvvetleriyle savaşa tutuşur. İran’ın gönderdiği takviyeler sayesinde kıyamın genişlemesi engellenir. Daha sonra Türkiye'nin girişimiyle Irak hükümeti tarafından Şeyh Ahmet'e bir operasyon düzenlenir. Türk hükümeti aynı dönemde Salih Paşa'ya da Ağrı'da mevzilenmiş Kürtlere saldırı emrini verir. Türk birliklerinin, Ağrı'nın doğu yamacındaki stratejik noktaları ele geçirmesiyle Salih Paşa tarafından 7 Eylül 1930'da Ağrı'nın kuzey yamacından saldırı emri verilir. Salih Paşa, 10 Eylül'de iki Ağrı arasındaki Eğer'i ele geçirir. Daha sonra güneye çekilmeye başlar. Kürt başkomutanı İhsan Nuri, İran'a iltica eder.

MÜCEDELEYİ SÜRDÜRENLER:

Biro’ye Heske Telliye:
Bro'ye Heske Telli’ye, ne Türkiye'ye teslim oldu, nede İran'a sığındı.O Türk-İran sınırında gerilla türü eylemlerini devam ettirdi. Gerek Türkiye, gerekse îran Bro'yla baş edemiyorlardı. İran, defalarca üzerine asker göndermesine rağmen Bro'yu ölü yada, diri ele geçiremeyince çareyi Sımko'ya karşı kullandığı Kürt haini Emerxan'da buldu. Emerxan'la birkaç kez çatışmaya giren Bro, bir kaç adamını öldürür. Neticede, yaralı olarak yakalanır. Kendisini yaralı yakalayan Kürt'lere Bro; "ey vah gıli dağ be xayi ma"diyerek
- Ben hiç bir devlete sağ teslim olmayacağıma Allah'a yemin ettim. Beni öldürün, teslim etmeyin diye yalvarıp kendisini zorla Emerxan'a öldürtür. Diyor Mehmet bey

Reşoye silo(bekiri aşiretinden ismet erişen anlatti):
Bekıran aşiretine mensup Reşoye Silo, Zilan’daki Çakırbey karakol baskınına katılan direnişçilerden biriydi. Yöredeki pek çok çatışmalarda Nadir Beyin yanında yer Reşo, Ağrıdağında ki direniş merkezinin dağılmasıyla birlikte sınırdaki dağlarda faaliyetlerini sürdürdü. Etrafında seksen kadar direnişçi vardı. Bu kadar insanın birlikte olması pek çok sorun yaratıyordu. Disiplin sağlanamıyordu. Yiyecek ve giyecek ihtiyaçların temini çevredeki köyleri fazlasıyla mağdur edecek boyutlardaydı. Bu nedenle bazen bu ihtiyaçlarını talan sayılabilecek yöntemlerle karşılıyorlardı. Bir defasında Reşo’nun yanındaki şahıslardan oluşan bir grubun ihtiyaçlarının temini için gittikleri değirmende(aşe gera)değirmendeki tüm unlara el koyup getirirler. Bu durum çevrede hoş karşılanmaz. Reşo, bu kadar direnişçinin bir arada olmasının zorunlu olarak sorun yaratacağını belirterek, 4-5 kişilik bir grupla ayrılır. Reşo’nun grubunda Mıhemede Xalit, Emere Xalit adlarındaki iki kardeş ile eşi Zeyno ve Zeyno’nun Kalki Aşiretine mensup bir akrabası vardır.
Reşo’nun Muradiye-Erciş sınırındaki Devetaş mıntıkasında bir mağarada yaşadığını haber alan güvenlik güçleri, Yüzbaşı İbrahim komutasındaki çok sayıda asker ile Milis sidiqe Hesen Keçele’nin kardeşi Mıstefayı ve Reşo’nun akrabası olan Feto’ye Bekıri ve pek çok milis, mağaranın yanındaki köyü basarlar. Bu geşimelerden habersiz olan Reşo, Emerle, Mıhemet kardeşleri yiyecek temini için köye gönderir. O anda köyde bulunan güvenlik güçlerinin kurdukları pusuya düşen iki kardeş çıkan çatışmada öldürülür.
Köye gönderilen arkadaşlarının gelmemesi üzerine durumdan şüphelenen Reşo, akşamüzeri tüfeğini ve kamuflaj için kullandığı beyaz çarşafını da alarak köye gider. Reşo’nun arkadaşlarının akıbetleri için köye geleceğini düşünen askerler köy yakınlarında pusuda beklemektedirler. Reşo kendilerine yaklaşınca ateş ederler. Reşo da kendini yere atıp ateşe karşılık verir. Bu arada karda görünmemek için beyaz çarşafını da üstüne örterek gizlenir. Sayıca çok olan askerler Reşo’yu çembere alırlar. Açılan ateşlere Reşo’nun karşılık vermediğini gören yüzbaşı İbrahim bey Feto’ya
-sen akrabasısın, sana bir şey yapmaz git bak bakalım durumu ne? Yaşıyormu? Yaşıyorsa teslim olmasını söyle"der.ve Feto’yu Reşo’nun yanına gönderir.
Reşo, yanına gelen Feto’ya yalvararak,
-tüfeklerimiz aynı, benim tüfeğimin namlusunda mermi sıkıştı. Tüfekleri değiştirelim. Der
Feto,
- Çevren 200 askerle kuşatılmış kurtuluşun imkansız, gel teslim ol ne kendi kanına, nede askerin kanına gir der.
- Reşo çaresiz teslim olur.Reşo’yu o gece köyde tutan askerler, ertesi gün Zeyno’yu yakalamak için Reşo’yla birlikte mağaraya giderler. Zeyno direnir. Ateş eder, teslim olmaz, Reşo’ya
- -Reşo, hani sen "Emer ailesinin yiğidiyim, ölürümde teslim olmam diyordun. Diye seslenir.
- Reşo,
- - Zeyno, benteslim olmadım, kaderim beni teslim etti tüfek tutukluluk yaptı. Kaderimiz buraya kadarmış gel teslim ol. Der
- kocasının çağrısına uyan Zeyno dateslim olur. Her ikisinide orada öldürerek, Reşo’nun kafasını keserler. Gözlerinin önünde kocasının kafası kesilen Zeyno da feryat figanla Reşo’nun cesedine kapanıp ağlar. Onun da kafasını keserler. Reşo ve Zeyno’nun kafaların köy köy gezdirip teşhir ederler. Klamın Türkçesinden birkaç söz.
-"…reşo, sen diyordun benim üzerime daha yiğit çıkmış değil,
-tut tüfeğinin ortasından ve silkin yiğitçe…….

Şeyh Zahir:
1930 Temmuz’undaki Ağrıdağı ve çevresindeki eylemleriyle , GenelKurmay belgeleri ile gazetelerde kendisinden çokça söz edilen direnişçilerden biride Şeyh Zahir’dir.
" 28 Temmuzda:
Şeyh Zahir ve Ali Beşko idaresinde miktarı saptanamayan bir eşkıya grubu, Pernavut köprüsü güneyindeki Osman köyünün hemen kuzeyine geldiği sırada, Tuzluca'daki 2. Jandarma Estersüvar Bölüğü bunların üzerine sevkedilmiş ve saat 20.00'de başlayan müsademede eşkıyaya bir hayli ölü ve yaralı verdirilmiş, bölükten de Bölük Komutanı göğsünden yaralanmış, iki er de şehit olmuştu."

"l Ağustosta:
Şeyh Zahir komutasında 200 kişilik bir eşkıya grubu Tuzluca'nın 8.5 km. doğusunda Pirli karakolunu basarak üç jandarma ile hudut taburundan dört erin silâh ve eşyalarım alıp bunları serbest bırakmışlar ve karakol binasını yakmışlardı. Şeyh Zahir burada bıraktığı bir tezkerede de; Tuzluca merkezini ve bunun güneyindeki Akarak köyünü yakacağını bildirmekte idi. Bu çeteyi takip etmekte olan Tuzluca'daki 2. Seyyar Estersüvar Bölüğünden başka İğdır'daki süvari bölüğü de Gevgeve istikametine gönderildi."
"Genelkurmay Baş- kanlığı 3 Ağustos 1930'da yayınladığı emirde:
"Ağrı harekâtı başlamadan önce dahilde eşkıyalık yapan çetelerin yeter kuvvetlerle yapılacak sıkı ve şiddetli bir takiple imhaları suretiyle fırsat bekleyenlerin ümit ve güvenlerinin kırılmasına kesin zorunluk vardır. Şeyh Zahir çetesinin bir daha Ağn'ya dönmeyecek surette ve daha fazla kuvvetler tahsisi ile imhasını 9. Kolordudan, Yukarı Sirik yaylasında jandarma müfrezelerimizle müsademe ettiği ve Kernuslu Halit olması muhtemel çetenin imhasını da 7. Kolordudan önemle rica ederim."

Şeyh Zahir Iğdırın Karahanlı köyündendir. 1925 lerde tuzluca da tuz müdürüydü.
Bazı kaynaklara göre bir kız kaçırma hadisesinden dağa çıktığı ve daha sonra Ağrı direnişine katıldığı ifade edilmektedir. Ailesinden verilen bilgilerde ise Şeyh Zahir’in Ağrı dağı çevresindeki hemen hemen tüm eylemlere, Başkend; Burnasor, Buruna Reş, vb. kattıldığı ifade edilmekte ve bunların dışında da faaliyetleriyle ilgili şunlar söylenmetedir;
1925 Şeyh Said Ayaklanmasına sempati duyuyordu. Bu nedenle bazı devlet yanlılarının şikayetiyle görevinden alındı. Bunun üzerine, kardeşleri Yusuf, Abdurrahman, Tahir, Habib , yengesi Hedé ve Amcasının oğlu Abdulbari , émeré besé, Saide mamé , Şemikan Aşiretinden Feto, Çalğa, Timur , Celil, Bro Rındo, Dırbaz adlı ünlü direnişçilerle Ağrı direnişine katılılan bu gurup, 1927 yılında ilk eylemlerini Tuzluca nahiyesine bağlı söğütlü köyü yakınlarında ki şiştepe mıntıkasında bulunan, Tuzluca, Iğdır ve kağızmandan gelen askeri güçlere baskınla gerçekleştirdiler. Bu baskında askerler Mameğan çeşmesine kadar geri çekilmek zorunda kaldılar. Bu çatışmada Celil hayatını kaybetti,ve Salih adlı direnişçide yaralandı. Celilin kafası askerlerce kesilip götürüldü. Kemal yüzbaşı komutasında ki askerler bu baskından sonra , Şemikanlılara ait, Tuzlucaya bağlı, söğütlü, Güllüce ve Abasgöl köyü halkından 28 kişiyi direnişçilere destek verdikleri gerekçesiyle Balıkgölüne götürüp orda kurşuna dizip cesetlerini de balık göle attılar. Bu olay direnişçilere katılımı hızlandırdı.
Pernavut’ta han sahibi Cimşit adında bir Kürt milisin rehberliğinde Gevgeve mıntıkasında kuşatılan söz konusu gurupla Askeri birlikler arasında şidetli çatışmalar olur. Gün boyu süren çatışmada pek çok asker öldürülür. Bu çatışmada şemsettin adında bir direnişçide öldürülür. Daha sora şeyh Zahir destesi, pernavut’taki karakolu basıp imha ederler. Bu baskında karakoldaki 8 asker öldürülür.
Taşburun savaşından sonra kışın saklandıkları Iğdır’ın Tecirli köyü kemal yüzbaşı komutasındaki askeri güçlerce kuşatılır, Şeyh Zahir Kuşatmayı yarıp kaçmayı başarır. Askerler, Şeyh Zahir’i barındıran Abdulbariyé Mıhemet adlı köylüyü öldürerek evini ateşe verir.
Daha sonra gerçekleştirilen Aralık baskınına Şeyh Zahir ve beraberindekiler de katılır. Çatışmada kardeşi Yusuf yaralanır ve esir düştü. Şeyh Yusuf götürüldüğü Iğdır’da yargılanmadan asılarak öldürülür. Bu çatışmada Şemikanlı Feto’da hayatını kaybeder. Çatışmada askerlerde pek çok kayıp verirler. Buraya çok sayıda askeri birliğin sevk edilmesiyle, direnişçiler Ağrı Dağının Tez harabe köyü sınırları ve Ağora köyünden geçerek Korhan yaylasına sığınırlar. Burada ki çatışmada yaralanan şeyh Zahirin kardeşi Habip’ta esir düşer. Askerlerce Tez Harabe köyüne götürülüp işkenceyle öldürülür.
Ağrı direnişinin kırılmasıyla Şeyh Zahir destesi Tendürek dağına geçer. Bu mıntıkada da askeri güçlerle pek çok çatışma olur. Çaldıranın Tikme köyüne sığınırlar burada şeyh Zahirin kardeşi Tahir hastalanır. Tahir’i bu köyde bırakırlar . bir ihbar üzerine, Tikme köyünü kuşatan İbrahim yüzbaşı komutasındaki güçlerle hasta haliyle çatışan Tahir burada öldürülür. Çatışmayı haber alan Şeyh Zahir ve arkadaşları da buraya gelip askerlerle çatışırlar Askerler bu çatışmada Çaldıran’a kadar çekilmek zorun da kalırlar. Çatışmalarda 6 asker öldürülür. Grubun üzerlerine daha çok asker sevk edilince, Özalp üzeri , Başkale’ye oradan da Van’ın Erçek Nahiyesine Oradan da İran hududundak Navur Gölü çevresine geçerler. Burada askerlerle aralarında çıkan çatışmada Şeyh Zahir yaralanır. Şemikanlı Çelğa ölür. Buradan Geliyé Géja’ya geçen direnişçilerin etrafı milis ve askerlerce çevrilir. Buradaki çatışmada direnşçilerden 14 kişi öldürülür. Hédé yaralanır. 5 milis, 8 askerde öldürülür. Buradan Gevıre Buk Zava ya gelen direnişçilerin etrafı askerlerce çevrilir. Çıkan çatışmada Şeyh zahir öldürülür. Bu çatışmada 9 askerde öldürülür.
Şeyh Zahir’den sonra kardeşi Şeyh Abdurrahman arkadaşlarıyla 9 ay mücadeleyi sürdürür. Bu süre sonunda Salih Paşa’ya af vaddiyle teslim olurlar. Şeyh Abdurrahman ve 65 arkadaşı Adana’da idamla yargılanır. Mersinde 9 yıl hapis yattıktan sonra Aydın söke’de mecburi iskana tabi tutulurlar.

Seyîthan ve Alican:
Seyitki aşiretinden Muş'lu Seyithan,Bilinmeyen bir nedenle karısını boşar. Boşadığı karısının kimseyle evlenmesini de istemez. Kim, onunla evlenirse bu işi ölüm temizler der. Kendi aşiretinden cuidi denilen aileye mensup birisi Seyithan'in bosadığı karısıyla evlenir. Seyithan'ın hesap soracağını düşündüklerinden. Halit Begé Hasani'ye, Seyithan'la barıştırılmaları için giderlerken, Bostankent köyünde, yolları Seyithan tarafından kesilir. Seyithan boşadığı karısıyla evlenen kişi ile ve beraberinde ki üç kişiyi öldürür. Aradan bir iki aylık bir süre geçtikten sonra, bu defa Seyithan, Halit Bey'e giderek, karşı tarafla barıştırılmalarını ister. Karşı tarafın barış için yanına giderlerken öldürülmelerine içerlenen Halıt Bey, karşı tarafın barışmak istemediklerini söyler. Bu olay nedeniyle, bir süre kaçak yasayan Seyithan, firarken ailesini topluca alıp, Bulanığa getirip onbeş gün boyunca karakolda tutup eziyet ederler. Bu bu durum civarda hoş olmayan söylentilere neden olur. Sonunda yakalanıp, Erzurum cezaevine konur. Burada tutuklu olan Berazi aşiretinden Karayazı'lı Alican'la tanışır. Her ikisîde aynı dertten müzdariptir; Milis ve jandarma.
Alican tutuklu iken, ailesi jandarma ve milis baskılarına maruz kalır, özellikle Sipki aşiretinden milis Mahmut ve Musa kardeşlerin baskılarını duyarlar. Hatta Mahmut'un tazisine Alican'ın akrabası olan îpek adındaki bir kadının ismini taktığını duyar. Tutuklu olmaları nedeniyle, aileleri milislerin, baskı ve haksızlıklarına maruz kalan, Alican ile Seyithan, cezaevinde birbirlerine yemin ederek, çıktıklarında hedeflerinin yalnızca milisler ve jandarmalar olacağı konusunda sözleşip adamlarıyla beraber cezaevinden firar ederler.
O dönemde Devlet direnişe karsı milisliği örgütlemekte, devletin himayesinde ki milislerde halka her türlü haksızlığı yapabilme imtiyazıyla korkunç bir terör estirmekteydiler. Aslında yalnızca o dönemde değil, tüm direnişlerde devletin ihaneti örgütlediğini görmek mümkün. Bölgede Deli Kemal olarak bilinen bir komutan ve örgütlediği milisler ordusu, halka adeta cehennem hayatı yaşatmıştır. Bölgede pek çok masum insan suçsuz yere işkencelere maruz kalmış, pek çok kişi de firarda olan yakınlarına karşılık öldürülmüştür. Bu nedenle öldürülenlerden biriside Malazgirt 'in Kutka köyünden Hemze Uso'dır. Hemze'nin kardeşi Çeçé, Seyithan'la bereberdir. Milisler Deli Kemal'e Çeçé'nin yüzbaşıyı öldürüp ciğerini çiğ çiğ yediğini söylerler. Deli Kemal, Hemze'yi sorguya alıp kardeşinin yerini söylemesini ister. Oysa, kardeşinin dağda olduğu ve Hemze'nin onu teslim edemeyeceği apaçık ortadadır. Köyün ortasında korkunç bir şekilde işkence edilen Hemze'yi, Deli Kemal beraberinde götürüp Esmer köyünde öldürür. Yıllar önce Uğur Mumcu, Kürt tarihinin, aynı zamanda ihanetler tarihi olduğunu konu alan bir makale yazmıştı. Bu makale, Bedırxani'1erden Hüseyin Pasa 'ya, Hüseyin Pasa 'dan Barzani ve Talabani'ye. Onlardan da PKK'ye kadar ki tüm ihanet ve çekişmeleri konu almaktaydı. Tespit doğru olmakla bereber eksikti, îhanet ve çatışmaları Osmanlılardan beri Devletin örgütlediği belirtilmemekteydi.
Hapisten kaçtıktan sonra Seyithan'la Alican'ın etrafında çoğu o dönem firar olan 50-60 kişilik bir güç oluştu. Karasu Nehrinin kenarında kendilerini takip eden askerlerle arala- larında çıkan çatışmada 12 asker öldü. Bu olaydan sonra, yakalanmaları için bölgeye çok sayıda asker gönderildi. Fakat bütün gayretlere rağmen bölgede uzun bir süre faaliyetlerine devam ettiler. Daha çok milisleri hedef alan eylemlerde bulundular. Halka çok çektiren milislere çok geniş bir alanda yönelmeleri hem ünlerine ün kattı, hem de kendilerine büyük bir sempatinin duyulmasına neden oldu.
Direnişçiler, Karayazı'nın Saçlık köyünden ünlü milis Xıdo'yu dağda yakalayıp kafasını keserler. Xıdo'nun suçu ise, yaptığı pekçok haksızlıkla birlikte. Hamit adında birisini öldürmektir.
Yine ünlü bir milis olan Aliköleka köyünden Qölo adlı milis için köye baskın yaparlar, Qölo, su arkına girip gizlenir. Bütün aramalara rağmen Qölo'yu bulamayan direnişçiler, köyden çekilip köy yakının da gizlenip gelişmeleri gözetlerler. Direnişçilerin köyden gittiğini sanan köy halkı arasında Qölo'nün arkta saklanarak kurtulduğu konuşulur. Bunu duyan direnişçiler Qölo'yu yakalayıp öldürürler.
Bir kışı Tutak ilçesi civarında geçiren Seyithan, ilkbahar da Halis Bey'in kardeşi Zeki Bey'in köyü_Karaağaca gider. Oradan da Mele Hasan köyüne Halis Bey'in yanına giderlerken, Murat Nehri kenarındaki Rese köyünden kendilerine ateş açılır. Seyithan ateşe karşılık verilmesini engeller. Mele Hasan'daki Halis Bey'e, gidip kendisiyle görüşürler. Musa ve Mahmut adlı milis kardeşlerin. Cemalverdi köyünde, olduklarını öğrenen Seyithan, beraberindekilerle Cemalverdi köyünü basar. Cemalverdide çıkan çatışmada, Mahmut ve Musa kardeşler ve akrabaları olan, Sıddıkı Hacı Mustafa adında milis olmayan biri daha öldürülür.
Bu infazdan sonra, Qertevin dağlarına çekilirler. Daha sonra oradanda Muş ovasına geçerler. Muş ovasında askeri güçlerle arasında çıkan bir çatışmada, Anzut köyünde Alican öldürülür. Seyithan ve beraberindekilerin Alican'ın ölümünden haberleri yoktur. Daha sonra çatışmada sağ yakaladıkları bir askerin elinde Alican'ın tüfeğini görürler. Alican'ın ölümünü bu vesileyle öğrenirler.
Ağrı direnişinin kırılmasıyla, soluklanan askeri güçlerin, artık temel hedefleri Seyithan'dır. Bu nedenle bölgeye büyük bir askeri yığınak yapılır. Bölgede barınma koşulları kalmayan Seyithan ve beraberindekiler, aileleriyle birlikte Suriye'ye gitmek için uzun bir yolculuğa koyulurlar. Pek çok çatışma ve kayıptan sonra, Bismil'e ulaşırlar. Oradan da Savur 'un Zoğ köyüne gelip, mola verirler. Artık Suriye'ye geçmeye çok az bir mesafe kalmışken, üç jandarmanın kendilerine doğru geldiklerini görürler. Aslında başka bir görev için oradan geçmekte olan jandarmaları kendilerini izleyen müfreze sanarak ateş ederler, jandarmaların ikisi ölür. Sağ kalan gidip,karakola haber verir. Bunun üzerine, çok sayıda asker peşlerine düşer. Askerlerle çatışa, çatışa yollarına devam ederler.Bu çatışmada Seyithan ölür. Çatışmadan sağ kurtulanlar Suriye'ye geçmeyi başarırlar.
Suriye'ye geçtikten bir süre sonra Seyithan'ın kardeşi Tefik, tekrar Türkiye'ye döner. Silvan'da Xiya'ların bir köyünde Emere Mıhé'nin evine misafir olur. Tefik'in orada olduğunu haber alan jandarma, evi basar, o sıra'da sofrada yemek yiyen Tevfik'î öldürürler.
Daha sonra Seyithan'in oğlu Selahattin, Palolu Şeyhlerden Abdurrahim, Şeyh Şemsettin, Şeyh ismet 'in de aralarında bulunduğu onbeş kişilik grupla Türkiye'ye geçer. Muhbirlerin ihbarıyla Suriye'den Bismil'e kadar takip edilen grup, Bismil'de Deşta Perxané'da bir tarlada mola verip, kendilerine yiyecek getirmesi için içlerinden birisini köye gönderirler. Köy Muhtarı gelen kişiyi yakalatarak janadarmaya verir. Grubun yerini öğrenen jandarma, tarlaya baskın yaparak onbeş kişinin hepsini öldürür.
Yıllar sonra, Seyithan ve Alican'ın Suriye'deki akrabaları Türkiye'ye dönerler

Direnişi Destekleyenler:
400 yıllık İngiliz sömürgeciliğine karşı çıkan, Hindistan'ın önderlerinden Nehru, Dünya Tarihinden Görüşler adlı yapıtında şöyle yazıyor:
"M. Kemal Paşa teşkil ettiği hususi istiklal muhakemeleri ile binlerce Kürdü merhametsizce mahvetti. Ş. Sait, Dr. Fuat ve diğer rüesayı idam ettirdi, bu kahramanlar Kürdistan'ın istiklale kavuşma emelini bir lahza gözlerinden ayırmayarak can verdiler. Son zamanlarda kendi hürriyetleri için çarpışan Türkler görüyoruz ki, kendi hürriyetlerini müdafaa eden Kürtleri çiğnemekte zalim davranmaktadırlar... Kendi vatanının hürriyetini müdafaa eden bir kavmin başka bir kavmin hürriyetini vahşiyane bir surette çiğnemesi acaip değil midir? 1929 senesinde Kürtler ikinci defa olarak yine isyan ettiler. Ve lakin, malesef velev muvakkat bir zaman için olsun harekatları .bastırıldı, böyle bir milli harekat ilelebet nasıl durdurulabilir? Madem ki, Kürtler hürriyetlerinin bedelini kanları ile ödemekte ve darağaçlarında Yaşasın Kürdistan demekte tereddüt etmemektedirler"*
.
Gerçek devrimcilerce, komünistlerde birçok konuda eleştirilen II. Enternasyonalciler, Kürtler'e destek çıktı. Her ne kadar bu destek pratiğe yansımadı ve teoride kaldıysa da yine de olumlu bir yaklaşımdı. 30 Ağustos 1930'da Zürih'te şöyle karar alınır:
"Uluslararası Sosyalist Örgütünün Yürütme Kurulu, dünyanın dikkatini, Türk Hükümeti 'nin sadece özgürlükleri için savaşan Kürtlerin direnmesini kırmak için değil, fakat aynı zamanda isyana katılmayan Kürt ahaliyi de imha etmek için giriştiği katliamlara çeker. Türk Hükümeti böylelikle Kürt halkını Ermeniler'in akıbetine uğratmaya çalışmakta, kapitalist ulusların kamuoyları bu kanlı vahşeti protesto bile etmemektedirler.

Sonuç olarak;
Xoybun Cemiyeti, Ağrı bölgesinde kurtarılan topraklarla birlikte yarı devlet konumuna geldi. O dönem şartlarında bir devlet için temel olabilecek adımlar atıldı. Düzenli Kürt peşmerge ordusunun ilk temelleri atıldı. Kurtarılan tüm topraklarda, Kürt bayrağı dalgalandırıldı. Esir alınan askerler, savaş kurallarına göre insani muamele gördü. Yapılan her eylemin raporu tutuldu. Her şey bir tüzük ve program çerçevesinde yapıldı. Xoybun mühürü, bir devlet mühürü gibi işlevselleştirildi…

Basında ise bu haberler çarpıtılarak veriliyordu. Türklerin Ağrı'ya son saldırısına The Times gazetesine göre Van ve Beyazıd bölgesine Türk savaş erkânlığı; 60 bin asker, onlarca uçaktan oluşan bir kuvvet göndermiş ve bunların en az yarısı harekâta katılmış. Yine bu gazeteye göre binlerce Kürt silahlı savaşçısı, Ağrı'ya yerleşmiş ve burayı tutmuşlar. Fakat değil bin, yalnızca 500 Kürt savaşçısı bulunmuş olsaydı, savaşın neticesi başka olurdu.Sonuç her ne olursa olsun Xoybun, kendi imkânları doğrultusunda Kürdistan'da güzel çalışmalar yapmıştır. Bunlar, tarihe gurur duyulacak pratikler olarak geçmiştir.

Zamanın bize gösterdiği şu ki, Kürtler ancak birlik halindeyken zafer ve özgürlüğü yaşayacaktır. Sıkıntılı ve zor şartlar altında verilen bu müthiş mücadeleler, aynı zamanda birlik-beraberlik duyguları içerisinde zaferlerle karşılık verecektir..Ağrı Dağı’nın doruklarına ekilen özgürlük tohumları, bugün 21. yüzyıl şafağında filizlenmektedir.Kürdistan Halkı başkaldırı geleneğinden aldığı güçle, içinde yaşadığımız bu 21. yüzyılda , kendi zaferlerinin tarihini yazacaktır. Ve yine kendini özgürleştiren Kürdistan Halkı, hem Ortadoğu’nun ve hem de bir bütün olarak insanlığın kurtuluşuna öncülük yapacaktır.

5 yorum:

  1. Amma sallamışsınız yaf.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. he mal herif. işine gelmeyince sallamışsın.

      Sil
  2. Elinize sağlık bide şahıslar hakkında bilgi verseydiniz yada bilgi veren bi siteye yonlendirseydiniz çok makule gecerdi

    YanıtlaSil
  3. Elinize sağlık bide şahıslar hakkında bilgi verseydiniz yada bilgi veren bi siteye yonlendirseydiniz çok makule gecerdi

    YanıtlaSil
  4. İşte bize birlik ve beraberlik lazım her zaman söylerim "bıbın yek ne bın yek emé herın yekbı yek

    YanıtlaSil